Vaktiyle yönetimimiz altındaki (Osmanlı) “Katar’ın yanında olmak zorunluluktur.” ya da “Ülkenin çıkarları için bu kavgada yer almamak ” şeklinde özetlenebilecek iki yaklaşım…
Katar krizi başladığından bu yana kamuoyunda ki karşıtlığın en çok bu cümlelerde yoğunlaştığını görüyoruz. Belki de asıl görülmeyen bu iki karşıt yaklaşımın bir arada irdelendiğinde sorunun çözümüne katkı sağlayabileceği ortak alanların bulunması.
Şöyle ki…
Türkiye Katar’ın gıda ihtiyacını gidermek için kargo uçaklarıyla malzeme taşırken, hızla öne çektiği eğitim amaçlı asker gönderme kararı ile “Yanındayım” vurgusunu net bir şekilde ortaya koydu.
Gelinen aşamada belki de Türkiye’yi en çok zorlayacak fotoğraf salt “Katar’la birlikte olmak” şeklindeki bir çerçevenin ortasında kalmaktır. Çünkü ablukayla başlayan gelişmeler daha büyük bir alanda cereyan eden kaynak ve güç mücadelesinin öncü adımlarıdır. İddia edildiği gibi eğer bu sürecin bir yerinde Türkiye hedefleniyorsa böyle bir kutuplaşmanın arasında hapsolması bazı riskleri de beraberinde getirecektir. Katar dışındaki Körfez ülkelerinin Türkiye’yi bu konumlanma ile belli bir hareket alanına sevk etmek isteyeceğini güçlü bir ihtimal olarak seslendirmek gerekiyor. Daha şimdiden Türkiye’yi de bu KISKAÇTA tutmaya yönelik bazı paylaşımların servis edildiğine şahit oluyoruz.
Kaldı ki sorunun çözümü için diplomasi kanalları tamamen kapalı değil. Katar Dışişleri Bakanı Al-Thani Paris ziyaretinde “kesin/net delillere dayalı diyalog” önerisi ile kısa vadede tarafların bir araya gelerek kontrollü bir şekilde gerginliği azaltabileceğine dönük işaretler veriyor. Dolayısıyla bizim açımızdan sergilenecek ilkesel tutumun aşırı duygusallıkla karıştırılması meselenin provoke edilmesi kadar tehlikeli olabilir.
O halde ŞU 2 TEMEL ÇÖZÜM yöntemi riskleri en aza indirmek için önerilebilir:
(1) Türkiye’nin durduğu pozisyon itibariyle geri adım atmasına ya da böyle bir algı oluşmasına mahal vermeyecek manevralara yönelmesi gerekiyor. Bunu yapmak için tehlikeleri, sorunları ve sorunun içindeki değişkenleri bir bütün olarak neticelendirmek yerine PARÇALARA AYIRARAK üzerine gitmek ve ÇÖZÜMLEMEK yolu tercih edilmeli. Siyasal, ekonomik, güvenlik ve diğerleri…
Zira kazanılacak veya kaybedileceklerin tüm taraflar için büyük olduğu dikkat alınırsa baştan herşeyi fotoğrafın içine yerleştirmenin güçlüğü ortada. Bu yöntem Türkiye gibi bölgesinin önemli ve dengeleyici güçlerinden birisi için sürdürülebilir olmadığı gibi kaygan politikalara sahip bölge ülkeleri karşında taktiksel manevralar yapabilme yeteneğini sınırlayabilir.
(2) Bununla ilişkili biçimde bir devletin başka bir devletin hamlelerini öngörebilmesinin yolu karşılıklı olarak ortak risklere sahip olduklarına yönelik bir diplomatik ağ meydana gelmesidir. Bu sebeple krizin çözümü için UZLAŞMA süreçlerini harekete geçiren, olabildiğince gündemde tutan ve bunu da dünyaya anlatabilen bir tavrın sergilenmesi kaçınılmaz adım olarak gözüküyor. Böyle bir gayretin ilkesel zeminini ortak kaybedişler ve ortak kazançlar üzerine kurmak uzun zamandır birliktelikten yoksun İSLAM DÜNYASI için pekiştirici bir güç olabilir. Bugün Ortadoğu’nun karşı karşıya olduğu risk alanı, etnik/mezhepsel farklılık tanımaksızın bölgenin kaynakları ve ulaşım güzergahları adına tanzim edilmesidir. Bu açıdan farkındalığı ve ortaklaşmayı artıracak güçlü seslere ve yönlendirmelere ihtiyaç duyulduğu anlaşılmaktadır.