Malumunuz Kudüs meselesi ülkenin hemen her kesiminin içinde yer aldığı bir konsensüs meydana getirmişti. Gelecekte ne olur bilinmez ama BM’de elde edilen neticeyle ilgili muhalif kesimler bile Türkiye’nin inisiyatifine olumlu anlamlar yüklemişti.
Az da olsa birlik olabildiğimiz bu gündemin hemen ardından bir KHK (Kanun Hükmünde Kararname) bombası düştü kamuoyuna. Pazar gününden bu yana Türkiye 695 ve 696 sayılı KHK’ları tartışıyor. Özellikle üzerinde durulan madde 696 sayılı KHK’da yer alan 121. Madde. Burada 8 Kasım 2016’da çıkarılan yasanın 37. maddesine bir ekleme yapıldı. Yasanın önceki halinde darbe teşebbüsü ve devamındaki eylemlerin bastırılmasında yer alan “resmi görevlilerin” cezai sorumluluğu ortadan kaldırılıyordu. Pazar günü yayımlanan kararnamede “Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın...” şeklindeki ekleme ile siviller de buna dahil edilmiş oldu.
MHP dışındaki muhalefet partileri eklemelere sert tepki gösterdi. En önemlisi ülkedeki kutuplaşma o kadar belirgin ki bir kesim yasa koyucuyu koşulsuz savunurken, diğer kesim “milis yapılanmaların önünü açtığı”, “iç savaş ortamına katkı sağlayacağı” gibi iddialarla yaklaşıyor. Çok açık ki ülkenin ikiye bölünmüş kesimleri her geçen gün diğerinin hükümet etme olasılığını hayati bir tehdit olarak değerlendiriyor.
Böyle bir ortamda yapıcı bir biçimde konuyu masaya yatırıp ülke çıkarları açısından irdeleyecek uzmanların söz söyleme imkan ve kabiliyetlerinin de baskılanması doğru değil. Demokrasi yolculuğunda olduğuna inandığımız bir toplum ve hatta iktidarda bulunanlar için bile en tehlikelisi bu...
Zira yanlışa yanlış demek imkanı baskılanıyorsa bu keskin kutuplaşmada doğruya doğru demek de aynı akıbetle yüzleşecektir.
Adalet Bakanı Abdulhamit Gül ve Ak Parti sözcüsü Mahir Ünal KHK’daki bu düzenlemenin 15 ve 16 Temmuz tarihlerini kapsadığını açıkladılar. Bu konuda bence en detaylı vurgu Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un sosyal medya paylaşımındaydı. Uçum’da aynı tarihlere vurgu yaparken düzenlemenin amacını “Örneğin sivil eylemlerde zarar gören kamu mallarına ilişkin; sivillerle ilgili kamu malına zarar verme suçundan soruşturma yapılmasın, tazminat davası açılmasın, işlem yapılmış olanlar varsa bunlar düşsün diyedir.” şeklinde ifade etti.
Öyle görülüyor ki yazılan bu metnin neyi hedeflediği konusunda hükümet cephesinde ortak bir kanaat var. Evet var ama ortadaki metin öyle sıkıntılı bir şekilde kaleme alınmış ki okuyan herkeste “acaba” dedirtecek bir tartışma başlatıyor.
Ne yapmalı?
İster basit bir organizasyonda ister bir devlet sistemi içerisinde yapılsın hukuki bir metin yazılırken olabildiğince açık-seçik ve herkesin anlayabileceği bir dilde olması beklenir. Yetkililerin açıklamalarından yola çıkarak buradaki sorunu en hafif tabiriyle “kural dışı boşluk” şeklinde tarif edebiliriz. Yani kanun koyucunun istemeden bu boşluğu görmemiş veya unutmuş olması halidir. Bununla ilişkili olarak kanunların yorumlanmasında yasama yorumu uygulanmadığı için yargısal ve bilimsel yorumlama öne çıkar. Yargı yorumunda yargı mercileri soyut kuralları somut olaylara uygularken belirli bir yorum yaparlar. Eğer içtihadı birleştirme kararı yoksa yorumlama hakimden hakime değişebilir. Son KHK’nın muğlak yönleri bundan bir süre sonra meydana gelecek adli bir vakada yargı mercilerine ciddi bir hareket alanı tanımaktadır.
O halde yanlıştan dönülmesi bir eksiklik değil; aksine bir katkıdır. İlgili maddede ki (1)süre sınırı belirtilmeli, (2)“devamı niteliğinde eylemler” ile “darbenin bastırılması” bahsinden ne anlaşılması gerektiği açıkça ortaya konulmalıdır.