Seçim günü yaklaştıkça HDP üzerinden bazı senaryolar öne çıkıyor. Son anketlerde ittifak olmaksızın %10 barajını aşacağı tahmin edilen HDP, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalması durumunda belirleyici olma rolüne soyunuyor. Görünen şu ki; Türkiye’nin temelini etkileyebilecek bir pazarlık masası kurulmak isteniyor. Daha geçen gün HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli kimi partilerle eşit yurttaşlık, anadilde eğitim konusunda uzlaşma sağladıklarını ve bu noktada bir protokole ihtiyaç duyduklarını iddia etti. Yani anayasal vatandaşlık tanımında bir değişikliği ve anadilde eğitim-öğretim hakkını kim yazılı bir metine bağlarsa ikinci turda o parti veya partilerle birlikte olacaklar.
Meseleye böyle bakıldığında pratik olarak MHP’nin olduğu bir fotoğrafta bu taleplerin en azından kayıt altına alınması mümkün değil.
Doğrusu bu seçim sisteminin dönüp dolaşıp yıllardır çözülemeyen ve buna rağmen tekrarlanan bir dizi talebin gölgesinde kalma ihtimali ülkenin istikrarı açısından son derece tehlikeli.
Bir an için bu tartışmaların yoğunlaştığı düşünülürse acaba “eşit yurttaşlık” nedir? Kim için ne ifade ediyor?
Bunlara bir bakmak lazım.
Bu kavramı HDP dışında seçim beyannamesinde kullanan 3 parti olduğunu belirtelim. “Kürt sorunu” ifadesi kullanan CHP, Saadet Partisi ve “Kürt Sorunu bitti” diyen Ak Parti...
Ulus-Devlet Tehlikeye Girer
Yurttaşlık ya da vatandaşlık, temeli itibariyle devlet ve vatandaş arasında yapılan bir sözleşmeye dayanır. Anayasal statüde olan tüm hak ve sorumluklar vatandaşlığa adım atan herkes için belirleyici hale gelir. Batıda, eski antik dönemde vatandaşlığa ilişkin pek çok yaklaşımda vatandaşlık “şehirli” olmakla ilişkilendirilir. Burada hukuki bir çerçeveden ziyade paylaşılan bir aidiyet ruhu söz konusudur. Olsa olsa Fransız devrimi ile birlikte, Rousseau’nun “genel irade” dediği şeyin yazılı metinlerde ete kemiğe bürünmesidir. Hiç şüphesiz bu dönüşüm ulus-devlet modelini meydana getirmiştir. Türkiye’de bir ulus-devlet sistemine sahiptir. Ulus-devletlerin vazgeçilmez unsuru insan topluluğuna uygun bir vatandaşlık tanımıdır. Bu modelde bireyler vatandaşlığa adım attığında her türlü cemaat ve sınıfın üzerinde bir sistemin üyesi olarak yaşamlarını sürdürürler. Burada nihai hedef eşitsizliklerin giderilmesidir.
Gelinen aşamada ulus-devletleri zorlayan gelişme küreselleşme ve teknolojinin ilerleyişidir. “Dünya vatandaşlığı” gibi kavramlarla geleneksel aidiyet duyguları zayıflayan bireyler etnik ayrımcılığın beslendiği zeminde sessizce yürüyebilir hale gelmektedir.
Böylelikle bireylerin doğuştan elde ettiği haklar ile bir gruba üyeliği sebebiyle elde etmek istediği haklar ulus-devlet sisteminin homojen ya da türdeş olma özelliğini aşındırmaktadır.
SÖZÜN ÖZÜ, Türkiye gibi ulus-devlet sistemine dayalı bir ülkede grup ya da etnik toplulukların isteklerine göre bir anayasa oluşturmaya kalkıldığında asıl eşitsizlikler o vakit başlayacaktır. Çünkü demokrasi sosuna batırılmış bu inşa süreci bir süre sonra gerçek çeklini alacak ve içerisinden kendi kendisini (kendi halkını) yönetme iddiasında olan devletçikler çıkacaktır. Hele ki Türkiye gibi bu konuda sicili kabarık bir coğrafyada bulunuyorsanız bahsedilen ayrışmayla yüzleşmeniz daha da hızlanacaktır. Bugün Türkiye’de vatandaşların eşit olduğu ve hiç kimsenin bir ayrıma tabi tutulamayacağı yasalarsa açıkça belirtilmektedir. Eğer burada bir sorun varsa uygulamada karşılaşılan ve sadece bir etnik grubun değil tüm ülkenin vatandaşları için geçerlidir. Eşit vatandaşlık/yurttaşlık kavramı ise bir dönüşümü taahhüt ediyorsa bunun anlamı, Anayasanın 66. Maddesinde yazan Türk vatandaşlığının yanına başka aidiyetlerin de eklenmesidir.
Buna Türk milletinin “evet” diyeceğini beklemek vakit kaybıdır.