Önce kısaca olayı hatırlayalım... 2009 yılında MTA, Kamu İhale Kanunu çerçevesinde bir ihale açtı.
Aliağa’da çok değerli bir jeotermal enerji kaynağı vardı. MTA burada 700 metreden derin bir kuyu açmış ve sıcak su keşfetmişti.
Üstelik suyun sıcaklığı 120-150 derece arasında, yani çok kaliteliydi. Belki de Türkiye’nin en verimli jeotermal alanlarından biriydi. Bu suyun enerjiye dönüşmesi için üzerinde en az 250-300 milyon dolarlık bir yatırım gerçekleştirilmesi gerekiyordu. Lisans için bir yarışma yapıldı ve Buhar Enerji burada 25 MW gücünde bir santral kurarak mağmadan gelen bu sıcak suyu Türk ekonomisine kazandırmaya talip oldu. Keşifler yapıldı ön fizibiliteler çıkarıldı.
Ancak söz konusu bölge Petkim’in tesislerinin yanıydı. MTA, yerin altını ilgilendiren bir ihale yapmıştı. Petkim ise toprağın üstü ile ilgileniyordu. Bir rafineri, bir termik santral ve bir rüzgar santrali yapma planları vardı. EPDK’dan gerekli izinleri alma sürecine, MTA’nın ihalesinden 1 yıl sonra, 2010’da giriştiler.
Bir anda aynı alanda yerin altı ve yerin üstü iki farklı kurumun oldu.
Yani devlet aynı yeri iki firmaya birden vermiş oldu. Aynı koltuğu iki farklı kişiye satan havayolu şirketi misali...
Petkim’in arkasında Socar A.Ş yani Azerbeycan Devleti var.
Buhar Enerji çelimsiz, arkası sağlam değil.
Buhar Enerji MTA’dan lisans aldığı halde araziye sokulmadı.
Konu mahkemelik oldu. Buhar Enerji, EPDK’nın Petkim’e verdiği izinlerin iptalini ve yürütmenin durdurulmasını istedi. İzmir 4. İdare Mahkemesi Buhar Enerji lehine karar verdi. Danıştay 13. Daire reddetti. Bu kez Buhar Enerji itiraz etti, Dava Daireleri Kurulu, 13’üncü Daire’nin kararını gözden geçirmesi için geri yolladı. 8’inci Daire’yi de davaya dahil etti.
Yargı süreci devam ediyor.
Ben burada kim haklı kim haksız derdinde değilim.
Ancak Türkiye’nin yenilenebilir enerji kaynaklarını sonuna kadar kullanması tarafında özellikle hassas olduğum için konu dikkatimi çekiyor.
Zaten sadece tek bir şeyin altını çizmem bile aslında kavgada kimin haklı olduğunu ortaya koymaya yetiyor. Türkiye’de sizin yer üstü ile ilgili kapı gibi tapularınız olsun. Ancak bu tapular yerin altındaki zenginlikleri içermiyor. Arazinizi çitle çevirseniz dahi, toprağın 10 metre altındaki bir kömür, altın ya da petrol kaynağı size ait değil. Yerin altı devletin...
Sizin hiçbir hakkınız yok. Türkiye’deki sistem böyle.
Yani toprak üstü ile ilgili hak, altını da içermiyor.
Buranın üst kullanımı bana ait deseniz bile yerin altı ile ilgili yapılan ihaleyi yok hükmünde saymak mümkün değil...
Bu enteresan kavgada mahkeme süreci bir yana en verimli çözüm ne olabilir buna bakmak lazım.
Kavga çıkaran arazi çok büyük.
2 bin dönümden daha büyük bir alandan sözediyoruz.
Petkim çok istiyorsa bu araziye rafineri de kurabilir, çevrim santrali de yapabilir, rüzgar türbinlerini de dikebilir.
Ancak lütfen 150 dereceyi bulan suyu da heba etmeyelim.
Bu suyun çıkarılması ve enerjiye dönüştürülmesi için 300 dönümlük yer yetiyor. Yani arazide rafineriye de santrale de rüzgara da ve jeotermal tesise de fazla fazla yer var.
Türkiye’nin dışa bağımlılığını azaltması, cari açığını düşürmesi şartsa, bu suyu boşa akıtacak görmezden gelecek lüksü de olamaz olmamalı...
Bu karışıklığı yaratan devlet...
Çözümü sağlayacak ve taraflar arasında orta yolu bulacak hakemin de devlet olması lazım.
Tamam Petkim’in kurmayı düşündüğü tesislerin ekonomik boyutu çok büyük. Ancak bu tesisler her yere kurulabilir.
Jeotermal suyu başka yerde değerlendiremezsiniz tesisi kaynağında kurmanız şart.
Türkiye jeotermal kaynak potansiyeli olarak dünyanın ilk 10 verimli ülkesinden birisi...
Aliağa’daki kaynak çok verimli. Bunun üzeri kapatılamaz.
Bu kaynakta her Türk vatandaşının hakkı var.
Ankara her iki kurumun beraber yaşayabileceği ortamı yaratmak mecburiyetinde.
Ankara aynı koltuğu iki kişiye satmış ama o su heba olmamalı
Haberin Devamı