Siyasetteki baş döndürücü gelişmeler ve yakın gelecekte olabilecekleri irdelerken kişiler ve hesaplaşmalar üzerinden sürdürülen tartışma iklimi yaklaşan tehlikeleri bertaraf edebilmekten uzak gözüküyor. Yeni hükümet sisteminin getirdiği merkezileşme ve neticeye ulaşmak için ittifak yapma zorunluluğu vatandaşlar için karmaşık bir hal alıyor. Bu koşullar altında ilkelerin, değerlerin ve ülkeyi yeniden sıçramaya geçirecek yol ve yöntemlerin ortaya konulması kolay olmayacak. Haliyle keskin karşıtlıklar, ön yargılar ve diğer tarafı alt etme anlayışı bir kez daha seçmen tercihlerini zorlayacak.
Ancak eksikliklere rağmen Türkiye’de seçmenlerin gizli bir okuma alışkanlığının olduğu ve seçim günü yaklaştıkça bu sorumluluğun gün yüzüne çıkacağı söylenebilir.
Böylesi dönemlerde en çok ihtiyaç duyduğumuz şey milli birliğin azami öcüde sağlanması, siyasette niteliğin yükselmesi ve ülkeye yön veren aydınların milli bir bakış açısıyla pozisyon almasıdır. Bu sebeple geçtiğimiz gün, vefatının sene-i devriyesinde andığımız Prof.Dr.Erol Güngör ve fikirleri çok kıymetlidir. Selçuk Üniversitesi Rektörlüğü görevini yürütürken genç yaşta (45) kaybettiğimiz Erol Güngör yeni nesillerimiz için vazgeçilmez bir başucu kaynağı…
Türkiye’nin özellikle son dönemde yaşadığı problemler, toplumun değerler sistemindeki kopuş ve siyasetin her alana tahakküm edişi Güngör’ün fikirlerini daha da önemli hale getiriyor. Bakıldığında Erol Güngör’ün fikir sistemi 3 temel dinamik üzerine kuruludur.
(1)Türk kültür ve tarihinin İslam’ın yükselişi ile iç içe olması, (2) Sosyolojik ve etnik farklılıkları zenginlik sayan bir millet tasavvuru ve (3) Sağlam köklerle batıya yönelmiş bir modernleşme/kalkınma projesi...
Türkiye bugün bu üç dinamik açısından da sorunlu bir güzergâha evrilmektedir. Güngör’ün o dönem İslam Dünyasında tespit ettiği “uyanış” bir tür uyku haline bürünmüştür. Küresel projeler yine bu dünya üzerinde ciddi kırılmalar ve ayrışmalar meydana getirmiştir. Türkiye’nin bu yönde atacağı adımlar ise ekonomik bağımsızlığının ölçüsüyle sonuç verebilir. Bu çerçevede Erol Güngör’ün “batılılaşma” yerine “modernleşme” olarak ifade ettiği ekonomik/teknik kalkınma hamlesi buna hazırlıklı bir siyasi kadroyu gerekli kılmaktadır. Yani bir yandan Türk-İslam çizgisinde net sınırları olan bir anlayış bir yandan da batı medeniyeti ile en güçlü ilişkilerin yürütülebilmesi. İşte bu yönelim başladığında ülkede yaşayan insanların kendilerini azami ölçüde bir ve beraber kabul edebileceği bir çatı inşa edilebilecektir. Dolayısıyla 24 Haziran seçimlerine, onun taşıdığı anlama ve ülkenin gerçekten neye ihtiyacı olduğuna bu gerekliliklerle bakmak mecburiyetimiz vardır.
Bu zemini sunabilecek en geniş imkanlar hangi siyasal fotoğrafta kendisini göstermektedir? Kim ya da kimler kök değerleriyle barışık ve kendi kültürünü bir medeniyet davası haline getirebilecek iddiaya sahiptir?
Hangi hedef ve projeler Türkiye’yi gerçekçi bir kalkınma sürecine yönlendirebilir?
Biliyorum bunları görmek ve anlamak için bize sunulanlarla yetinmek durumundayız. Ancak seçmenler olarak bizi yönetmek iddiasında olanların her söz ve eylemini yukarıda kapsamını çizdiğimiz sorumluluklarla karşılaştırmak zorundayız.
Değilse bu seçim ardından yeni bir seçimin de habercisi olacaktır.