Soçi’de Türkiye ve Rusya arasında sağlanan mutabakat, bölgenin şekillenmesinde önemli olduğu kadar iki ülke ilişkileri bakımından da yeni bir güven testi anlamına geliyor.
Sürecin odağında yer alan , Astana zirvesiyle kararlaştırılan 4 çatışmasızlık bölgesinden biri. Ama muhalif grupların toplandığı tek yerleşim merkezi. Yaklaşık 6 bin km2’lik bir alanda 3.5 milyonu aşan bir nüfusa sahip. İç savaşın başladığı 2011 öncesinde 2 milyon civarındaydı. Artışın büyük sebebini Rejim/Esad güçlerinin kazandığı alanlardan kaçanlar oluşturuyor. İşte böyle bir coğrafyada 15 Ekim’den itibaren rejim ile muhalifler arasında 15-20 km’lik bir ara bölge oluşturulacak. Radikal olanlar ağır silahlarını bırakacak ve buradan çekilecek. Belirlenen bölgenin denetimi Türk ve Rus askerlerince ortaklaşa yapılacak.
Sağlanan bu anlaşma Türkiye için yeni bir göç dalgasını önlemek, en azından ötelemek için son derece kıymetli. Ayrıca sahada Türkiye’nin askeri hareket kabiliyetini güçlendiren bir pozisyonu işaret ediyor. Rusya açısından önemli olan ılımlı muhaliflerin dışındaki ağır silahlı grupların Tartus ve Hımeymim üslerine saldırması ya da Halep’e yönelebilme ihtimallerinin ortadan kaldırılması... Bir diğer konu eski Sovyet coğrafyasından Suriye’ye gelenlerin etkisiz kılınabilmesi/kontrol altına alınabilmesi. Her ikisi için de belirli bir zaman kazanıldığı söylenebilir.
Ancak belirli soru işaretleri ya da riskli hususlar da bulunuyor.
- Silahtan arındırılmış bölgenin tam olarak ne kadarlık bir alanı kapsadığı önümüzdeki dönemde netleşecek. Ancak bu bölgenin ilerleyen tarihlerde kontrol alanı dışına çıkması ya da BM gibi uluslararası kimi örgütler nezdinde nasıl bir etkileşim alacağı belli değil. Üstelik HTŞ’nin buradan çekilse bile diğer bölgelerdeki unsurları ile nasıl hareket edeceği irdelenmeli.
- Peki Astana sürecinin üçüncü halkası olan İran ve dolaylı biçimde görüşmelerde yer alan Rejim nasıl bir strateji izleyecek? Öyle görülüyor ki Rejimin silahtan arındırılmış bölge ve terör gruplarının tasfiyesi hakkındaki olası kararı Rusya’nın garantörlüğünde ilerleyecek. İran ise rejimin hamleleriyle eş zamanlı biçimde milis güçleriyle sürece etki edecektir. Bu durumda sürecin beklendiği gibi ilerleyebilmesi açısından gerek Rejim gerekse İran’ın kısa ve orta vadede beklentilerinin de gözetilmesi oldukça hassas bir nokta olacak. İran bu anlaşmayla kaybetmiş gözükse de Türkiye’nin tahkim etmesi gereken çatışmasızlık alanında sorunlar oluşması durumunda İran-Rejim ortaklığı daha net görülebilir.
- Türkiye için İdlib’de başlayacak çatışmalar yeni mültecilerin sınıra dayanması anlamına geliyor. Her ne kadar Afrin-Cerablus hattında bazı noktalar üzerinden yeni Suriyeli göçünün sınır ötesinde karşılanabileceği seslendirilse de bunun pratik olarak uygulanabilirliği büyük riskler taşıyor. Üstelik Suriye ile en büyük sınır kapısı olan Reyhanlı’daki Cilvegözü Sınır Kapısı, Afrin’e yaklaşık 60 km uzaklıkta. Zaten Rusya-Rejim destekli saldırıların 3 yönelimi vardı. Halep’in batısı, Hama’nın kuzeyi ve Lazkiye’nin doğusuna denk gelen Türkmendağı bölgesi. Olası bir Rejim saldırısı/kuşatmasında mülteci akınının tek yönde sürdürülmesi mümkün olmayabilir.
- ÖSO içerisindeki bazı gruplar Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı harekatına destek vermişlerdi. İdlib’de meydana gelecek kapsamlı bir çatışmanın Halep-Lazkiye-Hama üçgeninde sıkışması durumunda Türkiye’nin Afrin ve Cerablus hattında karargahları bulunan bazı ÖSO gruplarını da tetikleyebilir. Bu durum söz konusu yerlerde güvenlik zaafiyeti meydana getirebilir.