“Ömür defterini kararttıysan, önce yaptıklarına tövbe et. Ömrün geçtiyse, yıprandıysa, solduysa, susuz kaldıysa, tövbe suyuyla sula onu. Ömür köküne ab-ı hayat ver de yaşayan ağacın yeşersin.” MEVLANAYaradanın sonsuz affı ve sevgisiİlahiyat eğitimimde beni en etkileyen değerdi tövbe. Tövbe değerinin öz yapısıyla tanıştıktan sonra, Yaradanıma daha yakın hissettim kendimi. O’nun sonsuz affı ve yüce sevgisiyle, bu kavram aracılığıyla farklı bir boyutta tekrar tanıştım. Ve bir gün ona en çok ihtiyaç hisseden insanları, mahkumları tövbe yaşantısıyla tanıştırmak istedim. Çalışma öylesine verimli oldu ki “isimsiz hayatlar” adıyla kitaba dönüştü. Kur’an’da bir sureye de ad olan tövbe, adeta yeniden doğmayı, yeni başlangıçları simgeliyor.Ankara Ulucanlar Ceza ve Tutukevi’nde yürüttüğüm çalışma sırasında Furkan suresinin 68’den 71’e kadar olan ayetlerini okuduğumda, sevgi ve affetmenin ötelerdeki-sonsuzluktaki yansımasıyla tanıştım ve Yaratıcımızın yüceliğini bir kez daha bütün hücrelerimde yaşadım. Özellikle “Allah’ın, yapılan kötülükleri iyiliklere çevirmesi” yaklaşımı beni çok etkiledi. İnsan hata yapıp, hatasını fark ederse ve tekrarlamazsa, ardından iyi işler yaparsa, yaptığı hatalar, iyiliklere dönüşüyordu.İnsanın iyi ve güzele yönelmesi...Tövbe “dönmek” anlamına gelen arapça “TVB” kökünden türemiş bir kavramdır; insanın kendine ve başkalarına zarar veren düşünce ve davranışlarının farkına varması, bir daha yapmamaya karar vermesi, iyi ve güzel olana yönelmesidir. İlahi dinlerin hepsinde tövbe en önemli değerlerden biridir. Kur’an-ı Kerim tövbe konusundaki yaklaşımını sergilerken, insanın hem hata yapmaya, hem de hatalarından vazgeçebilmeye eğilimli olduğu fikrinden hareket etmektedir. Çünkü o, bir yandan hatanın olumsuz sonuçlarını belirtirken, bir yandan da insanlara hatalarından kurtuluş yollarını göstererek, hatalı olmalarına rağmen onları hatalarından arınmaya ve olumlu bir yaşayış tarzına dönmeye davet etmektedir.Kur’an terminolojisinde, insanların davet edildiği bu yeni yaşayış tarzına “tövbe” adı verilmektedir. Kur’an-ı Kerim’e göre bireyin olumsuz yaşantı şeklini daha güzel ve olumlu bir halle değiştirmesi, tövbe ile mümkün olmaktadır. Hangi fiillerin ve yaşayış tarzlarının kötü, hangilerinin iyi olduğu da yine Kur’an’da belirlenmektedir.“Allah, imanı size sevdirmiş ve onu gönüllerinizde süslemiştir. Ve size küfrü, öz söz bozukluğunu, isyanı çirkin göstermiştir. Rüşte ermiş olanlar işte bunlardır.” (Hucurat, 7).Tövbe, insanın Yaratıcısıyla ilişkisinde sürekli devrede olan bir mekanizmadır.Kur’an bu ilişkinin sürekliliğini ısrarlı bir şekilde korumak istemektedir.Tövbenin silemeyeceği hata yoktur...İnsanın tövbe faaliyetine katılması Kur’an’ın temel istekleri arasında yer almaktadır. Tövbe, işlenmiş hatalardan kurtulma ve bağışlanma aracı olarak ele alındığı için, tövbenin silemeyeceği hiçbir hata yoktur. Çünkü Kur’an, insanoğlunun hiçbir hatasını Allah’ın bağışlayıcılığından daha güçlü saymamaktadır. Bu prensip, çok net bir biçimde ortaya konmuş ve şöyle denmiştir:“De ki: Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün hataları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan çok esirgeyendir.” (Zümer,53)Hiç kimse bir başkasının hatasını yüklenemez. Bu nedenle, bir başkası adına tövbe etmek söz konusu değildir. Sadece başkasının tövbe etmesine destek olabiliriz.SİZ SORUN PROF. DR. ÖZNUR ÖZDOĞAN CEVAPLASIN...Tövbe etmek kişiye neler kazandırır?SORU: Tövbe etmek insana neler kazandırır? MUSTAFA AKKAŞPsikolojik açıdan sağlıklı insan, kendisini olduğu gibi kabul eder, zayıflıklarını bilir ve bunu gidermek için çaba gösterir. Yapmış olduğu olumsuz şeylerden dolayı kaygı duyarak ya da kendini suçlu hissederek zaman kaybetmez. Kendini geliştirmek ve dönüştürmek için çaba sarfeder. “Her gün şunu söyleyiniz diyor Pauchet: Hayatta izlediğim en önemli hedef, kendi kendimin düzeltilmesidir. Başkasından üstün olmamız önemli değildir. Önemli olan önceki halimizden üstün olmamızdır.”Mutluluk, huzur kaynağı...Tövbenin insanda ortaya çıkardığı sonuç, ruhen mutluluk hissetmesi ve iç huzuruna ulaşmasıdır. Tövbe deneyimi kişiyi hata işlemenin yol açabileceği içe kapanma, kaygı ve endişe, toplumdan uzaklaşma gibi kişiliğe zarar veren, dengelerini bozan duygu ve davranışlardan arındırarak, hayatın içine doğru olumlu olarak yönlendirmektedir.Hz. Muhammed: Ben günde 70’den fazla tövbe etmekteyim...Hz. Muhammed, (Allah’ın selamı O’nun üstüne olsun), “Ben günde yetmiş defadan fazla tövbe ve istiğfar etmekteyim.” demiştir. (Buhari, Sahih, IV, s.2192) Dönüşüm anlamıyla tövbe gelişmeyi de içermektedir. Aslında, hayatın akışı içinde ilerlerken, farkındalıklarımızla önceki anlayışlarımızın, yaşantılarımızın yeterli olmadığını kavrayabiliyor ve yeni kararlar alabiliyoruz. Böylece, oluşa katılıyoruz. “Allah her an yeni bir yaratmadadır.” ayetini bireysel boyutta gerçekleştirmiş oluyoruz. Mevlana’nın “Her an yeniden doğarız, bizden kim usana.” sözünde olduğu gibi. Arapçada yedi harfi, öz ve içerikli olanı, çokluğu ifade eder. Peygamberimiz öylesine gelişim ve kendini yenileme içindeydi ki, bir önceki anlayışını eksik bulup, yeni anlayışıyla hayatına devam ediyordu.SORULARINIZI BEKLİYORUZRamazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.
Sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma...Bütün dinlerin temsilcilerinin katıldığı tarihi bir toplantıda, dinlerin hepsinde ortak olan tek değerin “Sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma” ilkesi olduğu görüşüne ulaşılmıştır.Hayatın akışı içinde yaşadığımız çeşitli deneyimlerle neyi isteyip neyi istemeyeceğimizi öğreniyoruz. Hangi yaşantıların bizi geliştirdiğinin, beslediğinin, büyüttüğünün farkına varıyoruz. Aynı zamanda hangi yaşantılarımızın bizi mutsuz ettiğini, zarar verdiğini ayırd ediyoruz. İnsanlarla ve doğayla ilişkilerimizde de neyi yapıp neyi yapmayacağımızı anlıyoruz. Bu bilinçle davrandığımızda güzellikler üretiyoruz. Elimizden, dilimizden düşüncemizden zarar gelmeyen insan olmaya doğru ilerliyoruz.Hz. Muhammed ne diyor?Ünlü Halife Hz. Ömer şu ilkeyi önermiştir:“Başkasını ıslah etmeden önce, kendinizi düzeltin.”Evrensel ahlak prensiplerine verilecek örnekleri, peygamberimizin ve Anadolu bilgelerinin sözlerinde buluyoruz:Hz. Muhammed:“Kendi nefsin için istemediğini başkaları için isteme.”Mevlana:“Dünyada huzur bulmak istersen, kimseye kötülük etme. Ruhu huzur içinde olan insan, yaşam kavgasında başarılı olur.”“Hırsına mağlup olarak zulmeden insan, artık zalim olmuştur.”O ortak ilkenin evrenselliği...“Kendimize yapılmasını istemediğimiz şeyi başkasına yapmamak” ilkesinin evrenselliği, “Kendimize yapılmasını istediğimiz şeyi başkasına yapmak” konusunda geçerli değildir. Bize yapılmasını istediğimiz, yapılmasından hoşlanacağımız şeyler, başkasını mutlu etmeyebilir. Bu konuda bireysel farklılıklar söz konusudur. Örneğin hiçbirimiz gönlümüzün kırılmasını istemeyiz. Bu evrensel bir arzudur. Ama kimimiz telefonla, kimimiz mektupla, kimimiz mesajla, kimimiz doğrudan iletişimi tercih ederiz. İnsanlara nasıl davranacağımızı belirlemek için onlarla derin iletişime geçmek gerekir. Ancak böyle onları mutlu edecek şeyleri keşfedebiliriz.Bu konuda kutsal kitaplar, peygamberler ve bilgeler bizlere yardımcı olacak yaklaşımlar sunarlar:Kur’an-ı Kerim’ de Yüce Yaratıcımız bizlere şöyle seslenmektedir:“İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiştir”. (Fussilet, 34)Hz. Muhammed bu konuda bizlere şunları önermektedir:“Sana zulmedeni affet, sana küsene git, sana kötülük yapana iyilik yap, aleyhinde bile olsa doğruyu söyle.”“Kim dünyada bir mümin kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir”“Kim bir Müslüman kardeşinin ayıbını örterse Allah da onun ayıbını örter”“Müminler birbirlerini sevmede, birbirlerine acımada ve merhamette, bir vücut gibidir. Bir organ rahatsız olduğunda, diğer organlar da onunla birlikte ateşlenir, uykusuz kalırlar.”“Sizin en iyiniz kendisinden iyilik beklenen ve kötülüğünden emin olunandır. Sizin en kötünüz de, kendisinden iyilik beklenmeyen, kötülüğünden de emin olunmayandır.“Gönülden dile, dilden gönüleMedeniyetimiz ilk manevi enerjisini bu ilkelerden almıştır. Ve böyle bir kültürün yetiştirdiği düşünürümüz Mevlana, oğlu Sultan Veled’e şu öğüdü vermiştir:“Ey oğul! Eğer düşmanını sevmek, onun da seni sevmesini istersen, kırk gün onun iyiliğini ve hayrını söyle, göreceksin ki, o düşman senin en yakın dostun olacaktır. Çünkü, gönülden dile, dilden gönüle yol vardır.”“Sen düşünceden ibaretsin. Geriye kalanın et ve kemiktir. Gül düşünür gülistan olursun. Diken düşünür dikenlik olursun.”İntihar çözüm değil, çünkü ruh ölmez!SORU: İslam dininin intihara yaklaşımı nasıldır? MELEK ABCABu soruya hayatın içinden bir örnekle cevap vermek istiyorum: “Serap Ankara’ da yaşamaktadır. 1999 yılında ailesiyle birlikte, bir yakınının düğünü nedeniyle Gölcük’ e giderler. Aslında eşi pek gitmekten yana değildir. Ama o ısrar eder. Deprem gecesi göçük altında kalırlar. Eşi ve kendisi aynı odadadır, kızlarıysa yan odada. O gece eşi vefat eder. Kendisi 3 saat sonra ağır yaralı olarak kurtarılır, parmakları kesilir. Kızlarının, annesinin, yeğenlerinin öldüğünü öğrendiğinde hissettiği derin acı nedeniyle psikiyatrik tedaviye başlar. Aynı zamanda manevi bir arayış içine girer, yaşadıklarını anlamaya ve anlamlandırmaya ihtiyaç duyar.Ruh ölmez, acıları taşır!Serapla bir konferans sırasında karşılaştım. Soruları oldukça fazlaydı. Eşinin ve çocuklarının nereye gittiğini merak ediyordu. Onları düğüne gitmeye zorladığı için kendisini sürekli suçluyordu. Ağlama krizleri vardı. Evine giremiyordu. Çocuklarının eşyalarına dokunamıyordu. Serap’ın intihar girişimleri de olmuştu. Bir defasında Serap telefonla aradı. Artık dayanamadığını çocuklarını çok özlediğini ölmek istediğini söyledi, ona, şöyle bir bakış açısı sunuldu: “Bizim acı çeken, özleyen yanımız ruhumuzdur. Ve ruhumuzun ölmek gibi bir özelliği yoktur. Bizim ölen yanımız bedenimizdir. Biz öldüğümüzde acılarımızı ruhumuzla birlikte taşırız. Bu dünyada acılarımızla baş edip, kendimizi güzelliklere açtığımızda ve normal akışı ile öbür aleme geçtiğimizde daha iyi seviyelerde buluruz kendimizi. Dünyada yaşadığımız ve yaşattığımız bütün güzel işler için kendimizi huzurlu hissederiz.Şeb-i aruz: Ölüm günüMevlana ölüm gününü sevgiliye kavuşma günü şeb-i aruz olarak isimlendirmektedir. O da hayatında, zorlu dönemler yaşamıştır. “Hamdım, piştim ve yandım” ifadesiyle yaşadıklarını bir öğrenme ve olgunlaşma süreci olarak anlamlandırmıştır. Serap hem psikiyatrik tedavi ve psikolojik destek hem de manevi alandaki sorularının cevaplanmasıyla bir daha böyle bir girişimde bulunmadı”.SORULARINIZI BEKLİYORUZRamazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.
Bilge, bilginden farklıdır. Birtakım bilgileri hafızaya yerleştirmek, kişiyi bilgelik yoluna götürmez. Hatta öyle bilgiler vardır ki, kişiyi bilge yapması bir yana, onun için bir yüktür. Bilge, kendisine faydası dokunmayacak bilginin peşinden koşmaz. Bilgelik, Kur’an-ı Kerim’de “hikmet” kelimesi ile ifade edilmektedir.Hikmet-bilgelikverilenin kazancı...Bilge kişinin durumuyla ilgili olarak Yaradanımız:“Kendisine hikmet-bilgelik verilmiş olana çok büyük bir hayır verilmiştir. Gönlünü ve aklını çalıştıranlardan başkası düşünüp anlayamaz” (Bakara, 269) ifadesini kullanmaktadır.Bilgi, iyi karakterli insanların elinde insanlığa faydalı olmak için kullanılırken; kötü karakterli insanların elinde felaketlere sebep olabilir. Atom bombası çok ileri bir teknolojidir. Ama bu bilgi, tarihte insanların felaketine neden olmuştur. Mevlana Mesnevi’de bu konuyu şöyle işlemektedir;“Kötü karakterli kişiye ilim ve fen öğretmek, eşkiyanın eline kılıç vermektir.”Bilge ile bilgin, aynı olaya farklı şekilde bakarlar. Bilgin, olaylara olumsuz anlam yükleyebilir. Bilgeye göre her insan ve her olay bir öğretmendir. Bu yönüyle bilge, elindeki imkanları en iyi şekilde değerlendirir, önüne konmuş her şeyin keyfini çıkarabilir, olmayan bir şeyin hasretini de çekmez.Bilge, olayları gelişme fırsatına dönüştürür. Ayrıca kendini ilgilendiği konuya tam olarak verir. Onun bulunduğu ortam çok yüksek ışık veren bir ampulle aydınlatılmış gibidir. Aydınlanmış ortamda bulunan bütün insanlar da aydınlanmış olur. Bu yönü ile bilge, kendine ve diğer insanlara faydalı olan bilgiler taşır.Bilge insanın amacı: SevgiKur’an-ı Kerim’in ayetlerini dizeleriyle açıklayan Yunus Emre, bilge insanın amacının da, yönteminin de sevgi olduğunu söyler.“Ben gelmedim dava içinBenim işim sevi için.Dostun evi gönüllerdirGönüller yapmaya geldim.”Sevgi yeteneğinin gelişmesi ile birlikte kişinin zihninde kim ve ne olduğuna dair merak uyanır. Bu merak tüm potansiyel güçleri gerçekleştirmek üzere harekete geçer. Potansiyel güçlerin uyanması, kişisel gelişimi hızlandırır. Hayatı daha anlamlı kılar, Mevlana bu konuda şöyle söyler;“Bütün ilimlerin ruhu, mahşer günü ben kimim diyebilmendir. Sen dinin esaslarını bildin, ancak kendi aslına bak, o iyi mi? Kendi aslını bilmen, ikiye ayrılan esasları bilmenden daha iyidir. Ey ulu kişi!Bilgi kullanılıyorsa yükseltirSadece bilgiyi artırmak bilgeliği beslemez. Edinilen bilgi, eğer kullanılıyorsa yükseliş yolunu aydınlatır. Bilgelik, bilginin hayata uygulanmasıdır; çok şey bilmediğimizin farkına varmaktır.Bilgili olmanın sorumluluğunun bilincinde olan bilgeler ile insanlık, tarih boyunca rahat nefes alabilmiştir. Çünkü bilge, öğrendiklerini kendi özü ile bütünleştirir. Karşılaşılan büyük sorunlar karşısında insanları rahatlatır. Kur’an-ı Kerim, birçok peygamberi bilge olarak nitelendirmektedir. Örnek olarak şu ayetleri söyleyebiliriz:“Yusuf, kuvvetli çağına erişince ona bilgelik ve ilim verdik. İşte biz, güzel davrananları böyle mükâfâtlandırırız.“ (Yusuf, 22)“Ey Yahyâ, Kitaba sımsıkı sarıl, demiş ve daha çocuk iken katımızdan bilgelik, yumuşak kalplilik, ve arınmışlık vermiştik.” (Meryem, 12)“Lût’a da bilgelik ve ilim verdik ve onu çirkin işler yapan bir kentten kurtardık…” (Enbiya, 74)Günümüz dünyasının bilge insanlara ihtiyacı olduğunu hepimiz biliyoruz. Hem peygamberleri hem de bilge insanları örnek alarak bizler de bilgece eylemler üretebiliriz. Böylece vatanımız ve dünyamız sevgi ve barışın egemen olduğu, yaşamaktan daha çok mutluluk duyduğumuz bir yer haline gelebilir.Hasta umutsuzluğu ve dinimizin bakışıSORU: Kanser tedavisi görüyorum. Zaman zaman korkuyorum, umutsuzluğa kapılıyorum, dinimizin bu konuya yaklaşımı nedir? MELİHA COMBARuh ve beden birbirine bağlı, birbirini etkileyen iki temel unsurdur. Hastalık ve şifa süreci, değişim için bir fırsat olarak görüldüğünde iyileşme gerçekleşir. Bunun için ruhumuzun gücünden ve manevi kaynaklarımızdan yararlanmak önem kazanmaktadır.‘Her derdin dermanı vardır’Peygamberimizin “Allah dermanını yaratmadan bir derdi yaratmamıştır.” ve “Her derdin dermanı vardır”hadis-i şerifleri hasta ve hekimin umudunu desteklemektedir.“Allah’ın rahmetinden, ümidinizi kesmeyin; doğrusu kafirlerin dışındakiler, Allah’ın cana can veren rahmetinden ümidini kesmez.” (Yusuf, 87) ayetiyle Rabbimiz bizleri umutlu olmaya davet etmektedir. Ayette geçen “kafir” kelimesi “gerçekleri örten” anlamına da gelmektedir.‘Şer’de hayır olabilir...Yüce Yaratıcımız; “Sizin şer diye bildiklerinizde hayır, hayır diye bildiklerinizde şer olabilir.” der ve ilahi bir hikayeyle, Eyüp peygamber kıssasıyla bu bakış açısını örneklendirir. “Eyüp’ü da an. Hani o: “Ya Rabbî, bu dert bana iyice dokundu. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın” diye niyaz etmiş, Biz de onun duasını kabul buyurup katımızdan bir lütuf ve ibadet edenlere bir ders olmak üzere, hastalığını iyileştirmiş, kendisine aile ve dostlarını misliyle beraber vermiştik”. (Enbiya, 83-84)HAYAT BİR İMTİHAN SÜRECİ DEGİL ÖĞRENME SÜRECİDİR. Aslında hastalıklar, kendimize karşı ne kadar sorumsuz olduğumuzu görmek ve kendimizi koruma ve sevme sorumluluğunu tekrar kazanmak için güçlü bir uyarı, harika birer fırsattır. Mevlana’nın söylediği gibi:“Allah sana sıkıntı vermekle, tozunu kirini alır.”SORULARINIZI BEKLİYORUZRamazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.
Dua insanoğlunun vazgeçilmez yönelişidir. İnsan, hayatı boyunca, bazen sözlü bazen fiili dua hali içindedir. Yaşadığı zorlukları, sıkıntıları ve problemleri çözmede manevi bir yardım ve destek bulmak ümidiyle duaya yönelmeyen çok az insan vardır.İstemek, çağırmak, Rabbe bağlılık...Dua Arapça’da VDA kökünden gelmekte olup, istemek, çağırmak anlamlarını ifade eder. Dua insanın Rabbine bağlılığının en güzel ifadesidir. Mutluluk yolunu açan, kalbe huzur, ruha gıda veren ve sonsuzluğu tattıran vecd halidir. Dua, kulun şerefini artıran, iki alemde de yüzünü ak eden en hayırlı şeydir.Dua stres ve kaygıdan kurtulmak için sıkça başvurulan etkili yollardan biridir. Bizler korkularımızı, hüzünlerimizi, yalnızlıklarımızı özümüzden koptuğumuz ve kendimize yabancılaştığımızda yaşarız. Fakat özümüzle, gerçek doğamızla iletişim kurduğumuzda çok yüce bir güçten, yani bizleri var eden sonsuz kaynaktan besleniriz. Bu açıdan duada yalnızlık değil birliktelik vardır. Dua ettiğimizde, yani, O sonsuz güç kaynağını işlerimize dahil ettiğimizde, bizler huzur buluruz ve yaptığımız eylemler de güçlü bir şekilde yerini bulur. ‘Allah insanın kalbine dua ile yaklaşır...’Kur’ an-ı Kerim’ de Yaradanımız bizlere şöyle seslenmektedir: “Kullarım sana Beni soracak olurlarsa bilsinler ki ben onlara çok yakınım. Beni çağırdığında çağıranın çağrısına karşılık veririm. O halde onlar da benim çağrıma karşılık versinler. Ve bana inansınlar ki böylece doğru yolu bulabilsinler. (Bakara, 186)“İnsan dua ile Allah’ a yaklaşır. Allah da insanın kalbine…” diyor ozan Yunus.Hz. Muhammed (Allah’ ın selamı Onun üstüne olsun)Allah’ ı unutarak, edilen dua gerçekleşmez“Siz, kabul edileceğine yakınen inanarak, Allah’a dua ediniz. Yüce Allah’ ı unutarak, edilen dua gerçekleşmez.”Ve “Allah duanızı kabul eder. Dua ettim, hâlâ duam kabul olmadı diye acele etmeyiniz! Allah’tan içtenlikle isteyiniz! Çünkü kerem sahibinden istiyorsunuz”sözleriyle inananları güvenle ve samimiyetle dua etmeye çağırmaktadır. Ayrıca Peygamberimiz sadece sözle değil, eylemlerimizle de dua etmenin önemine dikkatimizi şu sözleriyle çekmektedir:“Rabbinin yolunda gayretle çalışana Allah, istediğini verdiği gibi istemeyi unuttuklarını da bahşeder !..”Peygamberin sözlerinde de görüldüğü gibi dua dinin esasıdır, çalışmak da duanın esası.Mevlana’nın dilinden bir dua...“Yâ Rabbî! Bizim hâlimize bakarak muâmele etme. Kendi ikrâm ve ihsanına göre bize muamele eyle.Ey mahlûkâtın, canlıların ihtiyâcını gideren Rabbim! Sen varken hiç kimseyi hatırlamak ve ondan bir şey ummak uygun değildir.Yâ Rabbî! Rûhumda bir ilim katresi var. İlâhî, onu hevâ rüzgarıyla ten toprağından muhâfaza eyle.Yâ Rabbî! Duâ ve yakarışlarımızda sana lâyık olmayan sözleri bilmeyerek söyleyip hatalarda bulunmuş isek, o kelimeleri sen ıslah et ve duamızı kabul buyur. Çünkü sözlerin hakimi ve sultanı ancak sensin.Ya Rabbî! Sana ne arz edeyim. Çünkü sen gizli ve açık her şeyi bilirsin.”SİZ SORUN PROF. DR. ÖZNUR ÖZDOĞAN CEVAPLASIN...Kul ile Allah arasındaki iletişim dua, nasıl olmalı?SORU: Nasıl dua etmeliyim? SEMA ÖZTAŞDuada insan dinamik bir farkındalık içerisinde Yaratıcısına yönelir. Bu öyle dinamik bir süreçtir ki, duada insan Rabbinden önce harekete hazırdır. Dolayısıyla dua sadece pasif bir şekilde sözle isteğini ifade etmek değil, istenilen arzuya kavuşmak için çabanın gösterilmesidir. Bazen “duamız kabul olmadı” diye düşünebiliriz. Rabbimiz her daim bizimledir. Ayette ‘Ben insana şah damarından daha yakınım’ ifadesi bu gerçeği açıklar. Bu açıdan duanın kabul olmaması gibi bir durum söz konusu olmayıp, bizim için daha uygun olanın olmasını Rabbimiz istediği için, o isteğimiz daha uygun bir şekil ve zamanda gerçekleşir.Duada bizler bir dönüşüm geçiririz. Bu öyle bir dönüşümdür ki eskinin yerine yeni, karanlığın yerine aydınlık tercih edilir.Hamd olsun kâinâtın Rabbi Allah’aMü’min Sûresi, 65. ayette Yaradanımız nasıl dua edeceğimizi açıklamaktadır:“O daima yaşayandır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde inancınızda samimi bir biçimde ve içinizden gelerek “Hamd olsun kâinâtın Rabbi olan Allah’a” diye duâ edin...”Ayette vurgulandığı gibi dua Allah ile kul arasında karşılıklı bir iletişimdir.Yunus’a göre Yaratıcı ‘Dost’turYunus Emre bu gerçeği dizelerine şöyle yansıtmıştır:“Ben ne dersem ol Dost tutarDost dediğin ben tutarım”Görüldüğü gibi Yunus Yaratıcısına kendini o kadar yakın hissetmektedir ki Ona Dost ifadesini kullanmıştır. Ve bu yakın iletişimde öylesine derin bir bağ vardır ki her iki taraf da sözlerini yerine getirmektedirler.SORULARINIZI BEKLİYORUZRamazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.
Güzel olan, iyi, doğru ve yararlı olandır. Güzel bir söz, güzel bir iş, güzel bir ders gibi. Güzel şiir de, güzel manzara da, güzel söz de hep estetik değeri taşımaktadır. Gerçekte sadece güzellik ve iyilik vardır; çirkinlik, kötülük, eksiklik hep bizim kusurlu algılama ve değerlendirmelerimizin sonucudur.“Birbiriyle uyum ve ahenk içinde yedi göğü yaratan O’dur. Rahman’ın yaratışında/yarattıklarında herhangi bir uyuşmazlık, aykırılık, çelişme göremezsin. Bir kez daha bak! Bir çatlaklık, bir uyuşmazlık görüyor musun? (Mülk,3)Nisa suresi 79. ayette, kötülüklerin insanın kendisinden kaynaklandığı belirtiliyor:“Sana gelen her iyilik, güzellik Allah’tandır. Sana gelen her kötülük de kendindendir.”O halde, evrende kötü olan bir şey yoktur; onların kötü olmaları insanların yanlış kullanımı ve değerlendirmelerinden dolayıdır.Tasavvuf, insanları, eşyaya ve tabiata Yaratıcının gözüyle bakmaya çağırır. O zaman görüş hatalarımız düzelir; her şeyi dosdoğru görmeye başlarız. Yunus’un şu sözlerine kulak verelim:Güzellik birdir!Eğer sen aynaları çoğaltırsan,O da çoğalır...Varlıkları güzel gösteren aşk!Mevlana Mesnevi’de “Varlıkları güzel gösterenin aşk” olduğunu söylemektedir.“Aşk ile dol ki, güzel sev! Güzeli sev!”O aşk ile benliğin , terbiye olsun, ve o zaman görürsün ki, varlıkta tek yansıyan yüce Yaratıcıdır. Her şeyin sahibi olan O Güzelden başka bir şey yoktur! Kim nerede ne zaman neye âşık olmuşsa, neyi sevmişse gerçekte onun sevdiği, sadece ve sadece her şeyin kaynağı olan Yaratıcısıdır!Allah kendi güzelliğini, bir varlıktan yansıttığı zaman ona âşık olmamak mümkün değildir!Yaptığınız işi güzel yapın!İş yapmak, bir eser ortaya çıkarmak insana özgü bir yetenektir. İşi güzel ve sağlam yapmak ise işini benimsemiş sorumluluk sahibi kişilerin özelliğidir. Kur’an-ı Kerim’ de Rabbimiz,“Yaptığınız işi güzel yapın; Allah işini güzel yapanları sever” (Bakara,195)ayetiyle her alanda daha iyiyi ve güzeli ortaya koymayı öğütlemektedir. İnançta sağlamlık, davranışlarda samimiyet, alışverişlerde doğruluk, sanatta incelik, yapılan her türlü işte kalite ve dürüstlük İslam dininin önerdiği güzelliklerdendir. Yapılan işin güzel olabilmesi için öncelikle kişinin; “işini güzel yapma” arzu ve gayreti önemlidir. Bu arzu ve gayret insanı, işlerinde başarılı, kendini yenileyen, yapıcı bir niteliğe kavuşturur. Vicdanlı insan, hangi işte çalışırsa çalışsın “saatini doldurma” ve “baştan savma” şeklinde bir anlayışa sahip olamaz.Hz. Muhammed diğer bir hadisinde de;“İş, ehil olmayana verildiği zaman kıyameti bekleyiniz” buyurarak, işlerin verimli ve sağlam yapılmasının, onun ehline verilmesiyle mümkün olacağını, aksi takdirde bozulmanın ortaya çıkacağını ifade etmiştir. Bir kimsenin işini güzel yapması hayatı da güzel yaşamasıdır. Allah, güzeli, cömerdi severYaradanımız bizlere şöyle seslenmektedir:“Gerçek şu ki iman edip iyi işler yapanlara gelince, elbette biz işi iyi, güzel yapanların ödülünü zayi etmeyiz.” (Kehf,30)İslam dini güzelliği temizlikle birlikte ele almaktadır. Peygamberimiz; “Allah güzeldir ve güzeli sever, cömerttir ve cömerdi sever, kerimdir ve kerimi sever, temizdir ve temizi sever. Evlerinizin çevresini temizleyin…” sözüyle insanların yaşadıkları ortamı temizleyip güzelleştirmelerine dikkatimizi çekmektedir.Her varlıkta ve her olayda Yaradanımızın güzelliğini görerek iyilikler, güzellikler ürettiğimiz ömür dileğiyle…Çocuklarımıza Allah’ı nasıl anlatabiliriz?SORU: Çocuğum 12 yaşında, Allah ile ilgili sorular soruyor. Çocuğuma Allah’ı nasıl anlatabilirim? BENGÜ ÖZDEMİRİnsan daha küçük yaşlarından itibaren zekâ gelişimine, edinmiş olduğu bilgi ve deneyime göre çeşitli dini kavramları ve olayları zihninde canlandırabilir. Bu canlandırmada onun hem kendi yetişme ve düşünme tarzı hem de bağlı olduğu dinin inanç esasları etkili olur. Dini tasavvurların en başında Allah tasavvuru gelir.Allah’ın her şeyi bilme sıfatı...Bu konuda araştırmalar yapan Piaget çocuklardaki düşünme ve akıl yürütmenin kendi kuralları olduğunu söylemektedir: Çocuklar 6-7 yaşlarında Yaradanı somutlaştırıp bazı varlıklara benzetebilirler. 8-10 yaşlarında, “Onu göremezsin, fakat O her yerdedir”, “O çok büyüktür, burada iken aynı zamanda okulda olabilir” diye düşünebilirler. 10-11 yaşlarında Allah’ın bizimle olduğu, her zaman yanımızda olduğu anlayışı artar. Çocuklarda, 4 yaşında itibaren Allah’ın her şeyi bilme sıfatı, 5 yaşında itibaren her şeye gücü yetme sıfatı, 8 yaşından itibaren her yerde olduğu düşüncesi gelişir. Cevabı: Besmelede...Çocukların din ile ilgili düşüncelerinde çevredeki zenginliğin ve yetişkinlerin tutumlarının önemli olduğu kabul edilmektedir.Ailenin dini tutumunun çocukların duygusal dünyasını ne kadar etkilediği ve hatta Allah’ı cezalandırıcı niteliklerle anlatan aile büyüklerinin çocuğa duygusal anlamda zarar verebildiği pek çok çalışmada ortaya konulmuştur. Sevgi dolu Yaradan inancına sahip çocukların daha dinamik ve üretken olduğu yaşamı sürdürmede ve sorunlarıyla baş etmede daha başarılı olduğu da birçok araştırma görülmüştür. Aslında sorunun cevabını Besmele ne güzel veriyor: “Çok seven çok şefkatli olan Allah’ın adıyla”SORULARINIZI BEKLİYORUZRamazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.
İslam dini barışı sadece savaşın karşıtı olarak tanımlamamış, toplum hayatının her alanında barış ve huzurun gerçekleşmesi için öneriler sunmuştur:Hz. Muhammed buyuruyor ki;“İlim öğrenmek farzdır.”“Öğrenen ya da öğreten olmayan bizden değildir.”Mevlana da,“Bilgisiz kişi seninle gönüldeşlik etse bile, eninde sonunda bilgisizliğiyle yaralar seni” diyerek bizleri uyarıyor ve toplumsal barış için bilgiden beslenen iletişimi öneriyor:“Aklın varsa bir başka akılla dost ol da işlerini ona danışarak yap. İşleri danışarak yapmak gerek ki sonunda pişmanlık azalsın”.Okuyan farklı gözle bakarOkumanın ve öğrenmenin çeşitli işlevleri yanında; olaylara, düşüncelere ve hayata çok boyutlu bakabilme yeteneği kazandırması belki en önemli yararlarından birisidir. Olaylara ve çeşitli fikirlere değişik açılardan bakabilme yeteneği, hoşgörüyü ve başkalarının fikirlerine saygı duymayı da beraberinde getirir.“Cahil cesurdur” der bir Arap atasözü. Düşünce dağarcığı sınırlı insanlar, belki kendi düşüncelerinin boyutlarını aşan diğer fikirlerden habersiz olduklarından, bildiklerine sıkı sıkıya sarılırlar. Kendilerine aykırı bir düşünce seslendirildiğinde tahammül edemezler. Kendilerine aykırı gelen her şeye topyekün savaş ilân ederler. Bu eylem tarzı bireyde ve toplumda “öfke” olarak ortaya çıkar. Aslında öfkenin psikolojik temelinde kendine olan güvenin sarsılması veya bu güvene karşı tehdit sezgisi yatar. Dar görüş barışa zarar verirDar görüşlü olmada, başkalarını ve başkalarının düşüncelerini yok sayma eğilimi ağır basmaktadır. Böyle bir yaklaşım, insanın kendi gelişiminin önüne de set çekmesi anlamına gelir. Kendi doğrularına hayran olan ve kendini sorgulamayan insan hem kendisine hem de toplum barışına zarar verir.Olumsuz duygularımızın davranışlarımızı yönetmemesi ve her koşulda barışı ve huzuru seçmemiz konusunda şu ayetler bizlere ışık tutuyor:“Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvaya daha çok yakışandır.” (Maide 8)Ve yine buyuruyor ki;“Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sende ona yanaş ve Allah’a tevekkül et, çünkü o işitendir, bilendir. Eğer sana hile yapmak isterlerse, şunu bil ki, Allah sana kafidir. O, seni yardımıyla ve müminlerle destekleyendir.”(Enfal61)‘Testileri kırdın mı, su akar’Barış içinde yaşamak için savaşın olmaması yeterli değildir. Bizim hem kendimizle hem de toplumla uyum içinde olmamız önemlidir. Bunun için kendi doğrularımızdan farklı gerçeklere de kendimizi açalım. İhtiyacı olanlara; hastalara, yoksullara elimizden geleni yapalım. Sahip olduklarımızı paylaşalım. Öfkemizin, kızgınlığımızın kararlarımıza yansımasına izin vermeyelim.Mevlana’nın toplumsal barış çağrısına kulak verelim:Daha yakın gel, daha yakın. Değil mi ki sen bensin ben de senim. Niceye dek bu senlik benlik. Neden zengin yoksullara hor bakar? Sağ neden kendi solunu hor görür? İkisi de senin elin değil mi? Birlik ağacını ne diye böyle eğer durursun? Haydi kaç şu benlikten katıl herkese, birleş. Kendinde kaldın mı bir taneciksin ama herkese katıldın mı madene dönersin. Dünyada nice canlar var. Anlamda hepsi bir. Testileri kapları kırdın mı su bir olur gider.‘Malı zekattan başka artıran yoktur’SORU: Zekat ve fitre gibi mal ile yapılan ibadetlere dinimizin ve kültürümüzün bakış açısını açıklar mısınız? Halil İbrahim ÖzasmaFakirlik ve yoksulluk karşısında Hz. Muhammed (Allah’ın selamı O’nun üstüne olsun) ;“Malı zekattan başka artıran yoktur” diyor.İslam dini, toplumu en temel ihtiyaç olan yiyecek ve giyecekten sorumlu tutuyor; “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” sözüyle bizleri paylaşmaya davet ediyor peygamberimiz.Yunus Emre de dizeleriyle bu sorumluluğu ne güzel ifade ediyor:Bir hastaya vardın iseBir içim su verdin iseYarın anda karşı geleHakk şarabın içmiş gibiBir miskini gördün iseBir eskice verdin iseYarın anda karşı geleHakk libasın giymiş gibiÜnlü düşünür Mevlana,“Başkasından istesen, o da verse yine de veren Allah’tır. Onun avucuna cömertlik meylini Allah vermiştir.” diyerek verme eylemindeki alan ve veren ayrımını kaldırıyor, bütün nimetlerin kaynağı olan Yaratıcıya dikkatimizi çekiyor.SORULARINIZI BEKLİYORUZRamazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.
Dost derin duygular beslediğimiz bir varlıktır. Yanında kendimizi savunmak zorunda kalmayacağımız biridir. Gönüllü bir ilişkidir. Özgürce kurulur. Seçim unsuru dostluk için çok önemlidir, zorla dost olamayız. Dostlar, ilişkiden kazanmayı umdukları şeylerden çok, ilişkinin kendisi için birbirlerine ilgi ve sevgi gösterirler. Dostluk, benzerlikleri kabul etmeyi değil, farklılığa hoşgörü göstermeyi de gerektirir. Yani dostluk karşımızdakini öylece sevmek, sevebilmek, kabullenmektir.Altın, para pul değil dost!Ünlü Sokrates’e öğrencileri sormuşlar: Dostluk nedir?Sokrates de onlara şu yanıtı vermiş;“Çocukluğumdan beri arzuladığım bir şey vardır. Kimi insan atları olsun ister, kimi insan köpekleri, kimisi altını, kimisi de şanı şerefi; bense bir dostum olsun isterim...”İnsanların hoşça vakit geçirmek ve tatmin duygusu yaşamak için olduğu kadar, fiziksel ve ruhsal sağlıklarını korumak için de dosta ihtiyaç duydukları düşünülür. Yürüttüğümüz dostluklarda ne kadar fazla şey bulursak, kendimizi stres, psikolojik hastalıklar, hayatta başımıza gelen olumsuz olaylar ve benzeri şeylere karşı o kadar koruma altına almış oluruz.Kur’an-ı Kerim’de Yüce Yaratıcımız bizlere şöyle sesleniyor:Dostlukta cinsiyet ayrımı yoktur!“İnanan erkekler ve inanan kadınlar birbirlerinin dostudurlar. Onlar iyiliği anlatırlar, kötülükleri engellerler…”(Tevbe,71)Ayette görüldüğü gibi, dostlukta cinsiyet ayrımı yoktur. Dostlar hayatın akışında birçok olayda beraberdirler. Birbirlerine doğruları anlatırlar. Birbirlerini geliştirirler. Olumsuz yaşantılara ve alışkanlıklara karşı birbirlerini engellerler.Yaradanımız dostluğun oluşumunda ve devamında iyilikler yapmanın önemine de şu ayetle dikkatlerimizi çekmektedir:“İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğe karşı en iyi biçimde karşılık ver. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimsenin sana karşı candan dostmuş gibi davrandığını görürsün.” (Fussilet, 34)Hem dünya, hem ahirette dost!Kur’an-ı Kerim’de Yüce Yaratıcımız, seçeceğimiz dostların hem dünya hem ahiret hayatımızda etkili olacağını da şu ayetle bildirmektedir:“Cehennem ateşinin size dokunmaması için, zulmedenlere sakın yönelmeyin. Çünkü o zaman Allah dışında dostlarınız olmayacaktır. Ve Ondan başka kimse tarafından da size yardım edilmeyecektir.”(Hud,113)Ayette görüldüğü gibi, gerçek dost bizi iyiliklere yönlendirir. Ahlakımızın güzelleşmesini destekler. Yeteneklerimizi fark etmemize ve geliştirmemize destek olur. Ayetin vurguladığı diğer bir nokta en büyük dostun ve yardımcının Yüce Yaratıcımız olduğudur. Aslında gerçek dostumuz öncelikle Rabbimizdir. O kendini Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatmaktadır bizlere;“…Allah’a sımsıkı sarılın. Çünkü O sizin dostunuzdur. Allah ne güzel bir dost ne güzel bir yardımcıdır.”Allah’ın dostluğuna açık olun!Hac suresi 78. ayette vurgulanan bu açıklamada Yaradanımızla her an ve çok yakın bir iletişimde olmamız ve onun rehberliğine, yardımına ve dostluğuna kendimizi açmamız önerilmektedir.Bilgeler bu çağrıya karşılık vermişler ve Allah’tan dost olarak bahsetmişlerdir. Yunus Emre insanın gönlünün Yaratıcımızın evi olduğunu ve insana hizmetin Yaradana hizmet olduğunu dizelerine şöyle yansımıştır:“Dostun evi gönüllerdirGönüller yapmaya geldim”“Dost yüzü kıbledir.”Dostluk Mevlana’nın dilinde de güzel açıklamalar bulur:“Dost ol. Sayısız dost gör. Dostun olmazsa yardımsız kalırsın.”“Sen dostun mutluluğuyla sevinirsen bu dünya sana gül bahçesi görünür.”“Kötü niyetler dostluğu karartır. Niçin onları gönülden kovmuyoruz.”İslamiyet’te ölüm son değil, yeni bir hayattır!SORU: Dinimizin ölüme bakışını açıklar mısınız? RAZİYE SAYARYaşamın ayrılmaz bir parçası olan ölüm, insanoğlunun her zaman ilgi duyduğu, hakkında düşündüğü, tanımaya çalıştığı bir konudur. Çünkü ölümü sorgulama, yaşamın anlamlandırılmasında ve manevi değerlerin oluşmasında önemlidir.Kur’an ‘ölüm’ için ne diyor?Kur’an-ı Kerim’ de Rabbimiz ölüm hakkında şu açıklamayı yapmaktadır:“Küllü nefsin zâikatul mevt.”“Her canlı ölümü tadacaktır.” (Enbiya/35)İslam’a göre ölüm bir son değil, daha gerçek bir hayat ve varoluşa geçmektir. Ayette ruh kelimesinin kullanılmaması, nefs kelimesinin geçmesi; bedenin öldüğü, ruhun sonsuz olduğu şeklinde yorumlanmıştır.Mevlana: Yaradana kavuşmakAyette geçen zâika kelimesini, zevkle bağlantılı değerlendiren Tasavvuf düşüncesinde ise ölüm, Sevgili ile buluşma, vuslat anıdır. Bu sebeple ölüm, korkulan bir olgu değildir. İlahi aşk ne kadar kuvvetli ise, kavuşma arzusu da o kadar kuvvetlidir. Mevlana’ya göre ölüm, Yaradana kavuşmaktır, yeniden doğmaktır, gerçek varoluştur. Beden kafesinden kurtulmaktır. Asıl ölüm Allah’ı unutmak, ondan gafil olmaktır. Böyle biri yaşıyor görünse de ölü sayılır. İnsan Allah’ı bilmekle yaratılışının gereğini yerine getirmiş olur. Böyle biri görünüşte ölmüş görünse de kafesten kurtulan bir kuş gibi ölümsüzlüğe ulaşmıştır.Yunus Emre de bu anlayışı dizelerine şöyle yansıtmıştır.Yunus öldü diye salâ verilir.Ölen hayvan imiş aşıklar ölmez.SORULARINIZI BEKLİYORUZRamazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.
Bize yaşama sevincini veren, dünyada biricik olduğumuzun farkındalığını yaşamamız ve yaşam enerjimizi dış kaynaklardan çok içimizden almamızdır. Hepimizin kendimize özgü bir yolumuz var. Bu yola Kur’an-ı Kerim “sırat el mustakim” yani “dosdoğru yol” diyor. Varoluş amacımızı keşfedip bu amaç doğrultusunda yaşadığımızda içimiz coşkuyla dolar. Zaman kavramımız, geçmiş ve gelecekten çok, şimdiye odaklanır. Andaki huzuru keşfederiz. Bütün çözümlerin potansiyellerinin anda varolduğunu anlarız. Kaygı ve korkuların yerini sevgi ve yaşama sevinci almıştır. Peygamberimizin söylediği gibi, iki günümüz birbirine eşit olduğunda zararda olduğumuzun bilincindeyizdir. O zaman Mevlana gibi söyleriz: Her an yeniden doğarız bizden kim usana. Böylece, kendimize ve başkalarına şifa veren güzellikler üreten bir insan oluruz.Yaşadıklarımızdan ders çıkarmak!Dünyada her gün birçok olay meydana geliyor. Kimi insanlar başına gelen olaylardan ders çıkarıp yoluna devam edebiliyor. Ama kimi insanlar da hemen pes ediyor. Her olayın kötü yönünü düşünüyor. Yaşama sevinci olan biri, başına ne gelirse gelsin hedefine ulaşmak için elinden geleni yapar. Çünkü hedefler önemlidir. Bunu gerçekleştirmek için sabır, sebat ve hayata bağlılık da büyük etkendir. Her insanı mutlaka mutluluğa götüren bir yol, bir fırsat vardır.Yaşadığımız deneyimlerden dersler çıkarmak, hayatın öğreticiliğine kendimizi açmak, yaşadıklarımızı anlamlandırmak da yaşama sevincimizi besler. Ünlü mutasavvuf Bayezid Bistami’nin söylediği gibi “İçimizde sonsuzluğun lambası yanmaktadır.” Bu bakış açısıyla hayatımıza baktığımızda gerçek gücümüzü fark ederiz. Olaylar bizi değil, biz olayları yönlendiririz ve fark ederiz ki biz istemediğimiz sürece kimse bizi üzemez, incitemez.Yaşam coşkuları üst düzeydekiler...Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli ve Mevlana gibi bilgeler, varoluş amaçlarını Yüce Yaratıcıyla bağlantı içinde gerçekleştirdikleri için yaşam coşkuları üst düzeydedir. Yaşadıkları dönemde ve sonraki yüzyıllarda binlerce insanın yaşama sevinçlerini eserleriyle beslemişlerdir.Yaşama sevinci insanın zihin ve beden sağlığını destekler. Bağışıklık sistemimiz ile yaşama sevincimiz arasında doğrudan bir ilişki vardır.Yaşama sevincimizi besleyen değerlerden biri de verme yaşantısıdır. Kültürümüzdeki bir söz bunu vurgulamaktadır: Veren el, alan elden üstündür.Gülümsemek en üstün sadakadır!Hz. Muhammed (Allah’ın selamı O’nun üstüne olsun) “Verecek bir şeyin yoksa gülümse, gülümsemek en üstün sadakadır.” diyerek, vermenin, sahip olmakla ilgili olmadığını vurgulamaktadır. Vereceğimiz şey koşulsuz sevgi olduğunda, verecek bir şeyimizin olması bizi iyileştirir ve yaşamak için güçlü bir neden oluşturur. İyi işlerde yarışan insanların olduğu bir toplumda barış kökleşir.Bir bilge şu sözleriyle bizlere ışık oluyor:Hayatından mutluluk duy,Çünkü zaman düşündüğünden daha ileri…İçsel güçlerinden mutluluk duy,Çünkü onlar sendeki bütünlük ve kutsallığın kaynaklarıdır.MODERN YAŞAM VE BİREYLERDEKİ BÜYÜK YALNIZLIK...SORU: Modern yaşamın getirdiği yoğunluk ve koşturmaca içindeki bireylerde büyük bir yalnızlık duygusu görüyoruz. Yalnızlık konusunu nasıl ele almalıyız? MEBRURE GÜNEŞGünlük yaşamda yalnız olmak ile tek başına olmak aynı anlamda kullanılan kavramlardır. Oysa, tek başımıza olabiliriz, ama yalnız olamayız. Rabbimiz her an bizimle birlikte.Yalnızlık ve tek başınalık. Bu iki kelimenin içeriğindeki duyguya baktığımızda farklılıklar olduğunu görmekteyiz. Yalnızlık duygusu insana ağır gelen bir duygu. Yaradanımızla bağımız zayıfladığında bu duygu gelir içimize. Rabbimize yöneldiğimizde ise hızla güçlenir bağımız; kutsi hadiste ifade edildiği gibi “Bana bir adım gelen kuluma on adım, yürüyerek gelen kuluma koşarak gelirim” Yalnız olmadığımızı hissederiz o zaman, tek başımıza olsak ta. “ …. Bana Allah yeter…” ( Tövbe/ 129 ) bakış açısıyla yaşam sürecine umutla ve sevgi ile tutunuruz.Şah damarımızdan yakın olan...Bu bağla yaşadığımızda, “Allah ol der, hemen oluverir.” ayetinin bilinciyle bakarız hayata. Yaratıcımızın bize şah damarımızdan daha yakın olduğunun bilinciyle yaşarız. Hiçbirimiz yalnız değiliz. Hepimizin bir sahibi var, Rabbimiz var. Yunus Emre bunu şöyle ifade ediyor: “Ballar balını buldum kovanım yağma olsun.”Din Psikolojisi alanında, 2009 yılından bu yana, Çocuk Esirgeme Kurumundaki çocukların manevi gelişimi hakkında yürüttüğümüz projede “annemiz babamız hayatta olmayabilir veya hayatta olsalar bile birlikte yaşamıyor olabiliriz, ama hiçbir zaman yalnız değiliz. Bizim bir sahibimiz var, Yaratıcımız var” bakış açısının, çocuklarda özgüveni ve okul başarısını desteklediğini gördük.SORULARINIZI BEKLİYORUZRamazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.