24 Haziran seçimleriyle birlikte Türkiye yeni bir hükümet sistemine adım attı. Partilerin oyları, dağılımları ve ihtimaller elbette önemli. Seçmen davranışlarının eğilimi de gözden geçirilmeli. İşte tüm bunların gelecekteki akıbetini, başarı ya da başarısızları şekillendirecek asıl konu bu yeni sistemin getirdikleridir. Yeni hükümet sisteminin ve ülkenin siyasal sisteminde meydana getireceği etkiler iki temelde irdelenebilir.
Birincisi Devlet-İktidar ilişkileri açısından…Öyle ki siyaset biliminin inceleme alanı Aristo’dan başlayarak modern devletin oluştuğu 16 yüzyıla kadar en geniş iktidar ilişkilerini esas almış, bu dönemden itibaren devlet mefhumunun kurumsallaşmasıyla kamusal alanı oluşturan bir genişliğe ulaşmıştır. 20 yüzyılın ilk yarısı tamamlanırken bu görüş de geçerliliğini yitirmiş ve devlet yerine Siyasal İktidar ve onunla ilişkili konular siyaset biliminin hedefine girmiştir. Çünkü devlet soyuttur ve oradaki ilişkiler her zaman siyasal nitelik taşımayabilir. Her siyasal olgu kamusaldır ancak her kamusal olay siyasal olmayabilir.
İkinci temel de burasıdır. Siyasal olan herşeyi devlete indirgemek, devletsiz siyaset olamaz görüşünü güçlendirir ki bu netice her kurumun, her toplumsal birimin ve her hadisenin devletin izin verdiği ölçüde siyasallaşmasına imkan tanır. Böyle bir yönelim partili Cumhurbaşkanlığı ile pekişecek olursa iktidar partisinin çekim alanına sosyal olay ve olguların, diğer kurumlarında da girmesine sebep olur.
Bu açıdan bakıldığında bir de “ideolojik devlet” kavramı önümüzde durur. Siyasal olaylar, süreçler, partiler vb unsurlar devletle özdeşleştikçe, devletin ideoloji boyutu belirginleşir ve bir sistem olarak devlet mekanizması sorunlar yaşar. Mesela hukuka dayalı devlet mekanizması toplumu mutsuz etmeye başlar.
O halde ne yapmak gerekir?
Elbette eski sistem daha iyidir veya yeni sitem herşeyi ile kötüdür demek doğru değildir. Zaten bir siyasal sistem yüzde yüz başarılı da değildir. Önemli olan sistemin daha iyi işlemesi için tıkanan noktaları değiştirmek ve çözümler üretebilmektir. Bu noktada yapılması gereken güçlendirilen yürütme erkini hem hızlı hem de “ortak akıl” anlayışıyla yapılandırmaktır. Önerilen mevcut yapılanma bunu işret etse de en az bununla birlikte dikkat edilmesi gereken husus, makamların ve değerlerin dağıtımında tüm kesimlerin dikkate alınmasıdır. İktidarın meşruluğu ve halka dayanan yönünü sürekli kılmak için bu vazgeçilmez bir öneme sahiptir.
Eğer siyaset uzlaşma yüzünü topluma sunamazsa ve salt bir “ganimet kapma” yarışına dönerse orada meşruluk tartışmaları başlar ve uzun soluklu bir istikrar dönemi yakalamak güç hale gelir.
Ünlü siyaset bilimci Duverger’e göre toplum bireylerin toplamından ziyade onların etkileşimine dayalı bir sistemdir. Yani çıkarların çatışması kadar “ortak yararın” bulunabileceği bir zemindir siyasal iktidar mücadelesi... İşte bu sebeple devleti yönetenlerin “ortak akıl” ve “ortak yarar” için uğraşmaktan başka çıkar yolu yoktur.