ABD’nin İsrail’deki büyükelçiliğini Kudüs’e taşımasının ardından İsrailli yetkililerin gösterileri ve düzenleyenleri suçlaması yakın gelecekte daha vahim olaylara hazırlıklı olmamızı gerektiriyor. Doğrusu bu konuda Hamas’ı suçlamak, Trump’u destekleyen Cumhuriyetçileri suçlamakla eşdeğer. Washington Post’tan Kathleen Parker önceki gün ki makalesinde önemli bir tespitte bulunuyor. “Hiç kimse kendisini kandırmasın Trump’un yaptığı her şey Trump içindir.” Belki de Trump’un bir çok davranışını özetleyen bu yaklaşım ABD’de azımsanamayacak bir çevrede de hakim. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi İsrail ve Filistin Direktörü Prem G. Kumaar 2002-2004 yıllarında İsrail’de görev yapmış bir diplomat. Foreign Policy’de yayınlanan makalesinde Obama döneminde göreve başlayacağı zaman ilk işinin Kudüs kararının uygulanmasını engellemek olduğunu yazıyor. Şöyle diyor: “Obama’dan ilgili yasadan feragat etmesini istedim. Çünkü BMGK kararı çerçevesinde ABD dahil uluslararası toplum, Doğu Kudüs’ün işgal altında olduğunu kabul ediyor du. Böyle bir karar hem Filistin’in iddialarına hizmet hem de bölge politikalarına aykırıydı.”
Nitekim ABD Kongresinde 1995’te yasalaşan bu karar Clinton, Bush ve Obama döneminde uygulanmadı. Bu sebeple Netanyahu Obama’ya karşı eleştirel bir üslup kullanmaktan çekinmedi. Görece daha resmi ilişkiler söz konusuydu. İran ile yapılan Nükleer anlaşma ilişkileri daha da gerdi. Bu aynı zamanda bir risk taşıyordu. 2015 seçimlerinden sonra, İsraillilerin yalnızca dörtte biri ABD-İsrail ilişkilerinin iyi olduğunu düşünüyordu; dörtte üçü ilişkilerin yanlış veya tarafsız olduğuna inanıyordu. Ve Trump’un seçilmesi ile Netanyahu büyük bir fırsat yakaladı.
Trump ise seçim döneminden bu yana İsrail’in hedeflerine uygun hareket edeceğini net bir şekilde ortaya koyuyordu. Bu adımıyla ABD’deki Yahudilerin ve Evangelist Hristiyanların desteğini konsolide etmeye ve koltuğunu sağlamlaştırma çalışıyordu. Halk desteği giderek azalan ve Cumhuriyetçi seçmenler de bile güven kaybı yaşayan Trump için bu hamlenin sürdürülebilirliği elbette önemli.
Aslında iç politika açısından İsrail Başbakan’ı Netanyahu’da benzer bir durumda. Toplumun bu konudaki güvenlik algısını iyi kullanıyor. Yapılan son araştırmalara göre İsrail’de 4 kişiden biri barış yoluyla çözüme inanmazken, yarısından daha fazlası iki devletli çözüme karşı gözüküyor. ABD’nin Kudüs’ü başkenti olarak taşıması ve İran kararı geçen süreç açısından İsrail’deki seçmenlerin yönelimini artırdı. Netanyahu sadece ABD ve AB değil Hindistan ve Azerbaycan gibi bazı ülkelerle ilişkileri derinleştirdi. En ilginci de İran’ın en önemli partnerlerinden biri olan Rusya ile çatışmasız, karşı karşıya gelmeden bir dönem geçirilmiş olması.
Türkiye’nin Pozisyonu
İslam Dünyası Filistin/Kudüs meselesinde iyi bir sınav veriyor olmasa da Türkiye’nin İslam İşbirliği Teşkilatı’nı toplaması doğru bir karar. Zira bu ülkelerin bir çatı altında toplanabileceği meşru kuruluşların sayısı çok az. Dün ki Yenikapı mitingi de önemli bir mesajdı. Türkiye daha önce olduğu gibi BM nezdinde de girişimlerde bulundu. Ancak İsrail’in bu ve benzeri kuruluşların kararlarına uyma niyeti hiç olmadı. Doğu Kudüs’ü 5 Haziran 1967’de işgal eden İsrail, 1980’de tek taraflı olarak kentin doğusunu ve batısını “birleşik başkent” ilan etmişti. Bunun üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BGMK), 1980’de kabul ettiği 478 sayılı kararla, İsrail’in ilhak ve başkent ilanını geçersiz saymıştı. Gelinen aşamada ne İsrail ne ABD için bunların bir önemi var...