Şampiy10
Magazin
Gündem

Sahi, VOB ne için vardı?

İşin uzmanları hemen, uzun vadeli riskleri en aza indirecek türev ürünlerinin işlem görmesi için diyeceklerdir. Fiziksel emtiaların ilerideki tarihlerdeki fiyat belirsizliklerini azaltmayı amaçlayanların başlattığı vadeli kontratlar (futures) dünyada faiz, döviz, hisse, endeks gibi aklınıza gelebilecek hemen her tür finansal ürün için kullanılır oldu.

Bizde de faiz, dolar ve euro gibi döviz, pamuk ve buğday, altın gibi emtia ve borsa endekslerindeki “riskleri” azaltmak için 2002 yılında Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası (VOB) kuruldu. Kurulduğundan bu yana geçen zamanda işlem hacmi ciddi bir şekilde arttı. Hacim arttı artmasına da milyarlarca liralık günlük işlem hacmi neredeyse sadece İMKB Endeks 30’a dayalı kontratla gerçekleşti.

Teorik olarak bu kontrat İMKB’de, özellikle Endeks 30 kağıtlarında, hisse senedi pozisyonu taşıyanların şu veya bu sebeple satmak istemedikleri bu pozisyonlarını fiyat düşüşlerine karşın korumak için kullanılıyor.

İkişer aylık aralıklarla işleme açılan bu kontratlar ilk işleme açıldıklarında vadelerine uzun zaman olduğundan dolayı spot/cari piyasaya oranla çok farklı seviyelerden işlem görebilir. Normal koşullarda da faiz farkından dolayı, vadeli kontrat (VOB fiyatı) seviyesinin, spot piyasalardan yüksek olması makul karşılanır.

Ancak bu farkların “makul” kabul edilebilecek seviyelerde olması gerek. Aradaki farkların her iki yöne de fazla “açılmaması” beklenir. Açılınca ne olur derseniz, ortaya arbitraj çıkar. Diyelim ki VOB fiyatı aşırı yükseldi. Bu durumda katılımcılar spot piyasadan hisse senetlerini alırlar. Fonlama maliyetini ve de alım satım farklarından kaynaklanacak zararları da (VOB’daki yaklaşık 350 puanlık bir farka denk geliyor) hesapladıktan sonra dönüp VOB’da kontrat satarlar. Vadesi geldiğinde (ya da aradaki marj kapandığında) ters işlemleri yaparak pozisyonunu kapatır, kâr ederler.

Tersi bir durumda ise yani VOB fiyatının aşırı düşük olduğu durumda ise bu kez de hisseleri açığa satarlar karşılığında VOB kontratını alırlar. Elde edilen TL ile hisse borçlanma maliyeti arasındaki fark, yine alım satım zararı gibi maliyetler sonrasında kâr elde edilme imkânı olabilir.

Bu tarz arbitrajlar, teknik olarak piyasalardaki aşırı farkların normale dönmesine katkıda bulunurlar. VOB fiyatının aşırı yükseldiği durumlarda arbitraj için gerekli olan nakit kredi imkânıdır ve hemen herkesin kolayca bulabilme şansı vardır.

Ancak VOB fiyatının aşırı düşük olduğu zamanlarda ise bu farkın kapanması ne yazık ki bizim piyasalarımızda kolay kolay mümkün olamıyor. Nitekim son iki haftada da bunu gördük. VOB fiyatı spot piyasadan 300-500 puan arasında aşağı giderken (dün bir ara 650 puana kadar çıktı) aradaki farkı makul seviyelere çekebilecek hisse satışı mümkün olamıyor.

Bunun temel sebebi, Türkiye’de hisse senedi borç alıp-verme mekanizmasının iyi çalışmıyor olması. Bu arada ülkemizde hisse senetlerinde açığa satış adeta “ihanet boyutunda ayıp” olarak algılanıyor. Açığa satışın önüne geçebilmek için her şey yapıldığı gibi, hisse senedi borçlanma piyasasının gelişmesi için hiç kimse kılını kıpırdatmıyor.

Bu durumda da Londra menşeli yabancı yatırımcılar istedikleri gibi bizim piyasalarımızda at oynatıyor, yerli katılımcılar ise sadece onları seyretmekle yetiniyor.

Sahi VOB riskleri en aza indirmek için (hedge) bir yer değil miydi? Son iki haftadır süregiden durum, VOB, piyasanın asıl amacına ne kadar hizmet ettiği sorularını akıllara getiriyor.

Çözüm mü?

Önümüzdeki günlerde değineceğim!

Yazının devamı...

Ya not artışı yetmezse?

Cuma günü piyasalar birkaç şoku bir arada yaşadı. Haftanın başından beri yükselen yargıdaki kargaşaya rağmen piyasalar, kazanımlarını bu krize kaptırmaya niyetli değillerdi. “İyisi mi, yargı krizini fiyatlamayalım” fikri hafta boyunca hakim idi.

Taa ki Fed’den gelen “iskonto faizini artırıyorum” haberine kadar… Fed, aldığı teminatlara karşı bankalara vermiş olduğu faiz oranını yüzde 0.50’den 0.75’e yükselmiş. Karar şok etkisi yarattı: Bedava paranın sonuna mı gelinmişti? Her ne kadar Fed bunun doğru olmadığını söylese de ok yaydan bir kere çıkmış oldu.

Türkiye’nin doğusundaki borsaların açılışı öncesinde açıklanan Fed’in bu kararıyla tüm borsalarda kayıplar yaşandı. İMKB’de hem bundan hem de yargı krizinden payını aldı ve gün içinde 51.298’e kadar geriledi.

Negatif iki şokun ardından S&P’nin Türkiye’nin kredi notunu BB-‘den, BB’ye yükseltmesi piyasalara “pozitif şok” yaşattı. Sadece not arttırmakla kalmadı 12-24 ay arasında yeni bir not arttırımı sinyali verdi. S&P tarihinde böylesi bir ”vaat” ilk olsa gerek.

Her ne kadar piyasa katılımcıları ve de iç politikadaki gelişmeleri yakından izleyenlerin bir kısmı bu not artışının zamanlamasını “manidar” bulsalar da nihayetinde Türkiye için olumlu bir haberdi not artırımı. Ancak “Yatırım Yapılabilir ülke” statüsüne ulaşmak için kat edilmesi gereken önemli bir mesafe daha var.

Hemen akla bir soru geliyor: Böyle bir statüye “hemen yarın” yükselsek, borsalar daha ne kadar gider? Cevap, çok da fazla olmasa gerek. İMKB kendi ligindeki borsalardan fiyat/kazanç oranı olarak çok da geride değil ki zaten. Evet, not artışları bize “lig atlatacak” ancak bugünden çok da farklı bir dünyaya taşıyacak mı, bundan çok da emin değilim.

Enflasyonumuz yüzde 8 iken, bono faizlerimiz yüzde 5’in altına mı düşecek? Yoksa not artışları tek başına enflasyonumuzu mu düşürecek? Peki bunu nasıl yapacak. Dünya da petrol 75 dolarken bize 50 dolardan mı satılacak petrol? Yoksa yatırım yapılabilir bir ülke haline gelmiş Türkiye, iç talebini düşürerek mi enflasyonu düşürecek? Faiz tarafı böyleyken, borsa tarafının da çok farklı olmasını beklememek gerek.

Bunlar uzun vadeli meseleler. Şimdilik kısa vadede ne olacağına bir göz atalım.

Cuma günü gelen not artışı haberi, “yargı krizini” sürklase etti. İMKB’nin bir kez daha “yabancıların arenası” olduğu fikri öne çıktı. Ülke sınırları içindekilerin kafası karışıkken, kim kime güveneceğini bilmezken, kim haklı, kim haksız, kim kanunlara uyuyor, kim kanunları ihlal ediyor belirsizliği sürerken, İMKB sadece not artışını “satın alıyor” ve günü en yüksek seviyesi olan 53.318’den kapatıyor.

Not artışı bizi uzun süre idare eder mi? Sanmam. Bugün bilemediniz yarın destek olsa da sonrasında etkisi kaybolacak, yine yurt dışı borsalar belirleyici olacaktır.

Yurt dışı için yine euro/dolar paritesini yakından takip etmekte fayda var. Geçtiğimiz hafta 1.3510 kritik seviyesinin altına inilse de hem günlük hem de haftalık bazda bu seviyenin üzerine kalındı. Altında bir kapanış olmadığı takdirde 1.3715 ve 1.3875 seviyelerine kadar bir toparlanma yaşanacaktır. Bunun kuvvetli olabilmesi için ABD borsalarında Cuma günü gelinen ve teknik olarak önemli 50 günlük hareketli ortalamaların üzerine çıkılması gerekir.

Euronun ve yurt dışı borsaların toparlanması durumunda faiz ve kur cephesinde önemli değişiklikler olmasa da İMKB cephesinde 53.650 ve ardından 54.800 seviyelerine doğru bir yükseliş yaşanabilir. Yurt dışı desteklemediği sürece not artışına rağmen bu seviyelerin korunması zor olacaktır.

Bir haftadır kapalı olan ve Fed’in kararını henüz fiyatlamamış Çin borsasından gelecek haberler de bu hafta için yön gösterici olacaktır.

Yazının devamı...

Bono faizleri neden kıpırdamıyor?

İçeride yargıdaki depreme, dışarıdaki piyasalardaki onca hareketliliğe rağmen bono faizleri ‘bana mısın’ demiyor.

Hazine itfasından fazla borçlanacağını açıklıyor, piyasanın umurunda değil. Hem İMKB hem de yurtdışındaki borsalar aşağı gidiyor, bono faizleri ancak yüzde 8.70’ten 9.10’a yükseliyor, ardından da 8.75’e geriliyor.

Üstelik Merkez Bankası hem PPK sonrasında hem de Başkan’ın konuşmalarından enflasyonda artış bekleniyor. Ancak bono faizleri bundan da etkilenmiyor!

Yabancılar satıyor, yerliler alıyor, bono faizleri yüzde 9 bileşiğin altında kalmayı başarıyor.

Cevap fonlamada yatıyor. Bankalar normal koşullarda bono portföylerini sermaye, mevduat ve para piyasalarından fonluyor. Kendi imkânları dışında daha fazla bono almaları durumunda bunu eğer ucuz kaynaklardan fonlayamayacak olur ise yeni bonoların fonlanması için ya mevduat faizlerini arttıracaklar, ya da Hazine’den daha yüksek faiz talep edeceklerdir.

Bir üçüncü yol daha var: Merkez Bankası Açık Piyasa İşlemleri (APİ) ile fonlamak. Merkez Bankası, IMF anlaşmasının sona erdiği Mayıs 2008’den önce piyasaya net borç verici durumuna geçti. O gün bu gündür de bankaları fonluyor.

Bono faizleri ile haftalık APİ ihaleleri arasındaki ilişki ekteki grafikte yer alıyor. Son iki yıldaki basit ortalamaya bakıldığında aralarındaki fark yüzde 1.80 olarak gerçekleşmiş. Bankalar Hazine’ye verdikleri borcun bir kısmını Merkez Bankası’ndan fonluyorlar. Üstelik bu rakam hiç de az değil. Toplam tutar dün itibarıyla 25 milyar TL’ye ulaşmış durumda. Neredeyse IMF’den beklenen kaynak kadar bir para.

Yabancıların APİ’ye ulaşmaları kolay olmadığından dolayı, onlar toplam içindeki paylarını 2008 başından beri azaltıyorlar. APİ kaynağına ulaşmakta zorluk çekmeyen yerli bankalar ise doğal olarak paylarını artırıyorlar. Yerli bankalar henüz daha ne enflasyon ne fonlama ne de kendi bilançoları açısından ciddi bir sorun görmüyorlar. Hazine’ye borç vermeye devam ediyorlar.

Hazır MB de faizleri artırmamak için elinden geleceğini “zımni” olarak açıklamışken. Fena mı yılda yüzde 1.80 taş atıp, kolları yorulmadan para kazanılıyor. Diğer bir bakış açısıyla kanunen Hazine’ye doğrudan borç veremeyen MB, bankalara “cüz’i” bir komisyon ödeyerek bu engeli aşıyor.

Ne zamana kadar devam edecek?

Hazine borçlanmada kantarın topuzunu kaçırıp da bankaların bilançoları ve risk iştahları daha fazla bonoyu kaldıramayacak hale gelene kadar bono cephesinde radikal bir hareket olmayacak!

Yazının devamı...

Hem Yunanistan hem de AB suçlu!

Hafta sonu Yunanistan Başbakanı Papandreu’nun kriz konusunda AB’ye sitemlerini okuyunca kafam karıştı.

“...AB’nin önceki günkü zirvede siyasi destek vermekle birlikte piyasaların psikolojisi karşında cesaretsiz kaldığını” öne süren Papandreu, “Biz Euro bölgesi üyesiyiz. AB ne istediğine karar vermeliydi” dedikten sonra “Bugün sadece Yunanistan’ın değil bütün AB’nin inandırıcılığı sınavdan geçiyor” diye devam etmiş. Son noktayı da “Yunanistan, tek başına mücadele edebilecek siyasi ve ekonomik bir süper güç değildir” diye koymuş. Finali ise “bugün yaşadıklarının bir hayat dersi olduğunu, bu dersin bir daha aynı duruma düşmemeleri için örnek teşkil etmesi gerektiğini” söyleyerek yapmış!

Bir çok soru aklıma geliyor:

İlk aklıma gelen; Yunanistan’ın bunca zamandır aklının nerede olduğuydu. Madem AB üyesi olduklarının farkındalar, o zaman Maastricht kriterlerinin de farkındaydılar. Kriterler konulduğunda bunlara uymuyor olabilirlerdi. 1993 yılında konulduğundan bu yana bunlara uymamaya ne demeli? Ders almak için bugünleri mi beklediler?

Bir başkası; kriterler uyma konusunda hiç çaba göstermedikleri gibi rakamları çarpıtmaya ne demeli. Hem AB üyesi diğer “kardeş devletleri” kandıracaksınız, hem de tek başına mücadele edemeyeceğinizi söyleyip onlardan yardım isteyeceksiniz.

Alın size bir tane daha: Maastricht kriterleri konulduğundan bu yana kriterleri hiç bir zaman tutturamamış olan Yunanistan’ı denetlemeyen, “cezalandırmayan”, o kriterleri niye koyduğunu bile neredeyse unutan AB’nin aklı nerdeydi?

Belki de hepsinden önemlisi; AB, nasıl olur da “bugünlerin” gelebileceğini çok daha önceden düşünüp, planlamaz? Nasıl olur da böylesi krizlerle mücadele edecek, çözüm üretecek mekanizmaları oluşturmaz?

İkinci dünya savaşından sonra Batı dünyası Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası (WB) ile küresel finansla problemlere çözüm üretecek mekanizmalarını oluşturdu. Dönem dönem farklı misyonlar yüklense de bu iki kurum son 50 seneye damgalarını vurdular. Son krizle birlikte IMF’nin rolü daha da arttı. AB’de bu gelişmeyi kullanarak Yunanistan ya da ileride sorun yaşayabilecek diğer ülkeler için çözüm üretebilirdi. Ancak AB’nin “ağır abileri” Fransa ve Almanya, her ne kadar IMF’de ağırlıklı oy hakkına sahip üyesi olsalar da; IMF’nin AB’nin içine girmesine müsaade etmek istemediler.

Tipik kıta Avrupası yaklaşımıyla krizi kendi içinde çözmeye çalışıyorlar, daha da çok çalışacaklar. Ancak ellerinde bu işleri çözecek mekanizmalar olmadan, karar verme konusunda bir çok aksaklığı olan AB’nin bu sorunu nasıl halledeceğini merakla izleyeceğiz.

Yazının devamı...

Avrupa krizi ABD’ye de sıçrar mı?

Bugün küresel krizin “resmi açılışını” yapan Lehman Brothers’ın resmi iflâs başvurusunu yapmasının 2. yıl dönümü. 15 Şubat 2008 Cuma günü Lehman’ın “battığının” resmiyet kazanması ve takip eden iki günde (hafta sonu) 85 milyar dolarla AIG’i kurtarılması küresel krizdeki en kritik anlar, kararlardı! Yanlışlıkla ya da “bilerek” Lehman’ı batıran Paulson-Bernanke ikilisi krizin maliyetini kimin ödeyeceğine de karar vermiş oldular.

Amerika’nın AIG’in batmasına izin vermeyerek kurtarması, krizin maliyetinin “aç gözlü” sermaye ya da onun “profesyonelleri” yerine kamuya yüklenmesi anlamına geliyordu. Binlerin yarattığı hasarı milyonlar ödeyecekti.

Sadece ABD’de de mi? Tüm gelişmiş ve sorunlu gelişmekte olan ülkelerde bu böyle oldu. Nihayetinde şirket ve bireylerin küresel mali krizi şekil değiştirerek ülkelerin küresel borç krizine dönüştü, dönüşüyor. Ülkelerin sorununu kim çözecek? Galaksi Federasyonu mu? Eğer öyleyse federasyon bir an evvel meseleye el koymalı! Zira sorun bulaşıcı ve korkarım yayılacak!

Bugünlerde herkes Yunanistan’ı konuşuyor. Bir yıl önceki Kazakistan ve hepi topu iki ay önceki Dubai çoktan unutuldu. Bu ikisine dönmeden önce Cumartesi günkü Hürriyet Gazetesi’nden bir alıntı: “Papandreu, ’Geçtiğimiz aylarda AB yetkililerinin çelişkili açıklamaları, Yunanistan’a karşı suçlamaları, olur olmaz kehanetlerde bulunmaları ve koordinasyon eksikliği sonucu Yunanistan uluslararası alanda kobay haline geldi’ sözlerini kullandı.” ... AB’nin önceki günkü zirvede siyasi destek vermekle birlikte piyasaların psikolojisi karşında cesaretsiz kaldığını öne sürdü. Papandreu, “Biz Euro Bölgesi üyesiyiz. AB ne istediğine karar vermeliydi” diye konuştu. Yunanistan Başbakanı Papandreu, “Bugün sadece Yunanistan’ın değil bütün AB’nin inandırıcılığı sınavdan geçiyor” derken, “Yunanistan, tek başına mücadele edebilecek siyasi ve ekonomik bir süper güç değildir” dedi. Papandreu, bugün yaşadıklarının bir hayat dersi olduğunu, bu dersin bir daha aynı duruma düşmemeleri için örnek teşkil etmesi gerektiğini belirtti.

Yunanistan’ı bu noktaya getiren nedenler ve AB’nin denetimi konusunda aklıma çok sayıda soru geliyor.

Ama asıl soru başka: AB Yunanistan’ı kurtarırken aslında ABD’yi mi kurtaracak?

Bu da nereden çıktı şimdi demeyin. AB, Komşu’yu kurtarmadı diyelim. Sıra diğerlerine; hele hele ABD için “madendeki kanarya” durumunda yani ABD’nin “laboratuvarı” konumundaki İngiltere’ye gelecek olur ise sizce neler olur? Ardından sorun İngiltere ile de sınırlı kalmayıp okyanus ötesine, ABD’ye sıçrarsa?

Olmaz, olmaz demeyin. Böyle bir ihtimal, krizde dibin görüldüğü 2009 Mart’ından bile daha yüksek artık! Ülkesel borç krizinin yönetilmesi artık çok daha önemli bir hale geldi.

Ben boşuna mı Galaksi Federasyonu’nu göreve çağırmıyorum!

Dubai krizinde yeni sayfa!

Hafta sonu Dubai’den borçların yüzde 40’ının silineceğine dair dedikodular geldi! Dubai Borsası dünü yüzde 3.50 düşüşle kapatırken bonoların da faizleri yükseldi. İki alternatiften söz ediliyor! Borçların yüzde 60’ı 7 yıla yayılacak ve faiz ödenmeyecek! Bir diğeri de tamamının ödenmesi ancak vadenin daha da uzatılması ve yüzde 40’lık kısmın Dubai World’ün altındaki sorunlu şirketlerden Nakheel’in varlıklarıyla ödenmesi. Sizce borç verenle kabul ederler mi? Dubai sorunu bitmedi, devam edecek!

Benzer bir durum Kazakistan devletine geçen Alliance Bank ve Temir Capital için de söz konusu oldu. Kazak Hükümeti de yüzde 50-80 arasında borç silme önerisiyle geldi.

Benzer bir durumun 6 ay sonra; AB kurtarsa dahi; Yunanistan’da olması beni şaşırtmayacak.





Piyasalarda sükunet haftası

ABD, Almanya ve bugünlerin “esas çocuğu” Yunanistan bugün tatil. Çin ise yeni yıl kutlamaları nedeniyle 1 hafta boyunca tatil. Haftanın ilk günü yurtdışı piyasalar, buna bağlı olarak da yerel piyasalarda sükunet hakim olacaktır.

Geçen haftanın euro/dolar paritesinde geçen hafta içinde 1.3532 ile daha önceleri sözünü ettiğim 1.3495 seviyesine çok yaklaşıldı. Bu hafta içinde bu seviyenin test edilmesi büyük olasılık. Ancak tüm yukarıdaki karmaşaya rağmen ilk denemede bu seviyenin aşağı geçilmesi zor olacaktır. Bu seviyenin “dip” olarak korunması durumunda 1.3725 ve 1.3815 seviyelerine kadar bir düzeltme görülebilir. Yok eğer 1.35 seviyesi kapanış bazında aşağı yönde kırılacak olur ise euronun 1.3085’e kadar bile devam edebilecek bir düşüş yaşaması mümkün!

İMKB’de 50 bin, Dow Jones’ta da 10 bin teknik değil, psikolojik destek seviyeleri!

Her ne kadar hafta kısa olsa da, Çin tatil olsa da küresel borç krizinin tırmanması durumunda borsalardaki “psikolojik” destek seviyeleri aşağı yönde kırılacaktır. İMKB’de kapanış bazında 50 binin altına inilmesi durumunda ilk hedef 48.050 seviyesi. Ha keza Dow Jones’ta da 10 binin altına inilmesi durumunda ilk hedef 9.725.

Yazının devamı...

Yunanistan kurtarılmalı mı?

Koskoca AB bu konuda zirve toplamışken ’sana mı kaldı bu konuda ahkâm kesmek’ diyebilirsiniz. Haksız da sayılmazsınız. Yine de hazır herkes bu konuda bir fikir beyan ederken ben de kusur kalmayayım dedim.

Yunanistan, İrlanda, İtalya, İspanya, Portekiz (YİİİP)... Mahallenin “şımarık çocukları”. Haa bir de İngiltere...

Ayağını yorganına göre uzatmayanlar...

Bunların bir kısmı hızlı büyümelerini borçlanmayla finanse ettiler. Büyürken ya atıl yatırım yaptılar, ya yatırımların geri dönüşü uzun zaman alacak ya da son krizin faturasını özel sektör yerine devlet üstlendi.

Mesele tercih meselesiydi.

Ya özel sektör yaptığı hataların, almış olduğu yanlış kararların sonucunda batacak ya da devlet bu yükü sırtlanacaktı. Krizin başında Bank of England’ın guvernörü Mervyn King kurtarmaya karşı tutum almaya çalıştı. Ancak sorunun bu denli büyük olduğunun anlaşılmasından mı, yoksa gelen politik baskılardan mı bilinmez o da “modaya uydu”. Nihayetinde hepsi yükü kamuya, dolayısıyla halka yıktı!

Aralarında bazıları kriz öncesinde bile “kantarın topuzunu kaçırmıştı”. Yunanistan, İzlanda (her ne kadar AB üyesi olmasa da öyleymiş gibi davrandı, herkes de bunu yedi!) ve İrlanda üretebileceklerinin üzerinde tükettiler, kendi paraları yetmeyince de borç aldılar. (Kazakistan, Dubai size birşey hatırlatıyor mu?)

Dünyada aşırı borca dayalı büyüme modeli neredeyse “iflâs etme” noktasına geldi. Bazıları bunu sürdürmeyi deniyor (İngiltere) bazıları bunu başarıyor (ABD) bazıları tökezliyor (Dubai, Yunanistan). Bu model kriz bir şekilde atlatıldıktan (atlatılacak merak etmeyin!) sonra yeni yeni kural ve rasyolarla farklı bir şekle dönüşecek!

Krizin en sıcak günlerindeyiz ve bugünlerdeki YİİİP krizini aşmak için ilk akla gelen; tıpkı Dubai’de olduğu gibi “büyük biraderin” gelip kurtarması. Büyük birader devreye girdi euro 1.3840’a yükseliyor. Yalanlanıyor, parite yarım saatte 1.3740’a düşüyor. Barosso ile Van Rompuy “tek bir ülkeyi savunarak aslında hepsini savunuyoruz” diyorlar parite 1.3598’e düşüyor...

AB’nin; sırf euronun ve AB Bölgesi’nin “namusu” için Yunanistan’ı kurtarması aslında bir kurtuluş olmayacaktır.

Tam tersine böylesi bir karar gerçekten euronun sonu olabilir. Nasıl mı?

Bugün Yunanistan, yarın İspanya, öbür gün Portekiz... Ya sonra sıradaki kim olacak? İtalya, İngiltere’nin ardından bu kurtarmalar için parayı veren Fransa (5 kuruş vereceklerini sanmam) ve Almanya’ya sıra gelmeyecek mi? Hem “karizmayı çizdirmiş” bir AB olmalarından hem de kurtarma nedeniyle finansal tabloları bozulduğundan...

İşin bir de “ahlâki erozyon” boyutu var ki bu da gözardı edilmemeli. AB’nin diğer küçük kardeşleri de nasılsa “büyük birader(ler)” batanı kurtarıyor, biz de arada bir şımarabiliriz derlerse ne olacak?

Buradan AB’ye sesleniyorum! (duyarlar mı bilmem?)

Gelin akıllı ve de akılcı olun; para vererek Yunanistan’ı kurtarmayın!

Komşu iyidir hoştur ama bizim illerde rivayet olunur ki biraz tembeldir.

Siz kurtarırsanız tembelliğe devam edecek!

Kurtarmazsanız mı?

Belki kendi yağıyla kavrulmayı öğrenecek,

belki ayağını yorganına göre uzatmayı öğrenecek.

Biz hem 1994’te hem de 2001’de bir kaç seneyi kaybettik. Onlarda bir kaç sene kaybetseler n’oolur ki?

Kurtarmazsanız başka neler mi olur?

Herşeyden önce kurulması için yıllar harcanan AB’yi ilk krizde dağılmaktan kurtarırsınız.

Euro rüştünü ispat edemese de en azından “ergenliğini” tamamlamış olur.

Ahlâki erozyonu önleyebilirsiniz.

Tüm bunlara rağmen kurtarırsanız mı?

Na haliniz varsa görün, bizi rahat bırakın!

Yazının devamı...

Kısa mola aldatmasın!

Hisse senedi piyasalarında 2 Şubat’ta başlayan sert düşüşler, dün durdu ve yerini toparlanmaya bıraktı. Toparlanmayı ilk müjdeleyen Pazartesi akşamı, başta endüstriyel metaller olmak üzere emtialardı. 28 değişik emtianın fiyatlarından oluşan Reuters CRB endeksi 5 Şubat tarihinde 257’yü gördükten sonra dün 262’ye kadar yükseldi.

Her ne kadar altın ve gümüş buna çok katılmamış olsa da diğer emtialar ve özellikle de petrolün 200 günlük hareketli ortalamalarının altına inmeyerek düşüşe direnmeleri havayı olumluya çevirdi.

Euro/dolar paritesinin 1.3585’i gördükten sonra yeniden 1.3750’lere dönmesi de bu havayı destekledi. Paritedeki bu hareket dolar/TL kurlarını 1.5090’a kadar düşürdü. TL’nin değer kazanması hem hisselerin yükselmesine hem de dün yapılan bono ihalesinin sıkıntısız tamamlanmasına yardımcı oldu.

Peki bu yükseliş nereye kadar devam eder? Ya da devam eder mi?

Geçen haftaki korku büyüktü. AB dağılıyor mu? Yunanistan, Portekiz İspanya derken IMF eski baş ekonomisti İngiltere’nin de sağlam pabuç olmadığını söylüyor. AB’ye cephe almış olanların bazıları durumdan vaziyet çıkararark AB’nin batmak üzere olduğunu bile ilan ettiler...

Hal böyle olunca da düşüşler sert oluyor. Toparlanmalar düşüşün bir kısmını karşılasa da başlanan yere yeniden ulaşmak mümkün olmuyor! Bugünkü piyasada da kısa ya da cılız toparlnamlara görülebilir. Dolar/TL’de 1.5075’in altın akısa süreli inilebilir, İMKB 100’de 51.100 seviyesi teknik bir düzeltme noktası olarak önümüzde duruyor.

Bu seviyenin yukarı kırılması bence zor. Korku bir parça yatışsa da hafta başından bu yana yaşanan yükselişlerin bir kısmı, geçen hafta yaşanan sert satışlar sırasında “açığa satanlar” ya da “fazla satanların” bir kısmının kâr realizasyonu ya da pozisyonlarını yerine koyma amacını taşıyor.

Bunların hepsi piyasanın normal işleyişinin bir parçasıdır, olmalıdır. Aksi takdirde tek yönlü sert harketler, ters yönde benzer sert hareketlerle düzeltme yapıyorlar.

Aşılmayacaktır, ama diyelim ki İMKB 100’de 51.100 seviyesi aşıldı. 52.350 seviyeleri bu kez direnç olacaktır. Ola ki bu seviyelere gelindi. Bu seviyelerin “satış için faydalanılacak yükselişlerden” biri olduğunu göz önünde bulundurmakta fayda var. Zira bir çok önemli endekste ana trendler aşağı yönlü kırılmış durumda ve aşağıya doğru daha gidilecek bir miktar yol daha var.

Kısa vadeli düzeltmeler aldatmasın!

Büyük resimdeki “gri renkler” artıyor. Havadaki pus henüz dağılmış değil!

Yazının devamı...

Piyasalardaki panik havası daha ne kadar sürecek?

ÖNCE Yunanistan sonra Portekiz şimdi de İspanya... Avrupa ekonomilerine yönelik kaygılar son günlerde tüm dünya piyasalarını sallıyor. Bence bu ülkelere yönelik endişeler ‘küresel düzeltme’ için kullanılıyor. Piyasalar ise kritik seviyelerde

Geçtiğimiz yılın son haftalarında tüm finansal piyasalarda “yılsonu (bonus mevsimi)” münasebetiyle yükselişler yaşandı. Üstelik bu yükselişler Mart’ta başlayan “ayı piyasası rallisinin” devamı niteliğindeydi. Bu ralli önemli bir düzeltme yapmadan neredeyse 9 ay devam etti. Yükseliş yeni yılın ilk iki haftasına kadar da sarktı.

Finansal piyasa profesyonellerinin “şişman bonuslar” sebebiyle artan “yılsonu sendromlarını(!)” anlamak mümkün. Reel ekonomi tarafındakiler finansal piyasalardakilerden bu konuda ayrışıyorlar. Finansal piyasa çalışanları kârlarını olabildiğince yüksek göstermek istiyorlar ki yılsonu bonusları olabildiğince “şişman” olsun. Reel sektör tarafında bu konudaki çaba görece olarak daha sınırlı. Hatta bizim gibi ülkelerde vergi nedeniyle neredeyse tersine çalışıyor. Bizlerde patronlar; kredi ile iş yapanların dışındakiler; az vergi ödemek için kârlarını olabildiğince az göstermek için çaba gösterirler.

Bu tartışma bir yana piyasaların yılsonu “Noel Baba Rallisi” adı verilen yükselişi eninde sonunda yerini Ocak’ta düzeltmeye bırakır. Son 10 yıldaki Ocak aylarına baktığımızda üçü hariç hep düşüş yaşanmış. Düşüşler her ne kadar Şubat’ta yaşanıyor görünse de aslında düşüşler Ocak’ın ortalarında başlanıyor, Şubat’ta ise “şiddetleniyor”. Bu nedenle daha çok Şubat düşüş ayı sanılsa da asıl suçlu Ocak’tır. Hızlanan satışlar da aslında Ocak’ın üçüncü haftası başlamıştı. Yükselemeyen borsalar bunun en güzel kanıtı. Düşüşü hızlandıran asıl sebep olarak Yunanistan, Portekiz ve İspanya’nın yüksek boçlulukları gösterilmişti.

Bana göre bu bir “bahane”!

Yunanistan’ın bütçe açığı GSYH’sinin yüzde 12.7’ye, toplam borcunun GSYH’nin yüzde 112.6’ya çıkarken milletin aklı nerdeydi?

Yunanistan’ın 10 yıllık borçlanması yüzde 7.1 ile Almanya’nın benzer vadedeki borçlanmasının yaklaşık 400 baz puan üzerinde gerçekleşmiş. Üstelik her ikisi de euro cinsinden borçlanıyorlar ve euronun politik faizleri yüzde 1’deyken... Mesele bugünün meselesi değil. Dünün meselesiydi, tepki bugün veriliyor.

Büyük olasılıkla; ihtiyaç duyulan, olması gereken düzeltmeye; başka bir mazeret bulunamadığından, AB’deki borç sorunu “en elle tutulur mazeret” olarak öne çıktı. Üstelik bu mazeret sadece bölgesel ya da belli bir piyasa için değil “küresel düzeltme” için kullanılıyor.



Dolar 1.55 TL sınırını da aşacak mı?

GEÇTİĞİMİZ haftanın sonunda Dow Jones’un 9.835’i görmesinden sonra yeniden 10.012’den kapanması haftanın ilk gününde moralleri düzeltmeye yetecek mi? Sanmam! Böylesi bir ortamda euronun dolar karşısındaki değer kaybı 1.3495’e kadar devam edebilir. Euroda bugün itibarıyla 1.3915 seviyesine kadar bir yükseliş olabilir. Ancak bu ihtimal haftanın ilk günleri için düşük! Paritede 1.29’lara doğru bir hareket yaşanması dolar/TL’yi yeniden 1.5150-1.5075 bandına geri getirebilir. Ancak paritenin 1.35’e gitmesi durumundaysa dolar/TL kurlarında ilk aşamada 1.5295-1.5320 bandına, bunun da üzerine “kapanış bazında” geçilmesi durumunda 1.5595’e kadar bile bir yükseliş yaşanabilir!



Düzeltmenin henüz başındayız

KÜRESEL düzeltmenin henüz daha başlarındayız. Arada kısa molalar verilse de bu hareket daha da devam edecek. Neden derseniz; krize yol açan sebeplerin hiçbiri ortadan kalkmadığı gibi krizin çözümü için sağlanan likidite de şimdi dönüp dolaşıp sorunun “yeni kaynağı” oldular! Harcanmış olan onca paraya rağmen de mutlak çözüme dönük en küçük bir adım atılmış değil. Kolay kolay da atılabilecek gibi değil. AB Bölgesi’nin var olan ataleti ve karar almadaki zorlukları, son gelişmelerden sonra daha da büyük sorun olacak. ABD cephesindeyse Obama’nın son planı büyük olasılık ya geçmeyecek ya da delik deşik halde, yatırım bankalarının istediği gibi geçecek. Bu da sorunların hiçbirini çözmeyecek, sadece kısa bir süre için erteleyecektir. AB Bölgesi’ndeki (sırada İngiltere ve ABD var!) borç krizine rağmen G-7 maliye bakanları toplantılarında ’teşviklere devam’ kararı çıkmış. Bu karar piyasalardaki aşağı yönlü volatilitenin artmasına sebep olacaktır.



İMKB’de kritik seviye 50.875 puan

İMKB için bu hafta kritik! Neredeyse tüm önemli hisse senedi endekslerindeki yükseliş trendi kırıldı. İMKB birkaç istisnadan birisi. Haftanın ilk günü için İMKB 100’ün yükseliş trendindeki kritik seviyesi 50.875 ve her gün yaklaşık 125 puan artıyor. Bu seviyenin altında bir kapanış olması ilk aşamada 49.475 ardından da 48.050 seviyelerinin önünü açacaktır. Cuma günü sıkıntılı bir havada gerçekleşen son ayların en önemli halka arzı olan Koza Altın’ın durumu da bu haftanın seyri konusunda etkili olacaktır. İMKB’dekine benzer bir durum Dow Jones için de geçerli. 10 bin seviyesinin aşağı kırılması durumunda ilk hedef 9.725. Ardından da 9.585-9.510 bandı gündeme gelecektir. Yükseliş olur mu? Olursa satış için bulunmaz fırsat olabilir. Değerlendirmekte fayda var!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.