Şampiy10
Magazin
Gündem

Biz şimdi neyiz?

"Sadece aşk ve ölüm değiştirebilir her şeyi." -Halil Cibran, Kum ve Köpük

Bir insan ilişkisinin ne başında ne de sonunda telaffuz edilmemesi gereken cümleler var.

İki insan arasında gözle görülmez, sözle kurulmaz akitler var.

Zamanın insana hediye ettiği bazı bağlar dururken, zamanla kurulamayacak bağları bulduğumuz anlar var.

Yani bazen, gökten üç elma düşmüşken ve ikisi safi kurtlanmış-çürümüşken, üçüncüyü paylaştığımız günler var.

Hayat o kadar basit değil bazen.

Düşüncelerle kontrol etmeye çalışsak da, kalbin aşamadığı duvarlar var.

Ve buna mukabil, insanın korkuya, yalana, boş sözlere kanıp harcadığı kısa tarihinde, duyduğu hiçbir şeye inanmadığı bir nokta var.

O noktadan sonra kulaklar çıkıyor devreden.

Gözler iptal oluyor.

Gerçeğin bulunduğu yer orası.

Ne hissediyorsan, gerçek o oluyor.

Gerçek sen oluyor...

Gerçek sözden ötede duruyor.

Her zaman.

Tanrı, "Oku"dan önce bir şey fısıldamışsa eğer ve bu duyulmamışsa, o söz muhakkak "Kulağınla duy, kalbinle dinle"dir.

Şüphe götürmez bir biçimde, gerçeği duyabilen tek organ, insanın kalbidir.

Bu yüzden verilen sözlerin, edilen yeminlerin bir anlamı yoktur yer yüzünde.

Bilakis...

Sözler, hissettirilenden farklı minvaldeyse, söyleyeni hükmen yalancı, söyleneni mağdur eder.

Çok konuşan insanlar çok yalan söyler...

Dikkatli insanlar yalanı cümle arasından seçer.

Dünyanın akıllı-aptal dengesi de bunun üzerine kurulur zaten...

İnsan bazen görür, duyar, bilir...

Ve yine de inanmak istemez...

Ona da duygusal körlük denir.

Genelde insanın egosu ne kadar yüksekse, duyduklarına inanma potansiyeli o kadar yüksektir.

İnsanın özgüveni ne kadar düşükse, hoş sözlere kanma ihtimali o kadar gelişmiştir.

İnsan ne kadar yalnızsa, o kadar kandırılabilir bir hale gelir sanırlar...

Oysa insan yalnız kalmaktan ne kadar korkuyorsa, o kadar kolay ele geçirilebilir.

Dünya, kendini akıllı sananın karşısındakini aptal yerine koyarak geçinme yeridir...

Dünya, kendini biri-bir şey sananın bütün iyi şeyleri üstüne alınıp kötülükleri karşısındakine mal etme yeridir.

Dünya, çakalın, iyi niyetli olanı alt edebileceğini zannettiği bir cenk yeridir...

Oysa bilinmeyen şey, insanların çoğunun duydukları yalanlara, aptallıklarından ya da asaletlerinden değil, nezaketlerinden sustuklarıdır.

Hepimiz birilerine inanmak isteriz.

Hepimiz birilerine güvenmek isteriz.

Hepimiz bir şeyden emin olmadığımızda, yalan da olsa iyi sözleri yüksek sesle duymak isteriz.

Hepimiz zaman zaman kandırılmak isteriz...

İnsanız çünkü.

Hepimiz etten kemikteniz.

Tam da bu nedenle tarihin bir gününde biri bana dönüp "Biz şimdi neyiz?" demişti.

Yüzüne dikkatle bakıp "Vallahi ben insan olmaya çalışıyorum da, senin adına konuşmak istemiyorum" demiştim.

Biz şimdi hiçbir şeyiz.

Bir şey olmaya çalışırken ölüp gideceğiz.

Hepimiz.

Hatırlatma: Bugün Tüyap Alfa standında 12.00-14.00 saatleri arasında imza veriyor olacağım. Gelirseniz tanışır, sohbet eder, imzalaşırız.

Keyifli pazarlar.

Yazının devamı...

Aşka Fransız kaldık gardaş

"Bize hiçbir şey yapmadılar, bizi tümüyle hiçliğin içine yerleştirdiler, çünkü bilindiği gibi yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapmaz." -Stefan Zweig, Satranç

Yılın o en kutsal, bir o kadar da boş beklentilerle dolu ayının ilk haftasını geride bıraktık.

Kasımın doğum ayım olmak gibi bir güzelliği, insanları umuda sürüklemek gibi bir adaletsizliği mevcut.

Hem de neden?

Bir çeviri hatası yüzünden.

Seneeeee....

2001.

Hiç unutmam lise sondayız.

O zamanlar ortalama her anadolu lisesinde olduğu gibi, bizim okulda da millet ipini koparmış deliler gibi test çözüyor.

Herkes Boğaziçi'ne filan kapağı atıp çok önemli biri olma derdinde.

Benim çok önemli biri olma derdim yok.

Ben boş biri olmak istiyorum mümkünse...

Boş ve mutlu.

O zamanlar boş olan her ergen gibi ölümüne kitap filan okuyup itlik köpeklik yapıyorum bu yüzden.

Aşşırı okumanın itlik sayıldığı günlerdeyiz...

Düşünün masumiyeti.

O sene gösterime giriyor Sweet November.

Charlize Theron, Keanu Reeves.

Vay babalara!

Esroş'la gidiyoruz filme.

'68 yapımı orijinalini daha önce televizyonda izlemişim...

Merak da ediyorum ne çektiler diye.

İzliyoruz, iyi güzel hoş...

Millet salya sümük ağlıyor.

Ben boş boş perdeye bakıyorum.

Havalandırma astımımı azdırıyor, öksürüyorum...

Ve bir çeviri hatası olarak "Kasım'da Aşk Başkadır" giriyor hayatımıza.

Ama ne başka?

Ölmek üzere olan bir kız, kalan ömrünün her ayını sefil bir hayat süren bir herife kalbinin yerini hatırlatmakla geçiriyor.

Bencilliğe bak.

Ölmeden önce 100 fırça darbesi misali.

Gitmeden alabildiğimi alayım, verebildiğimi vereyim, sevap pointlerime üç beş daha ekleyeyim kafası.

Yani hikayede asıl bencil olan kızın hayatına giren erkekler değil...

Kızın ıslah etmeye çalıştığı zavallı kurbanlar onlar.

Ve fakat kız bir yerde tırta çıkıyor...

Aşık oluyor...

O dakikaya kadar hayatına giren adamları bencilce kendine aşık etmekle meşgulken, Keanu abimize çarpılıyor haliyle.

Allahı var...

Keanu'ya çarpılmayan taş olur zaten.

Filmin orijinal 1968 yapımı, Sandy Dennis ve Anthony Newley'li Sweet November'ın berbat bir remake'i olmasını bir kenara koyarsak, insanların aşk algısını bozduğunu da iddia etmek yalan olmaz.

Herman Raucher bu hikayede, modern toplum etkisiyle insani vasıflarını, sevme ve bağlanma özelliklerini kaybetmiş adamları tımar eden bir tür ilahi kadın figürü yaratır.

Kadın hayatına girdiği adamlara sevmeyi öğretir, onları kendine bağlar ve toz olur.

Çünkü zamanı kısıtlıdır ve kurtarılacak daha çok denizyıldızı vardır.

Adamlar artık sevmeyi öğrendiğine göre, normal birer hayat sürebilir.

Başkalarını sevebilir.

Haydi vurun bunu günlük ilişkilere...

Gidip en ipe sapa gelmeyecek oğlanları bulup ama niye olmuyor diye ağladığınız, zatımı mail yağmuruna tuttuğunuz günler bunlar.

Size zerre kadar önem vermeyen, köpek çeken adamların peşinden koşup koşup onlardan bir tür iyi insan yaratacağınıza inandığınız günler...

Çamurdan adam yaratma görevini tanrıya bırakmayacak kadar kendinizi önemsediğiniz günler.

İşte hep Sweet November'larla başlıyor bu hikayeler.

Gerçekçi değerleri bir kenara koyup olmayacak olana meyletmek, bunu bir oyun gibi görmek...

Günün sonunda yine de en çok üzülen olmak...

O günler, tam da bugünler.

Stratejiyle, taktikle düşürülenin hayrını görmek imkansızken, illa da birini istemek ve sırf birini isterken, kendi üstünüze bastığınız günler.

Sex and the City izleyip kendinizi Carrie sandığını ve Mr. Big olduğuna inandığınız her öküze meylettiğiniz günler.

Neticede bir öküzden insan yaratırsanız, kendi içinizde sınıf atlayacaksınız.

Rabbime bir kademe daha yaklaşacaksınız.

Oysa öyle olmuyor o işler...

Geçen gün yine mahallede bir kafede oturuyorum...

Bizim mahallenin maşallahı var, yan masa sohbeti açısından muazzam...

Yan masadaki kızın şöyle dediğini duydum: "İlişkiye o kadar uzaklaştım ki, bir insan diğerinin elini tutup bu benim sevgilim demeyi nasıl beceriyor, anlamıyorum... İlişkiye Fransız kaldım. Birden ona kadar Fransızca say desen üçte takılırım."

Yeni uyanmıştım.

Kan şekerim muhtemelen 30 filandı.

Önce sakince yemeğimi yedim.

Sonra kahvemi içtim.

Sonra başımı kaldırdım.

Bir baktım yan masa tanıdık.

Konuşmaya başladık...

Kız, çocuk bunu merak edip arasın diye Instagram story'sine bir şey koymuyor.

Çocuğu kıskanıyormuş gibi yapıyor.

Akşam beşte evde olan aile kızı gibi harteket ediyor...

Sonra dönüp dedi ki bana "Strateji yapmak midemi bulandırıyor. Stratejiye gelecek adamı istemiyorum."

Sanırım kimse stratejiye gelecek adamı/kadını istemiyor ama herkes istemsizce oyun oynuyor.

Bu işin %49'u oyuna dönüştü artık.

Ve insanlar kendilerini alamıyorlar bu durumdan...

Kim daha haklı bilmiyorum.

Aslında haklıyı da aramıyorum.

Devir değişiyor, işler değişiyor, dünya değişiyor...

Çok da takılmamak, azıcık uyumlanmak lazım muhtemelen.

Değişen devirle birlikte...

Instagram'dan paylaşım yapmamak, merak yaratmaya çalışmak artık çözülmüş bir formül.

En azından Instagram'dan çok eğleniyorum yalanlı paylaşım yapmak kadar klişe...

Klişeye düşmeyin.

Bir adam ya da kadın için olmadığınız biri gibi davranmak zorunda değilsiniz.

Kimsenin istediği insana dönüşmeyin.

Elbette ki ilişki yaşamak için belli sorumluluklar gerekiyor.

Ancak ortada gerçek bir ilişki yokkken kendinizi gereksiz bir baskı altına alarak yaşamanız, sadece karşınızdaki insandan beklentilerinizin ve ona olan öfkenizin artmasını sağlayacaktır.

Akşam beşte olan ev kızı gibi davranmak, sizi birinin gözünde artı değere geçirecekse zaten o adamdan kaçın...

Sıkıcıdır o.

Baskıcıdır o.

Onu yapmayacaksınız, bunu yapmayacaksınız, peki ne yapacaksınız?

Rahat olacaksınız.

Kendinizi kasmayacaksınız.

Karşınızdakinden bir şey bekleyerek vaktinizi harcamayacaksınız.

Almadığınız şeyi vermeyeceksiniz.

Kasım geldi "başka" bir aşk yaşayacağım diye vitesi üçe takmayacaksınız.

Ve unutmayacaksınız, aralık yılın en uzun ayıdır.

GEÇEN HAFTADAN KALAN 5 ŞEY

1- TOY İSTANBUL

Geçen gün tatlı arkadaşım Necati Kutlu'yla konuştuk. G-Mall'un içine 500 kişilik dev bir tiyaro sahnesi açtılar. Salon bulamayan bağımsız tiyatrolara destek veriyorlar. Neco da sanat direktörü olarak işin başında. Geçen sene Afife alan pek çok oyun TOY'da oynanıyor bu sene. Kasım programında Medet, Tesir, Parçacıklar, Kadınlar Aşklar Şarkılar, Oyunbozanlar İstanbul'da, Soğuyunca Acımaya Başlar, 3 Mevsim, Kenardakiler, Kabileler ve Yuva gibi muazzam oyunlar var. Soğuyunca Acımaya Başlar ve Parçacıklar, izlemek için sabırsızlandığım iki oyun. Tiyatro seviyor ve kaliteli bir sahnede güzel işler izlemek istiyorsanız, TOY İstanbul sahnesini ziyaret etmeniz şart.

2- GÜNÜ DEĞİŞEN DİZİLER

Artık biliyoruz ki bir dizinin günü değiştiğinde yayından kalkması an meselesi. Aşk Laftan Anlamaz'ın gününü değiştirdiklerinde iki damla gözyaşım inanın yere süzülmüştü. Bu hafta o kadar çok dizinin günü değişti ki sanırım kasım sonuna kadar yaşanacak dizi kıyımı hem izleyicileri, hem yapımcıları hem de starlığın ucundan dönen oyuncuları çok ağlatacak. Günah.

3- KOPYACI KARDASHIAN'LAR

Kardashian ve Jenner kızlarının stilleri konusunda kopya çektikleri sık sık konuşuluyor. En son Kendall'ın doğumgünü giysisini, Paris Hilton'un 21. doğumgününde giydiği giysiden birebir apardığının görüntüleri düştü internete. Best seller yazarların konu bulamayıp birbirinden araklaması misali... Ne yaparsın? Devir orijinallik değil, hırsızlık devri. Seri olarak yazdığım iki kitabı özetleyip yazan bir kız vardı. Yazdığı ilk iki kitap çok iyi sattı. Üçüncüsü satmaz dedim. Niye dediler... O serinin üçüncü kitabını yazmamıştım. Kız, seriyi devam ettiremedi. Ve üçüncü kitabı hiç satmadı. Söyleyeceklerim bu kadar kısa ve derin.

4- KIVIRCIK SAÇLI KADINLAR DAHA ZEKİYMİŞ

Uykusuzlar, kıza boylular, kızıllar derkeeeen.... Bir kıvırcık kadınların daha zeki olduğu iddia edilmemişti, o da tam oldu. Adını bilmediğimiz bir yerin filanca üniversitesi, falanca insan üzerinde deney yapıp kıvırcık saçlı kadınların daha zeki olduğunu açıklamış. Çok iyi. Bütün siyahi hanımlar zeki o halde. Rahat mıyız? Soldan devam edelim.

5- ASLIŞAH ALKOÇLAR & HAKAN SABANCI AYRILIĞI

"Baktık ilişkimiz çok ciddiye gidiyor, ayrılalım dedik" cümlesiyle gündeme damgasını vurdu bu ayrılık. İkisi de 23 yaşında. Kız taş gibi, oğlanın maşallahı var... Ve insan, o yaşta gerçekten ne dediğini bilmiyor. Ayrılacaklar, onunla bununla deneyecekler ve sonunda evlenecekler. Tam olarak buraya yazıyorum. Günü gelince dediydi dersiniz. Teşekkürler.

Hayırlı, mutlu, kutlu bir hafta olsun.

Kasımda aşk gerçekten başkaysa sizi bulsun.

Haydi aminli.

Hayırlı günlerli...

Yazının devamı...

Rezil halde ama çok kaliteli

"Kadınımı, sevdiğim için kucaklarım ben, elimde evlilik cüzdanım olduğu için veya cinsel açlığımı bastırmak için değil." -Wilhelm Reich, Dinle Küçük Adam

Bilenler bilir, bir dönem çok sıkı bir parti kızıydım.

Kambersiz düğün olmaz misali en eğlenceli partilerde en çok içip en çok kahkaha atan o kız, bendim.

Sonra sıkıldım.

Kalabalık fazla gelmeye başladı.

Kendimi güvende hissedemez oldum.

Her yerde aynı insanları görmekten bezdim.

Gittiğim mekanların sayısı azaldı.

Davetlerin hiçbirine iştirak etmez oldum.

Tanımadığım insanlarla aynı masada oturmak zul gelmeye başladı.

Tanımadığım insanlarla yan yana eğlenmek sıkıcı oldu...

Tanıdığım insanların sohbeti kısırlaştı...

Bıraktım.

Hayatta en büyük korkum, belli bir yaşı geçip ıpçıs müzik çalan kulüplerde yarı yaşımda insanlarla tepinmek çünkü...

Yalan yok.

Beni korkularım yönetiyor.

Elbette ki hala dışarı çıkıyorum.

Sadece kendi arkadaşlarımın mekanlarına, yanımda iyi tanıdığım insanlarla gidiyor, kendimi güvenli hissettiğim yerlerde alkol alıyorum.

Macera aramanın manası yok.

Ancak şunu anlıyorum...

Bir kadın, özellikle belli bir yaşın üzerinde, ilişki bitirdiğinde, ilk iş başkalarıyla tanışabileceği kulüplere atıyor kendini.

Yabancı sayısı ne kadar fazlaysa, flört ihtimali o kadar yüksek mekanlara...

Bu bir tercih.

Elbette ki saygım var.

Ancak her şeyin bir yan etkisi var.

Sevgilisinden yeni ayrılmış bir oyuncu arkadaşım var...

İyi bir oyuncu, tanınan biri.

Geçen gün bir kafede oturuyorum, yan masamda kızla ilgili konuşuyorlardı...

"Ben çok beğeniyorum o kadını... Çok kaliteli kadın. Geçen gece Klein'da gördüm, o kadar çok içmişti ki ayakta duramayacak haldeydi. Rezil görünüyordu ama yine de çok asildi" dedi masadakilerden biri.

O sırada bir şey yazıyordum.

İstifimi hiç bozmadan önümdeki dosyayı kapatıp kim bilir kaç gece rezil görünüp kalitemi kaybetmedim acaba diye düşünmeye durdum...

Bu yaz Catz sahnesinde yaptığım muhteşem performanslar mesela...

Atanamamış bir popçu var içimde...

İçimdeki %50'yi evde zor tutuyoruz.

Mesela o anlardan biri, "Rezil görünüyordu" anlarının arasına yazılabilir.

Neyse ki, rezil görünürken bile neşemi kaybetmeyen biri olma konusunda başarılıyım.

Neticede bunca yıldır seratonin salgılamayan bir beyinle, ilaç kullanmadan yaşamayı başarıyorum.

Mutluluğun ne olduğunu bilmeyen biriyseniz bunu kabullenip her zaman, en büyük felakette bile neşeli olmayı öğrenmek zorunda kalıyorsunuz.

Öte yandan rezil görünmenin insan doğasının bir parçası olduğunu da unutmamak gerek.

Ne olursanız olun, kim olursanız olun, dibe vurma hakkınız var.

Sizin hakkınız o.

Kimseyi dinlemeyecek, sonuna kadar kullanacaksınız.

Sadece kişisel tercihim, özellikle CIA kimliğinizi tespit edebilecek kadar tanınmışsanız, aşırı kalabalık mekanlarda kullanmayın bu hakkınızı.

Daha küçük mekanlara kaçın, daha yakın dostlara kaçın...

İnsanlar sizi yerde gördüklerinde, üzerinize basmak için her fırsatı sonuna kadar kullanırlar.

Kimseye o şansı vermeyin.

Elbette ki rezil görünürken hala asilseniz, bu sizin varoluşsal şansınızdır.

Bundan güzel ne olabilir?

Delirip devrilmeye, kalkıp eskisinden kuvvetli devam etmeye devam.

BENİMLE İLGİLİ ÇOK SORDUĞUNUZ BAZI SORULARA CEVAPLAR

Canım okurlarım, mail, mesaj yağmuruna tuttu. Dev bir hizmet vererek cevaplıyorum.

1- Modacım, stilistim kim?

Kurban olduğum gönül dostlarım, kılığımı kıyafetimi beğeniyor olmanız beni mutlu ediyor. Ancak ben sıradan bir edebiyat insanıyım. Elbette ki giyinmek için bir modacının kapısını çalmıyor ya da stilistle çalışmıyorum. Öyle bir ihtiyacım yok. Zira genelde tayt-tişört dolaşıyorum. Ama çok aşırı merak edenleriniz için şöyle minicik bir bilgi vereyim... Uzun yıllar dergicilik yaptım. Ve bunun büyük bir kısmında diğer işlerimle birlikte stil editörlüğü ve moda editörlüğü görevlerini de yürüttüm. Gördüğünüz bir pırıltı varsa oradandır. Çok uzağa bakmayın.

2- Formumu nasıl koruyorum?

Tek kelimeyle... Korumuyorum arkadaşlar. Dün gece yatmadan dört dilim pizza yedim. Canım bir şey yemek istediğinde yiyorum. İstemiyorsa günlerce yemiyorum. At gibi kahve içiyorum. Sanırım beni diğer insanlardan bir tek şeker kullanmamam ayırıyor. Yağlı yemek sevmiyorum. Genelde et tüketmiyorum. Spor yapmıyorum. Yiyince dana gibi kilo alıyorum. Yemeyince veriyorum. Sıradan insan bünyesi.

3- Kimle flört ediyorum?

Maşallah attığınız maillerde de google aramalarınızda da ilk sırada bu soru geliyor. Elbette ki kiminle ne yaptığımı kendime saklıyorum. Tarihin hiçbir gününde en yakın arkadaşlarımın haricinde kimse bu konuda bir bilgiye haiz olamadı. Böyle olmasını tercih ediyorum. Biriyle evlenmediğim sürece böyle olmaya devam edecek.

4- Saçımı nereye boyatıyorum?

İşte... İnsanlığın en önemli problemi. Saçımı 13 yaşımdan beri kendim boyuyorum. Hiç kuaföre boyatmadım. Dolayısıyla bu konuda sizlere yardımcı olamıyorum. Hepinizin saçını boyayamam.

5- Sürekli içiyor muyum?

Sanırım annem ve babam dahil herkes beni elimde viski kadehiyle Sue Ellen gibi hayal ediyor. Arkadaşlar, haftada sadece bir ya da iki gece dışarı çıkıyorum. Gece dışarı çıkmadığım sürece asla alkol tüketmiyorum. Evimde içki şişesi bulundurmuyorum. Çıktığımda da gece dokuzdan evvel içki içmiyorum. Yazarken sadece kahve ve çay içiyorum. Aşkı bir kenara koyarsak başka da kötü bir alışkanlığım yok. En kötü alışkanlıımız da sevmek olsun be...

Umarım bu kadim bilgiler, sizi şu güzel günde saadete eriştirmiştir canlarım.

Hayırlı pazarlar.

Yazının devamı...

Ne de olsa yarın yeni bir gündür

"Herkes, beraberinde taşıdığı bir parmaklığın ardında yaşıyor. Şimdi hayvanlarla ilgili bunca şey yazılmasının nedeni de bu. Özgür ve doğal bir yaşama duyulan özlemin ifadesi... Oysa insanlar için doğal yaşam, insanca yaşamdır. Ama bunu anlamıyorlar. Anlamak istemiyorlar. İnsan gibi yaşamak çok güç, o nedenle hiç olmazsa kurgusal düzeyde bundan kurtulma isteği var... Hayvana geri dönülüyor. Böylesi, insanca yaşamaktan çok daha kolay." -F. Kafka, Dönüşüm

En büyük felaketlerin tam da ortasında olduğunuzu hissettiğinizde içinizi garip bir huzur kaplar.

Elinizden geleceklerin tamamı tükenmiştir.

Çaresizlik insana umut verir, neşelendirir.

Dünyada kalan son gününüzmüş gibi yaşamaya başlarsınız her dakikanızı.

Kıyamet öncesi coşkusu derim ben buna.

Aslında tam da o dakika kopmaktadır kıyamet.

Siz, kendinizi koptuğuna bir türlü inandıramamaktasınızdır yalnızca.

Ve en iyi yanı, herkes için kopmasıdır kıyametin.

Kimseyi geride bırakmaz.

Zararını herkes görür.

Önüne ne çıkarsa götürür.

Bu yüzden dünya tepemize çökmeye başlar gibi olduğunda dururum ben.

Dururum ve beklerim.

Bir gün sonra her şeyin bambaşka olacağından emin beklerim.

Herkes titrerken ben kararlı gülümserim.

Çünkü bilirim, kıyamet kopmadan işler bir yere gitmez.

Derin denizde kontrolsüzce dibe vurmaya başladığınızı düşünün.

Çırpınırsanız boğulursunuz.

Oysa kendinizi bırakırsanız, muhakkak su yüzünü bir kez daha görme şansınız olur.

Direnmeyin.

Sabırla bekleyin kıyametin ortasında.

Fırtına diner, bulutlar gider

Ve her şey bir gün elbet, eskisinden güzel olur.

Buna inanın.

İnanın yeter.

GEÇEN HAFTADAN KALAN 5 ŞEY

1- SEPYA MEYHANE: Etiler'de Altan Gördüm ortaklığında yeni açılan mekanın işletmesinde Candan Topdemir var. Sizler için doğumgünümde gittim denedim. Mezeleri güzel. Fasıl ekibi muazzam. Ortam son derece şık. Haftanın yedi günü açık. Pazar rakıları için ideal.

2- DEKOLTENİN MODASI GEÇTİ: İngiliz Vogue dergisi, göğüs dekoltesinin modasının geçtiğini açıklamış. Buna bütün dünya güldü elbette. Sanırım ima ettikleri şey Kardashian klanının göğüslerinden yılmış olmamız. Doğru da... Ama şahsi fikrimi soracak olursanız, göğüs dekoltesi bir klasiktir modası geçmez.

3- KENDALL JENNER'IN DOĞUMGÜNÜ: 2 Kasım'ı 3 Kasım'a bağlayan gece ben de doğumgünümü kutluyordum. Yine çılgınca eğlendik derken, Kendall'ın doğumgünü fotoğrafları düştü önüme. Evet, ben de özel bir elbise giymiştim ancak elbisem 9 bin dolarlık değildi. Sağolsun arkadaşlarımın her biri birbirinden tatlı hediyeler getirdi, ancak hiçbiri 250 bin dolarlık Rolls Royce değildi. Arabayı Kendall'a ailesi hediye etmiş. Benim annem en son bana pilav tenceresi almıştı. Ve ben pilav sevmem. Söyleyeceklerim bu kadar kısa ve derin.

4- ALDATILSAN NE YAPARDIN?: Geçen gün bir grup kız arkadaşım oturup konuştuk bunu. Karşındakinin yüzüne mi vururdun, ayrılır mıydın, devam mı ederdin diye... Herkes elimde güç varsa aleme rezil eder ayrılırım dedi. Ben? Elbette ki ayrılmam... Hayatta intikam almanın daha zarif ve uzun ömürlü yolları var. Ama bunu başka bir gün konuşalım.

5- TAYLOR SWIFT'İN BİR SONRAKİ KURBANI/SEVGİLİSİ KİM OLACAK?: Kızımız her aşktan en az iki hit çıkarmayı başarıyor. En son Tom Hiddleston'ı ayartan Taylor'ın kabarık aşk listesinde bakalım sıradaki isim kim? İnanın bir sonraki erkek arkadaşımın kim olacağından çok merak ediyorum bunu. İnanın.

Huzurlu, mutlu, aşk dolu bir hafta sonu olsun.

Sevgiyle...

Yazının devamı...

Çok önemli, hiç önemsiz

"Doğumgünü partilerinden söz ettiğimde beni ilgiyle dinlediler. Onlara pastayı, şarkıları, armağanları ve her yıl bir adet artan mumları anlattım.

'Bunu neden yapıyorsunuz?' diye sordular. 'Kutlama özel bir durumdur. Yaşlanmanın nesi özel anlayamadık. Yaşlanmak bir çaba gerektirmez ki, kendiliğinden olur.'

'Peki' dedim, 'Siz neyi kutlarsınız?'

'Daha mükemmel olmayı' dediler. 'Geçen yıla oranla daha iyi, daha bilge olmuşsak, kutlarız.'

İşte, diye düşündüm, anımsamam gereken bir şey daha." -Marlo Morgan, Bir Çift Yürek

Başlığa şaşırma.

Başlıbaşına bir anlatım bozukluğudur yaşamak.

Ve neresinden bakarsan bak, içinde bulunduğumuz şu zaman, şunu ya da bunu öğrendim demek için hem çok erken hem çok geç.

Bugünkü yazımın konsepti ben olmalıydım.

Sana dünyada geçirdiğim otuz iki seneden ve çıkardığım hiçbiri bir saniye sonra beş para etmeyen beş milyor dersten söz etmeliydim.

Çok düşündüm, çok denedim, beceremedim.

Pekçok şeyi beceremediğim gibi.

Sana hayatla ilgili şükran dolu hikayelerimi anlatmak isterdim, ki onlar zaten cepte,

İnsanların her şeyi başarmış gibi boş boş konuşup akıl vermelerinden yılmasaydım...

Anlatırdım elbette.

Herkes tökezliyor, herkes düşüyor ve canına yandığımın dünyasında kimse canım yandı demiyor.

Aferin o herkese.

Ben herkes değilim.

En azından kendi hikayemde herkes gibi olmamaya dikkat ettim.

Ve elbette ki benim de canım çok yandı.

Bazen akım kakım şeylere yandı, bazı yangınlarsa İstanbul'da kül bırakmazdı.

Yine yanacak.

Zaten hayat dediğin, her nefeste aldığın oksijeni yakarak yaşatıyor seni...

Ve elbette ki öldürüyor da aynı ölçüde.

O yüzden içindeki yangınlara, yanan canına çok takılmamak gerek.

Hayatın kendisinden söz ediyoruz burada.

Tuhaf olan yanmak değil, yanmadan yaşamak.

Her dakika mutluymuş gibi yapmak, her şeyi affetmiş gibi davranmak, kendini sürekli gülümsemeye zorlamak...

Yok öyle bir yer.

Ne yaşıyorsan, kabullendiğin sürece güzel.

Ne olursa olsun her duyguyu sömürene kadar yaşamak gerek.

Üzgün müsün?

Ne için üzüldüğünü bağıra bağıra, üzgünüm diyeceksin.

Geçene kadar da üzgün olmaya devam edeksin.

Mutsuzum diyeceksin.

Mutlu olmak için yormayacaksın bünyeyi.

Gerisini hayata havale edeceksin.

Emin ol, hayatın tuhaf bir iyileştirme gücü var.

En bitmeyecek sandığın üzüntüler silinip gidiyor.

En büyük yangınlar kül olup sönüyor.

Ve sen, her yangında, küllerinin artasından, yeni doğmuş bir çocuğun merakı ve cesaretiyle yeniden geliyorsun dünyaya.

Vazgeçmiyorsun.

Deniyorsun.

Yılmıyorsun

Kaybetmek bozmuyor seni...

Kaybetmeden kazanmayı öğrenemeyeceğini biliyorsun.

Birileri seni itip kalktıkça, kırıp döktükçe öğreniyorsun kendini sevmeyi, daha çok sevmeyi...

Gerçekten sevmeyi.

Anlıyorsun ki, arkanda senden başka kimse yok.

Bir düşersen, kainat tepene tebelleş olmanın esiri.

Daha sağlam duruyorsun kendinin, kararlarının arkasında böylece.

Hayır, gerçek bir hayıra dönüşüyor hayatında.

Hıyarlarla çevrelendiğin küçük hayatında,

İstemediğin şeyler kadar istediklerinden de emin oluyorsun zamanla...

Ve öğreniyorsun, istediğin şeyler her an değişebilir.

Esniyorsun.

Bir yandan katılaşırken, bir yandan yumuşacık oluyorsun böylece.

Affedebileceklerinin sınırı değişiyor her gün.

Toleransın bazı şeylere artıyor, bazılarına kalmıyor.

Bir şeyi çok net anlıyorsun:

Kimse kimseyi sevmek zorunda değil.

Özellikle de sen birini seviyorsun diye...

Buralar, hislerinin karşılığını beklemelik bir yer değil.

Genellikle ve çoğunlukla insan duyguları karşılıklı gelişse de özelde değişiyor hikaye...

Ama bu ayrı bir yazı meselesi.

Şimdi konumuz bu değil.

Sadede gelecek olursak, bugün ben doğdum.

İnsanlık için küçük, benim için büyük bir mesele.

Benim tarihim bu sabah 10.10'da yazılmaya başladı dünya üzerinde.

İyi kötü onlarca hikayeye girdim çıktım, bir şekilde bir sürü insanın hayatına dokundum.

Bazılarının felaketi, bazılarının huzuru oldum.

Bazılarının en sevdiği, bazılarının düşmanı oldum.

Bir şeyler üretmek, kendimden bir adım öteye geçmek için yırtındım durdum.

Ve sonunda keşfettim...

Dünyada ne kadar varsan, o kadarsın.

Ne kadarsan, o kadarını alırsın.

Almayı bilmiyorsan veremezsin.

Vermeyi bilmiyorsan alamazsın.

Beklenti içinde bekleyip kalamazsın.

Hayatı durduramazsın.

Aynı insana yıllarca aşık kalamazsın.

Sadakat mümkün değildir ancak saygısızlıkta duramazsın.

Para için kendinden ödün verirsen, işinin o.spusu olursun.

Ve günün sonunda beş kuruşsuz kalırsın.

Herkes kendi ederini belirler.

İnsanlardan saygı bekliyorsan, önce kendine saygı duyacaksın.

Ve esnek olacaksın.

Çünkü şartları senin planların değil, hayat belirler.

Soruyorsan bana, şu hain dünyada tam da şu döneme denk geldin, öt bakalım ne öğrendin diye...

Cevabım açık ve kesin:

Öğrendiğim her şeyin, bir gün beş para etmeyeceğini öğrendim.

Ve bir hayvan gibi içgüdülerime güvenmeseydim, bugün nefes almaya devam edemezdim.

E iyi ki doğmuşum o zaman.

Öperim gül yanaklarımdan.

Neticede ben olmasaydım, ben ne ederdim?

Sevgiler saygılar gırla,

Hayırlı günler dilerim...

Yazının devamı...

Zalımsın zaman

"Anna Karenina'yı taklit ediyor zaman,

Atıyor kendini raylara.

Neden her aşk

Bir kadının cenazesini kaldırır mutlaka?" -Didem Madak

Altı ay geçmiş...

Tam altı ay.

184 gün. 4416 saat. 264960 dakika.

72 hayal kırıklığı. 18 uzun yol. 26 cenaze.

Sayısı hesaplanamayacak kadar çok komiser dublesi rakı.

Üstüne su gibi içilen cin-tonikler.

Böğürerek söylenen şarkılar...

200 promilden sonra herkesin çok güzel, herkesin çok sevilesi geldiği geceler.

Neyse ki çevirmeye takılmadan atlatılan trafik kontrolleri.

Sabahında hiçbir şey hatırlamıyorsun şükür ki...

Verilen ve tutulmayan sözlerin hepsi unutulup gidiyor böylece...

Günün sonunda hayatın matematiğe uymadığının ispatı altı ay geçmiş oluyor.

İyi kötü her duyguyu parlatıp rafa koymayı bilmesen, ziyan oldu sanırsın.

Öyle boş bazen.

Neyse ki iyi bir sanatçıysan, yaşadıklarından işe yarar ne varsa koparıp alırsın.

Gün geliyor, söyleyecek söz bitiyor.

Bir daha konuşamayacağım sanıyorsun.

Kalbin mesela kırılma haddi diye bir şey var.

O bile doluyor, bir daha asla kırılmam sanıyorsun.

Ama daha da fenası, bir daha asla sevemeyecekmişsin gibi hissettiğin anlar var.

Şu tarih milattır, daha da tillahına güvenmem dediğin günler var.

Zaman hızla geçerken, kendine arka arkaya verdiğin sözler var.

Çoğunu tutacağını sanıyorsun...

Hiçbirini tutamıyorsun.

Sözün devamı geliyor.

Yeni cümleler kuruyorsun.

Kalbin iyileşme süresi var.

Yeniden kırılmaya, kırmaya başlıyorsun.

Sevemeyeceğine tam ikna etmişken sen kendini, bütün hikaye başa sarıyor...

Seve seve aynı hataları tekrarlamaya devam ediyorsun.

En olmayacak insanlarda sınıyorsun güvenini bir kez daha.

Ve kendine verdiğin sözlerin tamamı başa sarıyor.

Tutulamayanlar listesinde, tutunamayanların sözlerinin esamesi okunmuyor.

Zaman geçmiş.

Zaman geçiyor.

Bir şey söyleyeyim mi, zamanla geçiyor...

Ve benim geçen zamanla ilgili bildiğim bir tane şey var:

Nasıl geçerse geçsin,

Kaydettiği sürece, geçenin de gidenin de bir anlamı oluyor.

İhtiyaç anında camı kırıp kullanmak için.

Zaman geçiyor.

Tam altı ay geçmiş...

Ben burada yazmaya başlayalı.

O arada geçip gidenler benimdir...

Hatırlamadığım anılar, unuttuğum anlar hariç.

Uzun lafın kısası bile bitmiş gibi hissediyorum bu aralar.

Sözün bittiği günler az konuşup çok yazıyorum.

Uyumadığım bütün uykuları uyuyor, az düşünüyorum.

Geldiği gibi geçiyor bazen zaman.

Geçsin de zaten.

Şairin dediği gibi beklemek üzerine felsefe kitabı yazarken kısa ömrümüz,

Bugün sözü kısa kesiyorum.

Muazzam bir hafta diliyorum.

Sevgiyle.

Yazının devamı...

Olmayacak duaya amin demeyin

Karşılaştırmalı edebiyat:

"Kuş ölür, sen uçuşu hatırla." -Füruğ Ferruhzad

"Kuş havalandı, kaçış mübahtır." -Gülşen

Hayatta mucizelere inanmaktan yanayım.

Neticede mucizelere inanmayan birinin başına mucize gelmez.

Yani her şey bir ölçüde mümkün, bir ölçüde olağandır.

Olmaz denilen neler oldu bir düşünün...

Peki gerçekten olmayacak şeyler neler?

Nelere bel bağlamadan yaşamalı.

Haftanın mini listesi karşınızda.

1- Eski sevgilinin sana yaptıkları için çok pişman olup özür dileyere kapına dayanacağına...

Hadi ama yapmayın! Hangi insanın egosu "Ben hatalıyım" demeye müsaittir ki? Diyelim karşı taraf ettiğini buldu, sürüm sürüm süründü, akıllandı... Gelip sana ben çok pişmanım der mi be kardeşim? Olmaz öyle şey. Bekleme onu sen. Dönerse senindir... Dönmezse kebap yeriz.

2- Demet Akalın'ın içinde en az beş hit olmayan bir albüm çıkaracağına...

Kendimizi kandırmayalım. Demet'in hit seçme konusunda multi bir başarısı var. Mesleki hayatında 20. yılında çıkaracağı yeni albümü Rakipsiz için de durum farklı değil. Geçen salı Sess'te sevdikleriyle dinledi ilk kez yeni şarkılarını. Şahsi favorim Berksan şarkısı olan 50 Cevapsız. Yine atara atar gidere gider. Eş dost, hısım, akraba kalabalık ve eğlenceli bir geceydi. Haberin o kısmını magazincilere bırakıyorum.

3- Ayşe Arman'ın tahtını birinin sallayabileceğine...

Ben altı yaşındaydım, Ayşe Arman Hürriyet'te köşe yazıyordu. Haftaya 32 yaşımı dolduruyorum. Ayşe Arman hala Ayşe Arman. Yerine üretilmeye çalışan birçok alternatifse bugün piyasada yok. Ben dergiciyken, bir ara beni de gazlamışlardı Ayşe'nin tahtına çıkarsın diye... Gülümseyip "Kral ölmeden yeni kral tahta çıkamaz. Allah gecinden versin. Ben böyle iyiyim" demiştim. Yıllar geçti. Yine haklı çıktım. Ayşe'ye tuhaf bir biçimde yaptığı her şey yakışıyor. Muadilli olmaya çalışan güzel kadınlar için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Bence herkes kendi ekolünü yaratmaya baksın. Farklı olan tekrar edilir. Ama taklitler asıllarını yaşatır. (Ortaya bırakıyorum bu lafımı. İhtiyaç duyan alsın)

4- Avrupa Birliğine gireceğimize ve vizesiz dolaşım hikayesine...

Bu da doğduğumdan beri duyduğum bir başka mavra. Hayır kardeşim vizesiz dolaşma ihtimalimiz yok. Zaten dışarıdan bakınca çocuk tecavüzlerinin, adi cinayetlerin, suçların, terörün ve ekonomik sıkıntıların bu kadar yoğun olduğu bir ülkeyi kimse beyaz Avrupa pastasına almaz. Haksız da sayılmazlar. Dünyaya haber olduğumuz bütün konular tırt. Bu meseleyi unutup kendimizi güçlendirmeye ve önümüze bakalım. Ne yapalım? Kısmette vize parası ödemek varmış... Ödüyoruz.

5- Size kötülük eden güçlü insanların güçten düşeceğine...

Bunu beklerken ömrünüz solar. Demiyorum ki asla olmaz... Bir gün olur. Ama şunu unutmayın, kötülük etmek zeka ister. Zeki bir insan bir yere yükselmişse onu kolay kolay indiremezsiniz aşağı. O yüzden hayallerinizi bu konudaki ilahi adalete bağlamayın. Önünüze bakın.

6- Aşık olduğunuz insanın size aynı şiddette aşık olacağına...

Dünyanın böyle bir dengesi yok canlarım. İki insan aynı duyguyu aynı şiddette paylaşamaz. Zaten aşk dediğin de o adaletsizlikten doğar. Kalanı sevgidir, ortaklıktır, arkadaşlıktır. Dinimiz, amin.

7- Oturduğunuz yerde başarınızın takdir görüp yüceltileceğine...

Başarı bir bütündür. Başarı için çaba sarf ettiğiniz ölçüde onu duyurmak için de emek vermelisiniz. Bilinmeyen başarı başarı değildir. Tıpkı söylenmeyen, bilinmeyen hislerin duygudan sayılmayacağı gibi.

8- Köşenize çekilince işlerin yoluna gireceğine...

Zaman zaman inine inmeyi ben de mantıklı bulurum. Ancak ortalığı çok boş bırakmayacaksınız. Niye? Çünkü yokluğunuzda insanlar rahat ederler. Ne yapacaksınız? Muhtelif aralıklarla sizi unutanlara kendinizi hatırlatacaksınız.

9- Magazin malzemesi olmadan star olunabileceğine...

Bir çok oyuncu arkadaşım aldıkları ödüllerle evde iş bekliyor. Sebebi açık. Yıllarca burun kıvırılan magazin için iyi birer malzeme olmamaları. Başarı, magazinin ilgisini üstünüze çeker. O ilgiyi doğru yönetemez, magazinle iyi ilişkiler kuramazsanız, asla star olamazsınız. Emekçi olursunuz. Falanca ne iş yapmış ki de bu kadar para kazanıyor diye sorgulayan herkese selam olsun. Doğru ilişkiler kurmuş demek. Doğru ilişkiler iyi para kazanmaya giden altın anahtardır.

10- Zamanla işlerin yoluna gireceğine...

Zamanla olan tek şey turşudur. Bir insan size bir şeyler hissetmek için zamana ihtiyaç duyuyorsa, sallayın gitsin. Kimseyi beklemeyin. Dükkanın önünü kapatmayın. Ve yüksek sesle çağırın: NEEEEEEEĞĞĞĞXT!

İnanmayın. Bel bağlamayın. Hızla ve coşkuyla yaşayın.

Diyorum size, sizin işiniz yaşamak.

Arkanızda bıraktıklarınıza bakıp düşünerek beklemek değil.

Hayırlı günler olsun...

Yazının devamı...

Aşk, kendini öldürme sanatıdır

Karşılaştırmalı edebiyat:

"Sevdiğiniz için acı çekiyorsunuz, daha fazla sevin. Aşk yüzünden ölmek, yaşamaktır." -Victor Hugo, Sefiller

"Aşk için ölmeli. Aşk, o zaman aşk." - Sezen Aksu, Her Şeyi Yak

Birini kendinden çok sevip önemsemenin akla yatkın bir tarafı yok.

Sadece deliler ve aşka düşmüşler becerebilir bunu.

Tam olarak neyi sevdiklerini bile bilmeden hem de...

Hedef ne kadar uzaklaşır, mesafe ne kadar artarsa o kadar büyür aşk.

Elde edene kadardır bir yerde.

Birini avucunuza aldığınızda kıymeti kalmaz aşkın.

Yerini başka duygular alır.

Bağlılık, bağımlılık, alışkanlık... Son kertede sıkılganlık.

Ve mutsuz son.

Aldatılırsınız.

Her aşkın kaderi tam olarak budur esasında.

İnsanlar birbirlerine, ben sıkıldım gidiyorum demeyi beceremedikleri için aldatarak çekerler ilişkilerinin ipini.

Ve tam da bu nedenle açık verirler.

Elinizle koymuş gibi bulursunuz nereden boynuz yediğinizi.

Şaşırmayın.

Büyük duyguları göze alıyorsanız, büyük hayal kırıklıklarını da göze alacaksınız.

Bir insanı kendinize zorlayarak bağlayamazsınız.

Sizi sevmesi için yalvarmanız, hizmetçisi rolüne soyunmanız, her istediğini yapmanız filan para etmez.

Tam tersine, herkeste kendisini zorlayana gitme eğilimi mevcuttur.

İnsanlar genelde kendilerine prens/prenses gibi davranana değil, köpek çekene aşık olur.

Nedeni açık...

Ezilen ego...

Zorlanan sınırlar...

Ve tabii ki elde etme isteği.

Şimdi ben size buradan bir akıl versem ikincinin hatırı kalır.

O yüzden akılsız bırakacağım bu yazıyı.

Birkaç gün üst üste birkaç aldatılma vakasıyla yüzleştim.

Ve oturup yine aynı şeyi düşündüm.

Aldatılsam bilmek ister miydim diye...

İstemezdim herhalde.

Kim ister ki?

Pembe yalanlar, acı gerçeklerden iyidir her zaman.

Çünkü gerçeği bilirseniz birşey yapmanız gerekir.

Ve bazen, bir yerden çıkagelir gerçek...

Birşey yapmak zorunda kalırsınız.

İşte tam da o zamanlarda size tavsiyem...

Çok bağırmayın...

Yüksek sesle küfretmeyin.

Karşınızdakine işleri toparlamak için bir şans verin.

Herkesin ikinci bir şansa ihtiyacı vardır.

Yine akıl vermeden duramadığıma göre, yazının bu faslına son verebiliriz.

GEÇEN HAFTADAN KALAN 5 ŞEY

1- ÖLÜM DE AŞKA DAİR:

Geçen hafta büyük dayımızı kaybettik. Bir süredir yoğunbakımdaydı. İlk defa sevdiğim biri öldüğünde üzülemedim... Ki ben büyük dayımı çok severdim. Ama şöyle düşündüm o an... Birkaç sene önce eşini kaybetmişti büyük dayı. 16 yaşında tanıştığı, ilk görüşte aşık olduğu ve ölümüne kadar evli kaldığı eşini. Büyük yenge öldüğünde, büyük dayı zaten "Ben çok yaşamam..." demişti hepimize. Biliyorduk sevgilisinin ardından uzun süre dayanamayacağını. Bir romantik olarak tek tesellim odur ki, sonunda yeniden birlikteler. Büyük dayım, eşi ve daha çocukken kaybettiği annesi. Büyük büyük anneannem öldüğünde 30'unu doldurmamıştı. Ve geride en büyüğü on yaşında çok mutsuz üç çocuk bırakmıştı. O üç çocuğun en büyüğü anneannemdi. Son 15 yıldır alzheimer hastası. Bir diğer tesellim de odur ki görmüyor sevdiklerinin bir bir aramızdan ayrılışını. Geçen 15 yılda, o kadar çok sevdiğini kaybetti ki... Allah onların kalan ömürlerini sevdiklerimize bahşetsin.

2- MÜGE ANLI:

Yıllardır hakkında yapılmayan makara, programıyla ilgili geçilmeyen dalga kalmadı... Ancak bir kez daha gördük ki, Anlı, bu ülkede emniyetten iyi çalışıyor. Suçluları eliyle koymuş gibi buluyor. Ve adalete teslim ediyor. Ayrıca programı toplumun aynası. "Biz miyiz ulan marjinal?" Fıkrasının gerçeğe intikal etmiş hali. Anlı'nın başka derdi yok mu itle uğursuzla uğraşıyor, sapık kovalıyor? Hemen geçmişe dönelim... Yıllar evvel Şenay Düdek'le magazin programı yaparak başladı Anlı televizyonculuğa. Aynı dönemde bir gazetenin magazin müdürüydü. Ve o program bugünkü televizyonların magazin masalarının temelini attı. Sonra Şenay Abla işi gücü bırkaıp İzmir'e yerleşti. Anlı, bugünkü programına başladı. Yetmedi... Yeniden üniversiteye girip hukuk eğitimi almaya başladı. Anlı'yı bundan sonra görmek istediğim yer adalet bakanlığı. Evet, bakan olarak o koltukta görmek istiyorum Anlı'yı. Bu kadar tecrübeden sonra, belki sayesinde sistem biraz daha düzelir, işler yoluna girer. Dün Daily Mail, haber yapmış Anlı'nın başarısını. Kendisini tebrik ediyor, bu ülkenin en büyük ününün adi suçlar olmasından esef duyuyorum. Sonra turizm... Sonra ticaret... Kim adi suçlarla anılan bir ülkede tatil yapmak ister? Düşünelim. Ve düşünmeye büyük şehirden değil Anadolu'nun ücra köylerinden, mahallelerinden başlayalım... Maşallah en azılılar oralardan çıkıyor. Allah hepimizi korusun. Amin.

3- BEŞİKTAŞ BELEDİYESİNİN YOL İNŞAATI

Hayatta tuhaf şanslarım ve şanssızlıklarım var. Bir vakada şans olan öbüründe şanssızlık olabiliyor elbette... Bu da onlardan biri. Evimin önünden geçen yol, bir aydır inşaat halinde. Evimin bulunduğu sokağın yarısı Beşiktaş Belediyesine yarısı Şişli Belediyesine bağlı. Benim apartmanımdan bir sonraki apartmanda başlıyor Şişli Belediyesi. Bildiğiniz Araf'ta yaşıyorum yani. Dolayısıyla bu tuhaf hal nedeniyle, elektriğimiz-suyumuz Şişli'ye, yolumuz çöpümüz Beşiktaş'a bağlı... Tam bir mahalli idareler karışıklığı. Şişli Belediyesi yol yapım çalışmalarını temmuzda bitirdi. Asfaltları yamadı. Geçti karşıya. Ancak yolun kalanı yani evimin önü bir aydır inşaat halinde. Bunun ilk üç haftası sokakta ışık bile yoktu. Neymiş? Elektrik direkleri değiştirilecekmiş. Neymiş? Sokağa arnavut kaldırımı döşenecekmiş... Neymiş? Sokak bundan sonra CADDE olacakmış. Aman ne ala! Çalışan işçiler, bu bir ayın çoğunda çalışmadılar bile. Dizecekleri üç tane taş. Ben dizsem bir haftda bitirmiştim... Ama yok. Yolun yarısı hala dizilmemiş taşlardan ibaret. Dün akşam dışarı çıktım ve bir komşumun engelli kardeşini sırtında eve çıkardığını gördüm. İnanın beynime kan sıçradı. Sayın Hazinedar'a sormak istiyorum, kar yağmadan biter mi bu çile? Yoksa bir otele yerleşelim mi? Ana yolun üzerinde oturup kapımıza arabayla, taksiyle gelememenin ıstırabını daha ne kadar çekeceğiz? Kendi kapımın önünde dört kere düştüm, hastane faturalarını belediyeye mi göndereceğiz? Tamam, sokağın yapılmış kısmı muazzam... Ama hiçbir sokak-yol çalışması bu kadar uzun sürmez. Üstelik hastane yolu burası. Nişantaşı'na çıkan ana yol. 29 Ekim'de bitecekmiş inşaat. Daha önce de 24'ü demişlerdi. Takipteyim. O güne kadar bitmezse buradan bir tur daha çemkireceğim. Hörmetler.

4- SESS'İ AÇ!

Nişantaşı Ses, sezonu birkaç gün evvel açtı. Yıllarıdr Nişantaşı'nın klasiği haline gelen, bütün yaz Bodrum'u sallayan mekan, değişmeyen kadrosuyla, haftanın altı günü eğlendirmeye devam ediyor. DJ Can Parlak'ın seçtiği Türkçe pop şarkılarla pazartesileri dahil açık olan mekanın yeni sezonunu uğurlamak üzere geçen perşembe oradaydım. Her yerin bomboş olduğu İstanbul gecelerinde tıklım tıkış doluydu yine Sess. Laf aramızda pazartesileri bile öyle oluyor. Perşembeleri ailemizin Cihanna'sı (Cihan Şensözlü) host ediyor bu sezon. Salıları artık klasik haline gelen Serhan'ın (Sokulgan) dj performansı var. Anlayacağınız Sess bu kış da Türkçe pop severlerin değişmez eğlence mekanı olacak. Sezon uzun. Daha yeni başlıyoruz.

5- İÇERİDEN HABERLER

Okurlarımın bileceği üzere iki yıldır imza günü düzenlemiyorum. Bunun bir nedeni, panik atağım... Uzun süre kapalı alanda ve kalabalıkta kalamıyorum. Diğer nedeni ise İstanbul'da TÜYAP'ın resmen şehir dışına kurulması. Yetkililerden rica ediyorum daha insani bir yere taşısınlar Tüyap'ı. Antrepo gibi bir yerde yapılabilir pekala. Katılım da daha yüksek olur. Tekirdağ'a imzaya gitmekten iyidir. Lafı uzatmayacağım... Bu sene gelen yoğun baskılara dayanamadım. Geliyorum TÜYAP'a. Diyazemimi vurdurup imza vermek üzere 13 Kasım Pazar günü 12.00-14.00 saatleri arasında ALFA standında olacağım. Uğrarsanız hem sohbet eder hem de imzalaşırız. Bir daha ne zaman nerede imza veririm bilemiyorum. O yüzden beni seviyor ve tanışmak istiyorsanız, kaçırmamanızı tavsiye ediyorum. Öte yandan, önümüzdeki ay, kitapyurdu.com'dan sınırlı sayıda imzalı VURGUN YİYENLER satışı başlayacak. İstanbul dışında yaşayan ve imzalı kitap isteyen okurlarımın da gönlünü bu şekilde yapmış olurum diye düşünüyorum. Bu arada SÜPER ZEKİ BİR KADININ ÜBER SALAK HİKAYESİ'nin yeni baskısı da ALFA etiketiyle çok yakında piyasada olacak. Son durumlar bundan ibaret.

Hayırlı günler...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.