Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan El Cezire televizyonuna yaptığı açıklamada “Ermenistan ile sınırları kapatan Türkiye. Bizim taraftan sınır her zaman açık” dedi ve ekledi: “Türkiye ile ön koşulsuz olarak dipl omatik ilişkileri kurmaya hazırız…”
Paşinyan bununla da kalmadı. Diyor ki “bölgesel sorunların barışçıl araçlar ve müzak ereler yoluyla çözülebilir.”
Bu açıklamalar sadece kendi mecrasında irdelenirse kimileri tarafından ciddi ve olumlu bir adım olarak sunulabilir. Ancak bu mesele göründüğü kadar masum ve şeffaf değil.
Bakınız olayın bizim açımızdan 3 önemli boyutu var.
BİRİNCİSİ Azerbaycan’ın işgal edilmiş topraklarının geleceğidir. Dağlık Karabağ bölgesi 1992 yılında Ermenistan tarafından işgal edilirken yüzlerce masum insan katledilmiş, 1 milyondan fazla insan yerinden/yurdundan (“Kaçkınlar”) edilmiştir. Türkiye 1993’te kapıları kapatmıştır. BM kararları ve sonrasında AGİT Minsk Grubu’nun barış çabalarında rağmen Ermenistan bu kararları sürüncemede bırakmış ve uluslararası hukuku hiçe saymıştır. Hatırlarsanız Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde Türkiye’nin adımları ile ilişkilerde yumuşama olmuş ve “Türkiye sınır kapısını açacak mı?” değerlendirmesi yükselmişti. Sayın Gül, Ermenistan’ı ziyaret eden ilk Cumhurbaşkanı olmuştu. Doğrusu o dönemin koşullarında yanlış bulduğum bu adım Ermeniler için ciddi bir fırsattı. 2009 yılındaki protokolle sınır kapısının açılması bir takvime bağlanmıştı. Fakat kendi parlamentoları reddetmekteyken Türkiye’den TBMM’nin onay vermesini bekleyerek işi çözümsüzlüğe sürüklediler. Dolayısıyla ön koşulsuz bir süreç istemeleri, “işgal ettiğimiz toprakları bu sürecin bir parçası görmek istemiyoruz” düşüncesinin bir yansımasıdır.
İKİNCİSİ , bu meselenin tarihsel zemininde Rusya’nın belirleyici konumudur. İşgal öncesi Ermeniler’e en büyük desteği Ruslar vermiştir. Ardından yaşanan diplomasi süreçlerinde de Ermenistan’a yönelik öncelikli tutumlarını korumaya çalışmışlardır. Ermenistan’ın halen Avrasya Ekonomik Birliği’ne üye olması Rusya’nın “öncülük” konumunun bir işareti olarak kabul edilebilir. İşte böyle bir süreçte Rusya nasıl bir çözüm önerecek ya da Türkiye’nin Azerbaycan hassasiyetine karşı ciddi bir adım atılmasına izin verecek midir?
İşin ÜÇÜNCÜ boyutu da Ermeni diasporası ve Ermenistan’daki bazı örgütlenmelerin PKK terör örgütü ile tarihsel işbirliğidir. Ermenistan’ın barış karşıtı güçleri terör örgütünün varlığı ile kendi emellerini eşzamanlı olarak yöneltmiş ve Türkiye’nin bu emeller karşısında zayıf düşürülmesinin bir yolu olarak görmüşlerdir. Aynı yaklaşım terör örgütü cephesinde de farklı değildir. Sözde çözüm sürecinin dağılmasından hemen önce, 2015 yılı Ocak ayında teröristbaşı Öcalan, yazdığı bir mektupta “Ermenilere soykırım yapıldığı” iddiasında bulunmuş ve “Kürtlerin özgürlük mücadelesi ile Ermeni halkının eşit yurttaşlar olarak yaşama mücadelesi iç içe geçmiştir” diyerek Kürt ve Ermeni sorunu olarak belirtilen alanda iş birliği içerisinde hareket edilmesi gerektiğini işaret etmişti.
Tüm bunlar bir arada değerlendirildiğinde Türkiye’nin Azerbaycan ile belirli bir mutabakata varmadan sürece yönelik adım atması hayli riskli gözükmektedir. Görünen köyün kılavuz istemediğini Ermenistan Dışişleri Bakanı Tigran Balayan’ın şu sözleriyle vurgulamak mümkündür:
“Türkiye Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı, Bakü’yü ziyaret ediyor ve orada olumsuz açıklamalar yapıyor. Şu an itibarıyla Türkiye’nin Ermenistan’la ilişkileri normalleştirmeye hazır olduğunu görmüyoruz”…