Şampiy10
Magazin
Gündem

Kalbini korkak alıştırma

"Hayvanların renklerini yedikleri bitkilerden aldıklarını duymuş muydunuz?

İnsanlar da öyledir.

Neyi seversen, kimi seversen ona benzersin."

Çok yaralanmış biriyseniz, insanları yaralamanın zarif yollarını öğrenirsiniz.

Bir tür savunma sanatı gibi düşünün.

Sessizlik ilk kural.

Mesela hayat da öyle bir şey.

Genelde büyük bir sessizlikle yaşamayı tercih ediyorum.

Sessizliğim duyulmasın, görünmesin diye anlamsız cümleler kuruyorum.

Sessizliği sesle dolduruyorum.

Hepimiz gibi.

Çok kırıldım, çok üzüldüm diyelim.

Hiç yaygara koparmıyorum.

Masayı sessice ters çevirip olay mahallinden uzaklaşmayı tercih ediyorum.

Hasar tespiti daha uzun sürüyor.

Bütün misafirler kalktığında, bütün masalar boşaldığında, insanlar devrildiğini anlıyorlar benim oturduğum masanın.

O kadar sessiz yapıyorum ki bunu, masada benimle birlikte oturan kimse üstünün başının kirlendiğini anlamıyor bile.

Ve ben çoktan pılımı pırtımı toplayıp gitmiş oluyorum oradan.

Başka bir masada büyük kahkahalar atarak sessizce oturmaya devam ediyorum.

Dinliyor gibi yapıyor, cevap veriyor, konuşulan hiçbir şeyi hatırlamıyorum.

Hayatı büyük bir sessizlikle, büyük gürültülerde yaşıyorum.

Böylesi ruhuma iyi geliyor.

Böylesi bana kendimi hayatta hissettiriyor.

En iyi hikayeler o büyük sessizlik anlarında doğuyor.

Dedim.

Çok yaralanmış biriyseniz, insanları yaralamanın en kolay yolunun onları önemsememek olduğunu öğrenirsiniz.

Çünkü bir zaman bir yerde birileri de sizi çok önemser gibi davranıp hiç önemsememiştir.

Ve birileri hiç önemsemez gibi yaparken hayatının en büyük, en önemli yerine koymuştur sizi.

Hayat böyledir.

İnsanlar hissettikleri gibi davranmak yerine duygusal maskelerle gezeler.

Yaşadıkça mecbur kalırsınız o maskelerden birini takmaya.

Güçlendim sanırsınız.

Güçsüz düşersiniz.

Hayat böyledir.

Birileri kırar.

Birileri kırılır.

Ve kıranla kırılanın yeri her zaman en kolay değişen şeydir.

Hayat böyledir.

Asla verdiğiniz kadarını alamazsınız.

Vermeyi kestiğiniz anda verdiğinizdan fazlası yağar üzerinize.

Bunu bin kere yazdım.

Babaannem, "Vermekle iyi olunsaydı, dünyanın en iyi insanları o.spular olurdu" der.

Babaannem genelde doğru şeyler söyler.

Hayat böyledir.

Ağlattığınız kadar ağlarsınız.

Ve fakat güldürdüğünüz kadar da ağlarsınız.

Gözyaşlarınızı israf etmeyi huy haline getirdiğiniz sürece hep ağlarsınız.

Hayat böyledir.

Beklentilerinizi azaltmadığınız sürece beklemeye devam edersiniz.

Her kırıkta küsüp içinize çekildikçe yalnız kalırsınız.

Sevilmediğiniz için sevmeye küserseniz, zavallılaşırsınız.

Kırın, kırılın, dağılın, dökülün, parçalanın...

Hayatın gerekleri bunlar.

Başınıza gelen her şeyi kabullenin.

Her ahmaklığınızı sineye çekin.

Görüp de çözemediğiniz dolapları unutun.

Gülümseyin.

Ve asla ama asla kalbinizi korkak alıştırmayın.

Bırakın sevsin.

Buna ihtiyacı var.

Hayırlı hafta sonları.

Yazının devamı...

Geçmiş mi daha güzeldir, gelecek mi?

"Bana mutluluktan söz etme; anısı beni mutsuz ediyor." -Halil Cibran

Herkesin hayatında kendi anlamını yitirdiği günler mevcut.

Bazen durup, "Ben bu dünyada neden nefes alıyorum? Ne için yaşıyorum? Olayım ne ulan benim?" demek şart.

Bana herkes bunu içten içe hissediyor gibi geliyor.

Sadece pek az insan kendine itiraf edebiliyor...

Bırak yüksek sesle söylemeyi...

"Ben bu dünyada neden varım?"

Soru bu.

Bir ömür boyunca insanın kendine sorması gereken tek soru.

Cevabını bulmak için bütün bir ömrü harcadığımız soru da aynı zamanda.

Büyük düşünürlere, bilgelere filan sorarsanız, gideceğiniz yeri bilmezseniz sürüklenirsiniz.

Bana sorarsanız, sürüklenmeden hikaye yaratamazsınız.

Planlı insanlar sıkıcıdır.

Oysa spontan insanlar her zaman heyecan verir.

Hayata bağlanacağınız, tutunacağınız bir yer, birkaç kişi gerekir yine de.

Sürüklenseniz bile dönüp sığınmak için.

Çünkü sürüklenmenin de en güzel tarafı budur aslında; eve dönebilmek.

Güvenli bir yerin olduğunu bilmek.

Güvenli bir yeri olduğundan emin olmayan kimse, sürüklenmeye cesaret edemez.

"İnsan ne yaşarsa yaşasın, sonunda her şey bir gün batımına bakıyor..." diyor Murathan.

Katılmamak elde değil.

Her güzel şey bitiyor.

Yaz bitiyor mesela.

En güzel şey.

Aşk bitiyor.

Korku bitiyor.

Zaman bitiyor.

Hayat bitiyor.

İnsan başladıpı yere geri dönüyor.

Ayaklarımızı suya daldırıp sonbahar güneşi altında gülümsüyoruz birbirimize.

"Gelecek mi daha güzeldir, geçmiş mi?" diyor.

"Gelecek" diyorum.

Sonunu bildiğim hikayeleri unutmak istiyorum.

Nasıl olmayacağıyla ilgili tüm deneyimleri, tüm bırakıp kaçmaları, terk etmeleri unutmak istiyorum.

Geçmiş daha güzel oysaki, biliyorum.

İnsan geleceğe baktığında büyük bir boşluk görüyor sadece.

Geçmiş öyle mi?

Ne olduğu belli.

Hikaye belli.

Üstelik yaşanmışa kafanda ekleyip çıkararak istediğin gibi süslüyorsun geçmişi.

O yüzden geçmişini bugün değiştirebilirsin diyor birileri.

Geçmiş değişmez ama onu nasıl hatırladığın değişir elbette ki.

Ben insanları affedin ve özgürleşin safsatalarına inanmıyorum hiç.

İnsanları terk edin ve özgürleşin diyorum.

Affetmek bağ kuvvetlendirir sonuçta.

Oysa terk etmek...

Kesip atmak...

Devam etmek demek.

Bazen kesip atmak gerek.

Ayaklarımı sudan çıkarıp kuruluyorum.

Botlarımı giyiyorum.

Yağmurluğumun önünü sıkıca kapatıyorum.

Dönüp bakıyorum yüzüne:

"Gelecek daha güzel" diyorum.

Ve bir kere daha hızlı adımlarla uzaklaşıyorum olay mahallinden.

Sürüklenmekten sıkılıyor, eve dönüyorum.

Sonbahar size ne hissettiriyor bilmiyorum ama beni resmen tutuyor.

Biri şu dönmedolabı durdursun.

Yaza gelince inmek istiyorum.

Keyifli hafta sonları.

Yazının devamı...

Ayrılıkla ilgili bilmeniz gereken 20 şey

"Çok mutsuz sonların birinci şartı çok mutlu başlangıçlardır." -Hakan Günday, Piç

Ebru Şallı ve Cem Yılmaz'ın jet hızıyla başlayıp biten flörtü, son günlerde magazin basınının en sevdiği konulardan. Şallı, bir ilişki yaşadıklarını sanırken, Yılmaz arkadaşlık ediyormuş duruma göre. Ve şimdi Şallı kırgın. Gözler Şallı'da. Hep birlikte yapacağı hamleleri merakla beklerken, sosyal medyadan paylaştığı kanlı bıçağa bile anlam yüklemeden edemiyoruz. Neticede Yılmaz, eski eşiyle yakınlaştı. Şallı bir intikam hamlesi yapmayacak mı?

Öte yandan asrın aşkı gibi görünen ve her şeye(!) rağmen süren Ebru Gündeş, Reza Zarrab evliliği de bitiyor. Angelina Jolie gibi Ebru Gündeş de açtı davayı. Belki de Angie'den feyz aldı. Öyle ya da böyle bir devir daha bitiyor.

Ya devlerin aşkı büyük olmuyor ya da herkes kendini aşıkken dev sanıyor. Aşk bitince cüceye dönüyorlar. Kendi duygularının altında ezilip küçülüyorlar. Ve bunlar verdikleri her tepkiye yansıyor. Açıklamalar, misillemeler... Kansız ayrılık olmuyor mu? Taraflardan biri ya da diğeri muhakkak buluyor elini kana, açık veriyor.

Sonbaharla birlikte ilişkiler sapır sapır dökülürken, taraflara ayrılıkla baş etmek düşüyor. Peki ama nasıl?

İşte dev hizmet!

Terk edin ya da terk edilin, ayrılıkla ilgili bilmeniz, yapmanız ve yapmamanız gereken 20 şey...

1- Ayrılık sadece emin olduğunuzda vermeniz gereken bir karardır. Karşınızdakinin aklını başına getirmek, göz dağı vermek, kendinize köpek etmek için ayrılmaya kalkmayın. Eliniz boş kalırsınız.

2- İş işte, aşk ilişkide bulunur.

Yok, ilişki yaşadığınız insanla değil... başkasına aşık olursunuz. Değişmeyen kuraldır. Biriyle birlikteyken yaydığınız enerji, başka biriyle aşk yaşamanıza çanak tutar. Ve Allah belamı versin, sevgili rabbimizin bizi bu konuda neden sınadığını asla biliyor değilim.

3- Birinin çöpü, diğerinin hazinesidir.

Kusur bulup sepetlediğiniz herkes, gözünüzün önünde harika bir ilişki yaşamaya başlar. Temel doğa kuralıdır. Sizin kırdığınızı başkası onarır. Size değersiz görünenden başkası hazine yaratır.

4- Sevgilinizden ayrıldıktan ya da terk edildikten sonra Instagram'a fotoğraf döşenmek zayıflıktır.

Sanırım bunu 3737485849 kere yazdım. Giden sevgili fotoğrafınıza bakıp geri dönmez. Ayrıca onun bunun kucağında çektirdiğiniz fotoğraflar karşınızdakini tahrik etmekten ziyade, gözünde değerinizi düşürür. Eller havaya videoları da ayrı bir mesele. Evet, devrildiniz ama yıkılmadınız... Tabii... Biz de salağız. Kimin profiline bakınca ayrıldığını göremiyoruz. Evet.

5- Biten ilişkinin ardından sosyal medyadan gönderme yapmak.

İşte beş para etmeyen ve sahibine zarar veren bir hamle daha. Evet, mesaj atmıyorsunuz ama böğüre böğüre derdinizi dağa taşa yazıyorsunuz. Yapmayın canlarım. Mesaj atmaktan daha küçük düşürücü bu.

6- Seviyorsanız ayrılmayın.

Tabii ya. Çok saçma çünkü. Severken ayrılınmaz arkadaşlar. İnsan bir daha sevişmek istemediği birinden ayrılır. Kokusunu özleyip sürekli sayıkladığı insanı kaybetmemek için her şeyi yapar. Yapmalıdır. Seviyorsanız direnin. Ne ayrılması? Tabii ortada ciddi bir mesele yoksa.

7- Bir yere varmayacak ilişkileri kayıtsız şartsız bitirin.

Hayata karşı temel prensipleriniz uyuşmuyor mu? Ciddi kişilik farklılıklarınız mı var? Gelecek planlarınız örtüşmüyor mu? Kesin atın o zaman. Alın size aşırı ciddi bir mesele. Aldatılmaktan ciddi bir mesele. Bu noktada birini seviyor olmak pek işinize yaramaz. Uzun vadede biter zaten o iş. Kısa kesin.

8- Beraber eğlenemediğiniz, sohbet edemediğiniz, gülemediğiniz insanlardan sessizce uzaklaşın.

Uzaklaşın çünkü geriye sadece kavga etmek kalır. Bir ilişkiyi sürdürmek için elinizde kalan tek koz sürekli kavga çıkarmaksa ve çünkü beraber başka bir şey yapmayı beceremiyorsanız ayrılın.

9- Sessizce uzaklaşın.

Kavga çıkarmayın. Olay yaratmayın. Mesajlar döşenmeyin. Mail? Zinhar! Karşı tarafı suçlamayın. Alın kalan onurunuzu, ininize inin. Kendi kendinize böğürün. Tepinin. Zamanla geçer.

10- Bitmeyen ayrılık acısı yoktur.

Kırılmamış kalp olmadığı gibi, iyileşmeyen kalp de yoktur. Tuhaf bir şekilde her ayrılığın acısı tükenir. Filmin devam ettiğini düşünmeyin. Bittiğini kabullenin. Karşı taraftan hamle beklemeyin. Beklediğiniz hamle asla gelmez.

11- Yalandan iyiymiş gibi yapmayın.

İyi değilseniz kabullenin. Ağlayın, sızlayın. Yalandan kalkaha atmayın. Kendinizi iyileşmeye zorlamayın. Geçtiğine ikna etmeye çalışmayın. Göreceksiniz, daha çabuk geçecek.

12- Kimseye açıklama yapmayın.

İlişki maksimum iki kişiliktir. Millete medeni durumunuzu açıklamanız gerekmiyor. Başkaları için mi yaşadınız o ilişkiyi, kendiniz için mi? Kendiniz içinse açıklamayın. (Başkaları içinse salaksınız zaten, yazının buradan sonrasını okumayın.) Er ya da geç öğrenirler. Gereksiz muhabbetin, konuyu uzatmanın alemi yok.

13- Onu size hatırlatacak her şeyden, herkesten, her mekandan uzak durun.

Hasta olan siz değilsiniz. Mekan. Sık sık seyahat edin. Farklı insanlarla vakit geçirin. Size onu hatırlatacak her şeyden, her sohbetten uzak kalın. Mümkünse bu konu hakkında konuşmayın. Konuşuldukça işler büyür.

14- Duygularınızın sadece sizi bağladığını kabul edin.

Birini sevmek, sizinle ilgili bir şeydir. O insana yüklediğiniz anlam da yine sizinle ilgilidir. Onu sizinle aynı şeyleri hissetmediği için suçlamayın. Dünyada hiçbir ilişkide iki insan aynı şeyi hissetmez. Her zaman biri diğerinden daha çok sever. Yarın bir gün biri çıkar, sizi onu sevdiğinizden çok sever. Denge budur. Zaten hayat da budur.

15- Tabii ki başkasıyla sevişecek.

Ne olacaktı? Hayatının sonuna kadar biten ilişkisinin yasını mı tutacaktı? Kabullenin. Hayat devam ediyor. Kendinizi sadık kalmak için zorlamayın. Siz de hayatınıza bakın.

16- Çivi çiviyi söker.

Acilen en az bir rebound ilişki yaşayın. Biriyle flört edin. Vakit geçirin. Mesajlaşın. Daha çabuk toparlanırsınız.

17- Olması gereken olur.

Eğer birbirinize geri dönmeniz gerekiyorsa dönersiniz. Böyle bir olasılığa inanmayın. Bu olasılıkla yaşamayın. Kendinizi barışacağınıza ikna etmeye çalışmayın. Tam tersine asla bir araya gelmeyecekmişsiniz gibi düşünün ve her şeye yeniden başlayın.

18- En iyi ilaç şarkılardır.

Bir süre şarkılara sığının. En güzel küfretme, beddua etme yolu şarkılardır. Aynı şarkıyı bin kere dinleyin. Şarkının etkisi geçmeye başladıkça, malum kişiyi de unutmaya başlayacaksınız. Ve bir süre sonra şarkılar sadece şarkı kalacak.

19- Beddua etmekten çekinmeyin.

Canınız gerçekten çok çok yanıyorsa, karşı taraftan büyük bir kazık yemişseniz, beddua etmek hakkınızdır. Bol bol ilenin. Bir rahatlama gelecek.

20- Ama arkadaş kalmaya çalışmayın.

Aramayın. Mesaj atmayın. Sosyal medyadan layklamayın. Bitiriyorsanız arkasında durun. Bitmesin istiyorsanız peşinden koşun. Gurur yapmayın. Aşkta gurur yapanın burnu b.ktan kurtulmaz.

21- Sosyal medyadan fotoğrafları ilk silen, ipleri ilk atan siz olmayın.

Karşınızdaki büyük bir terbiyesizlik etmediği sürece çocuk gibi davranıp onu oradan buradan silmenin bir alemi yok. Ama sizi taciz ediyor, gözünüze sürekli bir şeyler sokmaya çalışıyor, huzurunuzu kaçırıyor, birileriyle kucak kucağa fotoğraflar playlaşıyorsa silin gitsin. Kendine saygısı olmayanın size hiç saygısı olmaz zaten. Bir ayrılıktan sonra bütün itibarını harcayan insanla herhangi bir bağınız kalmasın. Silin. Kafanız rahatlasın.

22- Aramadan duramayacak gibiyseniz telefonunu silin.

İçip içip mesaj atmayı, aramayı düşünüyor ya da deniyorsanız, böyle bir potansiyeliniz varsa numarasını da silin. Telefon defterinizde yer işgal etmesin. Hem gördükçe siniriniz bozulmasın.

23- Yeni bir ilişkiye başlamak için acele etmeyin.

O şimdi gider başkasını bulur diye düşünüp olur olmaz biriyle aşk yaşamaya kalkmayın. Rebound ilişkiler iyidir. Ciddiye binmediği sürece. İşin ayarını flörtte tutarak başkalarıyla görüşebilirsiniz. Ancak kafa göz yeni bir ilişkiye dalmayın. Hem size hem karşınızdakine günah.

24- Ve sonra bir sabah uyanacaksınız. Tamamen geçmiş olacak. Hiç olmamış gibi. Hiç tanışmamışsınız gibi. Hiç yaşanmamış gibi. İnsanın verdiği en büyük sınav kendi nefsine karşıdır. Onu geçerseniz, hayal kırıklıklarınız, boşa çıkan umutlarınız ve kırılan kalbiniz için kendinizi affedersiniz. Kendinizi affedince karşınızdakinin bir önemi kalmaz zaten. Başladığınızdan daha iyi bir yerden, daha büyük bir güçle devam edersiniz.

Yaz hiç bitmemiş, sonbahar hiç gelmemiş, kış hiç olmayacakmış gibi...

Keyifli haftalar.

Yazının devamı...

Ve bu sana iyi hissettirmez kendini

"Hiçbirinizi anlamıyorum. Verecek cevap da bulamıyorum. Fakat yanılmadığıma eminim: Bizi istemediklerimizi yapmaya çeken bir kuvvet var, bu muhakkak. Bizim daha başka, daha iyi olmamız lazım... Bu da muhakkak." -Sabahattin Ali, İçimizdeki Şeytan

Geçip giden bir yazın ardından içtin,

Es geçtiğin bütün mutluluk ihtimallerine

Kırdığın bütün kalplere bir kez daha şükrettin

Seni var ettiler diye.

Uzayıp giden bi geceydi o,

Sonsuz görünen her şeyin tükenmesi an meselesi.

Bildin.

Ve fakat devam ettin.

Ölümü alt edercesine.

"Ben hiç korkmadım ölümden" diye seslenir biri.

Seni en çok bu öldürür.

Hayatını kırık kalpleri üzerine kuran insanlardan korkarsın en çok.

En çok onlara bakıp mutlu zannedersin kendini.

Mutlu hissetmek için zavallı insanları izlemeyi seversin.

Ve bu sana iyi hissettirmez kendini.

Her yalnızlık anını sesle doldurursun.

Unutmuş gibi uyursun çocukluğundaki kimsesiz geceleri.

En çok birine ihtiyaç duyan insanlara kurulursun.

Ama bu sana güvende hissettirmez kendini.

Her boşlukta kayıp anlarını ararsın.

Her gidende kaybettiğin mutlulukların temsili cenazesi kalkar içinden.

Umudunu korumak için -mış gibi yapmaların kralıyım sanırsın.

En çok da hiç üzülmemiş gibi...

Ama tatlım, bu sana ait hissettirmez kendini.

Bildiğin en büyük gerçeği kendine saklarsın.

Her şeyi herkesle paylaşır gibi...

Ölümle aranda diğerlerinden bir adım daha az mesafe vardır sanki.

Ve hiçbir kuvvet öldürtemez sana kendini.

Amaan tatlım, bilmiyorsun sanki...

Böyle bir dünyada bin yıl yaşarsın ve bir gün bile

Yaşıyormuş gibi hissedemezsin kendini.

Yazının devamı...

İlahi adalet diye bi'şey var!

"Eğer aşka ihanet ettiysem o ilk ihaneti yaptıran her şeye, şimdi aşk adına ihanet edeceğim." -Jack London

Demet Akalın'ın yurt dışında yaptığı alışverişi ballandırarak anlatmasına herkesin öfke kustuğunun farkındayım.

Haklılar da...

Paranın sahibi tarafından, adından böylesine rahatça söz edilebilen bir şey olması çok bayıldığımız bir mesele değil.

Neticede "Koleje göndermeyelim şımarık olur. Devlet okulunda okusun" denilerek büyütülmüş çocuklarız.

Okula tek tip önlükle gidip beslenme çantamıza alamayan olursa diye muz koymayan çocuklarız.

Bence kötü de yetiştirilmedik.

Özal dönemi için birer şahikayız bile denilebilir.

Lakin çok arada kaldık.

Her şey önümüzde değişti, gelişti.

Resmen salağa döndük hepimiz.

Sürekli adapte olmak zorunda kaldık.

Devrelerimiz yandı.

Şimdi Demet alışverişte bir ev parası gömdüm diyince hepimize batıyor tabii.

Okula Barbour mont, George Hogg ayakkabı giyip, Lacoste çanta takıp gitmekten büyük sınıfsal problemlerimiz var artık.

Paran varsa var, yoksa yok yaşlarındayız artık.

Öyle de bir dönemdeyiz esasen.

Para dile gelmiş, tek başına eve çıkmış, uzun halka sesleniş konuşmaları yapıyor sanırsın.

Parası olanın "Param var" demesi bu yüzden batıyor.

"Harcadım ulan ben kazanmıyor muyum? Sana ne?" demesi batıyor.

"E hani beslenme çantamıza muz koymuyorduk parası olmayan çocuklar özenmesin diye?" dedirtiyor.

Nedense "Bana ne abi? Kadın kazanmış harcamış. Helal olsun" dedirtmiyor.

Herkes kendine göre haklı çünkü.

Kim daha haklı, kestirmek imkansız çünkü.

Ama şu gerçeği görmezden gelemeyiz,

Demet Akalın dediğiniz kadın, sıfır noktasından geliyor.

Yani zero to hero denilen sınıftan.

Hiçbir şey, hiçkimse olmaktan bugünlere tırmalayarak geliyor.

Tek başına geliyor.

Asla yapamaz olmaz, bugün yarın söner gider dedikleri halde güçlenerek geliyor.

Yerini sağlamlaştırıyor.

Acayip bir zekası var.

Her negatif durumu lehine çevirmeyi çok iyi biliyor.

Magazinle kurduğu ilişki sağlam.

Çevresinde insan tutmayı beceriyor.

Bu arada yardımsever de.

Harcadığı kadar ihtiyacı olanlara da dağıtıyor.

Sadece bunu insanların gözüne sokmuyor.

Hırsı tam.

Azimli.

Çalışkan.

Asla ama asla vazgeçmiyor.

Yılmıyor.

Pes etmiyor.

Ve her zaman kendi janrında iyi şarkılar seçiyor.

Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz.

Seversiniz ya da sevmezsiniz.

Gerçek bu kadar basit.

Bu yüzden her ayrılıkta en az bir Demet Akalın şarkısına düşmüş buluyorsunuz kendinizi.

Bu yüzden bütün yaz anırarak "Minicik kaldırım taşı pırlantaya mı karşı?" diye eller havaya yaptınız yazlık kulüplerde.

İnkar etmeyin.

Ne kadar kızsanız da, görgüsüz bulsanız da Demet Akalın'ı içten içe seviyorsunuz.

Neticede yaşadığı o korkunç ayrılıktan sonra onu siz sahiplendiniz.

Aşk hayatında tutunmaya çalışırken başına gelenleri merakla izlediniz.

Nihayet aşkı bulup evlenip o şarkıdaki gibi evli-mutlu-çocuklu olduğunda sevindiniz.

Demet Akalın, sizin hayata karşı inancınız.

Sıfır noktasından gelip her şeye sahip olunabileceğinin ispatı.

Ona her bakışınızda bir varoluş rüyası görüyorsunuz ve başarabileceğinize olan inancınız artıyor.

Tüm rahatlığı, ağzı bozukluğu, kabadayı tavrı ve patavatsızlığıyla evinizin kızı.

Hadi kabul edin.

Bu yaz siz de en az bir Demet Akalın şarkısına eşlik ettiniz.

Keşke Jennifer Aniston da sizin kadar şanslı olsaydı.

Düşünsenize, kocanız sizi aldatıyor, boşanıyor, aldattığı kadınla evlenip üç çocuk yapıyor...

Veeee kabooom!

Onu da başkasıyla aldatıyor.

Boşanıyor.

Oh!

Şimdi bunun üstüne mis gibi bir Demet Akalın şarkısı dinleyemeyeceksem ne anladım ben o karmadan?

İnsanın hevesi kursağında kalır.

Brad Pitt, sonunda boşanıyor Angelina Jolie'den.

Beraber o kadar kusursuzlardı ki herkesin sinirlerini bozmuşlar anlaşılan.

Hep beraber bir zil takıp oynamadığımız kaldı.

Bana sorarsanız ben hep Jennifer Aniston tarafıydım.

Mesela ne zaman biri kalbimi kırsa Jennifer Aniston'ı düşünürdüm.

Kimse ondan daha kötü hissedemez çünkü kendini.

11 yıl. Tam 11 yıl, dünyanın gözü önünde eski kocasının kendisini boynuzladığı kadınla yaşadığı saadeti, kurduğu mükemmel aileyi izledi o kadın.

İyi intihar etmedi.

Sağlam karakteri, iradesi varmış.

Ve günün sonunda hak yerini buldu.

Brad, Angelina'yı da boynuzladı.

Marion Cotillard'la.

Angelina peşlerine dedektif takmış diyolla.

İş üstünde basmış diyolla.

Brad evde sabilerin yanında ot içiyomuş diyolla.

Orası bizim sorunumuz değil.

Bugün başkasından sana koşan, yarın senden başkasına gider, yalan değil.

Güzel adamın kahrı çok olur, yalan değil.

Ayrıca adam canından bezmiş belki, ne biliyoruz?

Günah almayalım şimdi, şık değil.

Peki biz buna neden bu kadar sevindik?

Neden biliyor musunuz?

Demet Akalın'ı gizlice neden seviyorsak ondan.

Adalete inandık bu tabloda bir kez daha.

İnancımız tazelendi hayata.

Çünkü bu dünyada ilahi adalet diye bir şey var.

Ve budur bize yaşamaya devam etmek için son kalan umut kırıntısı.

Hak yerini bulur.

Bugün olmazsa yarın olur.

Ama mutlaka olur.

Yazıma burada son verirken, o tatlış şarkının şu güzide satırlarını da buraya not etmek isterim:

"Yarına kalsa da yarına kalmaz

Acı döner gelir karması var

Konumuz ayrılık fark ettiysen artık

Seni de terk eden birisi var!"

Şunu bi çevirelim bir şey yapalım da Jennifer Aniston'a gönderelim. Eksik kalmasın kadın. Şarkı resmen bu durum için yazılmamış mı ya?

Kişisel Not: Demet Akalın'la aynı mekanda yan yana bir iki kez eğlenmiş olmanın dışında hiçbir tanışıklığım, ahbaplığım yok. Ama sanırım bunları tespit etmek için derin bir tanışıklığa da gerek yok. Her şey ortada. Dikkatli bakana.

Hayırlı günler olsun.

Yazının devamı...

Bu aralar hiçbir şey yazasım gelmiyor

"Benimle neden uğraşıyorsunuz? Benden ne istiyorsunuz? Neden her şeyi, tam istemediğim sırada veriyorsunuz bana? Neden bu kadar bekletiyorsunuz? Neden bir şeyi elde etmenin anlamı kalmayıncaya kadar, onu vermemekte inat ediyorsunuz?" -Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken

Sonbahar geldi, kış kapıda bekliyor.

Güneş son iyi niyetini gösteriyor hepimize.

Yaz aşkları tarih oluyor.

Kışa allah kerim demek düşüyor bize.

Bir dünya iş bekliyor yapılmayı.

En küçüğünden en büyüğüne hayat detaylarda akıp gidiyor.

Uzun bekleyişler, kısa sabredişlerle harcıyoruz ömrümüzü.

Dizilerde çocukluğumuzun şarkıları çalıyor.

Arkadaşlarımızın çocukları diz boyu oluyor.

Sevdiğimiz insanlar bir bir ölüyor.

Giden dönmüyor.

Dönen gitmiyor.

Bu aralar hiçbir şey yazasım gelmiyor.

Diyorum ki kendime bu bir süreç.

Her sonbahar nefret edersin sen insanlıktan.

Normal olan tek şey değişen mevsimlerken, sen inadına kızarsın biten yaza.

Ve buna rağmen tuhaf bir şekilde sabırla beklersin yazı.

Ama bak... İyi tarafından bak...

Hala hayattasın.

Şimdilik, ölümüne kadar uzanan bir sonsuzluk, belirsizlik bekliyor seni.

Tadını çıkarmalısın.

Ve bilsen ki bütün antidepresanların tüm yan etkileri yok olacak, hep yaz kafası yaşamak için avuç avuç hap yutmaya hazırsın.

Yine de buradasın.

Elinde kahve fincanın...

Uykusuzluk en yakın arkadaşın.

Ve artık ne istemediğin kadar ne istediğinin de farkındasın.

Ölüme her zamankinden yakınsın.

Günler geçtikçe artacak bu yakınlığın.

Takvimlerden yapraklar eksildikçe ve çift rakamlar yan yana denk geldikçe yaklaşacaksın beklenen sonuna.

Hikayenin sonunu bile bile yaşayacaksın.

Senin işin bu.

Sen yazarsın.

Hikayenin sonunu bildiğin halde vazgeçiyor musun yazmaktan?

O zaman sonunda biteceğini, öleceğini bildiğin halde yaşayacaksın.

Kötü şeylerden bahsetmeyi bırakacaksın zamanla.

Detayları görmezden gelmeyi de elbette...

Kimin ne düşündüğünün önemi azalacak hayatında.

Senin ne düşündüğün önemli olacak.

Sen. Sen. Hep sen olacaksın.

Ve buna mukabil daha anlayışlı, daha nazik, daha empatik birine dönüşeceksin.

Yaş alacaksın.

Yaşlanacaksın.

Çocukluğunun kahramanları bir bir eksilirken bu dünyadan...

Öte dünyaya daha çok inanmaya başlayacaksın.

Tarık Akan gitti...

Hiko Dayı gitti...

Bir devir daha bitti.

Allah sevdiklerimize uzun ömür versin.

Yıllar geçiyor.

Yıllar öyle ya da böyle geçiyor.

Geçerken bir parça koparıyor etimizden.

Her birimiz biraz daha eksiliyoruz her geçen gün.

Biraz daha azalıyoruz.

Biraz daha düşüyoruz birbirimizden.

Hayırlı, kötü habersiz, yassız kedersiz haftalar olsun.

Sevgiyle

Yazının devamı...

Gel barışalım artık

"Neden yokluklarında bıraktıkları boşluk, varlıklarıyla doldurdukları yerden bunca geniş? Her defasında kendimizi de çoğaltarak ilave ettiğimizden mi?" -Nazan Bekiroğlu

Gittiğin gibi dönememek, döndüğün gibi bulamamak var kaderde.

Yakasına yapışıp bir yere bırakmamak için bunca direnmemiz ondan.

Ya gider de dönemezsek?

Ya döner de bulamazsak?

Ya aynı şiddette sevemezsek birbirimizi?

Araya başkaları girerse?

Başka hikayeler düşerse kişisel tarihimize?

Başka kırıklar eklenirse kalplerimize?

Ya başkalarını daha çok seversek?

Ya başkalarıyla da sevişirsek?

Gitmemek için direnmelerimiz hep ondan.

Oysa ben kadere inanırım.

Üstelik sonları daha çok severim başlangıçlardan.

Başlangıçlar sıkıntılıdır.

İyi hikayeler hep kötü sonlardan çıkar.

Ve enteresan bir biçimde gidilen her yolun dönüşü, kırılan her kalbin tamiri mümkündür şu hayatta.

Gerçekse duygular kalıcıdır.

Araya başkalarının girmesi değiştiremez bu gerçeği.

İnsan aynı şiddette iki kişiyi, iki şeyi sevemez.

Bir kalbin, herkese harcayabileceği sevgi farklıdır.

Çocukken babama sorardım: "En çok hangimizi seviyorsun?" diye.

Kardeşimi mi, beni mi?

En çok beni sevdiğinden neredeyse emindim elbette.

"İkinizi de" derdi.

"İnsan iki şeyi aynı ölçüde sevemez" derdim.

"İkinizin yeri ayrı" derdi.

İkimizin yeri ayrıydı.

Ve ben yerimi hep bilirdim.

Sanırım kardeşim de biliyordu.

Bu yüzden en sevilen çocuk olmak için babamın her dediğini yaptı durdu.

Bense en sevilen olmanın rahatlığıyla elimden gelen itliği ardıma koymadım.

Birini çok sever ve bunu hissettirirseniz, sevginizin sınırlarını zorlar çünkü...

Bundan emin olabilirsiniz.

Oysa sevginizi göstermediğiniz, az gösterdiğiniz biri her zaman daha fazlası için çaba sarf eder.

Alın size baba-kız ilişkisinden temel ilişki kuramı.

Kimsenin sevginizden emin olmasına izin vermeyin.

Kimsenin.

İnsanlar emin oldukları şeyi kolay harcar.

Konumuza dönecek olursak...

Araya giren zaman, diğer insanlar, olaylar, kırılmış kalpler değiştirmez duyguları.

Yıllarca görmediğiniz eski bir dostunuzla karşılaşmış gibi düşünün...

İkiniz de aynı zamanı ayrı hayatlarda yaşamış olduğunuz halde, araya kırgınlıklar, küskünlükler, alınganlıklar, yanlışlar, ihmaller girdiği halde, değişmiyor ona olan duygularınız.

Aşk da böyledir.

Bin yıl sonra sokakta karşılaşsan, kokusu burnuna gelse, tüm vücudunda aynı etkiyle geri gelir.

Birini çok sevmişseniz, unuttum diyip devam etmek yetmez çünkü.

Başkalarını çok sevmek, başkalarıyla bir hayat sürmek, hikaye yaratmak yetmez.

Geri dönmek an meselesi olur ve ilk fırsatta, iki taraf da müsaitse...

Neden olmasın?

Jennifer Lopez'le Ben Affleck çiftinin barışması bir beni şaşırtmadı bu yüzden.

Aradan 13 yıl, farklı evlilikler, hikayeler geçti.

Ve ikisi yeniden bir arada.

İmkansız mı?

İmkansız tanrının kahkahalarla güldüğü bir kelime.

İki insan birbirini gerçekten sevmişse ve birbirlerine iyi geliyorlarsa, her şey mümkündür şu hayatta.

Ve her şey imkan dahilinde.

Mutluluklar Bennifer.

Hayırlı haftalar canlar.

Yazının devamı...

Büyümenin bedeli budur

"Önce masumiyetini kaybedersin

Sonra bütün iyi niyetini.

Büyümenin bedeli budur." -'99 Yazı

İnsan büyüyünce içinde tuttukları azalıyor.

Çıkarıp bırakıyorsun masaya ne hissettiğini.

Alan alıyor, almadıkları kalıyor.

Senden çıkmış oluyor mesele.

İnsan büyüdükçe sakinleşiyor.

Durup olduğu gibi kabulleniyor şeyleri. Değiştiremedikleriyle tartışmayı kesiyor.

Zaten tartışmak gereksiz.

Tartışarak hiçbir şey çözülmüyor.

Bunu öğrendiği için belki,

Daha az konuşmaya başlıyor mesela.

Kendini anlatma isteği hafifliyor.

Sözlerin yerini davranışlar alıyor.

İnsan büyüdükçe sessizleşiyor.

Ve belki de insan büyüdükçe azalıyor beklentileri.

Tıpkı verebilecekleri gibi, almak istedikleri de azalıyor.

Daha kenarında duruyor her şeyin yaşarken.

Kırılmamak için büyük duygular yüklenmekten kaçıyor.

Büyük duyguların olmadığı yerde, nefretten ve intikamdan söz edilemez elbette.

Nefret etmeyi bırakıyor.

İntikam almaya üşeniyor.

Tıpkı çok sevmeye yorulduğu gibi.

Sevmediği insanlara tahammül etmeyi bırakıyor büyüyünce.

İnsanlara kendini sevdirme derdi de kalmıyor.

Dünyanın merkezi daha çok kendine doğru kayıyor istemsizce.

Bütün odak noktası kendi duyguları oluyor.

Ve tabii ki daha az korkmaya başlıyor artık.

Daha az şey mutsuz ediyor.

Dünyaya kuşkulu gözlerle bakan insanları kandırmak zordur.

Kanmamaya başlıyor.

İnanmamaya başlıyor.

Daha temkinli yaşıyor.

Daha çok olaya bulaşıyor ama daha az yaşıyor.

Böyle yaşanmaz çünkü.

Dünyayı bir çocuk gibi, bir çocuğun gözleriyle görmeyi deneyin derler.

Orada çıkar yoktur çünkü.

Korkuların çoğu henüz oluşmamıştır.

Yargılar yoktur, kaygılar yoktur.

Sadece insanın kendi varlığı, tanıma ve keşfetme merakı vardır.

Çok bildiğini sanmak yerine araştırmak vardır.

Merak ettiklerini sormak, öğrenmek vardır.

Rol yoktur.

Numara yoktur.

Hissettiğini gizlemek yoktur.

İnsan büyüyünce iyi olan üç beş huy ediniyor belki.

Ama en iyi özelliklerini kaybediyor.

Onları bir yerden bulup çıkarmak, hayatımızın yakasına takmak lazım.

Gün içinde en az bir saat hiç hesap etmeden yaşamak lazım.

Hissettiklerimizi daha çok söylemek, içimizden geldiği gibi davranmak, olayların/insanların kötü yanlarından ziyade iyi yanlarına odaklanmak lazım.

Yaptığımız hatalardan utanmak, kaçmak yerine onları tecrübe sayıp yeni hataları kucaklamak lazım.

Bu dünyayı bir çocuğun gözlerinden izlemek lazım.

O zaman her şey mucize...

Her sohbet bir ilham...

Her tanışma bir buluşma hepimize.

Aşkla, inançla, güçle...

Sevgiyle.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.