Şampiy10
Magazin
Gündem

Almanya ‘He’ deyince...

Piyasa bir istedi, Draghi 3 verdi. Politika faizi 25 baz puandan 15 baz puana, marjinal fonlama faizi 75 naz puandan 40 baz puana inerken bankaların ECB nezdinde tuttukları mevduat için Draghi’ye üste 10 baz puan (negatif faiz) ödeyecekler. Bu “negatif faiz meselesi ilginç! Bankaların birbirine güvenmediği bir ortamda ECB’nin negatif faizi nedeniyle neden ve nasıl birbirini tercih edecek, bilemedim. Bu arada müşteri mevduatlarına da “negatif faiz uygulaması” başlarsa ne olacak merak ediyorum. Tüketime mi yönelecekler mi, yoksa tasarruflarını AB bankacılık sisteminin dışına mı çıkaracaklar, merak ediyorum.

Faiz indirimleri yetmedi

400 milyar euroluk bir parasal genişleme paketi açıklandı ve Draghi “gerekenler yapılacak” dedi. Merak ediyorum, geçtiğimiz ay hatta 24 ay öncesinden bu yana akılları neredeydi? Bu kadar zaman geçtikten, negatif enerji bu kadar biriktikten, sorunlu krediler bu kadar arttıktan sonra bu adımlar ne kadar işe yarayacak? Evet, bankaların verecekleri kredileri fonlama maliyetleriniazaltma adına iyi adımlar. Satın alınacak varlığa dayalı menkul kıymetler çeşitlendirilmesi şirketlere ve hane halkına kademeli yansıyacak diye umuluyor. ECB neredeyse tüm silahlarını çekmesine rağmen yetmez ama, evet! Peki ne oldu da bu denl “kapsamlı” bir paket açıklandı? Öncelikle Almanya “izin verdi”! Peki Almanya neden izin verdi? Bence iki sebebi var:

1- Almanya da artık krizin faturasının bir kısmının kendine çıkacağını anladı ve bu faturanın ödenme zamanınını geciktirmeye çalışıyor.

2- Ukrayna’daki gelişmeler Almanya ve AB’yi korkuttu! Ukrayna’da olayların devam ediyor olması, başkanlık seçimlerine rağmen ortalığın yatışmaması ve bu durumun Moldova ve diğer Avrupa’ya kıyısı olan Rusya “hinterlandındaki” ülkelere sıçramasından korkan AB ve tabii ki Almanya böylesi bir adım attı.

Katkı sağlar mı?

Yaza giriyoruz ve yaz öncesinde alınan bu “toptan” kararlar AB’ye katkı sağlar mı? Sağlayacağını umalım. Bize düşer mi? Piyasanın aksine sanmıyorum. Neden derseniz, ECB akıllandı. LTRO ve negatif faizlerin “hedefe” gitmesini isteyecek, banka bilançolarından devir alacakları kalemleri hedefleri doğrultusunda seçecek. Euro/dolar paritesinin 1.3503’e indikten sonra 1.3660’lara çıkması da bu savı güçlendiriyor. Her ne kadar euronun 1.3450-70 bandına ineceğini bekliyor olsam da görünen, bu düşüşün daha aşağıya devam etmeyeceği ve kalıcı olmayacağı yönünde. Asıl ilginç sonuç Fed ve Yellen tarafında çıkacak! ECB’nin faiz indirdiği bir ortamda Fed alımlarını daha “hızlı” bile azaltabilir. Nasılsa BoJ ve ECB devrede, bana ihtiyaç kalmadı, düşük fonlamanızı (carry trade) onlardan alın diyebilir. ECB’nn hamlesi; her ne kadar bize para girişini garanti etmese de; 24 Haziran’daki MB toplantısında Başkan Başçı’nın da faiz indirme konusunda elini rahatlatacak bir hamle oldu.

Yazının devamı...

Yazın kaderi bu hafta çizilecek!

Bu hafta hem veri yoğun, hem de karar yoğun bir hafta olacak. Piyasa-politika arasında geçtiğimiz haftanın en yoğun tartışmasının yaşandığı “Yüksek enflasyon mu yüksek faizin, yüksek faiz mi yüksek enflasyonun sebebidir” kısır çekişmesine yeni bir açılım getirecek olan TÜFE rakamı yarın açıklanacak. Geçen ay yüzde 1.34 olarak açıklanan Nisan ayı TÜFE rakamının yüzde 0.5’lik bir artış olacağı tahmin ediliyor. Geçen yılın Mayıs ayında TÜFE’nin yüzde 0.15 arttığının hatırlarsak, piyasa beklentisi göre tüketici enflasyonu “çift hanenin” hemen altında kalacak. Ancak pazardaki işlenmemiş gıda fiyatları konusundaki kişisel gözlemime göre fiyatların ancak bu hafta düştüğünü varsayacak olursam, benim tahminim Mayıs ayında “çift haneyi” göreceğimiz yolunda. Bu da tartışmanın daha da süreceği anlamına geliyor!

Bu hafta önemli kararlar İngiltere ve Avrupa Merkez Bankası’ndan (ECB) gelecek. İngiltere Merkez Bankası’nın herhangi bir değişiklik yapması beklenmiyor. Ancak ECB’den artık bir veya birkaç adımın birarada gelmesi bekleniyor. Her ne kadar şu andaki politika faizi olan yüzde 0.25’in 10-15 baz puan indirileceği bekleniyor ve fiyatlamalara dahil ediliyor olsa da asıl beklenen bu indirime nelerin eşlik edeceği. Bankaların ECB nezdinde tuttukları mevduatlara “negatif faiz” verilmesi (banka ECB’de parasını tutarsa, üste faiz verecek demek!) veya yeni bir Bedava Para Paketi (BPP) yani parasal genişleme (LTRO) seçenkeler arasında. BPP olursa; bunun hangi mekanizmalarla devreye sokulacağı ve kimleri hedefleyeceği önemli. KOBİ’leri hedeflemeyen bir BPP’nin bir işe yaramayacağı artık anlaşılmış görünüyor.

Faizlerdeki bir indirimi euro’ya sınırlı etki yapacaktır. Ancak “anlamlı” bir BPP buna eklenecek olur ise bu durum euronun değer kaybetmesi anlamına gelecektir ki birçok AB ülkesi bundan da memnun olacaktır!

Bu haftanın önemli verilerinden birisi de haftanın son günü açıklanacak olan ABD’deki işsizlik oranı ve Tarım Dışı İstihdam (TDİ) verisi. Geçtiğimiz hafta birinci çeyrekte yüzde 1 küçüldüğü açıklanan ABD’de de işsizlik oranının yüzde 6.4’e çıkması, TDİ’ın da 215 bin kişilik bir artış kaydetmesi bekleniyor. Eğer ECB’den radikal kararlar gelmiş ise bu verilerin etkisi sınırlı olacaktır. Ancak ECB; Almanya korkusuyla (!); “sınırlı bir faiz indirimi” yapmış, BPP’yi “ileri bir tarihe” ertelemişse ABD verisi önem kazanacaktır.

“Mayıs’ta sat ve uza!” sendromu bu yıl Mayıs’ta yaşanmadı! Ancak bu sendromun, bu hafta alınacak kararlar sonrasında “yeniden” devreye girip girmeyeceğini hep birlikte göreceğiz.

Altın ve emtia fiyatlarına bakınca, gelişmiş ülke borsalarının “şişmiş” olduğunu ve gelecek verilerle birlikte bu piyasalarda bir “kâr realizasyonu” olasılığının artacağını düşünüyorum. Bu haftanın kapanışı, yazın nasıl geçeceğine dair önemli ipuçları verecek!

Yazının devamı...

Tüm dünya yanılıyor olabilir mi?

Başbakan’ın “Sen dalga mı geçiyorsun? Yükseltirken beş puan birden yükseltiyorsun, şimdi yarım puan indiriyorsun. Kendine çeki düzen vermesi lazım” sözleriyle garip bir tartışmanın içindeyiz: “Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkar” tartışmasına benzeyen “yüksek faizin sebebi enflasyon mu, yoksa yüksek enflasyonun sebebi yüksek faiz mi?”

Ekonomi literatüründe yüksek faizin, yüksek enflasyona yol açtığına dair kanıtlanmış bir çalışmaya henüz rastlamadım.

Eğer bu sav doğru olsaydı; 25 yılı aşkın süredir deflasyon ve durgunlukla mücadele eden Japonya şu ana kadar dünyanın en yüksek faizin veriyor olurdu. 2008 yılından bu yana “deflasyon korkusu” ile yaşan Fed , daha dünkü açıklamasına “deflasyon tehlikesine karşın para politikasını devreye sokmaktan kaçınmayız” diyen Draghi neden faizleri yükseltmek yerine düşürmeyi tercih ettiler? Yükseltselerdi faizleri, kolaylıkla enflasyon yaratıp çıkabilirlerdi krizden. Maalesef teori ve pratik bunun böyle olmadığını söylüyor.

Ekonomik büyümeyi sağlayabilecek tasarruf açığımızı biz; “fon ithal ederek”, yani cari açık vererek çözüyoruz. Bu fon ithalatını sağlayabilmek için de “maalesef” yüksek nominal/reel faiz vermek zorunda kalıyoruz. Çünkü temel sorunlarımızı çözmek adına eğitim yatırımları, dünya markası oluşturmak, AR-GE faaliyetlerine önem vermek, “icat çıkarmak” gibi hemen herkesin artık ezberlediği uzun vadeli “yatırımlara” önem vermeyip, kısa vadeyi kurtarmayı tercih ediyoruz. Onu da her zaman beceremiyoruz. Ayağımızı yorganımıza göre uzatamadığımız bir anda dünyadaki bir “aksama” bize “kırılma” olarak yansıyor.

Bir de dünyayı yanlış veya eksik okuyunca “şok faiz” elzem oluyor. Bu noktada Başbakan Erdoğan, MB Başçı’ya haksızlık ediyor. Zira 28 Ocak’taki “olağanüstü” toplantıda 475 baz puanlık “olağanüstü faiz artışına” gelene kadar Başbakan ve ekonomi “kurmaylarının” hiç mi suçu yoktu? Başbakan’ın “faiz hassasiyeti” nedeniyle gecikilen faiz hamlesi hepimize çok pahallıya mâl olmadı mı? Oldu.

Peki, MB “şok faiz indirimi yaparsa” diye soran Mehmet Amca’ya da bir cevap verelim.

Diyelim ki MB faizleri yüzde 3’e düşürdü. İyi niyetli bir hamle ile MB’nin bankacılık sistemine sağladığı fonlamayı da “sabit” tuttuğunu varsayalım. Bu durumda mevduat faizleri “teorik olarak” yüzde 3 seviyesine düşer mi? Düşmez ama, düştüğünü varsayalım. Nisan ayı itibariyle yüzde 9.38’e yükselmiş olan bir enflasyon ortamında Mehmet Amca parasını ne yapar?

Ülkemizde ilk cevap “dolar alır” olur. Tıpkı dünkü (şimdilik) cılız tepkide bile olduğu gibi dolar kurları yükselir. Bu yükseliş tırmanırsa MB, yine faiz arttırmak zorunda kalır mı? Kalır.

İkinci cevap da “madem faiz kazanamıyorum, enflasyonla param da eriyor, bari paramla mal alayım der”. Bu durumda talep enflasyonu gelir mi? Gelir. Bu durum MB yine ne yapar? Tabii ki kaçınılmaz bir şekilde faizleri yükseltmek zorunda kalır.

Gelin iki konuda anlaşalım:

1- Tüm dünya bu konuda yanılıyor olamaz.

2- Hamasi söylemlerle ekonomi gemisi yürümez!

Yazının devamı...

Dolarda 2.0650 seviyesinin altına iniş şimdilik zor!

Geçtiğimiz haftanın son gününde S&P ve Fitch’den açıklamalar geldi. S&P, “Türkiye için talep edilmeyen (Türkiye’nin resmi not şirketlerinden biri değil!) cari notlarını değiştirmeyerek onayladı ancak bazı önemli noktaları de belirttiği açıklamasında “Türkiye’nin siyasi ortamının daha az öngörülebilir hale geldiğine inanıyoruz. Bu da ekonominin dış şoklara karşı dayanıklılığı üzerinde baskı oluşturabilir ve uzun vadeli büyümenin önünde engel oluşturabilir” denilerek devamında “ihracat performansındaki toparlanmaya bağlı olarak kısmi bir daralma işareti verse de bizim görüşümüze göre cari açık halen daha çok yüksek seviyelerde” ifadelerine yer verilmiş.

Benzer şekilde derecelendirme kuruluşu (Türkiye ile anlaşması olan!) Fitch de yaptığı açıklamada “Merkez Bankası’nın Perşembe günü bir haftalık repo faizi oranlarını 50 baz puan düşürerek yüzde 9.5 seviyesine indirdiğini ancak gecelik borçlanma ve borç verme faizlerini değiştirmediğini ” hatırlatan Fitch, “Enflasyon iki haneli rakamlara doğru yükselişine devam ederken gösterge faizlerin düşürülmesi bizim Türkiye’de politikaların tutarlılık ve öngörülebilirliğin aynı not seviyesindeki diğer ülkelere göre zayıf olduğuna yönelik yargılarımızı onaylar nitelik te gelişiyor. Türkiye’nin notunu geçtiğimiz ay BBB- olarak onaylarken biz bu noktaya dikkat çekmiştik” ifadelerini kullandı. Devamında “Ancak Türkiye, dış şoklara karşı kırılganlığını sürdürüyor. Birinci çeyrek ödemeler verisi net sermaye girişinin sıfıra yakın seviyelere gerilediğini gösterdi, Net hata noksan 6.6 milyar dolar olurken uluslararası rezervleri 4.9 milyar dolar aşağı çekti ve dolayısıyla fonlanacak cari açık 11.5 milyar dolar oldu” denilmiş.

Derecelendirme kuruluşları “uyarılırını” yapmaya devam ediyor. Buna karşın Perşembe günü benim de geçtiğimiz haftaki yazılarımda belirttiğim üzere “ne şiş yansın, ne kebap” tarzı 50 baz puanlık bir indirim kararı ile piyasalara “ortaya karışık” bir mesaj verdi. “Enflasyonu izlemeye devam ediyorum, ancak değerlenen Türk Lirası ihracatçıyı, yüksek faiz politikacıyı rahatsız ederken yapabileceğim budur” diyerek 50 baz puanlık bir indirime gitti. Ne bono ne de faiz cephesinde radikal bir değişime neden olmayan bu karar sonrasında 10 yıllık tahvil getirileri bileşik yüzde 9.10’a gerilerken dolar/TL kurları da 2.0800 seviyelerine kadar geriledi.

Geçtiğimiz haftanın en önemli gelişmelerinden birisi Kuzey Irak petrolünden 1 milyon varilin dünya piyasalarına satılmak üzere yüklemesinin yapılması oldu. İran ile yaşanan gelişmelerden sonra çıkan “İran parasının” yerine konmaya çalışılan “Kürt petrolü parasının” cari açığın “finansmanı” açısından önemi büyük.

Ukrayna’da yapılan başkanlık seçiminin sonuçları da yakından izlenmeli...

Cari açık riski sürüyor

PPK toplantısından faizleri indirmeme kararı çıkmış olsaydı dolarda yeniden 2.0650 TL seviyelerine kadar bir geri çekilme yaşanabilirdi. Bu ihtimal halen daha var ancak düşmüş durumda. Diğer yandan 100 baz puanlık indirim 2.1450 TL seviyesini gündeme getirecektir ki bu da 50 baz puanlık indirim ile ileri bir tarihe ertelenmiş durumda.

Ancak derecelendirme kuruluşlarının belirtmiş olduğu “cari açık riski” devam ettikçe TL’nin değer artışının “kalıcı olma olasılığı” azalıyor. Her ne kadar önümüzdeki günlerde “yaz rehaveti” ağır basacak olsa da yazın ve cumhurbaşkanlığı seçiminin bitmesi ile piyasalardaki gerilim artabilecek.

Bu hafta için 2.0650 seviyesi aşağıda, 2.1000 ve ardından da 2.1320 seviyeleri yukarıda önemli “eşikler” olacak. 2.0650’nın altına inilmesi, ha keza 2.1320’nin üzerine çıkılması ihtimali bu hafta için sınırlı görünüyor!

Yazının devamı...

Ne şiş yandı ne kebap!

Merkez Bankası politika faizini 50 baz puan indirdi. Toplantı öncesi CNBC-e televizyonunun 19 ekonomist arasında yapmış olduğu ankette; 16 ekonomist herhangi bir indirim beklemezken, 1 ekonomist 25, 2 ekonomist de 50 baz puanlık bir indirim yapılacağını tahmin etmiş. Pazartesi günkü yazımda “Başkan’ın son konuşmalarında söylediği üzere Haziran ayından itibaren enflasyonda bir gerileme görüldüğünde bu indirimlere başlaması olasılığı hiç de az değil. Benim beklentim 50 baz puanlık “ne şiş yansın, ne kebap” tarzı bir indirimin gelmesi” diye yazmıştım. MB beni ve iki ekonomisti yanıltmadı.

MB’den yapılan açıklamada “Son dönemde azalan belirsizlikler ve risk primi göstergelerindeki iyileşme sonucunda tüm vadelerde piyasa faizlerinde düşüşler gözlenmiştir. Bu çerçevede ölçülü indirime gidilmesine karar verilmiştir” denildi.

Açıklamada enflasyonun önümüzdeki aylardaki olası seyrine değinilmemiş. Ancak Başkan’ın yapmış olduğu konuşmalarda Mayıs ayından sonra enflasyonun düşeceği beklentisi yer alıyordu. Dünkü indirim de bu beklentiyi az çok yansıtır durumda. Aslına bakarsanız “50 baz puanlık ölçülü indirim” ile MB; gerek siyasetten, gerekse de iş dünyasından gelen baskılara dayanamamış gibi görünse de enflasyonun cari seviyeleri göz önüne alındığında alınan karar MB’nin “bekle-gör” tavrına daha yakın olduğunu gösteriyor. Baskılara direnme olmasaydı, rahatlıkla 100 baz puanlık bir indirim gelebilirdi. Mayıs enflasyonu bundan sonraki seyrin ne yönde gelişeceği konusunda önemli olacak. Ola ki MB’nin dediği gibi Mayıs ayı “zirve” olarak kalacaksa önümüzdeki aydan itibaren 25’er baz puanlık yine “ölçülü” faiz indirimlerini duyabiliriz. Ancak Mayıs ayı enflasyonu gerilemez ve enflasyondaki “katılık” sürecek olursa indirimler yaz ortasına hatta Eylül ayına bile kalabilir. Gerek yurt dışı, gerekse de gelişen ülke kurlarındaki seyre paralel hareket edeceğimiz bir döneme giriyoruz. Bugün S&P kredi notumuz ile ilgili bir açıklama yapacak. Bir değişiklik beklenmiyor! Ancak “not indirimi” gelecek olur ise, TL negatif ayrışabilir.

Yazının devamı...

1 puan doları yükseltir 0.50 puan kıpırdatmaz

Merkez Bankası’nın Perşembe günkü faiz kararı doların seyrini belirleyecek. Faizler sabit kalırsa dolar 2.0650 TL’nin altını zorlayabilir. 50 baz puanlık indirimin etkisi ise sınırlı olur

Perşembe günü yapılacak Para Politikası Kurulu(PPK) toplantısı özellikle bizim piyasalarımız için bu haftanın en önemli kararı olacak.

Bir yandan “kurlardaki düşüşü engellemek için Merkez Bankası gerekeni yapsın” diyen bir iş dünyası (daha doğrusu ihracatçılar), aynı safta yer alan “yüksek enflasyonun sebebi, yüksek faizdir” diyen bir siyasi anlayış ve diğer yandan da ekonomi biliminin ortaya koyduğu “doğrular”. Ekonomi bilimi, siyasi görüşün tersini savunuyor: Faizler (reel olandan bahsediyoruz) düşük oldukça, tasarruf eğilim azalacak, insanlar daha fazla tüketime yönelecekler diyor. Hele ki yüksek enflasyon ortamındaysanız, insanlar ihtiyaçlarını ileride daha yüksek bir fiyattan alacaklarsa, neden bugünden almasınlar?

Beklenti 0.50-1 puan

Hal böyle olunca tasarruf dürtüsü geliş(e)miyor, tüketim hızlanıyor, talep öne çekiliyor, talep tarafından başlayan enflasyon da artmaya devam ediyor. Merkez Bankası, bunu tabii ki biliyor ve cari enflasyon oranları ile faizleri indirme konusunda zorlu bir karar verecek. Peki bu ortamda Merkez Bankası, faiz indirebilecek mi?

Gösterge bono bileşik faizleri yüzde 9.20’lere (10 yıllıklar yüzde 9.45) gerilemişken faiz indiriminin gelmesi çok da şaşırtıcı olmayacaktır. Piyasalarda 50-100 baz puan civarında bir indirim olabileceği konuşuluyor. Ancak bu karar yıllık tüketici enflasyonu yüzde 9.38’e yükselmişken alınabilecek mi? Enflasyon cephesinden bakıldığında; kurlardaki gerilemeyi hariç tutacak olursak; Merkez Bankasısı’nın faizleri indirmesi için henüz daha “gerek şartlar” oluşmuş değil. Başkan’ın son konuşmalarında söylediği üzere Haziran ayından itibaren enflasyonda br gerileme görüldüğünde ancak bu indirim(ler) makul hale gelecek.

Asıl soru Merkez Bankası’nın ne yapması gerektiğinden çok, ne yapacağı?

‘Ne şiş yansın ne kebap’ indirimi

Geçtiğimiz hafta da belirttiğim üzere benim beklentim 50 baz puanlık “ne şiş yansın, ne kebap” tarzı bir indirime gidilmesi. Böylesi bir indirim Merkez Bankası’nın enflasyonu “gözettiği” algısını güçlendirmese de kur tarafına “daha fazla düşmesine gerek yok!” mesajını verebilecek. Ancak bunun kurlar üzerindeki etkisi sınırlı olacaktır. İndirim 100 baz puan olursa dolarda dip seviyesi 2.0650, yukarıda ise 2.1450 ilk ve önemli direnç olacak. Bu seviyenin ilk test edildiğinde aşılması zor. Ancak politka faizlerindeki indirim 100 baz puandan fazla olması durumunda 2.1450 seviyesinin aşılması gündeme gelebilecek. Ola ki faizler değişmez ise TL’nin yeniden değer kazandığını belki de 2.0650 seviyesinin yeniden test edildiğini bile görebiliriz.

Ukrayna’daki gelişmeler önemli!

Bu hafta sonu Ukrayna’da başkanlık seçimi var.

Bu seçim de yakından izlenmekte fayda var. Özellikle de merkezi hükümetin Doğu Ukrayna’ya sandıkları götürüp, götürmeyeceği, götürebilirse eğer, sandıkların güvenliğini sağlayıp sağlayamacağı da önemli.

Tabii ki bu seçimler sırasında Rusya’nın ve AB’nin de tavrı önemli. Seçim öncesi yaşanabilecek sokak çatışmaları piyasalarda gerginliği artırabilir.

Önümüzdeki hafta Çin’i ziyaret edecek olan ve 10 yılı aşkın süredir müzakere edilen boru hatlarıyla ilgili açıklama yapması beklenen Putin’in Ukrayna için geri adım atması; seçim sandıklarının Doğu Ukrayna’da açılması v.b.; piyasalardaki gerilimi azaltabilecek. Yine de akılda bulundurmakta fayda var “Mayıs’ta sat ve uza” mevsiminde son 2 haftaya girildi. İlk 2 hafta yaşanmayan satışların önümüzdeki 2-3 haftada hayata geçmesi ihtimali halen daha var ve bence de hiç de az değil.

Yazının devamı...

Yeni bir ‘Hikâye’ yazmamız gerek

Soma; ailemin, dolayısıyla da benim memleketim olan Akhisar’a 40 km. mesafede. Bölgeyi, tarımın geldiği durumu bildiğimden, insanların geçim derdinden dolayı “madene mecbur” olmalarını anlayabiliyorum. Ancak bu, onların “ölüme mecbur” olmaları anlamına gelmiyor. Teknolojinin bu denli ilerlediği bir dünyada alınabilecek bir kısmı basit, bir kısmı da uzun vadede bu felâketleri önleyecek, can kayıplarının yaratabileceği maliyetlerle kıyaslan(a)mayacak tedbirlerle yerli kaynaklarımızı kullanabiliriz.

Enerjide bu denli dışa bağımlı bir ülke olarak rüzgâr, güneş ve kömürde “yerli kaynaklara” yönelerek hem enerji arz güvenliğimizi arttırabilir, hem de en büyük cari açık kalemimizi azaltabiliriz. Ancak bunun için can kayıplarını arttırmamız hiç mi hiç gerekmiyor!

Soma da gösterdi ki artık yepyeni bir “hikâyeye” ihtiyacımız var!

“Hikâyeden” kastım; İSO’nun Sanayi Kongresi’nde de dile getirildiği üzere Türkiye’nin; vasatlıktan kurtulup, seviye atlaması gerekiyor. Bunu sadece küresel sermaye hareketlerinden ve dünya ticaretinden daha fazla pay alması için değil, kendi insanlarının daha “mutlu ve güvenli” bir ülkede barış içinde yaşaması için ihtiyacı var.

“Barış süreci” belki “yeni hikâyenin” ilk giriş bölümünde yer alacak bir konu. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan insanların arasındaki barış temin edilmeden hikâyenin gelişme ve sonuç bölümlerinin yazılması hayli zor. Türk-Kürt, Sünni- Alevi, kentli-köylü, beyaz-siyah Türk ayrımı daha fazla körüklenmeden “toplumsal barışı” temin edecek adımlar, bu ayırımlar daha çok derinleşmeden atılmalı.

İnsanı insan yapan değerleri de yeniden yüceltmemiz gerekiyor. Gerçekten insanların birinin varlığına saygı duyduğu demokratik bir ülke, hukukun üstünlüğü, herkes için eşit sorgulayıcı ve yeniliğe açık bir eğitim sistemi bu “yeni hikâyenin” gelişme bölümünü oluşturacak. Gelişme bölümü doğal olarak uzunca bir süreç olacak. Ancak bunları yapmadığımız takdirde, kısa günü kurtarma adına gelecek nesillerden “çaldıklarımızı” bir gün ödemek zorunda kalacağız.

Son birkaç aydır, Thomas Piketty’nin yeni söylemleri, Dani Rodrik’in “İçselleştirici kurumlarla, ayrıştırıcı kurumlar” tezi, İSO Sanayi Kongresi’nde dinlediğim Fukuyama ve Wang bir araya geldiğinde artık sadece bizde değil, küresel kapitalizm ve küreselleşmede ciddi bir “sorgulama” dönemine girilmiş görünüyor. Gelecekten umudumu koruyorum. Umuyor ve diliyorum ki bu tartışmalar hem dünyada hem de bizde “sistemdeki” sorunların bir kez daha tartışılmasının önünü açacak.

Bugünkü birçok kısır tartışmanın bizi bir yere götürmediğini görüp, ortak ve yeni bir hikâyenin nasıl yazılması gerektiğini hayal etmemiz gerekiyor. Nasıl bir ülkede yaşamak istiyoruz? Bunun için dünyayı tanıyan, uluslararası ticaret ve iş dünyasında yer ve görev alanlara büyük iş düşüyor.

Ve tabii ki bir 19 Mayıs’ta en büyük görev yine “gençlere” düşüyor.

Yazının devamı...

Faiz indirimi olacak mı?

Çarşamba günü 2.0618’e kadar gerileyen Dolar/TL kuru dün 2.1066’ya kadar yükseldi. Hemen akıllara önümüzdeki hafta Perşembe günü yapılacak Para Politikası Kurulu(PPK) toplantısı geldi. “Merkez Bankası faizleri indirecek, piyasa da bunu fiyatlamaya başladı” diye düşünüldü.

İlk bakışta yanlış bir yorum gibi durmuyor. Kurların gerilemesi karşısında başta TİM olmak üzere iş dünyasının ihracat ağırlıklı kesimi “kurlardaki düşüşü engellemek için Merkez Bankası gerekeni yapsın” demeye başladı. Hazır siyaset de faizlerin düşürülmesini isterken, önümüzdeki hafta Merkez Bankası’ndan bir faiz indirimi beklemek çok da hatalı gibi görünmüyor. Ancak son 2 günde yaşanan yükselişi sadece PPK toplantısına bağlamak hatalı olacaktır.

Blok indirim beklentisi

Yükselişte gelişen ülkelerin geneline yayılan (belki de tek istisna; seçimin sonuçlanması hasebiyle; Hindistan oldu!) hareket de etkiliydi. Bir yandan kâr realizasyonu, diğer yandan ABD borsalarında yaşanan düşüşler bu hareketi biraz hızlandırdı. Teknik olarak da hafta başındaki yazımda da belirttiğim üzere 2.0660 seviyesi önemli bir “destek” seviyesi idi. Her ne kadar altına inilse de hem toparlanma hızlı oldu hem de günlük kapanış olarak bu seviyenin üzerinde kalındı!

Peki MB önümüzdeki Perşembe günü faiz indirir mi? Gösterge bono bileşik faizleri yüzde 9.20’lere (10 Yıllıklar 9.45) gerilemişken faiz indiriminin gelmesi çok da şaşırtıcı olmayacaktır. Piyasalarda 100 baz puan civarında “blok” bir indirim olabileceği konuşuluyor. Kurdaki gerilemeyi durdurabilecek bir oran gibi duruyor. Ancak olaya yüzde 9.38’e yükselmişken yıllık tüketici enflasyonu tarafından bakıldığında aslında Merkez Bankası’nın faizleri indirmesi için henüz daha erken olduğu ortada. Başkan’ın son konuşmalarında söylediği üzere Haziran ayından itibaren enflasyonda bir gerileme görüldüğünde bu indirimlere başlaması olasılığı hiç de az değil. Benim beklentim 50 baz puanlık “ne şiş yansın, ne kebap” tarzı bir indirimin gelmesi.

Böylesi bir indirim biraz karışık mesajlar verecek olsa da bir yandan enflasyonu “gözeten”, diğer yandan kurlardaki düşüşe cılız da olsa bir tepki vermiş olma adına bir hamle olacaktır. İster 50, ister 100 puan gelsin dolar/TL kurlarındaki yükseliş çok da fazla olmayacaktır. Ancak faizler değişmez ise TL’nin bir miktar değer kazandığını belki de 2.0650 seviyesinin yeniden test edildiğini bile görebiliriz.

Kalıcı olur mu?

Yurt dışı piyasalara “göbeğimizden bağlı” olduğumuzdan, küresel piyasalardaki gelişmeler daha etkili olacaktır. Özellikle ABD borsalarındaki kâr realizasyonu devam edecek olursa; ki ben bekliyorum; gelişen ülkelere yansımaları kurları yükseltecektir. 2.0650 TL yeniden test edilse bile kalıcı olmayacaktır. Dünkü hareketler de bunun kalıcı olmayacağını söylüyor. Önümüzdeki günlerde piyasalardaki gerilim artacak olursa veya MB 100 baz puandan daha fazla bir faiz indirimine gidecek olursa 2.1450 seviyelerinin test edilmesi olasılığı ortaya çıkacaktır. Ancak bu olasılık önümüzdeki kısa haftada görece olarak düşük.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.