Karl Marx ekonomik ilişkilerin sosyal ve siyasi ilişkileri belirlediği tespiti yapmıştı. Güneydoğu’da sorunların anasının da babasının da geçim sıkıntısı olduğunu bas bas bağıranlara sözüm.
Saklı değil, burnumuzun hemen önünde duran koca bir fırsata dikkat çekeceğim. Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır’da Turkcell ve Digiturk’e hizmet veren Çağrı Merkezi’ni ziyarete gittik. Global Bilgi şirketi çatısı altında yaklaşık 700 kişi istihdam ediliyor.
Enteresan olan bu sayı ile Global Bilgi, Güneydoğu’nun en büyük işvereni durumunda.
Lise ve üniversite mezunu, çoğunluğu 23-30 yaş arasındaki gençler ayda 950 ile 1.050 TL arasında brüt maaş alıyorlar.
Daha yüksek performans gösterenlerin maaşı 1.300 TL’ye kadar yükseliyor.
Ayrıca Çağrı Merkezi’nin bölge ekonomisine sağladığı katkı sadece istihdam edilenlerle sınırlı değil. Diyarbakır’ın ekosistemine de büyük etkisi var çağrı merkezinin.
Servis şirketleri de ayrı bir güç. Şirkete yemek servisi, güvenlik, temizlik ve ulaşım servisi verenler de lokasyonda ayrı bir ekosistemi geliştirip büyütüyor.
Akıllı adımlar atılabilirse, Güneydoğu pekala Türkiye’nin çağrı merkezi olabilir.
Net olarak görünüyor ki Türkiye’de ciddi bir çağrı merkezi ihtiyacı da var üstelik.
Ayrıca bunu ben değil, Çağrı Merkezleri Derneği Başkanı Bahadır Pekkan’ın bana verdiği rakamlar söylüyor.
Bahadır Pekkan, Türkiye’de her 2 bin kişiye bir çağrı merkezi çalışanı düştüğüne dikkat çekti.
ABD ve Avrupa’da bu oran 150 hatta 125 nüfusa bir çağrı merkezi elemanına kadar iniyor.
Yine Pekkan’ın verdiği rakamlara göre Türkiye’de çağrı merkezlerinde yaklaşık 35 bin kişi istihdam ediliyor.
Ihtimal o ki sektörün en az 10 kat büyüme potansiyeli var. Pekkan “Hadi Türkiye’deki müşteri bilincinin henüz gelişmediğini varsayalım, potansiyel en az 5 kat. Bu da en az 200 bin kişiye istihdam olanağı anlamına gelir” diyor.
Lafı uzatmanın anlamı yok.
Istihdamın üstelik 200 bin gibi çok ciddi bir istihdamın terör örgütünü ne kadar sıkıntıya sokacağını, hesaplarını şaşırtacağını tahmin edebiliyor musunuz?
Ya biz ne yapıyoruz?
Ortada kocaman bir hiç var...
Revize edilen teşvik sisteminde Türkiye 4 bölgeye bölündü. Güneydoğu en çok teşvik edilecek bölge seçildi haliyle.
Umutlar yeşerdi ancak, gerisi gelmedi.
Mesela o yeni pakette çağrı merkezleri için ayrı bir parantez açılabilirdi. Ücretlinin maaşındaki işveren payında sağlanan indirim, diğer işkollarına sağlanan indirimle aynı. Daha farklı avantajlar yaratılabilirdi.
Neler yapılabilir ?
Çağrı merkezi kurulacak arsa bedelsiz verilebilir. Bu işin temelinde haberleşme altyapısı var. Transmisyonda belirli teşvikler devreye sokulabilir.
Hatta ve hatta bir adım öteye gidilerek İŞKUR’un da desteği ile bu gençlere dil eğitimi de verilebilir.
İşte o zaman bu gençler sadece Türkiye’deki şirketlerin değil, ABD’deki, Almanya’daki şirketlerin de çağrı merkezi olurlar.
Bu konuda büyük deneyimi olan, toplumuna müthiş bir istihdam olanağı sağlayan Hindistan’a rakip bile olabiliriz. Çağrı merkezi bir umut olabilir. Turkcell bunun ilk adımını atmış. Gençlerin yüzündeki pırıltıya bakınca “Çok da iyi yapmış. Keşke tüm çağrı merkezleri bu bölgede toplansa” demek geliyor insanın içinden. Zira bu umutlar yeşermezse oralar çok kısa süre içinde çağrı değil ama ağrı merkezine dönüşecek. Çünkü iş işten geçmek üzere...
Hoppaa ve iletişim
İstanbul’da yapılan Dünya Basketbol Şampiyonası’nın final günü. Sırbistan’ı da devirmişiz ve ABD maçı için “Neden olmasın?” diyerek Sinan Erdem’in yolunu tutmuşuz. Yanımızdaki locada Turkcell yöneticileri var. Maçın heyecanı içinde bakıyorum, başta CEO Süreyya Ciliv ve Genel Müdür Yardımcısı Koray Öztürkler olmak üzere tüm Turkcell’liler dev adamların attığı her basket sonrası ‘Hoppaa’ diye yerlerinden fırlıyor.
12 dev adamın sponsorları şampiyona öncesi bir sürü reklam filmine imza attı. Reklamlar o kadar çoktu ki “Türk basketbol takımı bu şampiyonaya günde 3 reklam filmi çekerek hazırlandı. Başarının sırrı burada” esprileri bile yapıldı.
Reklamlar içinde en çok Turkcell’in ‘Hoppaa’sı dikkat çekti. Benim dikkatimi çeken ise iletişimin gücüne inanmış Turkcell yöneticileri oldu. En tepeden en alta kadar hoppaa’ya sahip çıkmaları, her serbest atıştan sonra ‘Hoppaa’ diye bağırmaları ve seyirciyi de buna teşvik etmeleri iletişime olan inançlarını ortaya koyuyor. İletişimcilerin en büyük sorunu şirket üst yöneticilerini bu olaya inandıramamaktır. Ölçümlemesi zor bir konu olduğu için iletişim çalışmaları çoğu yöneticiye angarya hatta fuzuli masraf olarak gelir. Kabul etmek lazım Turkcell iletişimi çok iyi beceriyor.
Hoppaa’nın hikayesini Koray Öztürkler şöyle aktardı: Biz aslinda futbol ülkesiyiz. Basketbol hayatımıza bir anda girer, hepimizi ekrana bağlar. Sonra bir anda da yok olur. Futbolda tezahüratları biliriz. Penaltıda sessiz olmayı, gol olunca ‘Oleeyy’ ya da ‘Goool’ diye bagırmayı da biliriz. Ama basketbolda boyle bir sözümüz nidamız yoktu. Bir marşımız var ama bir basket olunca ne denir sorusuna tam bir cevap veremedik ve bunun üzerine kafa yorduk. Ortaya hoppaa çıktı.”
Bu arada öğrendim ki bizim basketçiler reklam filminde hakikaten gözleri bağlı topu çemberden geçirmişler. Kerem Gönlüm’ün o atışında kesinlikle bir reklam hilesi yokmuş...
Çağrı merkezi... Olmazsa ağrı merkezi
Haberin Devamı