Bu soruya ‘Evet’ diyenler de ‘Hayır’ diyenler de neredeyse eşit çoğunlukta. Önümüzdeki yıllarda Blockchain teknolojisi üzerine inanın çok şey kurulacak. Bitcoin de bu teknolojiyi kullanarak popüler oldu. Bir değer olduğu kesin. Ancak değerinin bu kadar artması... İşte işin o kısmını teknolojiyle, ekonomiyle izah etmek zor. Şu an ne oluyor? Sürü psikolojisi ile dünya bir çılgınlık yaşıyor ve kar topu misali Bitcoin’in değerini şişirdikçe şişiriyor
Konu son derece teknolojik olmakla birlikte, bu konuyu istersek teknolojinin T’sine bile değinmeden de inceleyebiliriz aslında. Öyle de zevkli bir konu.
Ben işin hem teknolojik hem de psikolojik yönünü harmanlayarak bir yazı dizisi oluşturmayı tercih ettim. Çünkü tek başına bakıldığında Bitcoin ya da geniş anlamıyla Blockchain teknolojisi önümüzdeki yıllarda hayatımıza damga vuracak. Orası kesin. Ancak Bitcoin çılgınlığı daha ne kadar devam edecek işte onu bilmiyoruz.
Bir fıkra ile başlamayı öneriyorum:
Temel ile Dursun’un yaşadığı köye eşeği ile bir yabancı gelir. Temel bir kaç saat sonra yabancının eşeği ile köyün kahvesinin önünden geçip evine gider. Dursun, Temel’i durdurur. Temel eşeği 500 lira verip yabancıdan satın aldığını söyler. Dursun şaşırsa da bir şey demez. Ancak düşünür.
Çünkü eşek Temel’in hiçbir işine yaramayacaktır. Üstelik Temel cimridir de...
‘Temel bir eşeğe 500 lira veriyorsa kesin bu eşekte bir hüner var’ diye düşünür.
Ertesi sabah soluğu Temel’in evinde alır. Kapıyı açan Temel’e ‘1.000 lira vereyim bu eşeği bana sat’ der.
Temel bir gün önce 500 lira verip aldığı eşeği 1.000 liraya satmaya çoktan razıdır. Eşek Dursun’un olur. Ancak bu kez Temel’i bir düşünce alır.
‘Yahu ben adama 500 lira verdiğimi söyledim ancak bunu bilmesine rağmen Dursun bu eşeğe 1.000 lira vermeyi göze aldı. Kesin bu eşekte bir cevher gördü’ diye düşünür.
Dursun’un evine koşar.
‘Ben vazgeçtim, al sana 1.500 lira, eşeği bana geri ver’ der.
Dursun 500 lira kazanmanın sevinci ile 1.500 liraya eşeği Temel’e geri satar. Ama düşünme sırası yine Dursun’dadır.
‘500 liraya aldı, 1.000 liraya bana sattı ama dönüp 1.500 liraya geri aldı. Yok yok, kesin bu eşekte bir iş var’
Sabahı zor eder, Temel’in kapısına dayanır.
Temel kapıyı açar. ‘2.000 lira teklif ediyorum, eşeği bana geri sat’ der. Temel, satamayacağını zira eşeği eski sahibine geri verdiğini söyler. Bunu duyan Dursun, Temel’in gözünün ortasına bir tane yumruk indirir. ‘Şurada ne güzel her gün 500’er lira kazanıp ikimiz de zengin oluyorduk, eşeği satmanın ne alemi vardı’ der, söylene söylene evinin yolunu tutar.
Teşbihte hata olmaz. Sakın yazı dizisine böyle bir fıkra ile başladığım için Bitcoin’i bir eşeğe benzettiğimi düşünmeyin. Ancak tüm dünyanın bir eşeklik içinde olduğunu da düşünmüyor değilim. Henüz tam kararımı vermemekle birlikte gelişmeleri hep beraber izleyip göreceğiz.
En başta da dediğim gibi Blockchain teknolojisi hayatımıza girecek. Dijital paralar da. Ancak Bitcoin çılgınlığı daha ne kadar devam edecek, korku filmi seyreder gibi seyrediyorum.
Şurası kesin ki bir sürü psikolojisi davranışı ile karşı karşıyayız. Üstelik bu kez Titan saadet zincirinde olduğu gibi işe sadece bir ülkenin vatandaşları değil, tüm dünya karışmış vaziyette. Hemen her gün Bitcoin’i kıyısından köşesinden tutmaya, priminden nemalanmaya çalışan binlerce insan sisteme dahil oluyor.
Gerçekten Bitcoin’i bir yatırım aracı gibi görüp oldukça yüksek meblağları yatıranlar da var, işe oyun olarak bakıp kaybetmeyi göze alacağı 50-100 dolarını bu işe sokanlar da. Ancak o 50-100 dolarlar bile, dünya nüfusu göze alındığında öylesine büyük meblağlar oluşturuyor ki, 24 saat geçmeden Bitcoin’in değeri 9 bin dolardan 12 bin dolara çıkabiliyor. Efsane kendi reklamını da yapmış oluyor. 9 bin dolardan 12 bin dolara çıkan Bitcoin’e bu seviyede daha çok insan ilgi gösteriyor. O zaman da kaçınılmaz olarak Bitcoin’in değeri 15 bin dolar oluyor. Bu mantıkla baktığımızda Bitcoin’in değerinin 50 bin dolar da 100 bin dolar da olmasının önünde hiçbir engel yok.
9 bin dolarken girip, 10 bin dolardan satanlar, 12 bin dolardan geri geliyor. Üstelik bu kez daha yüksek tutarlarla...
Ortada bir üretim yok. Arkasında bir devlet yok. Dolayısıyla teknik analiz yapmak imkansız.
Bir hisse senedi aldığınızda üç aşağı beş yukarı ne aldığınızı bilirsiniz. Ortada bir bilanço vardır. Şirketin fabrika arsasının değerini, ürettiği ürünün değerini, pazar payını, marka değerini, kısacası aktifini pasifini bilirsiniz.
Bitcoin’de ise sadece bilinmezler var. İnsanlar ne aldığını sattığını bile bilmiyor. Bir para olduğunu düşünenler var. Ona para değil, emtia diyen de var. Yani parayla satın alınan bir emtia.
Ancak o emtia da aslında bir bilgisayar şifresinden öte bir şey değil.
18qd27İHNDaLn7ErV6JxdQuTCaRVN3wtKı
İşte bu...Bu bir Bitcoin’in şifresi. Ya da formülü.
Ne derseniz deyin. 15 bin dolar vererek aldığınız şey aslında bu hash.
Tekrar ediyorum. Burun kıvırdığımdan böyle yazmıyorum.
Bana anında karşı çıkanlar; ‘Ne var yani, Amerikan doları da ya da Türk Lirası da bir matbaanın bastığı üstelik bir karşılığı da olmayan kağıt parçasından başka bir şey değil’ diyebilirler
Haklılar da.
Devletler bastıkları paranın karşılığını altın olarak rezerve etmekten çook uzun süre önce vazgeçtiler. Mesela ABD’de 1970’lerden sonra basılan yeşil dolarların karşılığı yok.
Ancak arkasında Amerika Birleşik Devletleri var. Koskoca bir ordu var.
Pek çok kişi şuna inanır:
‘Bir parayı para yapan arkasındaki devlet gücüdür. Silahlı kuvvetlerdir’ der.
Bitcoin o anlamda savunmasız. Arkasında bir devlet yok. Silahlı bir güç de yok. Ancak teknolojisine bakıldığında inanın hepsinden sağlam duruyor.
Nereden çıktı bu Bitcoin?
Gerçekten merak ediyorum. Satoshi ya da gerçek adı her ne ise, 2009 yılında Bitcoin’i yaratırken, bu kadar ilgi göreceğini, çılgınlık derecesine varan bir şekilde alınıp satılacağını ve değerinin de bu kadar artacağını öngörmüş müydü?
Satoshi Nakamoto’nun amacı aslında bu değildi.
Peki Satoshi neyi amaçlamıştı?
Bitcoin nereden çıktı?
2008 yılında Lehman Brothers’ın batışı ile patlak veren küresel kriz dünya finans sisteminde pek çok şeyi kökünden değiştirdi. Servetler eridi. Borsalar çöktü.
Ancak asıl çöken güvendi.
İnsanlar, ne para basan devletlere, ne para işlerine aracılık eden kurumlara ve bankalara ne de bankalara ve paranın sahibi devletlere not veren kredi derecelendirme kuruluşlarına artık güvenmiyordu. Satoshi Nakamoto işte böyle bir iklimde ortaya çıktı. Zamanlaması müthişti. Satoshi’nin kim olduğunu bilmiyoruz. Hakkında çeşitli iddialar var. Washington Üniversitesi’nde bir hoca olduğunu söyleyenler de var. FBI’ın yakaladığı bir internet sitesinin sahibi olduğu da. Hatta bir kişi olmadığını, teknolojiyi yemiş yutmuş bir çoklu ekip olduğunu iddia edenler de.
Dediğim gibi ortaya güzel zamanda çıktı. Aslında kripto para ile ilgili 2009 yılına kadar da pek çok çalışma yapılmıştı. Bitcoin’den önce de bazı denemeler olmuştu.
Adam Beck diye biri hashcash’i , Wei Dai diye biri B money’i, Szabo adında bir teknoloji dehası da Bitgold’u icat etmişti. Ancak bunların bazı işlemsel açıkları vardı. Ve daha önemlisi dünya 2008 finansal buhranını henüz yaşamamıştı. Yani devletlere ve bankalara tepki doğmamış henüz alternatif bir güvenli liman arayışı başlamamıştı. Satoshi Nakamoto işte o uygun zeminde ortaya çıktı. Bu demin saydığım isimlerin geliştirdiği teknolojileri incelemiş, hepsini birleştirmiş ve daha ileriye taşıyarak işler hale getirmişti.
‘Devletleri, bankaları bir kenara atın, biz bilgisayarlar üzerinden kendi muhasebe sistemimizi kurabiliriz’ diyordu.
“Bitcoin: Eşten Eşe Elektronik Nakit Ödeme Sistemi” başlıklı teknik bir çalışma yayınladı. Bitcoin hiçbir merkezi sisteme bağlı olmadan çalışabilen, kullanıcılarının ve dışarıdan kişilerin manipülasyona yönelik müdahalelerine karşı gerekli önlemlerin alındığı, bir dijital para birimi olarak karşımıza çıktı.
Bu para birimi sanal olmakla birlikte altında yatan güçlü şifreleme (kriptografi) teknikleri, tek bir merkez yerine tüm kullanıcılarına dağıtılmış veri yapısı ve Blockchain adı verilen kayıt sistemi sayesinde çok hızlı bir şekilde önce teknik camianın ardından tüketicilerin dikkatini üstüne çekti.
Yap Adası taşlarının sırrı
Bitcoin’i anlamak için önce para’yı anlamak gerekiyor sanırım.
Sahi para nedir?
Para en basit tarifi ile aslında bir muhasebe sistemi değil mi?
Kim neye sahip, kimin kime borcu var?
Bu gibi soruların cevabını kayda geçirme yolu aslında para.
Fakat paranın gerçek olduğunu bilmeye de ihtiyaç var. Bu yüzden yüzyıllardır parayı sadece hükümetler ihraç ediyor. İşte tam da bu yüzden arkasında bir devlet olmayan Bitcoin çoğu kişide tedirginlik yaratıyor.
Fakat yüzyıllar içinde para yerine geçen şeylere bakınca aslında insanlık tarihinin Bitcoin’den daha çılgın şeyleri de para yerine kullandığını görüyoruz. Sevgili Ahmet Usta ile Serkan Doğantekin’in kaleme aldıkları Blockchain 101 adlı kitaba göz atarsanız bunun en güzel örneklerini okuyabilirsiniz. ‘Yap Adası ve para taşları’ benim en çok ilgimi çeken kısmıydı. Ve hatta Bitcoin psikolojisini anlamak için de belki en güzel örnek:
Şef ne diyorsa o
Ekonomist Milton Friedman tarafından 1991’de kaleme alınan ünlü ‘The Island of Stone Money Taş Paralar Adası’ isimli bir makalede para kavramı yalın bir örnekle açıklanmıştır. Yap, Güney Pasifik okyanusunda yer alan dört adadan oluşan bir ulustur. Adalarda bizim alışkın olduğumuz paranın yerini alabilecek altın, gümüş veya diğer farklı bir maden bulunmaz. Bu sebeple bizlerin bir değer değişim aracı olarak gördüğümüz değerli metallerin yerine Yap sakinleri taşları kullanır. Yap sakinleri birkaç yüzyıl öncesinde kendilerinden yaklaşık 400 kilometre uzaklıktaki başka bir ada grubunda özel bir kireçtaşı keşfederler. Bu kireçtaşı Yap adalarında bulunmadığı için kaynak oldukça kısıtlıdır. Zaman içinde ada şefleri bu uzak adalara seferler düzenleyerek madenlerden kireç taşı çıkartarak beraberlerinde geriye diskler şeklinde yeni taşlar getirirler. Bu diskler bazıları 5-10 santim bazıları ise 3,5 metreye varan genişlikte farklı büyüklüklerde ve ağırlıklara sahiptir. Başarılı bir sefer sonunda şef büyük taşlara ve küçük taşların yüzde 40’ına kendisi el koyar. Geri kalanlar ise sefere katılanlar arasında paylaştırılır. Böylece uzun süre yaşayan bir şefin evinin dışında pek çok büyük taş birikir.
Adada bir şef alışveriş yapmak veya bir komşusuna hediye vermek istediğinde bu taşların taşınamayacak kadar büyük olduğunu fark ederler ama kimse bunu sorun haline getirmez. Şef taşın yeni sahibini ilan eder ve artık herkes taşın yeni sahibinin kim olduğunu bilir. Bu tüm ticari işlemler sürecinde bu şekilde işler ve şefler arasında taşların yeri değişmeden sürekli olarak kime ait olduğunun bilgisi dolaşır durur. Herkes mutludur. Yap adalarında para hafıza olmuştur. Ada sakinleri taşların kime ait olduğunu unutmadığı sürece sistem mükemmel şekilde işler. Sistem o kadar iyi çalışmaktadır ki taşların nerede olduğunu kimse bilmese bile işlemeye devam eder. Hatta zaman zaman taşlar madenlerden çıkartıldıktan sonra adaya geri dönüş yolunda gemiler bir fırtınaya yakalanıp batarsa denizin dibini boylamaktadır. Ancak adaya geri döndüklerinde şef taşın yerini herkese söyler. Taş kıyıdan 5-10 kilometre ötede denizin dibinde durmaktadır. Herkes şefe güvendiği için bu da kabul görür ve bu taş bir alışverişte kullanıldığında kabile bu durumu kabul ettiği için sorun oluşmaz.
Denizin dibindeki taşın bile artık yeni bir sahibi olur. Taşlar hiçbir yere gitmediği için ortada hiçbir sorun yoktur. Herkes ortak bir değer üstünde fikir birliğine varmıştır. Friedman’ın hikayesinde vurguladığı nokta şudur: Gerçekten bir taşın söylenen yerde olup olmaması önemli değildir. Eğer herkes ortak bir fikirde karar birliğine varıyorsa buna para denir.
Tıpkı Bitcoin gibi değil mi?
Aslında buraya kadar bir nevi ‘Geyik’ yaptık. Hani demiştim ya, bu konuyu teknolojinin T’sine bile değinmeden izah etmek de mümkün diye. İşte ilk bölümde sanırım bunu yaptık.
Yarın, biraz daha Bitcoin’i yaratan teknolojiye yani Blockchain’e değiniriz.
YARIN: Blockchain teknolojisi nedir? Bu nasıl bir teknoloji ki kopyalanamıyor, içine sızılamıyor, çökmüyor. Bitcoin bu sistemi nasıl kullanıyor. Bitcoin’in dışındaki kripto paralar da Bitcoin gibi zaman içinde değerlenecek mi ?