Çoğunlukla, mutlu olmakla, tatmin olmayı karıştırabiliyoruz. Oysa mutluluk ile tatmin olmak farklı yaşantılardır. Mutluluk, olmak ilkesinin yaşanmasının bir sonucuyken; tatmin olmak, sahip olmak ilkesinin yaşanmasıyla gerçekleşir. Mala, mülke, şöhrete, insana, bilgiye “sahip olmak” demek, onları ele geçirmek, kendine mâl etmek, onlara egemen olmak ve dilediğince kullanmak anlamına gelir. Ama bu maddesel sahip oluşların sonu yoktur. İnsan, hiç bir zaman yeterince şeye sahip olamayacaktır. Çünkü maddesel olan, elle tutulan aldatıcı ve geçicidir. Bu nedenle “sahip olmak” tutkusundaki insanlar, hep kendilerinden fazla şeye sahip olanları kıskanacak, az şeye sahip olanlardan ise, kendi mallarına göz dikecekleri telaşı ile korkacaklardır.‘Olmak’la ‘olma’nın farkı?‘Olmak’ ise, ‘sahip olma’nın karşıtıdır. Hiç bir şeyi elde etmeye, kendine mâl etmeye ve ona egemen olmaya çalışmaz. ‘Olmak’ her şeyi kendi bütünlüğü, canlılığı, yaşamı ve gelişimi içinde sevmek demektir. Böyle davranan bir insan, dışsal ve maddesel olana bağlanmaksızın kendini geliştirip, evrimleşmeye çalışır ve diğer varlıkları sevme, onlarla bir olma arzusunu taşır. ‘Olmak’, sözcüklerle tanımlanıp, anlatılamaz. O, ancak yaşanılan ve içte hissedilen bir özellik, bir süreç, bir canlılıktır.“Toplumsal düzen, toplumun sosyal ve ekonomik kurumları, bir de ahlâk yapısı, bu iki karakter ve davranış biçiminden hangisini desteklerse, o toplumun insanlarında da bu karakter özelliği ağırlık kazanacaktır.”Yaşam ustaları ve dinler, ‘sahip olmak’ ile ‘olmak’ arasındaki farklılığı, sistemlerinin ana konusu olarak ele almışlardır. Buda, insancıl evriminin en üst basamağına ulaşmak isteyenlerin, ‘sahip olmak’ güdüsünden kurtulmaları gerektiğini öğretirken; Hz. İsa:Bütün dünyayı kazansa ne olur?“Bir insan bütün dünyayı kazansa, ama kendi benliğini çürümeye terketse veya kendini cezalandırsa, eline ne geçecektir ki?” demiştir.İslam dininin temel kaynağı Kur’an-ı Kerim ‘sahip olma’ merkezli yaşantıyı örnekleyerek şöyle anlatmaktadır:“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olma arzusundan ibarettir. Bunun örneği, hayat veren yağmura benzer; onun bitirdiği bitkiler çiftçilerin hoşuna gider, sonra da kurumaya yüz tutar. Öyle ki sen onun sapsarı olduğunu görürsün, en sonunda çer çöp olur gider… Dünya hayatı aldatıcı yararlanmadan başka bir şey değildir.” (Hadid/20)Dünyanın geçici nimetlerinin cazibesi...Bir başka ayet, önce varolan tabloyu çizmiş ve hedefi açıklamıştır:“Kadınlar, oğullar, yığın yığın biriktirilmiş paralar, hayvanlar ve ekinler gibi, dünya zevklerine karşı duyulan sevgi insanlara çekici kılınmıştır. Oysa bütün bunlar dünya hayatının geçici nimetleridir. Asıl varılacak yer ise Allah katındadır.” (Ali imran/ 14)‘Sahip olmak’ ilkesi bizi motive ettiğinde, ‘ben hayattan ne bekliyorum’ bakış açısını hayatımızın merkezine koyarız. Böylece, gelgitlerle dolu bir hayat uzanır önümüzde; hayattan beklentilerimiz gerçekleşince tatmin oluruz, gerçekleşmeyince kaygılı, gergin, umutsuz oluruz.‘Olmak’ ilkesi bizi motive ettiğinde, ‘hayat benden ne bekliyor’ bakış açısını hayatımızın merkezine koyarız ve keşfettiğimiz cevapları uyguladıkça mutlu oluruz. Her birimiz dünyada bir taneyiz. Biricik olmanın bizlere getirdiği önemli bir sorumluluk var. Sadece bize özgü potansiyelimizi aktif hale getirmek ve insanlığa sunmakla görevliyiz. Edison, yüzlerce kez tekrarlamıştı deneylerini. Çünkü o, ‘Hayat benden ne bekliyor?’ sorusuna ampulü keşfederek cevap vermişti. Hayata sunduğumuz özgün işlerimiz, ruhumuzdan, sonsuz yanımızdan doğduğu için kalıcıdırlar. Biz bu dünyadan ayrıldıktan sonra da insanlığa hizmet etmeye devam ederler.Vicdanınıza kulak verin sesini duyun!SORU: Vicdanımızın sesini nasıl duyabiliriz? DİLŞAT AKÇAVicdanımızın sesini dinleyebilmek için, kendimize kulak vermeyi bilmiş olmamız gerekir. Kulağımıza gelen her sesi ve herkesi dinleriz ama kendi sesimize kulak vermeyiz. Bize dört bir yandan gelen düşüncelerin gürültüsü içinde yaşıyoruz her an; filmler, gazeteler, radyo, televizyon, boş konuşmalar... Kendi sesimize hiçbir zaman kulak vermemek için bilinçli bir plan hazırlamış olsaydık, bundan iyisini yapamazdık.En son vicdanınıza sorun!Vicdanımızın sesini duyabilmek için kendimizle baş başa kalmak, kendimizi dinlemek gerekiyor. N amaz, oruç, zikir, tefekkür, ramazan ayının son on gününde girilen itikaf bu ortamı bize sunabilir. Buna ek olarak, karşılaştığımız olaylarda, ‘Şu anda ne yapabilirim, nasıl davranabilirim?’ sorusunu iç dünyamıza sorabiliriz. Genelde içimizden gelen ilk cevap vicdanımızın sesidir. Bu sesin, bu yaklaşımın vicdanımızdan gelip gelmediğini şöyle test edebiliriz: Eğer bu ses ‘kendimize ve başkalarına zarar vermemeyi’ öğütlüyorsa vicdanımızın sesidir. Bu sesin önerilerini uygularsak daha güçlü duyarız vicdanımızı. Ve çocuklarımızı yetiştirirken hem onlara öneriler sunar, hem de ‘İçine sor, senin iç sesin bunun için ne diyor’ diyebiliriz. Tıpkı peygamberimizin “Bir konuyu herkese sor, ama en son vicdanına sor” sözünde olduğu gibi. Böylece onlara özgünlüklerini, biricik olduklarını hatırlatırken, kendi iç dünyalarıyla iletişim kurmayı da öğretebilirizSORULARINIZI BEKLİYORUZRamazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.
Bağışlamak; serbest bırakma, yatıştırma, iyileştirme, yeniden birleştirme ve oluşturma güçlerini akla getirir.Yüce Yaratıcımız bizleri “bağışlayıcı” olmaya, şöyle çağırmaktadır: “Sen af yolunu benimse, irfanla bildir ve cahillerden yüz çevir.” (A’raf, 199)‘Allah bağışlayandır, esirgeyendir’Bağışlamak özgürlüğün anahtarıdır!Bağışlama, istemli bir davranıştır, yani iradeyle seçilmiştir. Ya bağışlamayı seçeriz, ya da bağışlamamayı. Ancak bağışlanma ile bağışlamanın aynı dinamikleri içerdiğini unutmamalıyız. Eğer, yanlış bir davranış için bağışlanmamızı bekliyorsak, bizim de benzer durumda aynı şeyi yapmamız beklenir. Yaradanımızla ilişkimizde de benzer motifler söz konusudur:“... affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Nur, 22)“... Yine de affeder, hoş görür (kusurlarını yüzlerine vurmaz) ve bağışlarsanız, artık elbette Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Teğabun, 14)Bağışlama kolay olmayabilir. Haksızlığa uğradığımızda, bize üstün gelecek karmaşık duygu ağlarını parçalayacak irade ve bilince çoğu kez sahip değiliz. Kendi açımızdan, kaçamak yollara sapmak bize daha kolay görünebilir. Bu yüzden de karşımızdakini kınar, suçlar, mahkum eder, dışlar ya da kahrolsun diyebiliriz. Oysa; suçlama, yargılama, kızgınlık atmosferinde bağışlama kesinlikle düşünülemez.Sevgi bağışlamanın kaynağıdırİyi insanların kötü davranmalarına neden olacak koşulları değerlendirmeye çalışmak gerekir. Ancak sevgiyle değerlendirerek, onların da bizler gibi duygulu ve incinmeye hazır, zayıflıkları, korkuları, panik ve zaafları olduğunu anlayabilir ve bağışlayabiliriz. Sevgi, bağışlamanın en büyük kaynağıdır. Sevgi sayesinde, kötü davranışı bir kenara itip, bunu yapan kişiyi davranışından ayrı olarak göz önüne alabiliriz. Kötü davranışın nedenini anlamasak bile, bunun için çaba harcarız. Bu çaba sırasında, sevdiğimizle bir araya gelir, inancımızı yeniler; birbirimizi daha iyi anlar ve gücümüzü artırarak geleceğe yeniden güvenle bakarız. Bu yaklaşım Yüce Yaratıcının önerdiği bir davranıştır:“Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlardaki haklarından bağışlama ile vazgeçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever. (Al-i İmran, 134)Bağışlama, kendimizi geçmişin etkisinden kurtarmak, geleceği daha akılcı yoldan yenilenmiş umut ve inançlarla karşılamaktır.Bağışlar, ama incindiğimizi, gücendiğimizi ve duygusal yönden kırıldığımızı belleğimizden çıkarmazsak, bu kırgınlıkların gölgesinde gerçek bağışlama oluşamaz. Bağışlama ve unutmama hakkında, “Bir baltayı toprağa gömüp sapını dışarıda bırakmak” denildiğini duymuştum.Bizler unutmaktan korkarız; çünkü, unutmayla, haksızlık ya da kötü davranışın silinip atılacağına, bunlara göz yumulmuş olunacağına ve karşı tarafın kötü davranışının sorumluluğunu bizim yükleneceğimize inanırız. Hatalı olan karşı tarafı, pişmanlığı ya da cezalandırılması olmaksızın bağışlamak zorunda kalışımıza üzülürüz. Din Psikolojisi alanında yapılan araştırma sonuçları, affetme sürecinin tamamlanması için “ALLAHA BIRAKMA,” yı önermektedir. Bizler yaşadığımız deneyim sürecini affeder ve kişiyi affetmeyi Allah’a bırakırız, havale ederiz. O anda gerçekten özgür olur ve insan olarak tüm işlevlerimizle özgürce geleceğe doğru hamle yapabiliriz. Duyarlı, incinmeye hazır ve mükemmel olmayan insanlar olduğumuzu kabul eder ve öylece de kabul ediliriz.Kötülüğü uzaklaştırın!“İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda kötülüğü uzaklaştır; o zaman, görürsün ki seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dostun oluvermiştir. (Fussilet, 34)Aslında bağışlamaya sadece yaşadığımız dünyada değil sonsuzlukta da ihtiyacımız olduğunu Hz. Muhammed (Allah’ın selamı O’nun üstüne olsun) şöyle dile getirir: “Kıyamet günü varlıklar toplandığı zaman, arşın altından üç defa ‘ey insanlar, Allah sizi affetti, siz de birbirinize olan hakkınızı bağışlayın’ diye seslenilir.”Yanlış yaptım, kendimi bir türlü affedemiyorum!SORU: Kıymetli hocam. Ben çocuk yaşlarındayken sağlık sorunları yaşamıştım. Bir konuşmada, yapmış olduğumuz yanlış bir duanın sebep olabileceğini duydum. Üzerinde biraz düşününce yapmış olduğum yanlış duanın farkına vardım. Ama sonrasında kendimi çok suçladım nasıl böyle bir hata yaptım diye. Kendimi bir türlü affedemiyorum. Bana yardımcı olabilir misiniz? NİHAL YILMAZİyilikler kötülükleri siler...Bağışlamak bizi yaralayan duygulardan kurtulmak demektir. Bu duygulardan biri “suçluluk duygusu”dur. Suçluluk duygusu başlangıçta, hatamızı farketmemize yardımcı olabilir ve bizi olumlu davranışlara yönlendirebilir. Dengesini yitirdiğinde ise bize zarar verebilir. Bu konuda peygamberimiz şu öneriyi sunmaktadır: “Kötü bir davranış yaptığında çok üzülme, hemen güzel davranışlarda bulun. İyilikler kötülükleri siler götürür”. Bu yaklaşım Kur’an-ı Kerim’ de “tövbe “kavramı ile ifade edilmektedir.Sevgiyi ve affetmeyi yaşayın...Din psikolojisi alanında, mahkumlarla ve kanser tedavisi gören hastalarla yaptığımız affetme çalışmalarında, “O günkü aklımla yaptım, bugünkü aklımla yapmayacağım” ifadesinin etkili olduğunu gördük. Sevgiyi ve affetmeyi yaşamaya önce kendimizden başlayabiliriz.İbranice’de sevecen sözcüğü, rahim anlamına gelen reechen sözcüğünden türetilmiştir. Bundan çıkan sonuç, sevecenliğin, yeni bir doğum ya da taze bir başlangıcı düşündüreceğidir. Bu taze başlangıç, beraberinde daha derin anlayışı getirir.Şu anki ve gelecekteki olayları karşılamak için geçmişi anımsamak, çoğu kez, boşuna zaman harcamak olur ve insana pek az yarar sağlar. Kuran-ı Kerim de: “Kim sabreder ve bağışlarsa, şüphesiz bu, azme değer işlerdendir.” (Şura, 43) ayetiyle affetmenin üstün bir ahlak özelliği olduğu bildirilmektedir. Affetmek, olumsuzlukları ortadan kaldıran, kişinin hem fiziken hem de zihnen sağlıklı bir yaşam sürmesine yardımcı olan bir değer, yüksek bir ahlak özelliğidir.SORULARINIZI BEKLİYORUZRamazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.
“Allah ol der, hemen oluverir.” ayeti Kur’an-ı Kerim’de defalarca tekrarlanır. (Yasin, 82; Meryem, 35; Mümin, 68; Enam, 73; Bakara, 117) İnanan insanlar olarak defalarca bu ayeti okuruz, ama hayatımızın akışında “olmaz” - “olur” anlayışları egemendir: Şunları yapan insan cennete, şunları yapan cehenneme gider; bunu başaramam; o bunu yapamaz…‘Allah ol der, hemen oluverir’Allah ol der hemen oluverirse, kul olarak biz sadece olabilir veya olmayabilir diyebiliriz. Yani insana yakışan, esnek bakış açısı. Maslow: “Yalnızca esnek bir bakış açısına sahip olan, yenilikleri güvenle ve korkusuzca karşılayabilen insan geleceğin üstesinden gelebilir” diyor.Hz. Muhammed, (Allah’ın selamı O’nun üstüne olsun) Uhud savaşından 8 yıl sonra o bölgeden geçerken veda hutbesinde: “Sizin bir daha puta tapıcılığa dönmenizden korkmuyorum. Endişe ettiğim şey, sizin dünya işlerine dalmanız ve maddeyi put edinmenizdir” diyor . Bizler, maddeden güç alarak, sahip olma dürtüsüyle adeta birbirimizle yarışıyor, birbirimizi yargılayabiliyoruz.‘Ayna gibiyim, bakan kendini görür’Mevlana Mesnevi’de bu yaklaşımı şöyle bir hikayeyle anlatmaktadır:Ebucehil bir gün peygamberimize: “Beni Haşimden senden daha çirkin suratlı biri gelmemiştir” dedi.Peygamberimiz: “Her ne kadar haddini aştınsa da yine de doğru söyledin” dedi.Biraz sonra Hz. Ebubekir peygamberimizin yanına gelince: “Ey güneş yüzlü elçi, senden daha güzel daha parlak bir yüz görmedim” dedi.Peygamberimiz bunun üzerine: “Ey gerçek dost, ey dünya bağlarından kurtulan, doğru söyledin” dedi.Orada bulunanlar bu durum karşısında şaşırıp: “Ey peygamber, bu ikisi de birbirine zıt şeyler söylediler, sen her ikisine de doğru söylediniz dedin, bunun sebebi nedir?” diye sordular.Peygamberimiz: “Ben bir ayna gibiyim, bana bakan kendini görür. O baktı kendini gördü, o baktı kendini gördü” dedi.‘Mümin, müminin aynasıdır...’Benzer nitelik taşıyan ifadeleri Hz. Muhammed “Mümin müminin aynasıdır.”, sözüyle dile getirmiştir. Mevlana, yine Mesnevi’de şöyle seslenmektedir:“İnsanlarda ayıptan başka hiçbir şey görmeyene ayıplar olsun. Gayb aleminden gelen temiz ruh, aynı yerden gelen kardeşlerde nasıl olur da ayıp görür?-Ayıp hiçbir şey bilmeyen kişiye göre ayıptır. Fakat her şeyi hoş gören, olduğu gibi kabul eden Allaha karşı ayıp değildir.-Bize göre kafirlik afettir, ama Allaha göre onda bir hikmet vardır.-Birisinde yüzlerce faziletle beraber bir de ayıp bulunsa, o ayıp armudun sapı, üzümün çöpü gibi kınanmaz bir ayıptır.-Terazide her ikisini de beraber tartarlar, çünkü sapla veya çöple meyve, beden ile can gibi birbirleri ile uyuşmuşlar, birbirlerinden hoşlanmaktadırlar.”İlişkilerimizde, daha derindeki sorunları fark etmeden, yüzeydeki niteliklerle ilgilenmek ve yargılamak, bir başkasının kalbinin kutsal köşelerini çiğnemek demektir.İnsanın, hayatına, yargılamak yerine anlayışı yerleştirmesi hem ona , hem de iletişim içinde olduğu insanlara huzur verecek ve geliştirecektir.Ailemize iftar sofrası hazırlamak da sevap mıdır?SORU: İftar sofraları kurarak misafir davet etmenin, muhtaçları doyurmanın ramazan ayında çok sevap olduğunu biliyorum. Kendi ailem için de sofra hazırladığımda bu sevabı alır mıyım? SERPİL BAŞER“İyilik yapmaktan, iyi olmaya fırsat bulamayan insanlar vardır” sözü kendimi unutarak yaptığım işlerde hep özüme döndürür beni.Bazen kendimizin ve yakınlarımızın ihtiyaçlarını gözardı ederiz, erteleriz, başkalarına emek verirken.İslam dinini kaynaklarından okurken vermeye önce, ailemiz ve yakınlarımızdan başlamak gerektiğini öğrendim. Zekat ibadetinde, kurban kestiğimizde etini dağıtırken, önce ihtiyacı olan yakınlarımızdan başlamamızı öneriyor dinimiz.Furkan suresi 74. ayette Yaradanımız şöyle dua etmemizi öneriyor:“Rabbimiz, bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan göz aydınlığı bağışla. Ve bizleri takva sahiplerine; Allahın bilincinde olanlara önder kıl.”Ayette geçen, göz aydınlığı, göz nuru şeklinde tercüme edilen kelimeyi, Peygamberimiz namaz ibadeti için de kullanmıştır; “gözümün nuru namaz.”Kelimelerin arapça köklerine baktığımızda duanın içeriğini şöyle de ifade edebiliriz. Allahım öyle aileler kuralım ki, eşimizin ve çocuklarımızın nuru, gözümüzü ve gönlümüzü aydınlatsın, başka bir arayış içinde olmayalım. Ve ailemizle birlikte Seninle her an güçlü bir bağ içinde, Seninle birlikte olalım.Ailemizdeki mutluluk, coşku, bereket çevremize yansısın, ülkemizi huzurlu yapsın, kalkındırsın. Sofra kültürümüz, ramazan ayının bütünleştiren niteliği ve feyziyle birleşerek yepyeni güzellikler getirsin.SORULARINIZI BEKLİYORUZRamazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.
Allah insana hakların en büyüğü ve en önemlisi olan “hayat” hakkını verdi.Peygamberimiz insan haklarının herkes için oluşunu, önemini ve dokunulmazlığını Veda Hutbesi’nde şöyle haykırmıştı:‘’Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Atanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah katında en kıymetliniz, takvada en üstün olanınızdır. Arap’ın Arap olmayana bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir. Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Ne zulmediniz ne de zulme uğrayınız... Kan davaları tamamen kaldırılmıştır...Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan sakınmanızı tavsiye ediyorum. Sizin kadınlar üzerinde haklarınız, onlarında sizin üzerinizde hakları vardır... Ey insanlar! Allah Kur’an’ı Kerim de her hak sahibine hakkını vermiştir...”Irk, din ve cinsiyet ayrımı yapmayınİnsan hakları, tüm insanların hak ve saygınlık açısından eşit ve özgür olarak doğduğu anlayışına dayanır. Irk, din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm insanların yararlanabileceği haklardır, her bireye bağımsız seçim yapma ve yeteneklerini geliştirme özgürlüğü sağlarlar. Bu özgürlükler başkalarının haklarına saygılı olma ve bu hakları çiğnememe zorunluluğu ile dengelenmektedir. Bir başka deyişle, birçok hakkın yanında, sorumluluk da bulunmaktadır.İnsan hakları açısından en önemli ve en başta gelen eğitim sorunu, bireyi sadece okur - yazar haline getirmek değil, genişliğine ve derinliğine düşünebilen, hayal edebilen, öncekilerin yaptıklarına bakarak, ben yeniden ve farklı ne yapabilirime ulaşan, işi ehline verebilen, danışabilen, birikimini bilimin hizmetine vermekten haz duyabilen, bilgi, beceri, tutum ve alışkanlıklar kazanmış bireyler üretmektir . Bu yaklaşımı benimseyen Yunus Emre sade ifadelerle bizlere şöyle sesleniyor:“Okumaktan mâna ne?Kişi hakkı bilmektir.Kişi hakkı bilmezsen,Ha bir kuru emektir.”Düşmanınız dahi olsa insandırBakara suresinde Yaradanımız hayatın içinde çeşitli konularda öneriler sunmakta ve onları uyguladığımızda geldiğimiz noktayı şöyle ifade etmektedir:“Böylece ne haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olacaksınız.”İslam, denge dini olduğu için insana, kendi hakkıyla birlikte karşı tarafın hakkını da korumasını önermektedir.Anadolu’nun bağrında yetişen barış elçisi Hacı Bektaş Veli,“Düşmanınızın dahi insan olduğunu unutmayınız” diyor.Dünyanın sade fakat derin ifadeleriyle tanıdığı Yunus Emre,“Hakkı gerçekten sevenlere, cümle âlem kardeş gelir” diyor.“Hak” Yaratıcımızın isimlerindendir aynı zamanda.Bireysel ve toplumsal hayatımızda bilgelerin, peygamberlerin ve kutsal kitapların sunduğu bu yaklaşımları ve ilkeleri uyguladığımızda hem kendimizin hem de karşımızdaki insanların haklarını korumuş oluruz. Dünyamız yüzyıllardır özlemini duyduğumuz refah, adalet ve barış ilkelerinin yaşandığı bir yer haline gelir. Kendimize özgü bireysel hayatımızı küçümsemeyelim. Birbirimizin haklarına en güzel şekilde saygı duyalım. Bu, suya atılan bir taşın oluşturduğu daireler gibi yayılır ve bütün dünyayı kuşatır.Dinimizi kaynaklarından öğrenmek önemliSORU: Hocam; Din ile ilgili konularda kişisel yorumların mutlaklaştırılması ve bu doğrultuda hakikat tekeli algısı ile gruplara ayrılma temayülünü önemli bir sorun olarak görüyorum. Kitabımız Kuran-ı Kerim Rum suresi 32. ayette buna karşı uyarıyor. Yusuf suresi 76. ayette de ilimde otorite olmayacağına vurgu yapıyor. Hakikat arayışı kanaatime göre, öncelikle bireysel çaba, ilim ve irfan yolunda sebata bağlı. Size göre bu konuda kişilere, sosyal gruplara, toplumu yönetme sorumluluğu olanlara ne sorumluluk düşüyor? TANJU TATLISorunuzdan dinimizi kaynaklarından öğrenmeye çalıştığınızı anlıyorum. Bu yöntem gerçeğe ulaşma açısından önemli.Peygamberimizin “her bilenin üstünde hakkıyla bilen vardır” sözü bireysel çabanın ve araştırmanın önemine dikkatimizi çekiyor. Biliyorum dediğimizde kendimizi sınırlıyoruz aslında.Kur’an-ı Kerim’de düşünmeyle ilgili birçok ayetin bizi, araştırmaya, gözlem yapmaya ve bulgularımız üzerinde derin düşünmeye yönlendirdiğini görüyoruz.Bu noktada peygamberimizin bir duasını hatırlıyorum:“Allah’ım beni hakikate en yakın doğruya ulaştır.”Hakikat Rabbimizin katında. Bizler geliştikçe daha üst, daha üst doğrulara ulaşıyoruz. Kendimizi daha iyi tanıdıkça, Rabbimizi de O’nun sözlerini, varettiklerini de daha iyi anlıyoruz, biliyoruz. Bu yol irfan yolu; yani sadece bilmek değil bildiklerimizi yaşamak ve gelişmeye devam etmek. Ramazan ayı aynı zamanda Kur’an ayı da olduğu için, temel kaynağımızla daha da yakınlaşalım. Cumhuriyetimizle birlikte artık birçok meallerimiz var. Kuran-ı Kerim meallerini karşılaştırmalı olarak okuyalım anlamaya çalışalım. Anlayamadıklarımızı konunun uzmanlarına soralım. Sonra gönlümüze de sormayı unutmayalım.SORULARINIZI BEKLİYORUZRamazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.
Aşk hayatın tekdüzeliğine, bütün sıradanlığına en soylu başkaldırıdır. Gerçek aşkın ve sevginin derinliğini kavramak her şeyden önce kendimizi bilmekten, tanımaktan geçer. Aşk kaybedilmiş birliğin aranması, zıtlık ve benzerliğin uyumundan başka birşey değildir aslında.Gerçek aşk, daima kişisel yarar duygusundan vazgeçme temeli üzerinde yükselir. Bizler aşk karakteri ile doğarız. Aşk, ruhumuz yetkinleştikçe gelişir ve bizi güzel görünen şeye götürür. Bundan sonra bizim bu alemde sevmekten başka bir şey için var olduğumuzdan kim kuşkulanır ki..?Aşk, her kula nasib olmaz!Mevlana, “Kıymetli nesnedir aşk, her kula nasib olmaz” diyerek aşkın önemine dikkatimizi çekiyor. Çünkü dünyevi boyuttan başlayarak aşk insanı ilahi olana ulaştırır. Tasavvufta dünyevi aşkı yaşayanlar mistik deneyime yönlendirilmektedir. Allah aşkına giden yol kul aşkından geçmektedir. Aşkla insanın içindeki sevme yeteneğinin kapısı açılır. O içimizde potansiyel olarak durmaktayken, birdenbire gelişen bir aşkla aktif hale geliverir. Artık yaradılanı Yaradan için sevmenin yolu açılmıştır. Yıllar önce duyduğum bir hikayeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.Kusur örtmek ve görmemek...İki bilge insan sohbet ediyorlarmış. Sohbet sırasında üçüncü bir kişi gelmiş ve dinlediklerinden çok etkilenmiş.“Sizlerin hiç bir şeyi tesadüfen yapmayacağınızı düşünüyorum. Giysileriniz ilgimi çekti” diyerek bilgelerden birisine, “Neden kolları böylesine geniş bir giysi giydiniz?” diye sormuş. Bilge kollarını hareket ettirerek şöyle cevap vermiş.“Biz gördüğümüz kusurları böyle örtüveririz.”Bu cevaptan çok etkilenen kişi vücuduna oturan dar bir giysisi olan diğer bilgeye dönerek tedirginlikle, “Sizin böyle giyinmenizin bir anlamı var mı?” diye soruvermiş. Bilge bu soruya özgüvenle şöyle cevap vermiş. “Biz kusur görmeyiz ki örtelim.”Yıllar önce bu hikayeyi dinlediğimde kusurları örtmeye çalışan bir insandım. Bu gerçekten insan ruhunu yoran bir anlayış. Görüyorsun, örtüyorsun. O gün kusurları görmemeye niyet ettim.Bir şeyi gerçekten isterseniz...Bir kutsi hadiste, “Bana bir adım gelen kuluma ben on adım gelirim. Yürüyerek gelen kuluma koşarak gelirim” buyuruyor Yüce Yaradanımız.Paula Coelho “Simyacı” adlı eserinde “bir şeyi gerçekten isterseniz bütün evren elbirliği ile hizmet eder” diye yazıyor.Gerçekten Yaratıcımız bizim gelişmemiz için bütün yarattıklarıyla, bize yardım ediyor. Bir konferansa ortasında yetişmiştim. Konuşmacı şunları söylüyordu. “Aşkın gözü kördür, kusur görmemek istiyorsak sevgi alanımızı genişletmeliyiz. Yaradılanı Yaradandan ötürü sevmeliyiz.”O gün sevme gücümü geliştirmeye karar verdim. Bugün geldiğim noktada bambaşka bir boyutla daha karşılaştım. Hepimiz için yüksek sevgi yaşantısıyla örnek olan Hz. Muhammed, (Allah’ın selamı O’nun üstüne olsun) kusur görmemenin ötesinde en olumsuz tablodaki en olumluyu görüyordu. Çünkü O sevgisini o kadar büyütmüştü ki artık her şey bir olmuştu onun için.Olgunlaşmaya götüren yol: aşkAşkın rolü ruhu parçalara bağlılıktan kurtarmaktır. Tek tek varlıklardan sıyrılan aşk, Yaratıcıda murada erer. İnsan, varlığında, bir damla şüpheye, korkuya yer vermeyecek hale gelmiştir artık. O sevinç, neşe ve şükürle dolup taşmaktadır.“Haktan gelen şerbeti içtik elhamdülillahŞol kudret denizini geçtik elhamdülillahŞu karşıki dağları, meşeleri, bağlarıSağlık safalık ile aştık elhamdülillahKuru idik yaş olduk, ayak idik baş oldukHavalandık kuş olduk, uçtuk elhamdülillahTaptuğun tapusunda, kul olduk kapusundaYunus miskin çiğ idik, piştik elhamdülillah”Yunus’u olgunlaşmaya götüren yol aşk yoludur. Aklın sınırlarını ve gücünü aşan mistik yaşantıdır. Mistik tecrübe aşkın ocağında gerçekleşir.AYETLERDE GEÇEN ‘DÜŞÜNME, AKLETME’ NEDİR?SORU: Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette “Düşünmez misiniz, akletmez misiniz” ifadesi geçiyor. Bu konuda bilgi verir misiniz? DUDU BURHANDüşünme tövbe, sabır, şükür, ümit, birlik, tevekkül gibi gibi değerlerin gerçekleşmesinin yolunu açmaktadır.Kur’an’da düşünmek farklı kavramlarla ifade edilmektedir.Tefekkür: Bilinenden ilme varma kuvvetine fikir, bu kuvvetin faaliyetine de tefekkür adı verilir. Kur’an’da tefekkür, tüm nesneler, olaylar ve oluşlar üzerinde akıl yorup bir sonuca varmak, ibret almak, bu nesne olay ve oluşların kabuğunun örttüğü, altta yatan gerçeğe ulaşmaya çalışmak anlamında kullanılır.“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün akışında akıl sahipleri için ayetler vardır. Onlar, ayakta, oturarak ve yanları üzere iken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler.”Teakkul: Sebeb sonuç arasında ilişki kurmak demektir.Tezekkür: Aklını kullanan her insanın idrak edebileceği kutsal kitaplarda bildirilmiş olan hakikatleri tekrar hatırlamak ve düşünmek demektir.Tedebbür: Özellikle Kur’an-ı Kerim ayetleri üzerinde düşünmek demektir.Gönlüyle düşünmek: Yeryüzünde hiç gezmediler mi ki, düşünebilecekleri kalpleri ve işitebilecekleri kulakları olsun? Zira asıl kör olan gözler değil, göğüslerdeki kalplerdir.Kur’an-ı Kerim’ de kalp de düşünme organı olarak açıklanmıştır.“İman, dil ile ikrar, kalp ile tasdikdir.”Hz. Muhammed ( Allah’ın selamı O’nun üstüne olsun) “herkese sor, en son kendi gönlüne sor” diyerek gönlün düşünme gücüne dikkatimizi çekmektedir.Aklımızı ve gönlümüzü birlikte kullandığımız nice günler dileğiyle…SORULARINIZI BEKLİYORUZRamazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.
Acımızı, sevincimizi, ekmeğimizi, yemeğimizi paylaşmak...Şu fani dünyada hayatımızı anlamlı ve değerli kılan paylaşmaktan daha güzel bir mutluluk var mı?Hz. Muhammed ne diyor?Hayatıyla insanlık için model olan Hz. Muhammed -Allahın’ın selamı onun üstüne olsun-, paylaşmayı ‘insan olmanın getirdiği doğal bir sorumluluk’ olarak tanımlamış ve insanlığa şöyle seslenmiştir:“Komşusu açken tok yatan bizden değildir.”Yanıbaşımızda oturan, komşumuzdur; sınırlarımızı paylaştığımız, ülke komşumuzdur; sınırlarını paylaştığımız kıta, komşumuzdur…Acılar paylaştıkça azalır...Zorlukları aşmak, acılara dayanabilmek paylaşmakla mümkündür. Sevinçler ve güzellikler paylaştıkça çoğalır. Acılar ve hüzünler paylaştıkça azalır.Dertlenmek, herhangi bir nedenden ötürü üzülmek ve kaygı duymak; dertleşmek ise üzüntülerini, sıkıntılarını dile getirip, ruh halini, düşüncelerini paylaşmak, bir kimse ile sıcak ilişkiler kurabilmektir. Dertleşme, yakınlığın bir göstergesidir. İnsan bazen böyle bir yaklaşıma ihtiyaç duyar. Derdini paylaşacak birilerini arar, çünkü düşüncelerini aktarmak zorundadır. Sevgimizi, yakınlığımızı daha yoğun göstermek kadar güzel bir davranış olabilir mi? İnsanın, sıkıntılarını sürekli içine atmak yerine bazı yakın dostları ile paylaşması son derece yararlıdır.Paylaşmayan insan açgözlü ve cimridir. Dostu yoktur ya da yok denecek kadar azdır. Dostu ve arkadaşı; parası, malı ve mülküdür.Amellerin en zoru üçtür!Hz. Muhammed dünya hayatının cazip olması ve benliğimize kapılmamızın etkisiyle zorlanacağımız üç davranış konusunda bizleri şu sözleriyle farkındalığa çağırmaktadır: “Amellerin en zoru üçtür. Bunlar; nefsin hakkını verebilmek, her durumda Yüce Yaradanı hatırlayabilmek ve kardeşine bol bol ikramda bulunabilmektir” .Günümüzde hayat şartlarının getirmiş olduğu ağır yükler nedeniyle belki de bizim için en değerli varlığımız olan çocuklarımıza gerekli zamanı veremiyoruz. Öyle ki çalışan bazı anne-babalar, çocuklarının gelişimini yoğun iş tempolarından arta kalan zamanlarında bakıcıların verdiği bilgiler ile izleyebiliyorlar. Oysa bu değerli varlıklarımıza paylaşımı ve insan sevgisini verebilmenin yollarını sonuna kadar araştırmalıyız. Çocuklar paylaştıkça gelişir.Cahil bilmediğini sormaktan utanmasınKardeşliğin temeli olan paylaşma duygusunu çocuklarımıza verebilmek, eşya alış verişi ile başlayan bir paylaşma duygusu yaratmak, en önemlisi geleceğimiz olan çocuklarımıza sevgi duygusunu verebilmek çok önemlidir. Küçükken paylaşmayanlar, büyüyünce hiç paylaşamazlar... Muhammed bilgilerimizi paylaşmamızı da şu sözleriyle önermektedir: Cahil, bilmediğini sormaktan utanmasın. Âlim, içinden çıkamayacağı bir meselede ‘En iyisini Yüce Yaradan bilir’ demekten sakınmasın.İnsanın bilinç olarak yükselmesi yaşadığı hayatın kalitesini yükseltecektir. Bu nedenle bilenlere sormak, gerçeklere göre davranmak ve yaşamak ruh ve beden sağlığımızı artırır. Bizleri hem bu dünyada hem de sonsuz alemde mutlu kılar.Yaradanımız Yüce sevgisiyle bizlere ihtiyacımız olan bütün nimetlerini sunmaktadır. Bizlere düşen bu nimetleri en güzel şekilde değerlendirmektir: Bizlere emanet olan evreni, dünyamızı, bedenimizi koruyalım. Sahip olduklarımızı, bereket değerini hiç unutmadan paylaşalım. Barış için önce yüreğimizi sevgi ve huzurla dolduralım.YAŞADIKLARIMIZ İMTİHAN MI, ÖĞRENME Mİ?SORU: Değerli hocam dünya hayatında yaşadığımız her türlü acı ve sıkıntı karşısında bir çok yetkin hoca “Bu durum Allahın bir imtihanıdır, cenneti kazanmak için sabretmelisin” diyor. Oysa ki dünya hayatında bir öğretmen ancak öğrettiği şeylerden imtihan ediyor. İnsan hiç bilmediği bir konuda nasıl imtihan edilir ki. Bazen “Allah hep mi beni imtihan ediyor?” diye düşünüyorum. Rabbimi çok seviyorum fakat bu konunun içinden çıkamadım. Yardımcı olur musunuz? HİLAL YAZICIDİN psikolojisi alanında yapılan çalışmalar gösteriyor ki bir insanın hayatı ve yaşadıklarını imtihan olarak algılaması kaygıyı, depresyonu tetikliyor: Birçok bilimsel araştırmada, hastalara, hasta yakınlarına, depremde, yakınları vefat edenlere, ailevi sorunlar yaşayanlara yaşadıklarınızı imtihan olarak mı, yoksa öğrenme olarak mı değerlendiriyorsunuz? diye sorduk. Soruya imtihan olarak cevabını verenlerin kaygı ve depresyon puanları yüksek çıktı. Bu anlayışın daha çok cezalandıran bir Yaratıcı algısının sonucu olduğu görüldü.. Yaşadıklarını öğrenme olarak değerlendirenlerin kaygı ve depresyon puanları ise daha düşük çıktı.Hz. Muhammed: Rabb’im terbiye ettiHz. Muhammed (Allah’ın selamı O’nun üstüne olsun) “Rabb’im beni terbiye etti, ne güzel terbiye etti.” sözüyle, hayatın öğrenim ve üretim süreci olduğunu belirtmekte ve yaşantıların öğretici boyutuna dikkatimizi çekmektedir.Yaşadığımız acılar, psikolojik anlam ve ruhsal çıkış arayışını tetikler. Bastığımız yer kayıp gittiğinde bakışımızı yukarıya çeviririz. Kendimizi hayatın öğreticiliğine açarak, yaşadığımız olayların tesadüf olmadığını anlamak önemli bir farkındalıktır.Felsefeci Karl Jasper’ın dediği gibi “Hayat çözmek zorunda olduğumuz bir kitap değil, yazmak zorunda olduğumuz bir defterdir.”SORULARINIZI BEKLİYORUZRamazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.
“Azim” ve “hırs”ın ayrı yaşantılar olduğunu söyleyebiliriz.Azim, ısrarla istemek, kesin karar vermek, niyet, sabır ve irade, aceleci olmamak gibi anlamlara gelir. Azim genelde hayırlı faydalı bir işi, bir eylemi gerçekleştirmek veya zararlı bir işi gerçekleştirmemek konusunda gösterilen kararlılıktır.Azim hayırlı, hırs şiddetliHırs ise gözü kör ve kulağı da manen sağır eden tutkulu bir ümitle bir şeyi mutlaka elde etmek düşüncesiyle aşırı derecede çalışıp bedenen yorulmak ve bir şey hakkında hissedilen şiddetli bir arzu veya hevestir. Arzu ve isteklerin yoğun olarak yaşanmasıdır.Hırsın bazı özellikleri şunlardır:* Zenginliğe rağmen cimrilik* Dünya, makam, mal, mülk ve şöhret sevgisiHırsın zararlarını da şöyle özetleyebiliriz:* Elindekine kanaat etmemek* Mutsuzluk. Başarıyı yakalayamamak ve elindekini kaybetme durumu veya kaygısı* Öfke, kin, haset ve kıskançlığın yaygınlaşmasıHırslı ölümüne çalışırAzimli insan çok çalışır. Hırslı insan da ölümüne çalışır.Azimle hırsın farklarını şöyle açıklayabiliriz: Azimli insan çalışmaya devam ederken istediğini elde edemediğinde üzülmez. Her şeye rağmen kendisine verilene razı olur. Şükreder. Şükretmenin verdiği rahatlıkla çalışmaya devam eder. Onun için önemli olan çalışmaktır. Başaramazsa da çalışmaya devam etmektir. Başaranlar, başaramadıklarında dahi çalışmaya devam edenlerdir. Ama hırs gösteren insan, tüm çabalarına rağmen istediği sonucu elde edemediğinde öfkelenir, morali bozulur, intikam almak ister. Bir süre sonra çalışma isteğini kaybeder. Hayatının anlamını yitirir.Kur’an-ı Kerim’de Yüce Yaratıcımız bizlere şöyle seslenmektedir :Azim: Güvenle ilerleme‘’Bir işe azmettiğinde artık Allah’a güven. Kuşkusuz Allah, kendine güvenip, dayananları sever.” (Âl-i İmran, 159)Ayette görüldüğü gibi, azimde Yaradanımızla bağ kurarak ve güven içinde hedeflerimize doğru ilerleriz. noktada Atamızın sözünü hatırlıyorum. “Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” Muhammed, “azimliler, yöneldikleri işlerde, eylemlerde sabır ve sebat göstererek dimdik ayakta durarak tüm zorluklara dayanarak davrananlardır” demektedir. Hadiste geçen dimdik anlamndaki “ızam” kelimesi aynı zamanda kemik anlamına da gelmektedir.Sevgili peygamberimiz, vicdanımızı hırstan korumamızı söylemekte ve bizlere şu uyarıda bulunmaktadır: İnsanoğlu yaşlanır ama ondaki iki huy gençleşir: Hırs ve uzak hedefleri gerçekleştirme isteği. Peygamberimiz şöyle devam ediyor:“Sizler yöneticiliğe karşı çok hırslısınız. Halbuki o kıyamet günü pişmanlık demektir. Ancak, onu hakkıyla kazananlar bu pişmanlıktan kurtulurlar”Mevlana ne diyor?Kültürümüzün yetiştirdiği büyük düşünür Mevlana da bu konuda şunları söylemektedir:“Bir insanda kendini yüksek görme, hırs ve şehvet soğan gibi kokar.”“Nice balık vardır ki, su içinde her şeyden eminken, boğazının hırsı yüzünden oltaya tutulmuştur.”Görüldüğü gibi insan, azim ve istek sahibi olursa, aşamayacağı engel kalmaz. Azimde insanlığa hizmet duygusu baskınken, hırsta kendine hizmet duygusu baskındır. Azmin ve sağlam iradenin karşısında hiçbir engel duramaz. Azim karakterin en önemli yardımcısıdır.Duada kullanılan kelimeler önemli mi?SORU: Sevgili hocam, nasıl dua etmeliyiz, dualarımızda kullandığımız kelimeler önemli mi?Bu soruya son dönemde farkındalığımı yükselten, Mevlana’nın peygamberimizin bir yaşantısını hikayeleştirdiği Mesnevi’den bir bölümle cevap vermek istiyorum.“Hz. Muhammed (Allah’ın selamı O’nun üstüne olsun) bir gün ağır hasta olan bir sahabeyi ziyarete gider. Ona selam verip, vücuduna elini sürdükten sonra, “yanlış bir dua mı ettin?” diye sorar. Sahabe “Şu anda bilmiyorum ama sizin nurunuzla, ışığınızla elbet bileceğim, aydınlanacağım” der halsizce.HZ. MUHAMMED’İN DUASIPeygamberimiz sohbete başlar. Bir süre sonra hasta sahabe “Efendim siz cennetin güzelliklerinden söz ederken ben coştum, ‘Allah’ım cenneti haketmek için ne zahmet yaşamam gerekiyorsa onu yaşayayım’ diye dua ettim” der. Bunun üzerine peygamberimiz duasına tövbe etmesini söyler. Ve Kur’an-ı Kerim’den bir ayetle, şöyle dua etmesini önerir.“Allahım bana bu dünyada da iyilik ve güzellik ver, öbür dünyada da iyilik ve güzellik ver. Beni içimi yakacak her türlü acıdan, ateşten koru. Sen şefkatli olanların en şefkatli olanısın.” (Bakara suresi, 201)BU DUADAN SONRA İYİLEŞTİMevlana hasta sahabenin bu farkındalığın ardından iyileştiğini söyleyerek bitirir hikayesini.Ankara Ulus Devlet Hastanesi Palyatif Bakım Ünitesinde “Manevi Bakım” projesini yürütürken görüştüğüm felçli bir hasta “Allah’ım beni dinlendir, diye dua ederdim” demişti. Onunla dua ve kendini affetme konusunda çalışmıştık.Dualarımızın Kur’an’dan beslenmesi ve olumlu ifadeleri içermesi önemli.SORULARINIZI BEKLİYORUZRamazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.
Selam; emniyet, huzur, selamet, sağlık, barış, rahatlık, kurtuluş gibi anlamlara gelir.Selam vermek, bir kimseye yapılacak en güzel duâdır. Selam, karşımızdaki insana, “Benden sana zarar gelmez, selamettesin” mesajını verir. Selamlaşmak, dinimizin en büyük önerilerinden birisidir. İnsanlar selamlaştıkça, aral arındaki sevgi bağları daha da kuvvetlenir.Selamlaşmak sevgiyi artırırHz. Muhammed, (Allahın’ın selamı onun üstüne olsun) bunu şöyle ifade etmiştir:“Birbirinize selam verin ki aranızdaki sevgi artsın.”Yaradanımız, Kur’ân-ı Kerîm’in bir çok âyet inde selâmlaşmaktan ve selâmın yararlarından söz etmektedir.“Ey iman edenler, kendi evlerinizden başka evlere izin istemeden ve ev sahiplerine selâm vermeden girmeyiniz. Eğer düşünürseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” (Nur, 27)Yine aynı konuda, “Bir selâm ile selâmlandığınız zaman, ondan daha güzeli ile selâmı alın veya onu ayniyle karşılayın. Şüphesiz Allah, her şeyi çok iyi hesap edendir.” (Nisa, 86)Bütün insanlar kardeş oldukları için, birbirlerini ister tanısınlar, ister tanımasınlar, karşılaştıklarında veya iletişim araçlarıyla görüştüklerinde selâmlaşırlar. Selam, hangi ırk, cins ve renkte olursa olsun bütün insanlar için evrensel bir araçtır. Selam, insanlar arasında sevgi, saygı ve dayanışma ruhunu arttırır. Hz. Muhammed bunu şöyle anlatmıştır:“Sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız. Onu yaptığınız taktirde birbirinizi seveceğiniz bir şeyi size söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız.”Sevgiyle ölü diriltilir...Tatlı bir dil, insanlar arasındaki ilişkiyi bir anda yüksek noktalara taşıyabilir. Mevlana, bu anlayışı dile getiriyor:“Sevgiden, tortulu sular durulur, berraklaşır,Sevgiyle ölü diriltilir, sevgiyle padişahlar köle yapılır.”Selâm, kültürümüzde, sanat ve edebiyatımızda lâyık olduğu yeri almış, binlerce şiir, öykü, roman, tiyatro ve diğer eserlerde sayısız olayda ifadesini bulmuştur.Anadolu bilgelerinden Yunus Emre de dünyaya veda şiirinde şöyle demiştir:Şu dünyadan gider oldum, Kalanlara selâm olsun, Acep halim n’olur? Diye Soranlara selâm olsun. Ben gideyim gelen gelsinŞu dünyada kalan kalsın,Ahret hakkım helal olsun,Diyenlere selam olsun.İnsanlar birbirlerine, çekinmeden selam vermelidir. O insanı tanıyıp tanımamak önemli değildir. Mevlana, şu dizelerinde dostluğu ve insanlararası ilişkiyi çok güzel anlatmıştır:“Dostuyla hoş geçinen dostsuz kalmaz,Müşteriyle iyi anlaşan iflas etmez.Ay geceden ürkmediği için böyle parlak kaldı.Gül de dikenle uyuştuğu için bu kokuyu elde etti.”Kişi; varoluşundaki benliği kabul edip, ona selam verip, onu onayladıkça kendisine karşı özsaygısı artar. Kendisine olan özsaygısı arttıkça insanlara karşı anlayışı da artar. Selam verdiğimizde, hem kendi varlığımızı karşı tarafa belirtir iz, hem de karşı taraftaki insana verdiğimiz önemi gösterir iz. İnsanlara “benim için değerlisin” mesajını ver miş oluruz.Her gün, öz benliğimizi ve bütün varlıkları selamlamamız dileğiyle...DALGINLIKLA SU İÇTİM. ORUCUM BOZULMUŞ MUDUR?SORU: Bugünlerde unutkanlığım arttı, Ramazanın ilk günleri olunca da oruca alışırken birkaç kez unutup su içtim. Orucum bozulmuş mudur?Unutmak, yaşantımızda olumsuz bir değer gibi görülüyor. Oysa sahip olduğumuz en güzel yetilerimizden biri. Acılarımızı, üzüntülerimizi unutmasak hayatımız nasıl olurdu kimbilir. Acı bir haberi ilk duyduğumuz andaki duygumuzu hatırlayalım, o hep sürse normal hayatımıza devam edebilir miyiz? Yaradanımız unutmayı geçerli bir sebep olarak kabul etmektedir:Unutmak, Allah’ın ödülü...Oruçluyken unutup bir şeyler yediğimizde , içtiğimizde orucumuz bozulmuyor. Hatta, İslam kültüründe, oruçlu bir insanın unutarak bir şeyler yiyip içmesi, Allah’ın o kişiyi ödüllendirmesi olarak değerlendiriliyor.Namaz ibadetinde de bir vakti unutarak geçirdiğimizde geçerli bir sebep olarak kabul ediliyor… Yani, Yaradanımız için unutmak önemli bir mazerettir.Yaratıcımız bize ‘unutmak’ konusunda böyle yaklaşırken biz neden kendimize kızıyoruz, ‘keşke‘ler oluşturuyoruz; ben hepten böyle yaparım zaten, yine şemsiyemi unuttum… Halbuki, o gün belki de saçımızın , bedenimizin yağmur suyuna ihtiyacı vardır ya da o gün yağmur yağmayacak boşuna taşımış olacağız.Hz. Yusuf’tan bir kıssaYusuf Peygamberin kıssasında, Hz. Yusuf hapisten çıkan arkadaşına krala kendisinden bahsetmesini söyler. Fakat ardından Allah’tan başka bir varlıktan çözüm beklediğini fark eder ve tövbe eder. Allah o kişiye Yusuf’ u unutturur ve kralın rüya görmesi üzerine yıllar sonra hatırlatır. Yusuf peygamber unutmasından dolayı arkadaşını sorumlu tutmaz, çünkü ardındaki nedeni fark etmiştir.Aslında her şeyde bir hayır var. Kur’an’da Yaradanımız ‘Sizin olumsuz (şer) olarak gördüklerinizde olumluluk (hayır), olumlu olarak gördüklerinizde olumsuzluk olabilir, ama siz bunu bilemeyebilirsiniz’ diyor.SORULARINIZI BEKLİYORUZRamazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.