Suriye için oluşturulan ABD kontrolündeki Koalisyonun 30 bin kişilik “Sınır güvenlik güçleri” kuracağını açıklamasının ardından Türkiye’nin Afrin operasyonu için yüklendiği motivasyon meşruluk sahasını daha da genişletti.
Fırat’ın doğusunda YPG komutasında kurulacak bu yapılanma PKK-PYD devletinin inşa sürecinin ilanı anlamına geliyor. Üstelik bunun işaretleri bir süredir veriliyordu. Farklı düzeydeki askeri yetkililer ABD’nin sözde DEAŞ tehlikesini dikkate alarak bölgede kalmayı sürdüreceğini ifade ediyorlardı. Kasım ayında onaylanan ABD bütçesinde YPG’ye yapılacak yardım miktarı 500 Milyon dolarla 8 katına çıkarılmıştı. Son bir yıllık süreçte Afrin’deki unsurları dahil olmak üzere SDG görünümlü YPG terör örgütüne 4000 Tırdan fazla silah ve mühimmat yardımı ulaştırılması açık bir bilgi...
Belli ki bu kez daha büyük bir ilerleyiş ve çatışma kuşağı için hazırlık yapılıyor. Türkiye’nin “Afrin helal-i hakkımızdır” şeklindeki yönelimi, “sınır güvenlik güçleri” söylemini “saha kontrol unsurlarına” dönüştürse de asıl niyetlerinin değişmediği görülüyor. Sadece önceliklerinin Fırat’ın batısındaki Afrin olmadığını beyan ediyorlar.
Peki biz ne yapacağız?
Türkiye için Afrin operasyonu kaçınılmaz bir hal almıştır. Hükümetin kararında bir değişme olsa bile kamuoyları, sosyal katmanlar ve yaklaşan seçimlerin aritmetiği bu operasyonun geri çekilmesine/ötelenmesine izin vermeyebilir. Afrin’deki terör varlığının sona erdirilmesi hem sınır hattının güvenliği hem de orta vadedeki diğer hamlelerde Türkiye’nin ciddiyetini göstermesi bakımından oldukça önemli.
Fakat şu iki husus bir arada dikkate alınmalıdır. (1)Siyasi kararın yüksek ölçüde hedefine ulaşması sağlanmalı (2)Daha büyük bir terör kuşağının geliyor olmasını da dikkate alarak en az kayıp/hasarla sürdüreceğimiz bir stratejik planlama olmalı.
İlkesel içerik
Afrin operasyonunu askeri ve güvenlik boyutunda değerlendirdiğimizde iki alternatif öne çıkıyor. Birincisi ve görece en güvenilir adım Rusya’nın hava desteğinin sağlanmasıdır. Bu durumda Türkiye ÖSO ile şehrin merkezine yönelirken önceden tespit edilmiş hedeflerin hava unsurları ile bertaraf edilmesi ilerleyişin hızını ve başarısını artıracaktır. Böylelikle kapsamlı bir neticeye ulaşmak daha mümkün hale gelecektir.
İkinci alternatif ise hava desteğinin daha doğrusu izninin alınamaması halinde yapılacak bir kara operasyonudur. Burada Afrin’in coğrafi ve demografik durumu diğer alternatife göre daha da önem kazanmaktadır. Kürt ve Arap nüfus yoğunluğu olan Afrin’de merkezde büyük ölçüde Kürt nüfusu bulunmaktadır. Sivillerin dışında PKK-YPG varlığının güçlüğü olduğu kısım şehrin merkez ve çevresi ile kuzey kısımlarıdır. Yani operasyon iç kısımlara doğru ilerledikçe kullanılan silahların çeşitliliği, çatışmanın yoğunluğu artacak ve pek çok tuzaklama ile karşı karşıya gelinecektir. Bu alternatifte süre uzayabileceği gibi muhtemel kayıplarımız tahminlerden yüksek olabilir.
Dolayısıyla eğer ikinci alternatif yani hava desteği olmaksızın bir operasyon başlarsa Kilis ve Reyhanlı üzerinden, bununla birlikte Telrıfat’ı hedefleyen kontrollü bir ilerleyiş başlatılabilir. ÖSO’nun omurgasını oluşturacağı bu kontrollü ilerleyiş Türk askerinin doğrudan çatışmaya girme olasılğını zaman ve mekan bakımından sınırlayacaktır. Böyle bir yöntemle Halep’in kuzey batısı dışında terör varlığı büyük ölçüde baskılanmış olacaktır. Tali bakımdan Amanos dağlarından gelecek PKK sızmalarının önüne de geçilecektir. Türkiye hem doğrudan terör hedeflerini hem de arkasındaki odakları test edecek ve kendi çıkarlarının gelişimine göre ilerleyişine yön verebilecektir. Bu aşamada sürece Munbiç operasyonu da rahatlıkla eklemlenebilir.
Bakalım fiilen başladığını gözlemlediğimiz harekat nereye doğru evrilecek?