Şampiy10
Magazin
Gündem

2009’un hesabını veriyorum...

Alışılageldiği üzere yeni yıla dair tahminler açıklanıyor. Pazar günü 2010 yılına dair tahminler de Vatan’da yayınlanacak. Ancak öncesinde geçen yılki tahminlerin bir özeleştirisini yapmak, hesabını vermek gerektiğini düşünüyorum.

Paket üstüne paket açıklanacak!...

Amerika’nın tercihi, yılın nasıl geçeceğini belirleyecek!.. Eğer Obama cesur davranıp; “gerçek tedaviyi” benimserse (her ne kadar bunu seçmemiş olsalar da) krizin en derin noktasını (dibi) ilk çeyrekte; bilemediniz en fazla ikinci çeyrekte görüp, hızlı bir “dirilişe” bile şahit olabiliriz... Hangisi tercih edilirse edilsin, 2009’da ABD borsalarında yeni dip(ler) görülecek! Ama Ocak ayının ikinci yarısında, ama yılın 2. çeyreğinde... Zamanlama ve seviye; yukarıdaki “pansuman/gerçek tedavi” tercihine bağlı olacak. Seviye olarak benim öngörüm Dow Jones’ta 6.850-7.200 aralığı; S&P’de ise 700 (+/- 20 puan) seviyeleri. Hedef seviyeler ve zamanlama çok da başarısız sayılmaz...

2008’de alınan ve alınacağı “vadedilen” önlemler (ancak dipler görüldükten sonra) yılın ikinci yarısından itibaren etkisini gösterecektir. Piyasalar önemli ölçüde ikinci yarıda iyi performans gösterdi.

Gelişmiş ekonomiler resesyonla mücadele ederken, 0 (sıfır) faiz politikası küreye hakim olacak gibi görünüyor. Nitekim halen daha “sıfır faiz” politikaları sürüyor!

Yılın ilk yarısında deflasyon nedeniyle; emtialar başta olmak üzere tüm “kürede” fiyatlar düşerken, 2010’a yaklaşıldığında ya da girerken yeniden “enflasyon” tartışıyor olabiliriz! Olmadı!

Japonya’nın son 15 yılda yaşadıkları ve Karl Marx bu yıl en fazla okunanlar arasında olacak! Japonya yılın sonunda bile halen daha tartışılıyor, Marx “çok satan” olamadı!

Navlun ücretlerinin rekor seviyede düşmesi Çin’in işini kolaylaştırırken, (rekabette) uzaklık dezavantajı önemli ölçüde azaltacak. Çin ucuz navlunu, ucuz hammadde toplayıp depolamak için kullandı!

Gelişmekte olan ülkeler büyüme konusunda G-7’lerden daha şanslı ve başarılı olacaklar, ancak onlar değil dünyayı, kendilerini bile doğru dürüst kurtaramayacaklar! Önümüzdeki yıl için de bu “payanda senaryosu” konuşuluyor, ancak geçen yılki tahmin bu yıl için de aynen geçerli olacak!

Nokta tahminlere gelince...

- Borsalardaki dipler, ilk çeyrekte görülebilir. Gerçekleşti.

- Dolar, euro karşısında yılın ilk çeyreği veya yarısında; 1.15-1.20 aralığına kadar değer kazanabilir. Olmadı! Ardından 1.50’nin üzerine çıkar 1.5145 görüldü. Yeni rekor bu sene zor! Yeni rekor kırılmadı!

- Altın; borsalarda yeni dipler görülürken 900 dolarların üzerine çıksa da hemen ardından 600-650 dolarları test edebilir. Ne büyük yanılgı! 2010 başlarındaki muhtemel “enflasyona geçiş döneminde” de yeniden 1.000 dolarlara doğru bir hareket görülebilir. 1.226 bile görüldü (Altın bu yılın en büyük yanılgısı oldu benim için)

- Petrol 35 doların altında fazla kalamayacak, ikinci çeyrekte 60 dolarları görebilir! İkinci yarıda 82 dolar bile görüldü.

Ya Türkiye...

Hükümetin yüzde 4’lük büyüme hedefi hayal olarak kalacaktır! Yüzde 5’ten fazla küçüleceğiz!

Avrupa bölgesindeki resesyonun “uzaması” Türk ihracatçılarının işini zorlaştıracaktır! (İhracat yüzde 30’dan fazla düştü)

Yerel seçimlerden çok önce (muhtemelen Şubat başında) IMF ile anlaşma imzalanacak! Bir büyük yanılgı daha.

TCMB gecelik faizleri en az 250 baz puan daha indirir. Kaç 250, geçen yıl 650 baz puana ulaştı.

Dolar/TL kurlarının ama şu ama bu sebeple; 1.75’lerin üzerine geçilmesi (ki önümüzdeki yıl için 1.45-1.75 “makul aralık” olacaktır) durumunda; 2.05’lerin konuşulduğu gergin günler yaşanabilir! Fena bir bant aralığı değilmiş!

İMKB 100’de... Yeni dipler görüldükten sonra; üçüncü veya dördüncü çeyrekte 38.600 seviyeleri test edilirse, bu da beni şaşırtmayacaktır! Geçen yılın sonunda bakıldığında 38.600 çok iyimser gibi görünürken, gerçekte hayli çok kötümser bile kaldı. 52 binlere gelindi, asıl bu beni şaşırttı!

Küresel ısınmanın kontrol altına alındığı,

Petrole alternatif bir enerji kaynağının bulunduğu,

Ekonomik olarak büyüdüğümüz,

Şanslı, sağlıklı, keyifli bir yıl olsun 2010...

Yazının devamı...

Borsada yıl sonu sığlığı...

Finansal piyasalarımız için en sık duyulan eleştirilerden birisi “sığ piyasa” olduğumuzdur. Hem finansal ürün çeşitliliği, hem de işlem hacmi açısından batıdaki piyasalarla kıyaslanarak yeterince derin olmadığımız söylenegelir...

Bana göre bu sav; özellikle 2000 yılı sonrasında; geçerliliğini yitirdi. 2000 yılı öncesi Rusya piyasasını, 2005’lerdeki Londra petrol piyasasını ve son olarak da en derin piyasalar olarak varsayılan ABD’deki borsalarda bu yılki işlem hacminin yüzde 60’ından fazlasının tek başına Goldman Sachs tarafından yapıldığını gördükten sonra bizim piyasalarımızın derinliğine haksızlık edildiğini düşündürüyor.

Para piyasalarımızda belki yeterince ürün ve derinlik olmayabilir. Özellikle bankacılık sistemindeki ortalama mevduat vadesine bakıldığında bunun sebepleri az çok anlaşılabilir. Ancak döviz, hisse ve bono piyasalarımızın derin olmadığını söylemek bence haksızlık. Zira piyasalara girmek ya da çıkmak isteyenler her zaman alıcı ve satıcı bulabiliyorlar. Hatta krizin en derin olduğu zamanlarda bile... Ancak bu piyasalarda derinliğin temin edilmesinde kimin payı var derseniz, o da ayrı bir tartışma konusu. Zira son günlerdeki tabloya baktığımızda, azalan işlem hacmi ilginç bazı şeyler söylüyor. Hem İMKB’ye hem de VOB’a baktığımızda endekslerin/fiyatların artmasına karşın, işlem hacimlerinde ciddi düşüşler gözleniyor.

İMKB’deki işlem hacmi düşüşü görece olarak sınırlı kalırken, VOB’daki gerileme çok daha fazla dikkat çekici. “Tek kontrat borsası” durumundaki VOB’daki yakın vade İMKB 30 kontratındaki işlem hacmindeki azalış neredeyse dramatik.

Sanmayın ki yakın vade (Aralık) kontratındaki işlem hacmi azalırken, Şubat vadedekinin işlem hacmi artıyor.

Böyle bir şey de olmuyor. Perşembe günü Aralık kontratının sonuna geliniyor. Kontratlar arasındaki değişim nedeniyle bugün/yarın bu kontratın işlem hacminde sıçrama olsa da bu durum işlem hacmindeki düşüş gerçeğini değiştirmeyecektir. Olan biten tek bir şey söylüyor: Yabancılar yoksa, işlem hacmi sert bir şekilde düşüyor!

Onlar ne zaman tatildeyken bizim piyasalarımız açıksa piyasalarımızdaki hacim düşüyor. Özellikle de Batı dünyasındaki en “ortak” tatil dönemi olan Noel ve yılsonu dönemlerinde.

Onların olmadığı günlerde yerli katılımcıların gücü, piyasaları hareketli tutmaya ne yazık ki yetmiyor. Her ne kadar İMKB ve VOB, Türkiye’de kurulmuş olsalar da sadece işlem hacimlerindeki düşüşlere baktığımızda bile aslında bu piyasaların yabancılara “ait olduğunu”, onların hakimiyetinde olduğunu bir kez daha görüyoruz. Sanki bizim değil de elalemin borsaları bunlar...

Böyle günleri gördükten sonra; yabancıların bu denli hakim olduğu bir piyasaya bakarak; tüm ekonomi hakkında fikir yürütmenin ne denli yanıltıcı olacağı anlaşılıyor. Özellikle de reel ekonomik faaliyetler borsayı birbirine karıştıran, borsadaki performansı ekonomik başarı olarak algılayan politikacılar için...

Yazının devamı...

Küresel yıl sonu kapanış mafyası

Yılın son haftası... Piyasaların da yılı kapatacağı haftadayız. Neredeyse Aralık ayının başından bu yana “yatay” denebilecek bir rota izlendi. Mart ayından bu yana yaşanan “ayı piyasası” rallisinde önemli bir düzeltme olmadı!

Yılın bitmesine bu kadar kalmışken de kimse tekere çomak sokmak istemiyor, istemeyecektir de... Şurada kalmış “hacimsiz-çelimsiz” 4 (dört) ‘kel’ gün. Defterler neredeyse kapatılmış, kârlar ve de dolayısıyla bonuslar hesaplanmış. Herkes belli ki halinden memnun. Yılın başında ölümü görmüş olanlar bile, bugünlerdeki sıtmaya çoktan razılar.

“Kapanış mafyası” devrede

Hazır önümüzdeki yıl ekonomilerin pozitif büyüme rakamları “üreteceği” (her ne kadar bu önemli ölçüde baz etkisinde kaynaklanacak olsa da) senaryoları etrafta uçuşurken kimse gelecek yılı düşünmüyor. Yeter ki bir kaza bela çıkmadan bu yıl iyi kapansın. Hatta mümkünse yeni yıla olabildiğince yüksek seviyelerden başlasın ki düşüşlerdeki dip seviyeleri bile yukarıda kalabilsin.

Borsacılar arasında bir deyim vardır. Özellikle kredili işlem yapanların teminat olarak gösterdikleri hisse senetlerinin teminat değerleri, seans/gün kapanış fiyatlarından hesaplandığından dolayı; kapanış fiyatlarının yüksek olması, hem kredi kullananlarının hem de verenlerin hoşuna gider. Kredi kullanan daha fazla kredi kullanabilir, veren de kendini daha güvende hisseder. Bu nedenle de kapanış saniyelerinde genellikle satıştaki fiyatlardan işlemler geçer. Bu da hisselerin ve de dolayısıyla endekslerin son bir “atakla” daha yüksek kapanmasına neden olur. Bu saiklerle işlem yapanları piyasa katılımcıları mecazi olarak “kapanış mafyası” olarak nitelerler.

Bugünlerde tüm küresel piyasalarda olanlar “yılsonu kapanış mafyası” yakıştırmasını hatırlattı. Yılın son virajına girilmişken, kapanışların yüksek olabilmesi adına “mafya” elinden geleni yapıyor, yapacak da...

Üstelik bu kapanış mafyası “küresel”. Kürenin her yerinde “örgütlenmiş” durumdalar. Doğudan-batıya, kuzeyden-güneye tüm finansal piyasalarda varlar. Aslına bakarsanız bencilliğin hakim olduğu heryerdeler ve gerçekte hepsi de birbirinden habersiz. “Ortak akılla” bunları yapıyorlar dense hatalı olmaz. Zira hemen her piyasada “boğa” psikolojisiyle fiyatlar ne kadar yukarı giderse, servetler o kadar büyüyecek, eh, malumunuz bonuslar da...

Noel arifesinde; ABD piyasalarının adeta kendilerine hediye vermek istercesine Dow Jones’ta 10.520 ve S&P’de 1.126 ile yılın en yüksek kapanışlarını yapıyor olması da bu “oluşumun” üyelerinin bir marifeti gibi geliyor bana. Bu hafta boyunca da bu “mafyanın üyelerinin” değişik eylemlerine tanık olacak gibiyiz!





Altında düzeltme yaşanabilir

Euro/dolar paritesinde 1.4210’un (200 günlük hareketli ortalama) altına inilmesinin hayli zor olduğu bir ortamda; son 15 iş gününde yaşanan sert düşüşün 1.4570’lere doğru bir düzeltmesini görebiliriz. Benzer bir zamanlama ile 1.075’e kadar düşen altın fiyatlarında da 1.133 dolar seviyelerine doğru bir düzeltme yaşanabilir. Bu düzeltmelerin de ötesine geçecek “eylemler” görürsek de şaşırmayacağım. Örneğin S&P 500’de 1,160 seviyesinin test edilmesi gibi...





İçerisi karışık!

Açılım karmaşasına bir de ordu/sivil gerginliği eklenince politik tansiyon iyiden iyiye yükseldi. Ankara’daki toz bulutu değil. Daha çok İstanbul’da örgütlenmiş ve bu yılı cari seviyelerden kapatmak isteyen “küresel yıl sonu kapanış mafyası” büyük olasılıkla Ankara’daki toz fırtınasını da görmezden gelecek ve adeta hiçbirşey yokmuşcasına İMKB’yi de diğer piyasalara “eklemleyeceklerdir”. Polika cephesindeki karışıklıkların olası etkilerini yeni yılda yaşamaya başlıyor olabiliriz. Bu hafta boyunca 2010 tahminlerine detaylı şekilde değineceğim...

Yazının devamı...

Piyasalar yılı nasıl kapatacak?

Bizleri doğrudan pek ilgilendirmese de bizim piyasalarımızda yatırım yapan yabancı yatırımcıların önemli bir kısmı için önemli bir tarih 25 Aralık yani bu Cuma günü. Tatil döneminin başlangıcı... Batı dünyası bu haftadan itibaren pek “istekli” çalışmaz. Piyasalardaki işlem hacimleri önemli ölçüde düşer. Bu hafta ve önümüzdeki hafta bazı piyasalarda, ya da bazı emtia/ürün/hisselerde normal seyrin dışında hareketler görülecektir. Özellikle de görece olarak sığ olan ya da “tatilde olmayan” piyasalarda.

Tıpkı geçen Cuma günü İran silahlı kuvvetlerinin, Irak sınırındaki bir petrol kuyusunu ele geçirdikleri haberinin petrol fiyatlarını yükseltmesi gibi. Haberden çok Ocak vadeli ABD ham petrol kontratlarında vade sonuna gelinmiş olması. Tatil nedeniyle pozisyonlarını kapatmak isteyenler, İran-Irak haberleriyle gerilince fiyatlardaki volatilite artıyor. İran askerleri 50m (elli metre) geri çekilmişler, bakalım fiyatlar düşecek mi? Göreceğiz!

Bu hafta da yıl sonunu “iyi kapatma” çabalarının sürdüğüne tanık olacağız. Batı dünya piyasaları için son 8, bizim için ise son 9 iş günü. Hisse senedi piyasalarında ay başından bu yana gösterilen çabaların meyvelerinin toplanacağı günlerdeyiz. Kimse piyasalarda önemli düşüşler görmek istemiyor.

Geçtiğimiz hafta başında Dubai’den gelen bonoların ödeneceği haberi piyalara “ilaç gibi” gelmişti. Ancak bu hafta sonu; Dubai’deki toz bulutunun henüz daha yatışmamış, geleceğe dair belirsizlik ve bu durumun bankaların bilançolarına olumsuz yansıyacak olması, Dubai başta olmak üzere Birleşik Arap Emirlikleri’nde borsaları geriletmiş. Dünkü kapanış bazında Dubai borsasındaki kayıp yüzde 2.51’i bulmuş.

Bu haber bizim piyasalarımıza yansır mı? Pek sanmıyorum. En azından İMKB cephesindeki 50 binin üzerinde kalma “savaşı” bu hafta da sürecektir. Bu hafta boyunca 50 bini dip yaparak, 50.000-51.250 bandı korunmaya çalışılacak gibi. Özellikle de Noel nedeniyle batıdaki piyasaların kapalı olduğu haftanın son günü bu çabaların daha da arttığına tanık olacağız diye düşünüyorum.

Faiz cephesindeki hareket özelllikle önümüzdeki yıl açısından önemli. Yıl sonu hasebiyle kâr realizasyonu nedeniyle geçtiğimiz hafta 9.50 bileşik seviyelerine kadar çıkan bono faizleri, satışların devam etmesi durumunda 9.75’lere kadar yükselebilir. Bu seviyelerin kalıcı olması hayli zor. Zira ağırlıklı olarak bono pozisyonu taşıyan yerli bankalar yılı “iyi kapatabilmek için” bono faizlerinde yükselişi önleyecek daha defansif stratejiler izleyeceklerdir. Faizler, yılı büyük olasılıkla 9.25 - 9.50 bileşik bandında kapatacaktır.

Tüm piyasalar içinde belki en sakin kalacak olan kur cephesi gibi görünüyor. Doların, euro karşısında 1.5140’tan 1.4260’a kadar (yüzde 5.82) değer kazanmasına, bu sırada Dubai fırtınasına direnen TL için bu hafta da 1.5295 seviyesi kritik olacak! Bu hafta içinde euro/dolar paritesinde 1.4150’nin test edilme olasılığı var. Eğer bu seviye test edilirken; dolar/TL’de 1.53’lerin üzerinde bir kapanış olmaz ise, yılın 1.50’ye daha yakın seviyelerden kapanma ihtimali hayli yüksek.

Yazının devamı...

Paritedeki kritik gelişmeler!

Euro/dolar paritesi çok değil 3 Aralık tarihinde 1.5142’yi gördüğünden bu yana dolar lehine düşüyor. Dün (bu yazı yazıldığı zaman kadar) 1.4329 seviyesi görüldü. 10 iş günü içinde yüzde 5.4’lük bir değişim! 1.4510 seviyesi kritik bir seviye idi ve önceki iki günde bu seviye “Fed toplantısının beklerken” aşağı yönlü kırılmadı.

Fed’in piyasalara likidite sağladığı bazı programları yakın zamanda bitireceğini, ekonominin istenen düzeyde olmasa da toparlanma yönünde olduğunu söylemesi “bedava paranın” artık sonuna gelindiği fikrini güçlendirdi.

Dolardaki zaafiyetten dolayı değer kazanan euronun da Yunanistan cephesinden gelen ve gittikçe “gürültü” yaratan haberlerle gerilemesi, doların değer artışını hızlandırdı. Asıl ilginç olanı İspanya, Almanya, Avusturya ve son olarak da Yunanistan’ın finansal piyasalarından gelen haberler euronun altının çok da dolu olmadığı, sağlam temellere oturmuyor olduğu konusunda endişeleri arttırdı. Hızlı değer kaybının ardındaki en önemli sebeplerin başında bu geliyor.

Bu mesele önümüzdeki günlerde daha da fazla tartışılıyor olacak! Üstelik bu tartışma AB ile ABD arasında krizin çözümü konusundaki yaklaşım farklılığında da etkisini gösterecektir. AB daha kontrollü ve denetim altındaki bir bankacılık ve finans sistemini savunurken, ABD (ve ABD’den ayrı olarak İngiltere) “yaratıcılığı kısıtlamayacak, daha serbest” bir anlayışı savunuyor. Kendi çöplüğünde sürekli sorun çıkmaya devam eden bir AB’nin sesi ne kadar yüksek çıkabilir merak konusu olacak önümüzdeki günlerde.

Paritedeki gelişmelerle ilgili bir başka önemli nokta ise “zayıf dolar=yükselen hisse senedi piyasaları” denklemindeki değişim. Hisse senedi borsaları düşük faiz sebebiyle değer kaybeden (ki bu da bedava paranın devamı anlamına geliyordu) dolar sayesinde yükseliyorlardı. Fed cephesindeki son gelişmelerle değer kazanmaya başlayan dolara rağmen hisse senedi piyasaları çok da fazla değer kaybetmiş değiller.

Euro/dolar paritesinde en son 1.4350 seviyelerinin görüldüğü Ağustos ayının son günlerinde Dow Jones Endeksi 9.500 seviyelerinde, altının onsu 930-960 dolar bandında hareket ederken gümüşün onsu 14.60-15 bandındaymış. Bugünlerde ise Dow Jones Endeksi 10.450, altın 1.120, gümüş ise 17.40 seviyelerinde. Piyasaların “sıfır toplamlı - zero sum game” olmadığını hepimiz biliyoruz. O gün parite 1.43’lerde diye diğer değişkenler de aynı yere inecek/gidecek değiller.

Ancak ya dünyanın en likit paritesi (piyasası) olan euro/dolar seviyesi önümüzdeki günleri yanlış fiyatlıyor, ya da hisse senetleriyle, altın/gümüş bu durumu yanlış yorumluyor. Hisseler, altın ve gümüş ancak doların değer kazanmasının; euronun zaafiyetinden dolayı oluşması durumunda haklı çıkabiliyorlar. Zira euroda (Dubai’de olduğu gibi ) bir “büyük abi” - Almanya- çözümü ortaya çıkacak olur ise euro kısa zamanda toparlanacaktır. Yok eğer mesele “bedava paranın sonu” ise bu durumda da parite haklı ve hisselerle, altın/gümüş değer kaybedecektir. Bugünlerdeki düşüşe direnci ilerdiki haftalarda “yıl sonu sendromuna” bağlıyor olacağız.

Paritede şimdiki hedef 1.4150 seviyelerinde... Bu yıl içinde bu seviyelere inecek olur isek diğer piyasaların da direnmesi hayli zor olacaktır.

Yazının devamı...

Borsayı kim nasıl fiyatlıyor?

Geçtiğimiz Cuma günü piyasalar kapandığı sırada gelen DTP’nin kapatılması haberiyle Pazartesi günkü açılışın sınırlı da olsa olumsuz olması bekleniyordu. Ancak Abu Dhabi’nin büyük bir “abilik yaparak” şımarık küçük kardeş Dubai’yi 10 milyar dolarla kurtarması haberiyle bizim piyasalar bir anda DTP’yi unuttu. Her ne kadar gelen para önümüzdeki yılın ihtiyaçlarını karşılamıyor olsa da, bu geldiyse “arkası da gelir” diyenlerle Dubai Borsası toparlandı.

Pazartesi günü İMKB’ye baktığımızda; sanki Kurban Bayramı’nda Dubai’den gelen kötü haberle düşmüşüz de iyi haber gelince biz de toparladık. Halbuki biz Dubai krizini tatilde olmamız hasebiyle “pas” geçmiştik. Bir ara neredeyse yüzde 2’ye yaklaşan “Dubai yükselişi”; DTP’nin kapatıldığı, değişik şehirlerde olayların çıktığı tabancalı göstericilerin gazetelerin manşetlerine taşındığı bir günde yaşandı. Tabancaların kuru sıkı olduğu için göstericiler serbest (bu arada taş attı diye çocuklar ceza alırken, kuru sıkı da olsa silaha sarılanların ceza almaması da başka soruları akıllara getiriyor) bırakılmış.

Ya silahlar gerçek olsalardı ne olacaktı derken dün Muş’tan gelen haber ürkütücüydü. Değil tabanca, Kalaşnikof’la açılan ateş 2 kişinin ölümüne neden olmuş.

Buna rağmen İMKB, dün de bu olayları neredeyse hiç dikkate almadan dışarıdaki gelişmeleri izlemeyi tercih etti. Paritede kritik seviyelerin altına inilmiş, Avrupa borsaları değer kaybetmişken; yüzde 66.9’u yabancıların elinde bulunan İMKB kaya gibi sağlam yerinde duruyor, hatta günü 251 puanlık artışla kapatıyordu.

Sebep her ne olursa olsun silahların “kınlarından çıktığı”, ölümlerin yaşandığı gerilimin böylesine arttığı bir dönemde, 50 bin seviyesinin ne pahasına olursa olsun korunması akla üç şey getiriyor:

1- Sanki İMKB, artık Türkiye’nin borsası değil! Türkiye’deki gelişmelerle değil, sadece yurtdışı gelimelerle hareket ediyor. Paritenin etkisiyle 1.5150’ye çıkan kurlar ya da 9.50’ye kadar yükselen bono bileşik faizleri hisse senedi piyasası katılımcılarını hiç mi hiç etkilemiyor!

2- Türkiye’ye dışarıdan bakanlar, içeriden bakanlardan farklı şeyleri görüyor! (Onlar haksız sayılmazlar. Onların yürekleri yanmıyor ki ölenlerle...?)

3- Yabancılar olayın vehametinin farkına varmadı daha ve iş işten geçtikten sonra olayı fark ettiklerinde tepkileri sert olacak. Ya da olaylar biz Türklerin algıladığı kadar ciddi boyutlarda değil de bizler mi abartıyoruz? (Hiç sanmam! İnsanlar ölüyorsa, daha çok panzer sokaklardaysa, DTP sine-i millete dönmeye karar vermişse ve ara seçim ihtimaline 1 milletvekili kalmışsa -gerçi meclis genel kurulu “olur” vermeden bir ara seçim ihtimali yok- bunlar hiç yokmuş gibi davranmak da hayli zor bizler için...)

Yoksa abartıyor muyum?

Yıl sonu kapanış meselesini mi unutuyorum?

Galiba ikincisi!

Peki diyelim ki yıl sonu sebebiyle, birileri borsayı yukarıda tutmak için çabalıyor. Diğerleri kârlarını realize etmeyi tercih etmez mi? Ederler gibi geliyor. Sonra da düşünmeden edemiyorum, neden etsin ki? Daha yılın bitimine bugün dahil 12 iş günü var. Hazır birileri de fiyatları yukarı götürüyor, ya da nasılsa fiyatlar düşmüyor. Realize edeceklerse bile haftaya ya da ayın sonuna doğru yapmazlar mı bu işi?

Hazır fiyatlar daha da yükselmişken...

Sanırım bunu atlıyor ve piyasalardaki havayla, sokaktaki havayı birbirine karıştırıyor, yükseliş “ısrarını ıskalıyorum”!

Yazının devamı...

Gümüş 7 katına çıkar mı?

Altın fiyatları geçtiğimiz haftalarda ard arda yeni rekorlar kırdı. 1.226 dolar ile zirve görüldü. Mart 2008’de görülen 1.030 doların ikinci kez geçilmesi, rekorların önünü açtı.

İkinci dip gelecek, altın alalım...

Enflasyon patlayacak, altın alalım...

Paralara güven kayboluyor, altın alalım...

İşler iyiye de kötüye de gitse, altın alalım..

2008’deki “petrol alalım” çılgınlığından sonra şimdi de sırada “altın alalım” çılgınlığı var. Altın fiyatlarının bundan sonra nereye kadar yükseleceği en çok merak edilen soruların başında geliyor. 1.200 olmadı; 1.600 diyenler var ama, en çok konuşulan 2.400 dolar.

2.400 dolar nereden mi çıkıyor?

21 Ocak 1980’de gün kapanış değeri olarak 843 doları gören altın fiyatlarını ABD’nin tüketici fiyat endeksiyle bugüne getirdiğinizde karşınıza çıkan rakam 2.340 dolar. Eh buraya kadar gelinmişken 2.400 de olur deniyor. Hesap makul. Ancak Ocak 1980’de altının 843 dolara çıkmasının sebebi pek “makul değil”.

Petrolle başlayan zenginlik

Arkasındaki asıl sebebin, gümüş olduğunu biliyor musunuz? Siz hiç “Hunt Brothers”ın hikayesini duydunuz mu? Hunt biraderlerin 1973 yılından başlayarak gümüşte yaptıkları spekülasyon, finansal piyasalar tarihinin unutulmazları arasındadır.

Babaları Haroldson L. Hunt 1920’lerde başlayan petrol furyasında Arkansas ve Lousiana eyaletlerindeki oldukça cesaretli ve başarılı adımlar atmış, önemli başarılar elde etmiş.

H.L.Hunt’ın büyük oğullarından Bunker; bir yandan babasından ayrı olarak Amerika’da petrol arama ve çıkarma faaliyetlerini büyütürken, diğer yandan da yurtdışına el atmış. O sıralarda kardeşlerinden Herbert, babalarının Hunt Oil şirketini yönetirken, Lamar da Amerikan Futbol Ligi’ni organize ediyor. Bunker, başarısız Pakistan deneyiminden sonra, Libya’da iki sahada arama ve çıkarma lisansı alıyor. 1961’de BP ile yarı yarıya ortak olduğu 65 no’lu sahada, Afrika’da o güne kadar keşfedilen en büyük petrol yatağı bulunuyor. Rezervden Bunker’in payına düşen rakam 7 milyar dolar hesaplanıyor ki bu rakam onu; 35 yaşında bir anda dünyanın bir numaralı zengini haline getiriyor. Bu arada ABD’de petrolün yanı sıra et, şeker ve pizza zincirlerine de yatırıma devam ediyor. 1970’lere gelindiğinde yıllık geliri 30 milyon dolarlara ulaşıyor.

Bunker; artan enflasyon, Vietnam Savaşı ve Ortadoğu’daki karışıklıkları da göz önüne alarak varlıklarının bir kısmını artık güvenli “limanlara” yatırmaya karar veriyor. O günlerde ABD vatandaşlarının altın almaları yasak (!) olması nedeniyle de gümüş almaya karar veriyor ve 1970-73 arasında onsu 1.5-3 dolar arasında değişen fiyatlardan 200 bin ons gümüş alıyor. Aynı yıllarda Libya’da Kaddafi iktidarı ele geçiriyor ve petrolü devletleştirmeye karar veriyor. Bunker’in BP ile ortak olduğu saha da devletleştirilen sahalardan biri.

Artan enflasyonun da gelirlerini erittiğini düşünen Bunker, Herbert ile birlikte 1973-74 yıllarında borsalardan, dünya gümüş üretiminin yüzde 8’ine denk gelen 55 milyon onsluk kontrat satın alıyor. Ardından da tüm bu kontratların “fiziki olarak teslimini” istiyor. Bu miktar borsalardan o güne kadar talep edilen en büyük fiziksel teslimat rakamı.

Gümüş fiyatını uçurdular

1979 yılında Bunker ve Herbert, iki Suudi şeyhle birlikte Bermuda’da Metal Investment adlı bir şirket kuruyor. Yaz aylarında 8 dolara yükselmiş olan gümüş fiyatları; bu şirket aracılığıyla sonbaharda fiziki teslimi yapılmak üzere COMEX ve CBOT’tan yapılan 43 milyon onsluk alım sonrasında iki ay içinde 16 dolara yükseliyor. Ancak bu alımlar; kayıtlı depolarında 120 milyon onsluk gümüş stoğu bulunan iki borsayı da panikletmeye yetiyor. Bunker, fiziksel olarak arzın önemli bir kısmını aldığından dolayı, alımlarla devam ettikleri takdirde fiyatların patlayacağını düşünüyor. Daha da alıyor ve 1979’un son gününde fiyat 34.45’e ulaşıyor. 17 Ocak 1980’de gümüş gün içinde 50 doları görmesine rağmen Bunker almaya devam ediyor. Hunt’ların o andaki pozisyonlarının değeri 4.5 milyar dolarken, kârları 3.5 milyar doları buluyor.

21 Ocak’ta COMEX, gümüş ticaretini durduruyor! Sadece pozisyon kapatma emirlerini kabul edeceklerini açıklıyor. Mart ortasında gümüş 21 dolara gerilerken, Fed faiz artırıyor. Faizlerin artması, gümüş spekülasyonu için kullanılan paranın da maliyetini de artırıyor.

Ve sonunda iflas ettiler

International Metal’in elinde bulundurduğu 60 milyon kontratlık pozisyonun günlük “marjin ihtiyacı” 10 milyon dolara ulaşıyor! Bunker halen daha fiyatı yukarı götürmenin ancak ve ancak yeni alımlarla olabileceğine inanıyor. Elindeki gümüşleri teminat göstermesine rağmen, ne Avrupa’dan ne de Ortadoğu’dan yeni para bulma çabaları sonuç vermedikçe fiyat daha da aşağı düşüyor. En nihayetinde 25 Mart’ta günlük marjin ihtiyaçları 135 milyon dolara ulaşıp da bunu ödeyemediklerinde “biraderler” için yolun sonuna gelinmişti! 27 Mart’ta 25.80’den açılan gümüş fiyatları 10.80’den kapanıyor.

Hunt biraderlerin gümüşte yaptıkları manipülasyonla 50 dolarlara gelen gümüş fiyatları, aslında 1976 yılı başında 140 dolardaki altın fiyatlarının, 840 doların üzerine çıkmasının gerçek sebebi. Hunt biraderler altın alabiliyor olsalardı belki durum farklı olabilirdi.

Bugünden bakıldığında; o gün görülen zirveyi gerçek bir arz/talep sonrasında oluştu diyerek “baz” almak, o günkü fiyatı bugüne getirmek ne denli doğru bir “varsayımdır”?

Eğer o günkü altın fiyatını doğru(!) kabul edip enflasyon sebebiyle altın 2.340 dolara çıkacaksa; 18 Ocak 1980 günü 49.45 dolardan kapanan gümüşün de 137.27 dolara çıkması gerekir. Bu da gümüşün 17.50 baz fiyatına göre 7.5 kattan fazla artması demektir. Altın 1.200 dolardan hepi topu iki katına çıkacakmış... Aynı mantıkla gümüş 7 katından fazla çıkacaksa, neden altın alasınız ki? Altın varsayımı doğruysa, gümüş daha mantıklı değil mi?

Asıl merak ettiğim yetkili kurumların, 1980’de yaşananlardan neden ders çıkarmamış olduğudur. Belli ki insanoğlunun bu konuda bir “zaafiyeti” var...



DTP’nin kapatılması piyasayı nasıl etkiler?

DTP’nin kapatılması politik belirsizliği artıran bir faktör. Bunun etkileri önümüzdeki yılın başından itibaren daha da fazla hissedilecektir. DTP’nin kapatılması haftanın olumsuz açılmasına neden olacaktır. Doların değer kazanmasıyla altın ve petrolde yaşanan düşüşler, piyasalardaki olumsuz havayı destekleyecektir.

Doların değer kazanması henüz daha hisse senedi piyasaları bundan tam olarak etkilemedi. Bu hafta başında euro/dolar paritesinde 1.48’lere doğru bir miktar toparlanma olabilir. Bunun yanısıra yılsonuna yaklaşılıyor olmasının getirdiği psikoloji, piyasalardaki düşüşü sınırlasa da uluslararası hisse senedi piyasalarındaki bozulmanın ortaya çıkması İMKB’deki kâr realizasyonlarını hızlandıracaktır.

Paritedeki hareket ve DTP’nin kapatılmasına bağlı olarak dolar/TL kurlarında yaşanacak tedirginlikle 1.5250 seviyesinin görülmesi mümkün. Ancak iyi bilanço kapatma endişeleri ve DTP sürecinin nasıl bir sonuç ortaya çıkaracağının anlaşılmasına kadar, kurda daha sert hareketler olmasını beklemiyorum.

Yazının devamı...

VOB’da çifte teminat 5 kat zarar ettiriyor!

Bayramdan önceki günlerde “VOB niye reklâm yapar?” başlıklı bir yazı yazmış ve bu yazıda VOB’daki “çifte teminat” sorunundan söz etmiştim. İzmir’deki Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası’nın (VOB) endeks 30 kontratlarının teminatlarını bugün itibarıyla artırıyor olması hasebiyle “misli teminat” meselesine dikkat çekmek istedim.

VOB’daki vadeli kontratlara aracılık yapan bazı kurumlar, kendi risklerini minimuma indirme adına, müşterilerinden VOB’un talep ettiğinden fazla teminat alabiliyorlar. Hatta aralarında önde gelen yerli ve yabancı iki büyük bankanın da bulunduğu bazıları, oranı iki katına kadar çıkartıyorlar. Yani “çifte teminat” alıyorlar. ‘Bunda ne var?’ diyebilirisiniz. Ancak bu teminatları “doğru yönetebilecek” teknolojik alt yapıya sahip olmayan bankaların ya da aracı kurumların; sırf bu sebeple müşterilerinin normalin 5 (yazıyla beş) katına kadar zarar etmelerine neden olmasalar mesele yok!

Zarar nasıl mı bu kadar artıyor?

Bunu VOB’un işlem hacminin yüzde 90’ı olan İMKB 30 endeks kontratları üzerinden anlatmak daha kolay. Bugünden itibaren 1 kontratlık işlem yapabilmeniz için 700 TL teminat yatırmanız gerekir. Bu teminatı yatırdınız ve diyelim ki piyasaların düşeceğine inanıyorsunuz ve 64.000 seviyesinden 1 kontratı sattınız (short). Bu durumda 6.400 TL’lik bir pozisyon açmış oluyorsunuz. Yani yatırdığınız teminatın 9.1 katı kadar bir risk aldınız.

Varsayalım ki kontratın fiyatı 65.750’nin üzerine çıktı. Bu durumda 1.750 puanlık artışın karşılığı olan 175 TL sizin teminat hesabınızdan alınacak. VOB, aracı kurumdan, otomatik olarak eksilen teminatın tamamlanmasını talep edecektir. Eğer pozisyonunuzu devam ettirmek isterseniz 175 TL’yi VOB’a göndermek zorundasınız. Aksi takdirde pozisyonunuz 175 TL’lik zararla otomatik olarak kapatılacaktır. Yatırmış olduğunuz teminatınızın (anaparanızın) yüzde 25’ini kaybetmiş olacaksınız. Buraya kadar bir problem yok.

Çalıştığınız banka; siz 175 TL’yi gönderene kadar, piyasaların çok daha dramatik düşeceği, teminatınızın eksiye döneceği bir duruma karşılık (teknik olarak böyle bir ihtimal var!) sizden normalin iki katı bir teminat istediğini varsayalım. Normalde 700 TL yatırmanız gerekirken sizden 1.400 TL teminat aldı ve bunu VOB’daki teminat hesabına yolladı diyelim. (İkinci teminatı kendinde tutsa ve ayrı bir sistem ile takip ediyor olsa sorun olmayacak!) Bu durumda VOB’un kendi işleyiş prensipleri doğrultusunda teminatınız yine 525 TL’ye düşene kadar hiç bir uyarı almayacaksınız. Aracı kurumdaki yetkili personel ayrı bir sistemde takip edip, sizi uyarırsa sorun büyümeden önlenebilir. Ancak günlük koşuşturma içinde bunun olmasının mümkün olmadığını düşünelim. Düşünmekten de öte, işin içine insan faktörü girince sıkça karşılaşılan bir durumdur bu.

Gönderdiğiniz teminat normalin iki katı olduğunda, 64.000’den satmış olduğunuz kontratın fiyatı 72.750’ye çıkana (çıkmaz demeyin, çıkabiliyor!) kadar sistemden hiçbir uyarı almazsınız! Zira aradaki 8.750 puanlık artışı karşılayacak kadar teminatınız sistemde mevcuttur. Aracı kurumun sistemi, ya da yetkili personeli arada durumu farkedip sizi bilgilendirmezse, kaybınız bir anda normal koşullara göre 5 katına çıkacaktır. Sistem size uyarı verene kadar önce ikinci teminatınız olan 700 TL’yi ardından da normal sürdürme teminatı sınırı olan 525 TL’ye kadar olan 175 TL’yi kaybettikten sonra ancak size uyarı gelecektir.

O zamana kadar da siz yatırmış olduğunuz 1.400 TL’nin 875 TL’sini kaybetmiş olacaksınız. “Tek teminatta” 175 TL kaybedecekken kaybınız bir andan 5 katına kadar ulaşabiliyor. Bu durumla karşılaşan sayısız amatör (kelimenin tam anlamıyla amatör!) yatırımcı oldu.

VOB’un reklâm meselesinden önce; bir yandan amatör yatırımcıları bilgilendirmek, diğer yandan da normalin üzerinde teminat alarak bu yatırımcıların “gereğinden fazla” zarar etmesine yol açan aracı kurumlar konusunda önlemler alması çok daha yerinde olmaz mı?

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.