Bugünkü Çin sınırlarında yaşayan Türkler, soydaşlar ya da denildiği gibi “Türkçe Konuşan Halklar”… Varlıkları ve akıbetleri hakkında kimi zaman kamuoyunda bilgi ve haberler yer alsa da bu konunun sistemli bir bakış açısıyla irdelendiği söylenemez. Zira Doğu Türkistan meselesi çoğunlukla olumsuz gelişmeler ya da Türk kamuoyunun reaksiyon gösterebileceği olaylar meydana geldiğinde gündemde yer bulabiliyor. Bu durum oradaki tarihi dinamiklerin, potansiyelin ve normal dönemlerde atılacak diplomatik adımların da önüne geçiyor ve Türk Dış Politikasını zorluyor
Konu gündeme geldiğinde “Doğu Türkistan” veya “Sincan” ifadesini kullananlar, ABD’de veya Çin’de yaşayanlar, “Çin’le iyi ilişkiler kuralım” veya “bu bir ihanettir” diyenler… Türkistan coğrafyasını iyi bilen ve benim de çok saygı duyduğum Hızırbek Gayretullah Çin’in çıkarları için çalışanları “Jim Momacılar” şeklinde tanımlıyordu.
Son olarak bu bölgeden Suriye’deki bazı radikal gruplara katılımlar, Çin’in Doğu Türkistan hakkında kamuoyu baskısını artırıyor. Çin “bu benim içişlerim kimse karışamaz” yaklaşımıyla söz konusu ülkelere karşı sert söylem ve tedbirler ileri sürebiliyor.
Oysa tarihi gerçekler, örtbas edilemeyecek kadar açık ve belirgin.
Türkistan ya da Türkeli… Yani Türklerin yaşadığı coğrafya 18. yüzyıla kadar belirli bir bütünlük içerisinde kalmayı başarmıştır. Göktürkler ve ardından gelen Uygurlar, İslamiyet öncesi dönemde Türklerin yönetimine imza atmışlardır. Osmanlı’nın duraklama/gerileme döneminde Türkistan denilen bu büyük medeniyet coğrafyası ikiye bölünmüştür. Batıda kalanlar Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nin dahil olduğu Batı Türkistan, Doğu’da kalanlar Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi, bizim ise Doğu Türkistan dediğimiz alandır. Uygur Türkleri burada 1933 ve 1944 yıllarında iki kez bağımsız birer Cumhuriyet kurmayı başarmıştır. Ta ki 1949’a kadar… 1955 yılında Özerklik statüsü verilmiş olsa da içişlerinde bağımsız olabilme hakkını elde edememiştir. Milliyetçi Çin’in kurucularından Çan Kay Şek ve ardılları Çin’de yaşayan herkesin aynı millet olduğunu savunmuş zamanla bu yaklaşım Han Çinlilerin asimilasyon hedefine temel oluşturmuştur. Çin burada hala bir demografik değişim politikası yürütmektedir. 1945 yılında Han Çinlilerin oranı % 6.2 iken 2010 yılında % 41 seviyelerine gelmiştir. Aynı dönemde Uygurlar % 83’ten, % 45 seviyelerine gerilemiştir. Bu oran her geçen gün Uygurlar aleyhine değişmektedir. Sorunu asıl derinleştiren de işte bu asimile sürecidir. Çünkü bu yönelim, dil ve kültür dayanaklarını işlemez hale getirmekte ve buna engel olmak isteyen vatanseverlerin mücadelesi hukukiliğin dışına sıkıştırılmaktadır. Suriye’deki radikal bazı grupların “Doğu Türkistanlılar” denilerek anılması Çin’in kapsamlı/sistemli politikasının bir yansımasıdır. Türkiye’de bile bu tuzağa düşen uzmanlar vardır. Evet o bölgeden gelerek Suriye’deki kimi örgütlere katılanlar vardır. Fakat böyle bir genelleme ne ölçüde hakkaniyetli/tarafsız olabilir?
Belirtmek gerekir ki Doğu Türkistan Çin’in en zengin yer altı kaynaklarına s ahip bölgesidir. Batı’ya açılan en önemli kapısıdır. Burası güvenli ve istikrarlı olmadan İpekyolu koridorunun neticeye ulaşması neredeyse imkansızdır.
Türkiye bu konuda karşılıklı çıkarları belirli bir dengede tutarak, bahsettiğimiz sorunlara yönelik tepkisel ve anlık görünümden uzak bir politika geliştirmelidir. Yani tarihi temellere dayanan, sistemli bir muhteva… Burada belki de en önemli nokta, kayıt altına alınan özerklik statüsünün gerektiği gibi işlemesini sağlayacak girişimler ve diplomatik çabalar olmalıdır.