Şampiy10
Magazin
Gündem

Arife Haftası!

Bu hafta sonu nihayet yerel seçimlerimiz yapılacak. Bu hafta sadece seçimin arifesi değil, aynı zamanda ABD Hazine Bakanı Geithner’in, G-20 toplantısı öncesi bankalardaki toksik varlıkların nasıl temizleneceğine dair planını açıklamasının beklendiği hafta. Bir anlamda da 2 Nisan’da yapılacak G-20 toplantısının arifesindeki hafta.

İçeride piyasalar hafta sonu yapılacak seçimlerden çıkacak muhtemel sonuçlara göre “pozisyon alacaklar”. Dışarıda ise Geithner’in planı “satın alınacak ya da satılacak”.

Genel olarak bu hafta sonuna doğru piyasaların daha “yumuşak” seyredeceğini ve kurların; yurtdışından ve özellikle de Doğu Avrupa’dan olumsuz bir haber gelmediği takdirde; 1.70’in altında seçimlere gireceğini düşünüyorum. Sonrası konusunda seçim sonuçları “daha net konuşabilecek”.

Bono cephesinde; yılsonu için hedeflenen bütçe açığının ilk ayda gerçekleşmiş olmasına rağmen; çok sert satışlarla karşılaşmayacağımızı, olası bir satış durumunda bile gösterge bonolarda 14.65 bileşiklerin çok da fazla üstüne çıkılmayacağını düşünüyorum. Hafta boyunca özellikle yabancı yatırımcıların ve “varolan statükoyu korumak isteyenlerin”; olumlu görünümü sürdürme çabası içinde olacaklarını düşünmek hatalı olmayacaktır.

Borsa cephesinde ne yazık ki yukarıdaki çabalara rağmen halen daha ABD piyasaları “karar verici” durumunda. Eğer Geithner’in planı önümüzdeki haftaya; yani bizim seçimlerimiz sonrasına; kalacak olur ise İMKB 100’de 24.550-700 hatta 25.175 seviyelerine kadar “sakin bir yükseliş” yaşanabilir. Yok eğer Geithner elle tutulur, piyasaların güvenebileceği bir planı bu hafta içinde açıklayacak olursa İMKB 100 Endeksi 25.700 ve hatta ötesine de geçebilir.

Seçim öncesi risk almak istemeyenler bu seviyeleri “kâr alma” ya da “zarar sınırlama” seviyeleri olarak kabul edebilirler.

Euro/dolar paritesinde geçtiğimiz hafta yaşanan hızlı hareket küçük bir olasılıkla 1.3890-1.3930’a kadar devam edebilir, ancak aşılması oldukça zor. Hatta geçen hafta görülmüş olan 1.3739 seviyesi büyük ihtimalle son hareketin zirvesi olabilir. Bu seviyenin zirve olması durumunda, bu hafta içinde önce 1.3435 ardından da 1.3250 seviyelerine kadar bir “düzeltme” yaşanabilir.

Bu hafta seçim bizler için en önemli “olay” gibi görünse de bence krizin seyri konusunda Geithner’in planı daha fazla öneme sahip. Hafta sonu konuşulanlara göre plân üç adımdan oluşacak. FDIC (ABD’nin TMSF’si) yeni bir “ara kurum” kuracak ve bunun yüzde 85 sermayesini verecek.

Ardından özel sektör davet edilecek ve kalan yüzde 15 sermayeye katkıda bulunacak. Özel sektör ne kadar koyarsa ABD Hazinesi de o kadar katılacak. Ardından da özel sektör ile “sermayelendirilmiş” gibi görünen ve sorunu özel sektörle birlikte “çözüyor gibi yapan” yeni “ara kurum” devreye girerek toksik varlıkları toplayacak.

Devletleştirmeyi “halka satabilmek” adına iyi çözüm gibi görünen bu planı Wall Street “alır” da, bunu Senato ve vergi ödeyenler onaylar mı bunu bilemedim.

Yazının devamı...

Peki, neden bono faizi inmiyor?


Merkez Bankası Perşembe günü gecelik borç alma faizlerini yüzde 11.5’ten 10.5’e (bileşik 11.07) indirdi. Borç verme faizi de 100 baz puanlık indirimle, yüzde 14’ten 13’e düşürüldü. Borç verme oranı, pratikte bir önem taşımıyor.

Zira 2008 yılı Mayıs ayından beri net borç vericisi durumunda olan MB; bankaların TL ihtiyaçlarını hergün yapılan haftalık repo ihaleleri ile karşılıyor. Piyasayı haftalık bazda likidite sağlıyor. İndirim öncesinde haftalık basit faizler 11.07 iken (bileşik 11.69) indirimin hemen sonrasındaki ihalede ortalama oran 10.78’e (bileşik 11.37) geriledi. Faiz indirimi sonrasındaki ilk haftalık repo ihalesindeki rakam da 10.22 milyara (bir önceki 2.62 milyar) ulaştı. MB’nin 100 baz puanlık indirimine karşın, haftalık ihalelerdeki düşüş, 30 baz puanla sınırlı kalmış durumda.

Daha da önemlisi gösterge bono faizlerindeki “yükseliş”. Evet yanlış okumadınız! Gösterge bonoların faizleri, MB’nin indiriminin ardından değil düşmek, yükseldi. Perşembe günü yüzde 14.07 bileşikten kapanan bono faizleri dün bir ara 14.38’e kadar çıkarken, günü 14.19’dan kapatmış durumda.

TCMB faiz indiriyor, bono faizleri düşmesi gerekirken, yükseliyor! Nedenleri çeşitli. Ancak ilk akla gelen ve belki de en önemli olan; Hazine’nin önümüzdeki günlerde artacak olan borçlanma ihtiyacı ve bunun faizler üzerinde yaratacağı baskı. Seçim döneminde artan harcamalar, IMF anlaşmasının yapılmamış olması ya da gecikmesi nedeniyle yüksek seyreden risk primi, “ardarda açıklanan” paketlerin yaratacağı yeni açıklar; hep dönüp dolaşıp Hazine’yi vuruyor ve daha da vuracak!

Şu seçim bir bitse de...

Bunlara bir de bakanların “talihsiz açıklamalar” ve özellikle de sayın Başbakan’ın sert üslubu eklenince bono faizleri “düşüşe direniyor”. Bunlar bono faizlerini etkiler mi demeyin. Tabii ki etkiliyor. Sayın Şimşek’in; işsizliğe çözüm üretmek durumunda olan bakanlardan biriyken; kriz sebebiyle işini kaybeden kocasına destek olmak üzere iş aramaya başlayan kadınları, artan işsizliğin sebebi olarak göstermesi kafalardaki soru işaretlerini büyütüyor.

“Kredi kartıyla borçlananlara dürüst gözüyle bakmayan” ya da “işçi çıkaranları bedel ödetmekle” tehdit eden Başbakan’ın tavrı ekonomik barışı olumsuz etkiliyor. Krizin yaratmış olduğu “kırılgan havada” bu tarz “gereksiz gerilimler” bile piyasa katılımcılarının kararlarını etkiliyor. Bakmayın dün faiz indirimine rağmen kurun düşmüş olmasına. Diğer gelişmekte olan ülke piyasalarında yaşananların, iç dinamiklerimizin önüne geçmesinin naçizane bir sonucuydu bu düşüş.


Yazının devamı...

Dolar nasıl hareket edecek?

Merkez Bankası dünkü PPK toplantısında borç alma ve borç verme faizlerini 100 baz puan indirdi. Küresel kriz, düşmeye devam eden emtia fiyatları ve ekonomideki daralma gibi “olağan sebeplerle” faiz indirimine gidilmiş. Her ne kadar başta petrol olmak üzere emtia fiyatları yeniden yükselmeye başladı. Brent petrolü dün yeniden 50 doların üzerine çıktı.

Sadece MB mi? Önceki gün Fed’in de bonkörlüğü üzerindeydi. Artık “Helikopter Ben” olarak anılan Fed Başkanı Bernanke; Fed’in bilançosunu 1.150 milyar dolar daha büyütmeye karar vermiş. Bunun 300 milyar dolarlık kısmı uzun vadeli devlet tahvillerini, kalan kısmı da Fannie ve Freddie kardeşlerin çıkardıkları konut kredilerine dayalı sorunlu menkul kıymetleri alınmasında kullanılacakmış.

Sanki tüm bu yaşadığımız kriz “para bolluğundan” olmamış gibi, piyasalara bol kepçeden para verilmeye, faizler indirilmeye devam ediliyor. Yeterki piyasalar “toparlansın”. IMF de G-20 öncesi hazırladığı çalışmada toksik varlıkların temizlenmesi için “kararlı bir plan” oluşturulmasını isterken, merkez bankalarının piyasaları likit tutmalarının önemi vurgulanmış. Bir anlamda merkez bankalarının “bonkörlüğünü” IMF de onaylıyor.

Piyasalar “bol ve ucuz” para verilmesi, kredi mekanizmalarını çalıştırabiliyor mu? Görünen o ki hayır. Varlık fiyatlarının sınırlı da olsa toparlanmasına yardımcı olsa da kurlardaki dalgalanmayı artırıyor. Fed’in kararıyla dolar/euro kurları bir gün içinde 1.29’dan 1.35’in üzerine çıkabiliyor. Fed’in sisteme 1 trilyon dolardan fazla likidite vereceğini açıklaması tabii ki doların değerini düşürüyor. Bu volatilitenin çok da önemli bir yan etkisi oluyor. Kimse “fiyat yapamıyor”. Kim neye göre parite hesaplayacak, neye göre üretecek, neye göre satacak? Bu durum sistemdeki çarkların biraz daha “ağır dönmesine” neden oluyor.

Benzer bir durum bizim piyasalarımız için de geçerli. MB’nin 100 baz puandan bile fazla faiz indirebileceğini; yabancıların faiz cazibesi azalan TL’den çıkacağını düşünenler son iki günde dolar kurunun 1.70’lerin üzerinde kalmasına neden oldular. Dolar kurları yüksek kalınca, paritenin etkisiyle son iki günde euro/TL kurunda yüzde altı civarında bir yükseliş oldu.

Bizde de “fiyat yapma” sorunu ortaya çıktı.

Son iki günde doların değer kaybetmesiyle diğer gelişmekte olan ülke para birimleri değer kazanırken; MB’nin faiz kararındaki belirsizlik nedeniyle TL bundan yararlanamadı. İlk aşamada kararın netleşmesiyle TL de dolar karşısında bir miktar değer kazanacaktır. Paritenin 1.35’in üzerinde kalmasıyla, dolar/TL kurlarında yeniden 1.6740 seviyesine kadar inilmesi de söz konusu olacaktır.

Yazının devamı...

G-20 duysa iyi olacak!

2 Nisan’da G-20 ülkelerinin liderleri küresel mali krizi görüşmek ve “çözümler üretmek üzere” Londra’da toplanacaklar. Maliye bakanlarının geçtiğimiz hafta sonu yaptığı toplantıdan sonra bir kez daha ortaya çıktı ki ABD ile AB krizin çözümü konusunda mutabakata varamıyorlar. Bu da G-20’den; uygulanabilir, ayakları sağlam yere basan öneriler gelmesi ihtimalini azaltıyor. Yine de birileri duyar, ya da zirveye iletir umuduyla naçizane bazı önerilerde bulunmak niyetindeyim. Bana göre hızla atılması gereken adımlar:

1 - Güven kaybı onarılmalı!

Kim kime güvenebileceğini bilemiyor! Yeni bir Japonya “skandalı” yaşanmadan; sadece ABD değil, G-7’lerin tamamında finansal kurumlar “stres testine” tabii tutulmalı! Ölü olanların taşınmasından derhal vazgeçilmeli. “Tamir edilebilecekler” belirlenmeli, onarılamayacak durumda olanlar da sistemden derhal çıkarılmalı.

Devletleştirme bir tercih haline gelmiş ise bunda da geç kalınmamalı. “Sağlam” olanlar da dahil olmak üzere, tüm bankacılık sistemindeki toksik varlıklar; 2001’de bizim kullandığımız TMSF benzeri bir yapı ile sistemden çıkarılmalı. Bu bankalardaki eski yöneticiler, derhal özel sektörden gelen ve dikkatli seçilmiş yöneticilerle değiştirilmeli, devlet de günlük işlere müdahaleci olmamalı.

Bunları yaptıktan sonra sadece mevduat değil tüm pasiflere tam garanti getirilsin.

Ve bunların hepsi bir seferde yapılsın!

2- Finansal Birleşmiş Milletler...

IMF ve Dünya Bankası’nın yerini alacak; önaktif davranabilecek, daha fazla yaptırım erkine sahip bir Finansal Birleşmiş Milletler (FBM) kurulmalı.

FBM küresel dünyada:

* Ülkeler arasındaki finansal koşulların yeknesaklaşması,

* Ülkeler arasında kural farklılıklarından kaynaklanan arbitrajların ortadan kaldırılması

* Gerektiğinde yaptırımların uygulanması,

* Zamanı geldiğinde Dünya Ticaret Örgütü’nü de (WTO) içine alacak bir yapının oluşturulmasını hedeflemelidir.

3- Krizin hemen sonrasında ortaya çıkacak “oligopolistik”, hatta “monopolistik” finansal kurumların, oluşması engellenmelidir. Sermaye yeterlilik rasyolarına global sınırlar getirilmeli, her türlü finansal ürünün temel sermaye gereksinimleri (türevler de dahil olmak üzere) saptanmalı!

4- “Küreselleşme” sonrasında gelen kriz, korumacılığı hortlatmasın. Yerelleşmeye yönelindiği takdirde ülkeler arasındaki dengesizlikler daha da artacaktır. Bu dengesizliklerin; işsizlik, ardından da sosyal patlamalara yol açması kaçınılmazdır.

Fransa, Yunanistan ve Çin’de yaşanan olayların diğer ülkelere “sirayet etmesi” hatta bir süre sonra “salgına” dönüşmesi ihtimali de öngörülmeli.

Umarım G-20’de “birinci-ikinci lig” ya da ABD-AB kamplaşmaları bir yana bırakılır ve atılması gereken adımlar bir an evvel saptanır ve hayata geçirilecek kararlılık ortaya konur. Aksi takdirde G-20 zirvesi yine “fare doğurursa” tüm piyasaların bir anda kafası karışacaktır. G-20’ler umarım bunun da maliyetini düşünürler.

Yazının devamı...

Yerel Seçim, IMF, G-20

Aslında bu başlıklar önümüzdeki haftanın başlığı olması gerekirdi. Önümüzdeki hafta mutlaka ele alıyor olacağız. Ancak tedbir alması gerekenler bu haftadan bunları almak durumunda.

Seçim hepimizin malûmu. Seçimde iktidar partisinin alacağı oy oranı dışında; seçmenler açısından çok da heyecan verici bir durum yok. Ekonomideki karar verenleri asıl ilgilendiren seçimle bağlantılı olarak IMF anlaşmasının yapılıp yapılmayacağı, yapılacaksa da ne zaman yapılacağı... Piyasaları asıl ilgilendiren konular bunlar.

Haa bu arada bir de “4. paket” açıklandı. Başbakanımız; illâ da “süslü püslü paket mi açıklamamız gerek?” derken, paketleri “dörtledi”. KOSGEB derken, otomotiv, beyaz eşya ve elektronikte 3 aylık ÖTV ve KDV ertelemesi derken “nurtopu bir paketimiz” daha oldu. Yine bölük, pörçük; aceleye getirilmiş, birbirini desteklemeyen “destekler kakafonisi”... “Zamanında açıklanmayan paketi neyleyeyim” misali; bir birimlik harcamayla 5 birimlik iş yapamayacaksanız; ya paket açıklamayın, ya da bunun da işe yaramayacağını bilin!

Bir de Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın rahatsızlığında, Mehmet Şimşek tarafından temsil edildiğimiz G-20 var. Her ne kadar insan hakları konusu da dahil olmak üzere İngiltere tarafından Suudi Arabistan’dan da geride kalıp ikinci ligde olduğumuz söylense de, katılıyor olmamızın önemli olduğu G-20’lerin maliye bakanları toplandı hafta sonu.

Maliye bakanları liderler için hazırlık yaparlarken; her ne kadar bankalardaki toksik varlıkların temizlenmesi ve kredi mekanizmalarının bir an evvel çalıştırılması için acil önlem önerirken; diğer yandan ABD ve AB arasındaki fikir ayrılıkları da gün yüzüne çıktı.

Sosyal güvenlik sistemi halen daha devletlerin üzerinde olan ve daha fazla para harcamak istemeyen AB ile; sosyal güvenlik sistemi şirketler üzerinde olan (General Motors o yüzden çok önemli sıradan ABD’li için) ABD için daha fazla devlet harcaması yapmak konusunda “derin mi derin” fikir ayrılıkları da gün yüzüne çıkmış durumda.

Önümüzdeki hafta sonundan önce maliye bakanları anlaşsalar ve liderler zirvesine “ayağı yere basan ve uygulanabilir” tavsiyelerde bulunsalar çok iyi olacak. Yoksa bu toplantıdan da “havanda su dövüldüğü” havası çıkacak olursa vah piyasaların haline...

Buna bir hafta daha var olduğunu düşünerek bu haftaya baktığımızda bu haftanın daha çok bekleme havasında geçeceğini söylemek mümkün. Kurlarda haftanın ilk günlerinde 1.6875-1.69 aralığınının aşağı kırılması durumunda 1.6380-1.6430 bandı gündeme gelecektir.

İlk seviyenin aşağı kırılmasını beklemiyorum. Hatta 1.72’nin üzerine geçilmesi durumunda yeniden 1.7525’in test edilmesi gündeme gelecektir.

ABD borsalarında da S&P 500’de 778-791 bandının test edilmesi sonrasında piyasalar karar verecekler. Bu seviyelerin test edilmesinden sonra yeniden olumsuz bir havanın hakim olma ihtimali yüksek.

Yazının devamı...

Kur 1.82’yi geçince Merkez devreye girdi!

Merkez Bankası’nın döviz kurlarına karşı alması gereken tavır konusunda piyasa katılımcılarının, yorumcuların, dış ticaret ile uğraşanlar ve bankacıların farklı beklenti ve yorumları var. Orta noktayı da bulmak hemen hemen imkânsız.

Dün dolar/TL kurları 1.8250 alış seviyesine kadar geldi ki, bu yeni bir rekordu. Tansiyonun iyiden iyiye yükseldiği sıralarda Merkez Bankası bugünden itibaren günde 50 milyon dolarlık “döviz satım ihalelerine” başlayacağını açıkladı. Aşırı müdahale olması durumunda da “doğrudan müdahaleden” kaçınmayacağını da ekledi.

Merkez Bankası bir anlamda “sözel bir müdahalede” bulundu ve kurlar 1.80’in bile altına indi. Peki bu Merkez Bankası’nın başarısı mıydı? Zamanlama olarak bakıldığında bunu söylemek zor, zira açıklamanın hemen ardından ABD borsalarının vadeli kontratları pozitife geçmişlerdi.

Diyelim ki Merkez Bankası sayesinde kurlar geriledi. Bu sürdürülebilir bir durum mudur? Ya da Merkez Bankası’nın döviz satım ihaleleri ya da doğrudan müdahaleleri işe yarar mı? Hiç sanmam!

Yarasaydı, para birimi rubleyi savunmak için Ağustos 2008’deki 598 milyar dolarlık rezervinin 200 milyar dolardan fazlasını harcayan Rusya bunu başarabilirdi. Aynı dönem içinde dolar/ruble kuru 23.5’den 36’lara yükseldi ki bu da yüzde 50’den fazla değer kaybını ifade ediyor.

G. Kore farklı mı? Aynı dönemde 243 milyar dolarlık rezervinden 40 milyarını kaybeden G. Kore Merkez Bankası da wonun yüzde 50’ye yakın değer kaybetmesini engelleyemedi. Üstelik hiç bir “doğrudan ya da dolaylı” müdahalede bulunmadan...

Merkez Bankası’nın müdahalesi; tüm gelişmekte olan ülkelerde benzer bir “dalga” yaşanırken; rezerv kaybetmekten gayri; hiç bir işe yaramaz. Bir taraftan faiz indireceksiniz, diğer yandan dövize müdahale edeceksiniz. Bunların ikisinin bir arada olması ne kadar anlamlı.

Merkez Bankası “kurlardaki oynaklık arttığında doğrudan müdahale edebilirim” diyor. Geçtiğimiz yıl kurlar 1.15’lere düştüğünde neden benzer bir yaklaşımla müdahale edilmedi. Ya da neden faizler o zamanlarda hızlı bir şekilde indirilmedi?

Bugünlerde yapılan faiz indirimlerinin ekonomideki çarkları çalıştırması için yapıldığı açıklanıyor. Peki gerçekten bu böyle mi? Gecelik faizler yüzde 11.50 (bileşik 12.19) iken; gösterge hazine bonosunun bileşik faizleri yüzde 15.25 seviyelerinde. Şirketlerin bankalardan kullandıkları kredilerin fazilerini bakmaya bile gerek yok.

Merkez Bankası’nın faiz indirimleri ekonominin çarklarını döndürmekten çok “seçim sath-ı mahalline” girilen bu dönemde gittikçe bozulan bütçe dengesinin finansmanını kolaylaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Dün açıklanan nakit dengesinde gelirler yüzde 23 artarken, giderler yüzde 50 artmış. Çok ciddi miktarda da “faiz dışı açık” verilmiş durumda.

Düşen faizler nedeniyle tüm yatırımcılar içinde TL’nin cazibesinin azalması, son günlerde yaşanan hızlı kur artışlarının ardındaki sebeplerin başında geliyor.

Yükselişin ardında piyasalarca pek de konuşulmayan sebeplerden biri de BP petrol şirketine kesilen astronomik ceza. Detayları tam olarak açıklığa kavuşmamış olsa da tamamı yabancı yatırımcıya ait bir şirkete bu denli büyük bir ceza kesilmiş olması hem yeni yatırımcıları hem de var olanları tedirgin etmiştir.

Böylesi bir ceza akıllara Putin Rusya’sını ve muhtemel sonuçlarını getirecektir ki şirketin BP olması da bu anımsamayı kolaylaştırıyor.


Yazının devamı...

Dolarda çıkış sürecek mi?

Hafta sonuna doğru ya da önümüzdeki hafta içinde; daha önceleri belirttiğim 1.8350-1.8680 bandının görülme ihtimali yüksek... Haftanın ilk günlerinde 1.77’nin altına, hatta 1.7530 seviyelerine kadar devam edebilecek küçük bir “düzeltme” hareketine şahit olabiliriz.

ABD borsa endekslerinde haftanın son gününde “yeni dip” görüldü. Aslında bu durum artık vakai adiyeden oldu. Yıl başından bu yana geçen dokuz haftanın sekizinde “yeni dip” görüldü. bir başka deyişle, ABD borsaları “yeni dip yorgunu” oldular. Tabii ki ABD’deki bu gelişmeler bizim piyasalarımızı da doğrudan etkiliyor. IMKB’de görmesek de dolar/TL kurlarında bu etkileri görüyoruz.

Yine mi “yeni dip”?

İMKB de yılbaşından bu yana geçen dokuz haftanın yedisinde, haftayı düşüşle kapatmış! “Yeni dip görme” konusunda İMKB “dirayetli” bir tavır sergiliyor. Her ne kadar bu tavır ‘ileride başına dert açacak’ olsa da, şimdilik kaydıyla morallerin hızlı bozulmasını engelliyor!

Geçtiğimiz Cuma günü Dow Jones Endeksi’nde (DJI) 6.469 ile yeni dipler görüldü. Ancak DJI; son 30 dakikadaki 177 puanlık artışla, günü 32 puanlık “sınırlı” bir yükselişle kapatması, Nasdaq Endeksi’nin günü düşüşle kapatması “yeni dip yorgunluğunun” daha da uzayabileceği izlenimini uyandırıyor.

Geçtiğimiz Pazartesi günü “bu hafta ne olabilir” kapsamındaki yazımda; ABD piyasalarında “nihai diplerin” görülebileceğini yazmıştım. “Dip” kısmı tuttu da, nihai dip kısmı tutmadı! Cuma günkü seyir; gün içindeki diplerin, nihai dip ol(a)mayabileceği izlenimini uyandırdı. Her ne kadar 6.850-7.200 bandının aşağı kırılmasından sonra 6.500’ü bir sonraki hedef olarak belirtmiş olmama ve bu seviyenin “tutmasına” rağmen nihai dip görüldü demek (ne yazık ki) hayli zor.

Parite yol gösterici olacak!

Geçen hafta başındaki yazımda “...eğer euro/dolar paritesinde 1.30’lar aşılamaz ise dolar/TL’de yeniden 1.75 seviyesinin test edilme ihtimali artacaktır ki, 2001’den bu yana gelen bu seviye çok önemli. Günlük, hele ki haftalık bazda aşılması 1.80’lerin üzerini gündeme getirecektir. Bu da Türkiye’de bambaşka bir sayfanın açılması demektir” diye yazmıştım. Nitekim paritede 1.25-1.26 bandında kalınması, 1.7525’in aşılması dolar/TL kurlarını 1.7950 alım seviyelerine kadar getirdi, 1.80’e ramak kaldı.

İngiltere ve AB’nin “devletleştirme yaklaşımında” (biz son 15 yılda hep özelleştirme konuşmuyormuyduk?...!) daha hızlı hareket ediyor olması euronun değer kazanması ihtimalini arttırıyor. Euro/dolar peritesinde 1.2725’in üzerine çıkılması, özellikle de 1.2850’nin üzerinde bir günlük kapanış olması 1.30’lu rakamları görülme ihtimalini güçlendiriyor.

Hem paritedeki bu hareket, hem de diğer “gergin” gelişmekte olan ülke para birimlerindeki “gerginliğin hafiflemesi” bu haftanın ilk günlerinde TL’nin bir miktar değer kazanmasına yardımcı olabilir.

Hafta sonuna doğru ya da önümüzdeki hafta içinde; daha önceleri belirttiğim 1.8350-1.8680 bandının görülme ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyorum.

Yine de haftanın ilk günlerinde 1.77’nin altına, hatta 1.7530 seviyelerine kadar devam edebilecek küçük bir “düzeltme” hareketine şahit olabiliriz.





Kurun falına bakmak isteyen ‘won’u izlesin

Elinde imkân olanlar, haftaya başlarken neler olabileceğini, G.Kore Wonu’na bakarak tahmin edebilirler... Haftayı 1.545 seviyelerinden kapatan wonun bu seviyenin altında kapanması durumunda TL kurlarında da gevşeme olacaktır. Hele ki 1.520’nin altına inilmişse dolar/TL’de 1.75’lerin ihtimali daha da artacaktır.

‘Neden won?’ derseniz...

Sadece “saat farkından”...

Yoksa gelişmekte olan ülke para birimlerinin “yok aslında birbirlerinden farkları”...





Lloyds’un devletleştirilmesi aslında çok iyi haber!

İngiltere’den gelen Llyods Bank’ın (ve de HBOS’un) devletleştirilmesi aslına bakarsanız “çok iyi haber”. İki sebepten dolayı:

İlki İngiltere’nin, bir tür Fed’in “deney laboratuvarı” olması. Genelde; faiz indirimleri olsun, yeni ekonomik kararlar olsun ilk olarak İngiltere’de devreye girer. Gelen tepkiler olumluysa, ABD tarafından da uygulamaya alınırlar. Bu konuda aralarında bir anlaşma var mı, yoksa İngilizler ABD’lilerden daha mı “akıllı” bunu bilemiyorum. Ancak son 10-15 yıldaki gözlemlerim bunu söylüyor.

İkinci sebebe gelince; bu krizin nihayetinde “devletleştirmenin” gündeme geleceğini ve bir anlamda da “tek çözümün” bu olacağına değinmiş, hatta ısrar etmiştim. Nihayet bunun “devreye alınmış” olması “çözümün ufukta göründüğü” izlenimini uyandırıyor. ABD piyasalarında yeni dipler görülse bile; bu haftanın açıldığı seviyelerden kapatması, İngiltere’nin “devletleştirme” çözümünün piyasalarca “kabul gördüğünü” göstermesi açısından iyi bir gösterge olacaktır.

Yazının devamı...

Kurlar hem vatandaşı hem de Bakan'ı bozdu!

Dün sabah İstanbul’da hava yağmurluydu. Bir taksiye bindim. Doların yüksek açılmasına dair telefonla konuştuğumu duymuş olan taksici pek de sormadan “gün kötü başladı” dedi. Yağmurdan dert yanacak herhalde diye düşünüp, hayrola dedim.

“Abi dolar çıkmış, borsa düşmüş” dedi. Şaşırdım ve de meraklandım. “Ne o dolar borcun mu?” var diye sordum.

“Yok” dedi.

“Hisse senedin mi var?”

“Yok”

“O zaman dolar mevduatın var herhalde” dedim.

“O da yok” dedi.

“Ne döviz borcun ne de mevduatın var, hisse senedin de yok; doların çıkması ya da düşmesi seni neden ilgilendiriyorki” dememe kalmadı... “Abi, dedi, doların çıkması da düşmesi de bizim işleri bozuyor!” dedi.

Dolar kurları yukarı çıkınca borçlu olan bireyler ya da şirket yöneticileri kara kara düşünmeye başlıyor; düşünce de bu sefer tasarruf sahiplerini alıyor bir düşünce.

Türk insanı daha önceden geçirmiş olduğu travmalardan dolayı; kurlarda ani değişiklikler oldu mu “paralize oluyor”. Ya da bir tekstilci arkadaşımın deyimiyle “fiyat yapamıyor”.

Dolar kurlarındaki “ani” değişiklikler, biz Türklerin ileriye dönük planlarında da “ani” değişikliklere neden oluyor. Aslında değişiklikten çok “durup, bekleme tarzını” benimsiyorlar. Bu da ekonomik aktivitenin hızla yavaşlamasına hatta durmasına yol açıyor ki, taksici de aslında tam bundan bahsediyor.

Döviz halen daha bir yatırım aracı, bir tür “korunma” aracı olarak algılanıyor biz Türkler arasında. Sıkça tekrarlanan travmalardan dolayı da bu alışkanlıktan bir türlü kurtulamıyoruz. Dünkü sert hareket sonrasında medya bir anda kurları öne çıkardı.

Bakan Şimşek bu hassasiyeti anlayamamış galiba!

Kurlar; Ergenekon’dan sonra; gündemin ikinci maddesine oturunca medya da işin “uzmanları” ve de “yetkililerden” bu konuda bilgi almaya, halkı bilgilendirmeye çalışıyor. Bu amaçla da “yetkililerin” en başındaki isimlerden Ekonomiden Sorumlu Bakan sayın Mehmet Şimşek’e dolar kurları sorulmuş.

Ekonomiden Sorumlu Bakan, dolardaki yükseliş sorusuna kızarak; “Her gün ekonomik değerlendirme yapmak zorunda değilim” yanıtını vermiş.

Sayın Şimşek Türk halkının hassasiyetini anlayamamış!

O vermeyecek te kim verecek bu sorunun cevabını?

Kendisi ekonomik konulara “bakan” değil mi?

Bu milletin ekonomiden sorumlu bakanı olarak; işler iyi giderken hergün yorum yapmaktan kaçınmazken işler sarpa sardığında değil hergün; gerekirse her an bu konuda değerlendirme yapması gerekiyorsa yapacak. Sayın bakanın böyle giderse “fiyat yapamayanların” ülkesinde bir süre sonra “yinetilecek ekonominin” kalmayacağını akılda bulundurmasında fayda var.

Yakından ya da uzaktan tanıdığım bir çok kişi panik halinde neler olduğunu anlamak için aradığında ben bile elimden geldiğince, dilimin döndüğünce düşündüklerimi paylaşırken, bakanın böylesi bir tavır sergilemesi ciddi hayal kırıklığı yaratmış durumda.

Bundan sonra ekonomide günlük gelişmeleri anlamak isteyenler: Lütfen Marko Paşa’ya müracaat...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.