Şampiy10
Magazin
Gündem

Yeni, yine, bir paket!

Hafta sonu ABD senatosundan; “Birinci Obama paketinin” geçmesi bekleniyor! Paketin; vergi indirimleri, kamu harcamaları derken 800 milyar doların üzerinde bağlanması bekleniyor.

Birinci Obama paketi diyorum, ardından bir kaç paket daha gelirse şaşırtıcı olmayacak. Paketin en fazla dikkat çeken kısmı, radikal çözüme yakılaştırmaya aday ilk kez bir adım atılıyor olması. O da “kötü banka” olarak adlandırılan “bankacılık çöplüğünün” oluşturulacak olması.

Henüz daha netleşmemiş olan, “toksik varlıkların” banka bilançolarından hangi fiyattan çıkarılacağı. Nominalden çıkarılırsa, zarar kamuya yüklenecek. Yok eğer piyasa fiyatlarından çıkarılacak olursa ABD’nin “yeni batık” bankaları olacak. Halının altına süpürülmüş ne var ne yoksa ortaya çıkacak ki bu da aslında tam olarak istedikleri bir şey olmasa gerek.

Hangi yolun izleneceği belli olmadan iyi habere aç piyasalar, hafta sonu paket açıklanacak diye pozisyon almayı tercih ettiler. Temel veriler her ne kadar bir düzelme işareti vermese de sıkışan ve “düşemeyen” piyasalar “paket cesaretiyle” yükseldiler.

Yine de FED’in faiz indirimleri, I. Bush (160 milyar dolarlık vergi iadesi) II.Bush (700 milyar dolarlık TARP) ya da General Motors ve otomotiv sektörüne verilen desteklerin açıklanması sonrasında yaşanan “coşku” kadar büyük bir yükseliş olmadı. Zira artık Wall Street bile ’ya bu pakette bir işe yaramazsa’diye; belki de ilk kez; yoğurdu üfleyerek yiyor.

Temkinli coşku sırasında; S&P endeksinde 847’nin Dow Jones’ta da 8.105’in üzerine çıkılması piyasalardaki hareketleri hızalandırdı.

ABD için açıklanacak paket, sanki bizim için açılıyormuşcasına bizim piyasalarımızı da heyecanlandırdı. IMKB endeksinde 26.250’nin üzerine çıkıldı ve günü 26.735 (yüzde 3.73 yükselişle) kapattı. Doların 1.6250’nin altına gelmesi kurlardaki gerilimi iyiden iyiye azalttı. 1.6650’nin üzerinde kalınmamış olması, kur cephesinde bir süreliğine sakin bir seyir izleneceği düşüncesini güçlendirdi.

Bizim piyasalarımız için asıl önemli olan bono cephesindeki hareket. Gösterge bono faizleri yüzde 15.12 seviyelerine kadar geriledi. Bankaların son aylarda krediler konusunda “ketum” davranmaları; nakit pozisyonlarının artmasına neden oldu. Bu da kredi vermek istemeyen bankaların, bono pozisyonlarını arttırmalarına neden oldu. Hafta içinde 14.78 bileşik faizle satılan 13 aylık tahvilin bileşik faizi bile 14.60’a kadar geriledi.

“Birinci Obama paketi” daha açılmadan piyasalara nefes aldırdı. Darısı “ikinci Obama paketine”...

Yazının devamı...

Enflasyon iyi, faizler iner mi?

Enflasyon gerçekleşmesi Merkez Bankası’nın “beklediği” yönde oldu. Tüketici fiyatları (TÜFE) Ocak ayında yüzde 0.29, üretici fiyatları (ÜFE) ise yüzde 0.23 oranında arttı. Her iki endeksteki beklenti sırasıyla yüzde 0.13 ve sabit kalması yönündeyken, açıklanan rakamlar bu beklentilerin çok az üzerinde geldi.

Bu takamlarla yıllık TÜFE; Aralık ayındaki yüzde 10.1’den, Ocak ayında 9.5’e düştü. Aylık bazdaki artışa rağmen, yıllık ÜFE ise yüzde 8.1’den, Ocak’ta yüzde 7.9’a geriledi.

Özellikle TÜFE’nin beklentilerde yüksek çıkmasında gıda fiyatlarının yüzde 1.46 artmasın etkili olmuş görünüyor. Diğer yandan “kur geçişkenliği” etkisini göstermeye başlamış. Artışın alt kalemlerine bakıldığında; Ocak ayında dolar kurlarının 1.52’lerden 1.65’lerin üzerine çıkmasının, fiyatlama davranışlarında etkili olmaya başladığını görülüyor. Yine de bu etkinin çok da ciddi boyutlara ulaşmadığını söylemek mümkün.

Bu veriler doğrultusunda; MB’nin önceki üç ayda yapmış olduğu 375 baz puanlık toplam indirime bir 50 baz puan daha eklemesi yüksek ihtimal. Ancak yavaş yavaş dünyadaki deflasyon sürecinin sonuna yaklaşılıyor. Emtia, özellikle de bizi en fazla ilgilendiren petrol fiyatlarında 35 dolarlık “taban platosuna” gittikçe yaklaşıyoruz. Bundan böyle enflasyonla mücadeledeki küresel katkıların etkisi azalacaktır.

Bu ay yapılacak PPK’dan çıkacak karar; büyük ihtimalle indirimlerin sonuncusu olacak. Her ne kadar düşük bir ihtimal gibi gözükse de seçim döneminde olunmasından dolayı “son indirim” 100 baz puana bile çıkabilir.

Faiz indirimleri kurları etkiler mi?

Küresel krizin ortasında paraların “faiz esneklikleri” neredeyse kayboldu. Faizi pratikte sıfır olan dolar, faizi 2 olan euroya karşı 32 iş günü içinde yüzde 13.5’i aşan oranda; 1.47’lerden 1.27’lere kadar değer kazanabiliyor. Her ne kadar gelişmekte olan piyasalar bu durumdan “mecburen” ayrışsa da faiz indirimlerinin etkisi sınırlı kalıyor.

Dolar/euro paritesindeki hareketler, kurlar üzerinde faizlerden daha fazla söz sahibi. Önceki gün 1.2709’lara kadar gerileyen dolar, TL karşısında 1.6675’e kadar değer kazandı.

Pariteye baktığımızda 1.2850’nin üzerinde bir kapanış olması durumunda 1.3135’e hatta 1.3250’ye kadar bir yükseliş olabilir. Böylesi bir hareket kısa vadede dolar/TL kurları üzerindeki baskıyı hafifletecektir.

Paritenin yeniden 1.24’leri ziyaret ettiği sıralarda bir de MB’den yeni bir faiz indirimi gelmişse, TL’nin yeniden “strese” girmesi kaçınılmaz olacaktır.

Yazının devamı...

Piyasalarda kritik hafta!



Wall Street’te Dow Jones, 1970’ten bu yana en kötü Ocak ayını geçirdi

ve kritik seviye olan 8.000’den kapandı. Dow Jones, 7.940’ın altında kalacak olur ise; ki büyük ihtimalle olacak; bu hafta yeni diplere doğru bir hareketin başladığı hafta olabilir.

İç piyasa ise Davos’ta olanları henüz farkedemedi. 1999 yılında yaşanan depremin büyüklüğünü ilk günlerde farkedemediği gibi...

Piyasalar çok kritik bir haftaya başlıyor. Neden mi kritik? Her şeyden önce “Davos vakasının” hemen sonrasındayız. Diğer yandan Wall Street’te Dow Jones Endeksi; 1970 yılından (yüzde 7.6) bu yana en kötü Ocak ayı düşüşünü (yüzde 8.6) ve son krizdeki en düşük haftalık kapanışını yapmış durumda. Peki bu hafta düşüşün devamı gelecek mi?

Bu haftanın önemi hem dışarıdan hem de içeriden kaynaklanıyor.

Bu haftaya başlanırken; Başbakan Erdoğan’ın Davos’taki çıkışı, ardından İstanbul Metrosu’nun yeni istasyonlarının açılış töreninde yaşananlar ve de sonrasında söyledikleriyle; “Davos vakası”, IMF tartışmaları; nedenleri, niçinleri, perde arkaları, hazırlıklı mıydı tartışmalarıyla enine boyuna incelenmiş durumda.

Piyasa bunlara göre bu hafta için bir karar verecek. “Vakayı” kulak arkası mı edecek, yoksa “enine boyuna” fiyatlayacak mı? Olay önemli olmasına önemli de, piyasanın bunun nasıl fiyatlayacağı daha önemli!

Davos daha farkedilmedi!


1999 yılındaki Marmara depremini takip eden ilk iki günde, piyasalarda çok ciddi bir sarsıntı olmamıştı. Yollar deprem nedeniyle kapalı olduğundan; deprem bölgesi, helikopter çekimleriyle televizyonlara yansıtılıyordu. Yukarıdan yapılan çekimlerde bazı binalar yıkılmış ama 2-3 katlı evler yerinde duruyordu. “Hasar o kadar da büyük değil” diye düşünen piyasalar depreme (değil olumsuz) herhangi bir tepki vermemişlerdi. Ne zamanki yollar ulaşıma açıldı; helikopter çekimlerindeki 2-3 katlı evlerin, aslında ilk 4-5 katı yerle yeksan olmuş 7-8 katlı apartmanlar olduğu (ve de durumun gerçekten vahim olduğu) anlaşıldı, işte o zaman piyasalar “dağılmıştı”.

Korkarım “Davos vakası” da benzer bir durum. Cuma günü iç piyasalardaki tepkilerin sınırlı kalması biraz şaşkınlıktan, biraz da IMF anlaşmasının yakında yapılacağı beklentisindendi. Ancak son gelişmelerle yakın zamanda “yapılacağı fiyatlanan” anlaşmanın ertelenmesi ihtimalinin yükselmesi henüz fiyatlara yansımış değil! Buna bir de Wall Street’te yeni dip görülme ihtimalinin eklenmesi, bu haftanın önemini biraz daha artıyor.

Yeni diplere hareket başlayabilir...


Dow Jones’ta bu hafta içinde 7.940’ın altında bir kapanış olması 6 Ekim 2008 haftasından bu yana 8.000 seviyesini “eşik” kabul eden (17 Kasım’la başlayan haftayı saymazsak) piyasalar için “kötü” bir haber olacaktır. Her türlü çabayı göstererek günleri (ve de haftaları) 8.000 seviyesinin üzerinde kapatan piyasalar; hafta içinde yeniden 8.250’lere kadar bir zorlama yapacaklardır. Ancak haftanın kapanışı 7.940’ın altında kalacak olur ise; ki büyük ihtimalle olacak; bu hafta yeni diplere doğru bir hareketin başladığı hafta olabilir.

Dolar 1.75 TL’yi yeniden zorlar mı?

Davos vakası piyasalarda “kulak arkası” edilse dahi; ruble, kron, zloty ve forint’in geçtiğimiz haftayı zirvelerinde kapatmış olması; dolar/TL’de bir baskı yaratacaktır. 1.6650’nin üzerine çıkılması ve iki iş günü bu seviyenin üzerinde kapanışlar olması 1.75 seviyelerinin yeniden test edilme ihtimalini artırır. Bu ihtimalin geçtiğimiz haftadan sonra artık yükseldiği söylenebilir. Aşılması durumunda 2.00 TL’li seviyeler konuşulmaya başlanacaktır.

Bono faizi yükselebilir

Davos vakası ile piyasalarda tedirginliğin artıp artmadığı; kurlarda olduğu kadar, bono cephesindeki hareketlerden de gözlenecek. İMKB cephesinde hem hacim hem de cari seviyeler itibarıyla daha aşağı inilmesi; en azından hacimli olarak; bonoya oranla daha zor. Bono cephesi öyle değil! Bu cephede hızlı denebilecek bir satış ile 15.60 bileşik seviyesi geçilir, ardından da 17.70 seviyelerine kadar gelinebilir.

Yazının devamı...

IMF anlaşması seçim sonrasına mı kaldı?


Başbakan Erdoğan önceki günkü hareketiyle; en azından Türkiye adına; bu yılki Davos toplantılarını unutulmazlar arasına soktu. Konuşma süresiyle başlayan, sözünün kesilmesi ile devam eden gerginlik sonrasında Başbakan; İsrail’e “siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz” gibi çok sert ve diplomatik teamüllerin çok ötesinde bir söylem kullanarak, toplantıyı öfkeyle terk etti. Sert bir tepki vermek; fevri bir tavırdan çok, önceden planlanmış bir davranış gibiydi. Elindeki notlara bakarak Tevrat’tan “öldürmeyeceksin” emrini okuyacak şekilde hazırlanmışsanız, yaşananları sadece “fevri” bir hareket olarak açıklamak zorlaşıyor!

Tam olarak yerel seçimlere yönelik bir şov da denemez buna! Saadet veya CHP’ye karşı bir hareket için neden Davos’u seçesiniz?

İslâm dünyasındaki ülkeler tarafından coşkuyla karşılanan bu davranış, bölgedeki siyasi liderliğe yönelik bir adım mı? Ya da böylesi bir liderliği; Davos’ta bir toplantıyı öfkeyle terk etmek ya da İsrail’in Gazze’ye ilk saldırısı sonrasında; “Gazze’ye yapılan saldırı bize karşı da yapılmış bir saldırıdır” diyerek bu kadar kolay ele geçirme şansı olabilir mi?

Yıllara dayalı uzun vadeli bir planla ulaşılabilecek bu amaca bu kadar kolay ulaşılabilir mi? Bütün dünyaya kafa tutarak nükleer “gücünü” arttırarak bölge liderliğine “oynayan” İran, buna ne kadar müsamaha gösterir. Ayrı bir tartışma...

Önceki günkü basit bir “öfke patlaması” değildi. Bu başka bir şeydi! Ne olduğunu seçimlere doğru daha net olarak anlayacağız. Bu arada Perşembe itibariyle netleşen bir konu oldu:

IMF anlaşması yerel seçimler sonrasına kaldı!

Bu sadece bir tahmin. Ancak “Davos vak’ası” sonrası mecburen güçlenen bir tahmin.

IMF Başkan Yardımcısı Lipsky ile iki saatlik toplantı ve IMF’nin seçimler öncesi uygulanması hayli zor olacak bir program önerdiği dedikoduları, önce 10 gün ardından 2 hafta sonra yapılacak denilen ve adeta “ipe un serme” tarzı tavırlar seçim sonrası imzalanacak bir anlaşmayı işaret ediyor. Acaba Başbakan’ın agresif tavır ve politikalarında; piyasa koşullarının, kamu maliyesinin rakamları ve IMF şartlarının ne kadar payı var?

Kısa vadede olayın ne gibi etkileri olacağını piyasalar tartmaya ve bunu fiyatlamaya çalışacaktır. İlk tepkiler “sınırlı” kalsa da IMF anlaşılmasının gecikecek olması ve diğer piyasalardaki gelişmeler önümüzdeki günlerde Türk piyasalarını büyük ihtimalle zayıflatacaki olumsuz etkilecektir.

Bir yandan İsrail-Gazze gerginliğinde Başbakan’ın izlediği politika, diğer yandan gecikecek (halen daha yapılmayacak olması en küçük olasılık olarak bile fiyatlanmıyor!) IMF anlaşması ve son olarak da doğu Avrupa para birimlerindeki hareketlerin içeride kur ve borsa üzerine etkileri mutlaka olumsuz yansıyacaktır.

Yazının devamı...

Kriz, enerjide fırsata çevrilebilir mi?

Rusya ile Ukrayna arasındaki doğalgazda yaşanan sorunlar artık sıradan hale geldi. Son dört beş yıldır; ya arz ya da fiyat yönünden; kışın en “kara” olduğu zamanlarda hep bir sorun çıkıyor. Enerji ihtiyacının üçte ikisini ithalatla karşılayan, enerji talebi her yıl yüzde 8 büyüyen, elektrik üretiminin yüzde elliden fazlasını doğalgazdan sağlayan Türkiye için enerji güvenliği gittikçe daha fazla önem kazanan bir konu olmaya başladı.

Diğer yandan petrolünün yüzde 90’ını, doğalgazın ise neredeyse tamamını ithal eden Türkiye için, petrol fiyatlarındaki yükselişler de hiç de hesapta olmayan ek maliyetler getiriyor. Petrolün varil fiyatındaki 1 dolarlık artış 180 milyon dolarlık bir ek yük getiriyor. Özellikle 2008’deki 145 dolarlar gibi “manipülatif” fiyat hareketlerinin yaşandığı dönemlerde, dışa bağımlılığımızdan dolayı enerji faturamız bir anda kabarıyor. Cari açığımız ve buna bağlı olarak da ekonomik kırılganlığımız artıyor.

Türkiye, enerji kaynaklarını çeşitlendirmek zorunda! Hem fiyat istikrarı hem de arz güvenliği açısından yurtiçindeki imkânlarını harekete geçirmeli. Bu çerçevede rüzgâr, güneş ve hidro gibi yenilenebilir enerji kaynaklarında olduğu gibi nükleer enerji konusunda da adımlar atılıyor. Hafta başında bu konudaki ilk teklif alındı. Nükleer santrali kuracak olan konsorsiyum üretilecek elektrik için 21.16 dolar centlik (tahminlerin çok üzerinde) alım garantisi istiyor. Buna karşın yenilenebilir enerji kaynakları için hazırlanan kanun tasarısında düşünülen minimum alım garantileri bu rakamın çok altında:

Euro cent(kWh)

Hidroelektrik 5.0

Rüzgar 6.0

Jeotermal 7.0

Güneş 22.0

Biyokütle 7.0

Çöpgazı 5.5

Nükleer bir yana çevre koşullarını ve gelecek nesilleri düşünerek, yenilenebilir kaynaklara öncelik vermemiz gerektiği ortada. Biyokütle ve çöpgazı iyi bir alternatif olabilir. Ancak Avrupa’nın İngiltere’den sonra; sürekli ve güçlü ikinci rüzgar potansiyeline sahip Türkiye için, rüzgârdan elektrik üretmek çok daha akıllıca görünüyor. Zira rüzgâr hem sürekli, hem doğal hem de “bedava” bir kaynak. “Hammadde” için herhangi bir para ödemenize gerek yok. Güneş için de aynı varsayımlar geçerli olmakla birlikte 1 megawatt rüzgârdan elektrik üretmek için 1.4 milyon euro yatırım yapılması gerekirken, bu tutar güneş için 4-4.5 milyon euroya kadar çıkabiliyor.

Başbakanımız; krizin fırsata çevrilmesinden söz edip durdu. Paranız yoksa bu çok zor. Ancak yine de yapılacak şeyler var. Ekonominin yeniden toparlanacağı günlere şimdiden hazırlanmak mümkün.

Nükleerde ulaşılması beklenen 12 dolar cent seviyelerine denk; 8-9 euro cent seviyeleri rüzgâr veya diğer yenilenebilirlere verilse; belki de nükleerden çok daha kısa zamanda ve çok daha “çevre dostu” çözümlerle dış bağımlılığımızı azaltabileceğiz.

Yazının devamı...

Bu hafta “yeni zirve” görür müyüz?


Geçtiğimiz hafta gelişmekte olan ülkelerden Polonya, Çek Cumhuriyeti, Rusya ve Macaristan para birimlerinde yeni zirveler görüldü. TL, G. Afrika ve Brezilya para birimlerinde kısa süreli yükselişler olsa da “yeni zirvelerden” uzak bir seyir izlendi.

Yeni zirve görmemiş olan para birimleri arasında TL en “rahatsız” olanı. Brezilya Merkez Bankası’nın 100 baz puanlık indirimi sonrasında; Türkiye, en yüksek faiz veren ülke olma liderliğini yeniden kazandı. “Global sıfır faiz” politikasının uygulandığı günümüzde; bu denli yüksek faiz, en azından “kurlara” olan baskının sınırlı kalmasına yardımcı oluyor!

Peki faiz nereye kadar destek olabilir?

Çok da uzun boylu değil!

Faiz kadar, IMF anlaşmasının bu hafta ya da önümüzdeki hafta imzalanacak olması önem kazanacak. IMF anlaşmasının “nihayetlendirilmesi” için çok da fazla bir zaman kalmadı! Bu hafta içinde IMF ile yeni bir stand-by anlaşması imzalanmazsa; dolar/TL kurlarında yeniden 1.7530 seviyelerinin test edilmesi şaşırtıcı olmayacak!

Dolar/TL kurlarındaki “rahatsızlık” faizle “tedavi edilmesi” tam olarak mümkün değil. Yine de en iyi tedavi aracı olarak IMF anlaşması öne çıkıyor!

Yanlış anlaşılmasın! Bu hafta içinde, özellikle de haftanın ikinci yarısında anlaşmanın imzalanması, kurları bir anda 1.50’nin altına indirecek değil! Sadece 1.75’in aşılmasının ve “yeni zirve” görülmesini engelleyecektir. Eğer anlaşmanın imzalanması gecikir, ya da diğer gelişmekte olan ülke para birimlerinde (özellikle Brezilya ve G. Afrika) yeni zirveler görülecek olursa; ya da Rusya’da devalüasyon hızlanacak olursa; TL kurlarında da 1.84 ya da 1.91 görülebilir.

IMF ile anlaşılması durumundaysa kısa süreli bir “rahatlama” ve bu sırada da 1.5270 seviyelerine kadar bir düşüş yaşanabilir.

Aldatıcı olmasın, bu seviyenin uzun süre korunması; diğer gelişmekte olan ülkeler göz ününe alındığında; söz konusu değil.

Rus Rublesi, Polonya Zlotisi, Çek Kronası ve Macar Forint’i yeni zirve görürken TL’nin uzun süre “değerli” kalması söz konusu olamaz! Hatta kısa süreli “IMF baharı” sonrasında, TL’nin de diğerlerine katılması kimseyi şaşırtmasın!

İMKB için de bir yol ayrımı söz konusu!

Geçtiğimiz haftayı, düşüşe en fazla direnen borsa olarak geçiren İMKB adeta IMF anlamasını bekler gibiydi! Dow Jones aşağı, İMKB yukarı, Dow Jones aşağı, İMKB yatay!...

Geçen hafta İMKB; sırf IMF aşkına; başarılı bir direniş gösterdi. Anlaşmanın bu hafta içinde resmi olarak imzalanması ya da “anlaşıldığının” resmi olarak açıklanmasıyla İMKB 100 Endeksi kendine bir yol çizecek.

Teknik ve de temel olarak bu hafta için İMKB 100’ün önünde iki seçenek var. Anlaşma imzalanır, hava “bahara çalarsa” düşüş sırasında 27.727 ile 27.360 boşluğu kapatacak bir yükseliş yaşanabilir. Yok eğer anlaşma gecikecek, ya da diğer piyasalarda olumsuz bir hava yaşanacak olur ise bu kez de 22.257 ile 22.603 arasındaki boşluğu kapatacak bir hareket görülebilir.

İMKB 100 için; Dow Jones’un geçtiğimiz hafta 8.000’in altına inmemek için gösterdiği direnç de önemli destek sağlayacak. Bu denli “inatçı” direnç, ABD piyasalarını bile yukarı döndürebilir. Dow Jones’ta yeniden 8.480-8.550 aralığının test edilebilir. 8.450’nin üstüne geçilememesi “yeni dip” ihtimalini büyük oranda artıracaktır. İMKB de bundan nasibini mutlaka alacaktır. Malum Türkiye’nin IMF ile yapacağı anlaşma, ABD piyasalarının pek umurunda değil, hatta hiç umurunda değil. Sakın ola ki aldanmayalım, “uzun atlamayalım”!

Yazının devamı...

Nihayet Obama işbaşı yapıyor!

Salı günü ABD’nin yeni başkanı yemin edecek. Aynı tarih itibarıyla; ABD’nin “modern zamanlarda” karşı karşıya kaldığı en büyük ekonomik krizi yani “enkazı”da devralıyor. Her ne kadar çok zor bir sorunla karşı karşıya olsa da, hemen herkes kendisine “yardımcı” olmaya hazır. Artık senatodaki çoğunluk da Obama ile aynı partide. Bu da Obama’nın krizi fırsata çevirme ihtimalini artıran bir durum. Bu durumu iyi analiz etmiş olan piyasalar yılbaşında kısa da sürse bir “Obama rallisi” yaşadı. Yemin törenin olduğu bu hafta boyunca da benzer bir “hava” yaşanabilir. Ancak bu havanın uzun süre devam etmesi hayli zor. Zira her türlü olumlu haberi satın almaya çabalayan piyasalar, ne yazık ki elle tutulur iyi bir haber bulamıyor.

Obama’nın görevi devralması da kısa zamanda rakamlarda önemli bir değişiklik yap(a)mayacaktır. ABD piyasalarında yeni diplerin Obama’nın ilk aylarına rastlama ihtimali de bu beklentiden kaynaklanıyor. Bu haftaya baktığımızda Obama rüzgarına rağmen Dow Jones Endeksi’nde 8.545 seviyesinin aşılması zor görünüyor.

Ancak aşağıda 7.695 (7.770 diyelim) seviyesi oldukça önemli. Hafta sonuna doğru bu seviyelere inilmesi ve özellikle de bu seviyenin altında günlük kapanış olması durumunda, yeni diplere doğru hızlı bir hareket yaşanabilir.

Gelelim bizim piyasalarımıza...

İMKB 100’de düşüşe direnme çabaları devam ediyor. 200 baz puanlık faiz indirim; sanki başka bir ülkede yapılmış gibi; borsayı hemen hemen hiç etkilemedi. Saman alevi gibi bir yükselişin ardından, borsa hemen eski mecrasına geri döndü. Bu denli önemli yerel değişikliğe rağmen yine herkez yönünü yurt dışına çeviriverdi. Yine DAX, yine Dow Jones borsanın seyrinde daha etkili oldu. Obama’nın “işbaşı yapması” piyasalara geçici bir moral verir ve küçük bir coşku yaşanırsa İMKB 100’de; iki hafta önceki düşüş sırasında 27.727-27.360 arasında oluşan boşluğu kapatacak bir yükseliş yaşanabilir. Ancak bu ihtimal bence düşük. Aşağıda izlenmesi gereken seviyeler daha önemli. 23.500’ün altındaki bir kapanış, İMKB için de daha düşük seviyeleri resmin içine sokacaktır. Faiz cephesi oldukça önemli seviyelere yaklaşıyor! MB’nin 2 puanlık “tarihi indiriminden” sonra yüzde 14.75 seviyelerine kadar düşen gösterge bono bileşik faizlerinde yüzde 14.15’e kadar gerileme ihtimali var. Ancak 19 Kasım’daki yüzde 22.50 seviyelerinden bu yana adeta soluksuz düşen bono faizlerinden bazı kurumların; özellikle de yabancı yatırımcıların; “kâr realizasyonuna” gitme ihtimalleri bence artıyor.

Neden derseniz? Yandaki haberin tablosundan da görüldüğü üzere artık en yüksek reel faizi “vaat eden” ülke biz değiliz. Brezilya artık başı çekiyor. Bu arada Rusya, Polonya ve Çek Cumhuriyeti’başta olmak üzere bazı gelişmekte olan ülkelerin para birimlerinde geçtiğimiz hafta önemli hareketler yaşanmaya başladı.

Bu hareketler önce bu ülkelerde para birimlerine daha da baskı, ardından da politika faizlerinde yükselişlere yol açacaktır. “Rekabet avantajını” kaybedecek Türk piyasalarında satışların görülmesine neden olabilir. Dolar kurlarında haftanın ilk günlerinde 1.62’nin üzerinde kalınır ve 1.65-1.6640 aralığına doğru bir hareket yaşanacak olursa böylesi bir satış hareketinin başlıyor olduğundan şüphe etmekte fayda var.

Yok eğer Obama “iyimserliği” bize de yansıyacak olursa; 1.5890 hatta 1.5750 seviyelerine kadar kısa süreli de olsa düşüşler görebiliriz.

Tüm bunların arasında “devalüasyonu devam eden” rubleyi de göz ucuyla izlemek gerekiyor!

Yazının devamı...

Merkez Bankası sürprizleri “üçledi”!

Son sözü, baştan söylemekte fayda var; iyi de yaptı!

İlk olarak Kasım’da; piyasaların hiç beklenmediği bir zamanda; önce 50, ardından; Aralık’ta gelen 125 ve son olarak da 75-100 baz puan arası beklenirken gelen 200 baz puanlık indirim. “Üçleme” tamamlandı. Anlaşılan MB; çoktan geç bile kaldığı; “Önden yüklemeli- Front Loaded” programı benimsemiş ve gereklerini yapıyor. ‘Merkez bankalarının kararlarında sürpriz olmalıdır’ savı da; böylelikle hayata geçmiş oluyor. Borç alma ve de borç verme faizlerindeki 200 bp’lık indirim sonrasında; borç alma faizi yüzde 13’e, borç verme faizi de 15.50’ye inmiş oldu. (Bileşik bazda da sırasıyla 13.88 ve 16.76)

Gerçi her iki faiz oranı da “haftalık repo ihaleleri” çerçevesinde dönen “gerçek hayatı” tam olarak yansıtmıyor. Bu ihalelerde oranlar genellikle MB’nın borç alma faizine yakın oluşuyor. Nitekim; indirim sonrasında; Cuma günü yapılan ihaledeki basit oran yüzde 13.53, yıllık bileşik bazda da 14.49 olarak gerçekleşti. Kasım ayından bu yana bono almış ve bunu MB’nı açmış olduğu repo ihaleleriyle fonlayan bankalar bu sayede ciddi kârlar elde etti.

Peki neden bu denli sert ve yüksek indirimler?

Başta petrol olmak üzere emtia fiyatlarının düşük seyretmesi nedeniyle, enflasyon endişelerinin hafiflemiş olması rol oynamış olabilir mi? Ya da IMF? MB, anlaşmanın yapılacağını ve piyasaları rahatlatacak bir kaynağın geleceğinden haberdar olmuş ve bu nedenle de önceden faizleri inidiriyor olabilir mi?

Ya da MB’nin en azından 2001’den bu yana hemen hemen hiç dile getirmediği ancak son global kriz nedeniyle daha fazla öne çıkan “büyüme” kaygıları rol oynamış olabilir mi?

Tüm bunların hepsi 200 baz puanlık “şok” indirimin ardındaki sebepler. Ancak yukarıdaki sebepler kadar geçerli hatta daha da önemli bir faktör de yerel seçimler olabilir mi?

Hem global hem de yerel sebeplerden dolayı büyümenin yüzde 1’li seviyelere gerileyeceği hatta negatif seviyelere ineceği endişesi; MB’nın bu denli sert bir karar almasında etkin olmuş olabilir mi? Bu ihtimal hiç de düşük değil ve alınan kararın ardındaki önemli “politik” sebeplerin başında da bence bu durum geliyor!

Yapılan açıklamalardan önümüzdeki dönemde de indirimlerin devam edeceği anlaşılıyor. Yanlız bundan sonraki indirimler bu denli “bol keseden” olmayabilir.

Radikal faiz indirim kararı sonrasındaki kur hareketleri MB’nın “korkularının” yersiz olduğunu gösterdi. Hatta “korkulanın” tersine TL değer bile kazandı. 200 bp’lik indirim sonrasında kurlar bir ara 1.5950’lere kadar geriledi. Dünyadaki en “garip” faizi nedeniyle ortaya çıkan bütçe açığı probleminin “iyileşeceği” beklentisi TL’nin “dirençli” davranışının ardındaki önemli etkenlerden birisi. Bundan böyle diğer gelişmekte olan ülkelerdeki (özellikle Rusya, Brezilya, Güney Afrika ve Avustralya gibi hammadde ihracatçılarındaki) gelişmeleri yakından izleyeceğiz. Halen daha yüksek olan “reel faiz” seviyemiz, dünya da “sıfır” faiz politikası sürdüğü sürece bizi az da olsa darbelerden koruyacaktır!

Bundan böyle; 200 baz puanla cesur bir karar alan ve “Karar budur” diyen MB’sını, daha da yakından izlemek gerekecek.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.