Önceki gün Osmangazi Üniversitesinde bir araştırma görevlisi, öğrencilerin de okulda olduğu bir vakitte elinde silahla çalıştığı kuruma gelip 4 akademisyeni öldürdü. Olayla ilgili çeşitli iddialar yargı sürecinde netleşecek olsa da 4 insan yaşamını yitirdi. Onların aileleri, evlatları... Gerçekten düşünmesi acı, sabrı güç meseleler.
Bu olay münferit ve kendi doğasındaki sebep/sonuçlarla irdelense de genel fotoğrafı anımsamamız için bir vesile kılabilir. Ne yazık ki sistemsel düzensizlik ve sosyal kırılganlık üzerinde yükselen ciddi sorunlarımız var. Bununla birlikte özellikle son birkaç yıldır bu olumsuzlukları manipüle etmeye çalışan dış çevrelerin verdiği tahribat da göz ardı edilemez.
Yönetsel bakımdan büyük tehlikeler barındıran bu sürece “entropi” diyoruz. Entropi, o sistemin enerjisinin tükenmesi, faaliyetlerinin aksaması, dengesinin bozulması ve düzensizlikanlamına geliyor. Ülkemizde siyasal sistem, bürokratik sistem ve belki de en önemlisi sosyal sistem bu sürecin kıskacı altında. Üstelik kurumlarımızın bütünsel olarak söz konusu bozulmaya cevap veremeyişi derhal ek tedbirler alınmasını zorunlu kılıyor.
Peki ne yapmalı?
Bunu durdurmanın iki etkili yolu var. Birincisi aksayan sisteme dışarıdan doğru bilgi, liyakatli personel, uygun materyal ve uzlaşma ikliminin entegre edilmesidir. Ve demokrasi uygulamalarının olabildiğince yaygınlaştırılması. Zira demokratikleşmenin gerisindeki kapalı sistemlerde entropi dediğimiz sorun çözülemez.
İkincisi bizim gibi gelişme olan ülkelerde kamuoyuna etki eden ve vatandaşların ruh halini, uzlaşmaya yatkınlıklarını, birbirlerine saygı düzeylerini, yani birlikte yaşamaya ne kadar istekli olduklarını belirleyen aktörler vardır. Siyasetçiler, basın-medya dünyası ve en önemlisi bu ülkenin entelektüel/aydın sayılan insanlarının toplum karşısında nasıl bir resim ortaya koydukları o toplumun akıbetini tayin edebilir.
İşte televizyonlardaki her türlü tartışma programının etkisini böyle değerlendirmek gerekir. Aslında her birisi toplumun nasıl yaşayacağına ilişkin bilgi ve ruh halini oluşturma sorumluluğuna sahip. Bu programlardaki katılımcılar entropi hastalığıyla mücadele ya da bu hastalığı bizzat artıran unsurlar haline gelebilirler.
Bu noktada rahmetli Erol Güngör’ün “bir zihin yapısının tahlili” başlığında açıkladığı aydın türleri hatırlanmaya değerdir. Güngör bu insanların vazgeçilmesi gereken iki önemli özelliğe sahip olduğunu ifade eder. Egosantarizm ve laf salatası yapmak...
Laf salatası, adı üzerinde çok konuşmak/çok vaatte bulunmak fakat konuştuğunun gerçekte karşılığının olmayışı... Genellikle politikacılar halka sempatik gelmek, oy kazanmak vb sebeplerle çok konuşup, çok vaatte bulunabilirler. Doğrusu vatandaş bu durumu çabuk kanıksar. Ancak o ülkenin aydınlarının bu tuzağa düşmesi hazindir. Güngör bu tür kişilere “egosantrikler” der. Kendi zihin dünyasındakilerin başkaları için de geçerli olduğunu kabul eder ve kafasındaki düşüncenin gerçek hayatla ne kadar uyumlu olduğunu sorgulamazlar. Bu çelişki ortaya çıktığında yüzleşmek yerine başkalarını “fesadlıkla” suçlarlar. Yöneltilen karşı fikirlerle tartışmak yerine karşıdaki insanı hedef alırlar. Planlarını uygulamak için her yolu geçerli kılabilirler. Bu tür yönelime sahip olanların her türlü siyasi görüşe kolaylıkla uygum sağlayabilmesi mümkündür. Örneğin bir gün İslamcı, bir gün Türkçü bir gün sosyalist olunması sürpriz değildir. Güngör bu bahsi tamamlarken aydın olduğu düşünülen kişilerde bu iki olumsuz özelliğin görülmesi durumunda, rakiplerinin ancak “cahiller ve hainler” olacağını da iddia eder.
Sözün özü toplumlar birden bire çözülmüyor, sistemdeki sorunlar/rahatsızlıklar kendiliğinden ortaya çıkmıyor. Böylesi dönemlerde gerçekten liyakatli insanlara ve gerçek aydınlara ihtiyaç duyuluyor.