Meclis açıldı. Ankara siyaseti, istimi hemen aldı. “Dün bir, bugün iki” derler ya… Tam öyle işte.Pazartesi yeni yasama yılı açıldı, Salı partilerin ilk grup toplantıları yapıldı ve özellikle Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ile İYİ Parti arasında tansiyon ilk günden yükseldi.Meral Akşener’in partisinin grup kürsüsünden söylediklerine, MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın Twitter hesabı üzerinden, çok ağır ifadelerle yanıt verdi.MHP ile Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) arasındaysa ‘Kemal Derviş polemiği’ yaşanıyor.CHP, iktidara Amerikalı danışmanlık firmasıyla çalışma kararı nedeniyle yükleniyor.Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) CHP’ye tepki gösteriyor.Halkların Demokratik Partisi (HDP) yerel seçimler için ittifak çağrısı yapıyor.Büyük Birlik Partisi (BBP) idam cezasını geri getirmek için teklif hazırlığında.***Ankara siyaseti, ilk günden yukarıda sıraladığım gündemin içine dalmışken bakın aynı gün hangi haberler üst üste geldi dün…- Mesela, Antalya’da yaşayan 14 yaşındaki Ayşe K.’nın kararan hayatı… 10 yaşından beri annesinin evlendiği adamın önce tacizlerine, ardından tecavüzüne uğrayan bir çocuğun dramı… Annesi, boşandığı o kişiyle barışıp şikayetini geri çekti. Ayşe de öyle. Muhtemelen şikayeti bir şekilde geri çektirildi Ayşe’ye.Sonuç?..Sonuçta, 14 yaşındaki Ayşe K. şimdi tecavüzcüsüyle aynı evde yaşamak zorunda.- Mesela, 37 yaşındaki Medine K. geçen yıl, Hatay’daki evinde iple asılı halde ölü bulundu. Ailesi Medine’yi kocasının öldürdüğünü söyledi ama Ahmet K. delil bulunmadığı gerekçesiyle serbest bırakıldı. Bir yıl sonra, Medine K.’ya ait günlük bulundu.O günlükte yazanlar, olayın intihar değil, kadının eşi tarafından işlenen bir cinayet olabileceğine dair çok ciddi şüpheleri ortaya çıkardı. Dosya şimdi yeniden açılıyor.- Bir başka dosya daha var tekrar açılan. 2005 yılında, 25 yaşındayken yaşamını yitiren Gülperi’nin dosyası.Hürriyet’ten Ayşe Arman’ın “Kusursuz cinayet mi, intihar mı” diye sorduğu olayda, dava 13 yıl sonra yeniden görülecek.Yine bir kadın cinayeti kuvvetli şüphesi var ortada.***Şimdi…Ankara’da, Meclis açılır açılmaz birbirine giren siyasetçilerin tümüne soruyorum.Hani sizler yeni yasama yılı başlar başlamaz; kadın ve çocuğa yönelik şiddet, taciz, tecavüz furyasının önüne geçmek maksatlı yasal düzenlemeleri yapacaktınız?Hani önceliğiniz bu konu olacaktı?Hemen ardından da hayvanlara eziyet edenleri caydıracak ve cezalandıracak düzenlemelere gelecekti sıra…Önceliğiniz, çocuk ve kadınlar başta olmak üzere canlıların yaşam hakkı olacaktı hani?..Biz mi yanlış hatırlıyoruz?..
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, dün, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) 27’nci dönem, 2’nci yasama yılı açılışında yaptığı konuşma yakın geleceğin gündemine ilişkin çok sayıda mesaj içeriyordu.Konuşmanın detayları VATAN’ın haber sayfalarında yer alıyor. Dolayısıyla bu satırlarda ilk güne dair başka mesajlar ve işaretleri bulacaksınız.***Cumhurbaşkanı’nı Meclis’e gelişinde iki başkanvekili karşıladı. AK Partili Mustafa Şentop ve MHP’li Meclis Başkanvekili Celal Adan.Ayrılışındaysa, Erdoğan’ı uğurlayanlar arasında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de vardı.Cumhurbaşkanı’nın genel kurulda yaptığı konuşmanın ardından TBMM Başkanı Binali Yıldırım, Meclis’te grubu bulunan partilerin genel başkanları ve grup başkanlarını odasında çay kahve içmeye davet etti.İlk güne özel bu nezaket buluşmasına HDP davet edilmedi. CHP ise davete icabet etmedi.Böylece 35 dakikalık sohbette, AK Parti, MHP, BBP ve İYİ Parti’nin lider, grup başkanı ve kurmayları yer almış oldu.***HDP’nin dışlandığı, CHP’nin de içinde yer almamayı tercih ettiği bu fotoğraf, Ankara siyasetinin yakın dönemine dair bir fikir verir mi?Özellikle de yerel seçimlere giderken… Tabii Meclis’in yasama faaliyetlerinde de.Yaşanan gelişme; İYİ Parti’nin, duruma göre MHP ile yan yana gelebileceğinin bir işareti olarak görülebilir mi? Elbette aynı şekilde MHP’nin de İYİ Parti’yle…Bu durum CHP’nin, 24 Haziran’da ittifak yaptığı İYİ Parti’yle ilişkilerine nasıl yansır? AK Parti MHP cephesi, bu ilk gün fotoğrafı üzerinden CHP’yi HDP ile birlikte görür ve gösterir mi?Böyle olursa, yalnızlığa itilen HDP’nin tavrı ne olur?Siyasetin tartışma zemini bu noktaya kayarsa CHP ne tepki verir, partinin gündemi nasıl şekillenir?Meclis artık turkuazTBMM’nin yeni yasama yılı bu sene ‘resepsiyonsuz’ açıldı. Biliyorsunuz, geleneksel resepsiyonun, ‘tasarruf’ gerekçesiyle yapılmadığı açıklanmıştı.Resepsiyondan tasarruf eden Meclis’teki halıların tümü değiştirilmişti. Eski kırmızı halıların yerini, turkuaz renkteki yeni halılar almıştı. Kulisler, koridorlar, merdivenler ve diğer bütün ortak alanlardaki halılar yenilenmişti.Halıların değiştirildiğini görünce, yenilenme kararı muhtemelen tasarruf tedbirleri uygulamaya koyulmadan önce verilmiştir diye düşündüm.Gazetecilere iki sürprizParlamento kartı sahibi gazeteciler Meclis kampüsüne araçlarıyla girebilir, kulislerle binaların diğer bölümlerinde görev yapabilir ve Meclis Lokantası’nda yemek yiyebilirdi.“-di” diyorum zira habercilerin Meclis’e araçla giriş ve Üyeler Lokantası’nı kullanma hakkına son verildiğini dün yaşayarak öğrendik.Meclis Başkanlığı’nın onayıyla verilen parlamento araç giriş kartına rağmen, dış kapıda otomobilden inip yaya olarak güvenlik kontrolünden geçerek gittik meclis binasına. Ziyaretçilere uygulananla aynı prosedürden geçerek…Meclis Başkanı Yıldırım, bu değişikliğin ‘artan güvenlik riski’ gerekçesiyle yapıldığını söyledi. Yıllardır gazetecilerin milletvekilleriyle yemek yerken sohbet ettiği Üyeler Lokantası da basına kapatılmış. Kapıdaki görevli, “Burası sadece vekiller ve misafirlerine hizmet verecek” dedi.Haberciler artık, F Blok’taki resepsiyon salonunun alt katında yeni kurulan restoranda yemek yiyebiliyor. Meclis personeli ve koruma polisleri de bu yeni lokantaya yönlendiriliyor. Kulisler ve Meclis binasının diğer bölümleriyse şimdilik basına açık.***NOT: Meclis’e araçla giriş ve Meclis Lokantası’nı kullanmak, gazetecilerin keyfi ya da konforuyla ilgili konular değil. Her ikisi de habercilik faaliyetini kolaylaştıran, hatta yapılan işin gereği haklar olduğu için yazıyorum.
Yerel seçim 31 Mart 2019 tarihinde yapılacak.Tam 6 ay var önümüzde.Hangi şehirde, hangi partiden kimlerin aday olacağını tartışıyoruz daha şimdiden.Ak Parti ile MHP’den müteşekkil Cumhur İttifakı’nın yerel seçimde yapacağı iş birliğinin detaylarını konuşuyoruz.24 Haziran Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimlerine Millet İttifakı olarak birlikte giren CHP, İyi Parti ve Saadet Partisi, 2019 yerel seçiminde de ortak bir strateji belirleyecek mi; buna bakıyoruz.CHP ayrıca, özellikle İstanbul ve bazı ilçelerinde HDP ile ilişkisini nasıl bir düzleme oturtacak (ya da böyle bir gündemi olacak mı) bu noktayı da merakla takip ediyoruz.Partilerin, siyasetçilerin ve dolayısıyla medyanın yerel seçim gündeminin bu şekilde oluşması doğal.Peki ya seçmen nasıl bakıyor belediye seçimlerine?***Bir insan yaşadığı yerin belediyesinden ne bekler?Siz mesela…Nedir sizin belediyenizden, belediye başkanınızdan beklentileriniz?Öncelikler değişebilir ama liste üç aşağı beş yukarı bellidir, öyle değil mi?Uzun uzun sayacak, belediyelerin vatandaşa vermek durumunda olduğu hizmetleri sıralayacak değilim.“Belediyenizden, belediye başkanınızdan beklentileriniz nedir” sorusunu birçok kişiye sordum şu son günlerde.Dikkat çekici cevaplar aldım. Birkaçını aktarayım...***41 yaşında, evli, 2 çocuk babası bir mali müşavir şöyle yanıtladı sorumu:“Belediye hizmeti deyince ilk akla gelenlerden biri sokakların, caddelerin asfaltlanması… Sokaklara ilçe, ana caddelereyse büyükşehir belediyesi döküyor asfaltı. Asfaltlama çalışması bitince, yol boyunca pankartlar asılıyor, ‘Asfaltınız hayırlı olsun’ yazıyor o pankartların üzerinde. Bu bir tek bana mı garip geliyor bilmiyorum ama bir de ‘Bu caddenin asfaltı büyükşehir belediyesi tarafından dökülmüştür’ ya da işte ‘Bu sokağın asfaltını şu ilçe belediyesi yapmıştır’ türünden ifadeler… Biz vatandaş olarak zaten asfalt katılım bedeli ödüyoruz belediyelere. Yani parasının bir kısmını zaten biz veriyoruz. Kaldı ki, bu hizmeti vermek belediyenin öncelikli işlerinden biri. ‘Bu asfaltı biz döktük’ türünden reklamlar komik oluyor. Asli görevini, işini yaptığı için alkış ya da teşekkür mü bekliyor belediyeler?”***56 yaşında, evli, 3 çocuk annesi bir emekli öğretmen:“Ben Ankara’da yaşıyorum. Şu aralar birçok yerde yol genişletme, köprülü kavşak ya da su, kanalizasyon vb alt yapı çalışmaları var. Yapılsın tabii bütün bunlar. Yapılmalı… Ama bakın koca bir yaz geçti, bu çalışmalar yine tatilin sonunda, tam okulların açılma döneminde başladı. Bu çalışmalar trafiği aksatıyor malum. Okulların açılmasıyla birlikte zaten yoğunlaşan trafik, şimdi sabah ve akşamları bazı bölgelerde tamamen kilitleniyor. İş yapmak tamam da, zamanlaması da önemli.”***38 yaşında, bekar, gıda sektöründen bir işletmeci:“Belediyeler işlerini düzgün, olması gerektiği gibi yapsın yeter. Tek beklentim bu. Bakın ben ne yaşadım... Yeni bir kafe açmak için çalışıyorduk. Binanın ruhsatı için eksikleri tamamlarken, sıra yangın merdivenine geldi. Belediyeden geldiler, binada incelemelerini yaptılar, yangın merdiveniyle ilgili yapılması gerekenleri konuştuk. Ekip gitti, sadece 5- 10 dakika sonra, elinde takım çantasıyla biri geldi. ‘Ben demirciyim, yangın merdivenine ihtiyacınız varmış’ dedi. Önce şaşırdık ama sonra durumu anladık. Nasılsa yaptıracaktık, ‘Tamam, pekiyi’ dedik ve fiyat istedik. Ölçtü, biçti, piyasanın neredeyse 3 katı fiyat verdi gelen demirci. İstediği fiyatın çok yüksek olduğunu söylediğimizde de, ‘Abi, siz bilirsiniz’ dedi. ‘Başkasına da yaptırabilirsiniz tabii ama sonra ruhsat işlerinde sorun çıkmasın... Ben yaptığımda sorun çıkmaz’ diye gülümsedi. Ortaklarımla konuştuk, başımız ağrımasın diye mecburen ona yaptırdık yangın merdivenini. Gerçekten de ruhsatı sorunsuz şekilde aldık.”***Yerel seçimlere giderken, konunun sadece partiler ya da adaylar olmadığını anlatmaya çalışıyorum.Asıl mesele zihniyet ve artık maalesef sıradanlaşan, kanıksadığımız bazı alışkanlıklar.
Geçen haftanın önemli gündem maddelerinden biri, ‘Türkiye’nin İdlib’e asker göndermesi’yle ilgili haberlerdi.Gazete sayfaları ve televizyon ekranlarında konuyla ilgili yazılanlara, konuşulanlara bakınca; görünen o ki, bu mevzuda bazı noktaların aydınlatılması gerekiyor.Şu noktayı netleştirelim: Türkiye’nin İdlib şehir merkezinde askeri birlik görevlendirilmesi gibi bir durum yok.Söz konusu olan bölgedeki 12 gözlem merkezinin güçlendirilmesi.***Türkiye açısından Suriye gündeminin halihazırdaki en kritik adresi İdlib.Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Tahran’daki Türkiye İran Rusya üçlü zirvesinden çıkan sonuçtan tatmin olmadı ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Soçi’de buluştu. İdlib’de izlenecek yol haritası Soçi’de netleşti ve açıklandı.***Suriye’de İdlib’in yanı sıra bir diğer mühim nokta Münbiç.İdlib’de Rusya ile birlikte çalışan Türkiye, bu şehrin yaklaşık 160 kilometre kuzeydoğusundaki Münbiç’te ise Amerika Birleşik Devletleri’yle (ABD) ortak mesai veriyor.Türk askeri Münbiç’te ABD güçleriyle birlikte devriye görevine başladı. Faaliyet, planlandığı şekilde sürüyor.İdlib’deki görev ise Münbiç’tekinden farklı.***Türkiye’nin bölgede 12 üssü var. Yani gözlem noktaları ya da karakollar…Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) kurduğu bu 12 nokta İdlib’i çevreliyor.Türkiye bu şekilde sınır hattıyla İdlib kent merkezi arasındaki bölgeyi kontrol altında tutuyor.Türk askerinin İdlib’de, Münbiç benzeri bir meskun mahal (kent içi) görevi yok. Rus güvenlik güçleriyle birlikte şehirde devriye vb bir faaliyet söz konusu değil.İdlib’in içinden Ruslar sorumlu.Türk güvenlik güçlerinin sorumluluk ve görev alanıysa, kentin çevresinde oluşturulan 5 kilometrelik güvenli hat ve bu hattan Türkiye hududuna kadar olan alan.Özetle, ‘Türkiye’nin İdlib’e asker göndermesi’ başlığından anlaşılması gereken, doğrudan şehrin içine birlik sevkiyatı değil.Mevzubahis olan, kurulu 12 askeri üssün tahkimatı ve bu noktaların lojistiğinin sağlanması.Bu 12 gözlem merkezinin hem personel hem de ağır silahlarla güçlendirilmesinin nedeni açık:İdlib’deki en güçlü silahlı grup olan terör örgütü HTŞ’nin (El Kaide bağlantılı El Nusra’nın yeni adı, Heyet Tahrir-ü Şam) Soçi mutabakatına uymaması ve bunun sonucu olarak bölgede silahlı çatışma çıkma ihtimali. Ki, bölgeden gelen haberlere bakıldığında, böyle bir olasılığın işaretleri de var.Türkiye işte bu kritik ihtimali göz önüne alarak, 12 gözlem merkezini tanklar dahil ağır silahlar ve uzman personelle takviye ediyor.
Enerji Bakanı Fatih Dönmez, Japonlar’ın Sinop’ta kuracağı nükleer santralde fizibilitenin tamamlandığını açıkladı. Dönmez, 3’üncü nükleer santral için de yerin büyük ihtimalle Trakya olacağını ve burası için Çinliler’in bir fizibilite çalışmasına başlayacağını söylediTürkiye’nin ilk nükleer santrali Akkuyu Cumhuriyetin’in 100’üncü yılı 2023’e yetiştirilmeye çalışılırken, Sinop için de süreç hızlanıyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, Japonlar’ın Sinop’ta kurulacak 2’nci nükleer santralde fizibilite çalışmasını yaptıklarını ve bakanlığa sunduklarını belirterek, “Sinop’ta Japonlar ile çalışmalarımız var. Şimdi onlar fizibilite çalışmasını yapıp Temmuz’da sundular. Bizim ekibimiz, o fizibiliteyi inceliyorlar” açıklamasını yaptı. Dönmez, gazetelerin Ankara temsilcileriyle yaptığı sohbet toplantısında Türkiye’nin enerji politikası ile gündemdeki son gelişmeleri değerlendirdi. Dönmez’in konuşmalarından satırbaşları şöyle:Akkuyu 2023’te hazırSoçi’deki zirvede enerji başlığı vardı. Rusya ile Akkuyu Nükleer Güç Santrali ile ilgili çalışmalar devam ediyor.Nisan’da temelini atmıştık. Şu anda orada temelle alakalı ve projenin diğer safhaları ile alakalı, yani inşaat faaliyetleri daha henüz reaktör aşamasına gelmedi, çalışmalar devam ediyor. Teyit ettiler, 2023’e bir aksilik olmazsa, Cumhuriyetimizin 100’üncü yılında orada ilk reaktörü işletmeye alma hedefimiz var.En az 30 kriter3’üncü santralde yer Trakya gibi gözüküyor. Orada Çinliler ile görüşüyoruz. Nükleer projeler çok zaman alıyor. Yer seçimi için en az 25-30 tane kriter değerlendiriliyor. Bir de işin ekonomik olarak analizi de önemli tabi.Çünkü uzun dönemli bir anlaşmaya giriyorsunuz. Onun bize, orta ve uzun dönemde, hem arz güvenliğimiz açısında yükümüzü alıyor olması lazım hem de maliyetler açısından katlanılabilir, makul bir maliyeti olması lazım.Fiyattaki artışı minimum tuttukElektrikte fiyat ayarlaması için maliyetlere bakacağız. 2 tane fiyat ayarlaması yaptık. Orada da özellikle maliyet artışları, kur ve petrol fiyatlarındaki artış onları zorunlu kıldı. Şimdi biz elektriğimizin aşağı yukarı yüzde 30-35’ini hâlâ doğalgazdan elde ediyoruz. Doğalgazda da dışa bağımlıyız. Doğalgaz fiyatlarını da petrol fiyatları etkiliyor. Formülün içinde petrole endeksli. Kur neredeyse 2 kat arttı. Bu da tüketiciye yansımış oldu. Ama biz bunu yine minimumda tuttuk.Bakan Fatih Dönmez, gazetecilerle yaptığı ‘enerji’ başlıklı toplantı için bakanlığa elektrikli araçla geldi.YEKA’LARA DEVAMYenilenebilir enerji kaynaklarını destekleme kanunumuz var bizim YEKA dediğimiz. Orada onların bir alım garantisi var. 10 yıl süreli. Uzatılmazsa 2020’de son bulacak. Ama biz YEKA’lara devam edeceğiz. Bazıları diyor ki sadece rüzgâr ve güneşten biz ülkenin bütün elektrik ihtiyacını karşılayamaz mıyız? Karşılama imkânımız yok. Sebebi de kesintili olması. Elektrik depolama ile ilgili YEKA ihalelerimizden bir tanesini güneşle ilgili kısmen depolama şartı getirdik. Onun ilanlarına çıkacağız. 3 bölgede yapacağız. Niğde Bor, Urfa ve Hatay’da yer seçtik. Buradan da 90-100 MW’lık bir batarya teknolojisiyle burada üretilenin depolanması ve akşam saatlerinde şebekeye verilmesiyle alakalı bir çalışma yürütüyoruz. 100 MW’lık batarya ile bir yerde depolama da dünyada da en büyük kapasiteli depolama alanlarından da biri olacak.
Reyhanlı katliamının fail ve planlayıcılarından Yusuf Nazik, Suriye’nin Lazkiye şehrinde yakalanıp Türkiye’ye getirildi. Bu tür operasyonlar, Amerikan Merkezî İstihbarat Teşkilatı (CIA), Sovyetler Birliği Döneminde KGB şimdi Rusya Federal Güvenlik Servisi (FSB) ya da İsrail İstihbarat ve Operasyonlar Enstitüsü (MOSSAD) tarafından gerçekleştirildiğinde casus romanlarına, sinema filmlerine konu oluyor.Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) Yusuf Nazik operasyonu tam da bu bahsettiğim türden…**Terörle kaynağında mücadele ya da terörü kaynağında önleme… Türkiye’nin yurt dışı bağlantılı terörist faaliyetlere karşı hayata geçirdiği yeni konseptin adı bu.MİT son dönemde, arananlar listesindeki önemli isimleri nokta operasyonlarla alıp (çok sevmesem ve kullanmayı tercih etmesem de, moda tabiriyle ‘paketleyip’) getiriyor.Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgede etkili, güçlü ve caydırıcı olması açısından önemlidir bu durum.Yusuf Nazik’in Lazkiye’de yaklaşık 6 ay süreyle takip edildikten sonra alınıp sessiz sedasız Türkiye’ye getirilmesi ve bu operasyonun, istihbarat sorgusu tamamlandıktan sonra kamuoyuyla paylaşılması da öyle…**Yusuf Nazik’in yakalanıp getirilmesine dair (sır niteliğinde olanlar hariç) operasyonel detayları VATAN’ın haber sayfalarında bulacaksınız.Benim bu yazıda altını çizmek istediğim nokta konunun bir başka boyutu.**Bu köşenin arşivinden iki yazıyı hatırlatacağım size…İlki yaklaşık beş yıl öncesinden… 3 Mart 2014 tarihli yazı.( http://www.gazetevatan.com/murat-celik-614516-yazar-yazisi-oyle-bir-kulis-bilgisi-ki---/ )İkinci yazıysa ilkinden bir yıl sonra, 13 Mart 2015 tarihli.( http://www.gazetevatan.com/murat-celik-749276-yazar-yazisi-istihbarat-savaslari/ )**2015’teki ikinci yazı, Türkiye’nin içinde yer aldığı coğrafyadaki istihbarat savaşlarını ve MİT’in bu ortamdaki pozisyonunu konu alıyor.İlk yazıysa tahmin ediyorum bugünlere nasıl gelindiğine dair fikir verecek.3 Mart 2014’te bu köşede yayınlanan “Öyle Bir Kulis Bilgisi ki…” başlıklı o yazı, MİT Yasası’nın hazırlandığı günlere denk geliyor.İşte Türkiye’deki istihbarat faaliyetlerinin çok başlı yapısının yarattığı sorunlara dikkat çeken o yazıdan bir bölüm:(…) “On yıllardır, yönetime gelen iktidarlar, öncelikle ülke içinden istihbarat ile ilgilenmiş, MİT’ten çoğunlukla ‘iç iş’ istemiş.Devleti yöneten irade istihbarat teşkilatından, ‘dış istihbarat’tan önce, ‘içeride ne olup bittiğini, kimin ne yaptığı’nı öğrenmeyi beklemiş.Teşkilat da hareket tarzını bu talebe göre belirlemiş, şekillendirmiş. Dış istihbarat faaliyetlerini büyük oranda ikinci plana atmış, ‘iç’e yoğunlaşmaya öncelik vermiş.”**Ve aynı yazının son kısmı… Başlığındaki kulis bilgisi ve ifade ettiği gerçek:“(…) Ankara’da; güvenlik ve istihbarat kulislerinde seslendirilen bir cümle var.Kulislerde; bir MİT mensubunun şu ifadeyi kullandığı konuşuluyor: ‘ O kadar yıl Afganistan’da, İran’da örtülü durdum(*), ülkemdeki kadar ta kibat ve tacize maruz kalmadım.’Özellikle son dönemde, Emniyet ve İstihbarat teşkilatları ile yargıda yaşananların ulaştığı noktanın vahametine dikkat çekmek isteyen yetkililerin örnek olarak verdiği cümle bu.İnsanın inanası gelmiyor.Bizim mesleğin temeli ‘şüphecilik’. Dolayısıyla bu örnek gerçek mi, değil mi bilemem.Ancak kulislerde bu örneğin konuşulması, hükümetin MİT yasası ile ilgili tutumu hakkında bir fikir verebilir diye düşündüğüm için aktarmak istedim.(*) İstihbarat terminolojisinde ‘örtülü durmak’: Kimliği gizli şekilde görev yapmak. ”**MİT Yasası 2014 Nisan’ında çıktı. Teşkilattaki dönüşüm böylece başlamış oldu.Üstüne, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi sonrası devlet (TSK, Emniyet, Jandarma ve MİT yani istihbarat) kadrolarında yaşanan kapsamlı temizlik yaşandı. MİT’te; görev, yapı, personel, anlayış, donanım, diğer kurumlarla eşgüdüm vb başlıklar geçmişten farklı şekillendi son yıllarda. Diyeceğim o ki; son dönemde art arda gelen nokta operasyonlarla hayata geçen ‘terörle kaynağında mücadele konsepti’, öyle dünden bugüne, bir anda hayata geçmedi.
Ankara’da, Flamingo Pastanesi vardır. Bilenler bilir…Başkentin köklü, kentle özdeş mekanlarındandır Flamingo.1950’li yıllardan itibaren Ankara’nın siyasetçisinden sanatçısına, bürokratından gazetecisine; şehrin kültür merkezlerindendir.1985’te Kızılay Selanik Sokak’ta açılan dükkanı, Tunalı Hilmi Caddesi’ndeki takip etmişti. Ürün ve hizmet kalitesiyle Ankaralıların klasikleşmiş buluşma noktalarındandır Flamingolar.Tunalı’daki pastane 2014 yılında kapandığında, müdavimleri ve semt sakinlerinin hayatından bir parça eksilmişti. Tabii kentin hafızasından da…Şimdilerde Kızılay’ın yanı sıra bir şube de Tepe Prime iş ve yaşam merkezinde var.***Birkaç gün önce uğradığımda, babasından devraldığı markayı aynı geleneklerle yaşatan Hasan Kuluhan ile sohbet ettik.“Fiyatlar artınca müşteriler şikayet etmedi mi” diye sordum.Kuluhan “Yoo” dedi, “Şikayet yok.”- Nasıl yani?- Fiyatlar değişmedi ki?- Zam yapmadınız mı?- Hayır.- Nasıl artmadı fiyatlar? Sizin işin malzemesi belli. Un, şeker, tuz, yağ, salça, çikolata, kuruyemiş vs… Hepsinin fiyatları yüzde 30, yüzde 40 arttı son aylarda. Sizin pasta, börek, çöreğin fiyatı nasıl artmaz?- Ben hâlâ depomdaki malzemeyi kullanıyorum. Stoklarımdaki unu, tuzu, yağı, şekeri kullanıyorum. Maliyetlerim henüz artmadı. Dolayısıyla tezgahtaki ürünlerin fiyatları da aynı.- Ama yeni hammaddeyi zamlı alacaksınız.- Doğru. Maliyetim arttığında, o zaman tabii ki, mecburen yansıtırım fiyatlara.***Bu anekdotu niye anlattım biliyor musunuz?Son dönemde özellikle gıda sektöründe etiketlerin nasıl değiştiğini biliyorsunuz. Sadece etiketlerin değişmesi değil, paketli ürünlerdeki gramaj düşürmeleri de…Misal, bir paket kuruyemiş… Etiketteki fiyat yüzde 40 değil, yüzde 20 artıyor ama bakıyorsunuz, 100 gramlık paket olmuş size 80 gram. İlk bakışta fiyat artışı belli bir düzeyde tutulmuş görülüyor ama hesap ortada.Toptancılarda da piyasayı, dolayısıyla hepimizin mutfağını doğrudan etkileyen bir durum var. Toptancı şikayetçi, “Üreticiden yeni malı, sattığım fiyata alamıyorum” diyor. Özellikle sıvı yağ ve salçada durum vahim.Bu noktada da ‘stokçu’lar çıkıyor karşımıza. Üreticiden de var mal stoklayan, toptancıdan da.***Örneği pastaneden verdik, aynı yerden devam edelim…Düşünün… Un, tuz, şeker, yağ gibi dayanıklı gıda maddelerinden deponuzda yüzlerce kilo, hatta belki birkaç ton var. 6 ay önce almışsınız. O malzemeyle ürettiklerinizin fiyatlarını bugünkü maliyetlere göre güncellemek yani sattığınız ürünlerin fiyatlarını artırmak elinizde. Zaten hemen herkesin yaptığı da bu. Gerekçe de anlaşılabilir aslında. “Yenisini aynı fiyattan alamayacağım ki…”Doğru.Doğru da bu şekilde, stok tükeninceye kadar elde edilen, ‘haksız kazanç’ olmuyor mu?***Flamingo ve Hasan Kuluhan örneğini bu yüzden verdim işte.‘Kriz fırsatçılığı’ diye bir gerçek var maalesef.Bu durumun önüne geçmek için ciddi bir denetim mekanizması gerekiyor.O da yok.Gerçi denetim de bir yere kadar.Evet ekonomide yaşanan sarsıntı nedeniyle her şeyin fiyatı arttı ama iş dönüp dolaşıp yine ‘insan unsuru’ ve ‘ticaret / iş ahlâkı’nda bitiyor.Her alanda, her zaman olduğu gibi…
Ekonomi dünyası Perşembe’yi bekliyor.Aslında artık herkes. Yani hem piyasa hem de sokaktaki insan.Merkez Bankası Para Politikası Kurulu Perşembe (13 Eylül 2018) günü öğleden sonra saat 2’de toplanacak.Dedim ya; herkesin gözü kulağı o toplantıdan çıkacak faiz artırımı kararında.Faiz oranı artacak mı? Artarsa ne kadar artacak?Alınacak karar piyasayı doğrudan etkileyecek. Döviz kurlarını da öyle.Dolayısıyla, Perşembe öğleden sonra yapılacak açıklama hepimizi yakından ilgilendiriyor.***Konuyu iyi bilenlerle konuşup basit, sade şekilde özetlemek istedim.Ekonomi terimlerine boğmadan, hepimizin kolayca anlayacağı netlikte…***Durum şu:3 Eylül’de açıklanan enflasyon verisinin ardından, TCMB (Merkez Bankası) “Para politikası duruşumuzu değiştireceğiz” açıklamasını yaptı.Piyasa, pek de alışık olmadığı tarzdaki bu açıklamayı, “Merkez faizleri yükseltecek” şeklinde okudu.Piyasada beklentiler farklı. 200 baz puan faiz artışı öngören de var, bin baz puandan bahseden de. İşin uzmanları, beklentiler arası marjın ilk kez bu kadar açık olduğuna dikkat çekiyor.***Genel beklenti, ihtiyacın en az 400 500 baz puan olduğu yönünde çünkü halihazırdaki tahvil faizi 24.50. Mevduat faizi ise yüzde 22 seviyelerinde. Yıl sonu enflasyon beklentisi de 21 22’lere dayanmış durumda.Tablo böyleyken, Merkez Bankası’nın politika faizi şu anda 17.75. Fakat TCBM, dövizdeki durum sebebiyle piyasayı 19.25 oranından fonluyor.***Şimdiye kadar yapılan faiz artırımları çok da fazla işe yaramadı çünkü Merkez Bankası hem büyüklük hem de zamanlama olarak geç kaldı.Yüksek kurun yarattığı olumsuzluklar malum. Diğer taraftan, faiz artışının da reel ekonomide sıkıntı yaratacağı da mutlak bir gerçek.Ekonomi yönetimi, geçici bir süre için yüksek faizin, yüksek kura tercih edilebileceği görüşünde. Tabii o geçici dönemde, yapısal sorunlara kesin çözümler üretilmesi ve uygulamaya koyulması koşuluyla.***Piyasadaki faiz artışı beklentisi bu seviyelere ulaşmışken, Merkez’in politika faizini değiştirmemesi gibi bir ihtimalin, Türk Lirası’nda ani ve ciddi boyutta bir değer kaybına yol açacağında herkes hemfikir.Görünen o ki; Perşembe günkü toplantıdan faiz artış kararı çıkmaması da, 500 baz puanın üzerinde bir yükseltme kararı gelmesi de sürpriz olacak.“Merkez pas geçerse yani faizi artırmazsa Dolar 8 TL seviyesini aşar. 500 baz puanın üstünde bir faiz artışındaysa 6 TL düzeyine geriler, hatta 6’nın bir miktar altına bile inebilir” diyenler çoğunlukta.Evet sürpriz, hatta büyük bir sürpriz olur ama mesela 700 725 baz puan gibi şok seviyede bir faiz artışının döviz kurlarını çok daha aşağıya çekeceği de ortada.***Piyasadaki öngörülerden biri de; TCMB’nın önden yüklemeli büyük faiz artışı yerine, ‘ikiye bölme’ yoluna gidebileceği. Yani bu ay belli bir oran, Ekim’de de biraz daha…“Böylece hem Orta Vadeli Plan’ı (OVP) hem de ABD Merkez Bankası’nın (FED) tavrını görmüş olur” diyenler de var.