1 hafta sonra yani 1 Nisan’da kasko sigortası genel şartları değişiyor. Peki aracı olup da kasko yaptıranlar için ne değişecek? Gerçekten iddia edildiği gibi primler yükselecek mi?Kasko’da yeni dönem 1 Nisan’da başlıyor. 1 Nisan’dan itibaren sigorta şirketleri artık ‘full kasko’, ‘süper kasko’ adı altında, kıyaslanamayacak, bir diğeriyle farkı anlaşılamayacak tuhaf paketler satamayacaklar.Yeni uygulamada 4 farklı paket olacak. Bunlar ‘dar kasko, kasko, genişletilmiş kasko ve tam kasko’ olarak adlandırıldı.Şimdi herkes yeni dönemde sigorta şirketlerinin primleri serbestçe belirleyeceğinden ve kasko sigortasına acayip zamlar geleceğinden söz ediyor. Gerçekten öyle mi olacak bir bakalım...Öncelikle Hazine Müsteşarlığı böyle bir düzenlemeye neden ihtiyaç duydu?Sigorta şirketleri vatandaşı kandırıyor muydu?Hemen belirtmek lazım ki, bu sigorta işinde asla tek taraflı bir kandırmaca olmadı, olmayacak. Hele hele hasar tutanakları beyana dayalı yapılmaya başladıktan sonra sigorta şirketlerinin mağduriyetinin arttığını bile söyleyebiliriz. Sigorta işi biraz tuhaf. Ne yazık ki müşteri şirkete, şirket de müşteriye kuşku ile bakıyor. Zaten sorun da bu bakış açısından kaynaklanıyor.Öncelikle yeni düzenleme sigorta yaptırana ne gibi avantajlar getiriyor onları sıralayalım...- Poliçeler net olacak. Sigortalının satın aldığı ürün kolay anlaşılır tek tip şablonda hazırlanacak ve diğer sigorta şirketlerinin ürünleri ile kolaylıkla karşılaştırılabilecek.- Sigortalı hasar anında alabileceği hizmetin niteliğini poliçeleştirme aşamasında belirleme imkanına kavuşmuş olacak.- Hırsızlığın tanımı bile farklı farklı yapılacak. Örneğin aracınızı bir otoparka anahtarı ile verdiniz ve aracınız çalındı. Bunun kaskodaki tanımı, genel hırsızlık tanımından farklı olacak.- Deprem, sel, terör daha önce de olduğu gibi yine sizin poliçeye ilave edebileceğiniz unsurlar olacak. Yani farklı hasar şekli tanımlarıyla poliçeyi genişletebilecek ya da daraltabileceksiniz.- Bir de pert sorunu vardı. Poliçe üzerinde sigorta bedeli yazılmayarak, hasar anında eksik sigorta uygulanabiliyordu.Ne, yüzde 50 zam mı?Şimdi hasar anında aracın rayiç bedelinin tespitinde hangi kurumun değerlerinin referans alınacağı bilgisi bile poliçede yer alacak.Onarımın sigorta şirketinin mi yoksa sigortalının mı istediği serviste yapılacağından tutun da orijinal parça ya da eşdeğer parça kullanımına kadar ayrıntılar yine poliçede görünecek.Şimdi gelelim şehir efsanesine. Bu düzenlemelerin kasko primlerinden yüzde 50 civarı artışlar yaratacağı, zira artık primlerin şirketler tarafından serbestçe belirleneceği söylemlerine...Bir kere hemen belirtmek lazım ki sigorta şirketleri 21 yıldır kasko primlerini kendileri serbestçe belirliyor. Trafik sigortası primleri de yine 1 Temmuz 2008 tarihinden bu yana serbestçe sigorta şirketleri tarafından belirleniyor.Dolayısıyla bu algı yanlış.Şu anda bile aslında poliçeye ‘O girsin o girmesin’ diyebiliyorsunuz. Mesela benim bir önceki aracımın kasko poliçesini hazırlayan broker şöyle bir teklifte bulunmuştu:-Ön cam hasarını poliçe kapsamı dışında tutarsanız ödeyeceğiniz yıllık primi 1.700 TL yerine 1.450 TL yapabiliriz. Sizin için uygun mu?Yani diyeceğim o ki bu tür çoktan seçmeli poliçeler hep vardı. Sadece tanımlar 1 Nisan’dan itibaren daha da belirginleşecek.Siz genişletilmiş poliçeye ne kadar farklı içerik yüklerseniz de haliyle prim tutarı artacak.Kazasız sürücüye ödülBir de tabii yaşınıza, aracın türüne, aracın yaşına, ehliyet yaşına, bulunduğunuz il ve ilçeye, daha önce kaza yapıp yapmadığınıza bakılacak.Sigortanın tazminat ödediği kazaya karışan sürücünün primi, hiç kaza yapmayan sürücüye göre farklı olacak. Bu da aracını dikkatli kullanan ve hasara yol açmayan araç sahibine ödül olacak ki gayet anlaşılabilir bir yöntem. Sigorta mantığı şöyle işler:Sigorta yaptıranların primleri bir havuzda toplanır. Ortaya çıkan zararlar bu havuzdan karşılanır. Doğaldır ki bu havuzdan çok faydalananla az faydalanan hatta hiç faydalanmamış bir kişinin aynı katkıyı yapmasını beklemek sigorta tekniği ve adalet kavramı ile örtüşmez.Peki 1 Nisan’da yöntem değişikliği ile kasko yaptıracakları hiç bir tehlikenin beklemediğini söylemek mümkün mü?Sigorta şirketleri malum bu kasko sigortasından para kazanmıyor tam tersine para kaybediyor.O yüzden yeni dönemde primlere yüzde 50’ler civarında değil ancak yüzde 5 ile 10 arasında zam geleceğini biliyorum. Şirketler bunun hazırlığını çoktan yaptı. Ancak sektörde ciddi bir rekabet de var.Dolayısıyla bu zamların hangi oranda uygulanacağına da şirketler biraz birbirlerini kollayarak karar verecekler.Aracın rengi bile primi değiştiriyorAvrupa ve ABD’de bırakın sürücünün yaşına, aracın rengine göre bile primler değişiklik gösterebiliyor. Örneğin kırmızı renk araç kullananların direksiyonda daha agresif olduğu istatistiğinden yola çıkılarak kırmızı renkli araçlardan daha çok prim talep ediliyor...
Avea’nın Ar-Ge merkezini gezdikten sonra “Olur mu öyle şey” diyemiyorum. Yakında akıllı cepler karnımızın guruldadığını anlayıp civardaki restoranları listelerse şaşırmayalım.Avea Genel Müdürü Erkan Akdemir ile önceki gün, Ümraniye’deki Ar-Ge merkezini gezdik. Akdemir 1700 metrekarelik merkezde tura başlamadan önce şu bilgiyi verdi:-Türkiye’de GSM sektöründe Ar-Ge sertifikasına sahip olan ilk ve tek operatörüz. Burada Türkiye için 21’inci yüzyılın yenilikçi teknolojilerini geliştiriyoruz. Ar-Ge’ye ayırdığımız yatırım miktarının tüm harcamalarımıza oranı yüzde 3.6’yı buluyor. 2010 yılı Mayıs ayından bu yana Ar-Ge yatırımlarımıza yaklaşık 80 milyon TL bütçe ayırdık. Burada toplam 221 mühendis çalışıyor. Bu sayı toplam istihdamımızın yüzde 11’ine denk geliyor.Akdemir’in verdiği yüzde 11’lik istihdam oranı ve 80 milyon liralık yatırım rakamı hakikaten çarpıcı. Peki AveaLabs çatısı altında toplanan bu merkezde ne yapılıyor?Temel amaç müşteriyi daha iyi anlamak ve onlar için hayatı kolaşlaştıracak çözüm önerileri geliştirmek.Avea’nın daha önce gerçekleştirip tanıtımını yaptığı mobil tahlil, kaza tespit tutanağı ve depremde enkaz altında kalacakları düşünerek geliştirilen ‘Orada kimse var mı?’ mobil uygulamaları çok konuşuldu.Bilet yerine cep telefonuMerkezde yenilikçi projeler devam ediyor. Akıllı şehir ve akıllı ev konseptine yönelik hazırlıkları deneyimleme imkanı bulduk.İstanbul’da oturup toplu ulaşım araçlarını kullananların Akbil’i vardır. O akbili ortadan kaldırıp NFC teknolojisi ile cep telefonundan ödeme yapabilecek bir sistemin tüm hazırlıkları bitmiş. Cep telefonunuzla isterseniz otobüse, isterseniz vapura binebileceksiniz. Cep telefonunuz zaten hep yanınızda, bir de akbil taşımayacaksınız. Ya da bir otobüs durağına geldiğinizde beklediğiniz otobüsün nerede olduğunu, kaç dakika sonra sizin bulunduğunuz durakta olacağını da görebileceksiniz.Erkan Akdemir, tüm amacın müşteriyi daha iyi anlamak olduğunu müşteriyi anlamanın bir çok sonucu olduğunu söyledi.Akdemir, “Mesela artık Avealılar’a SMS mesajı olarak üçte bir oranında daha az teklif gidiyor ancak 7 kat daha fazla sonuç alınıyor” dedi ve kendi başından geçen ilginç bir anekdotu da aktardı:-İstinye Park’ta bir arkadaşımı bekliyorum. Kendisi biraz gecikince mağazalar arasında dolaşmaya başladım. Önce vakit geçirmekti amacım. Bekleyiş 1 saati bulunca olay bayağı bir alışverişe döndü ama kararsız dolaşıyorum. Akıllı cepten beni farketmişler. Telefonuma şöyle bir mesaj geldi. “Karar veremiyorsanız, ürünün resmini çekin fikir alacağınız kişiye gönderin.”Akdemir, bunu anlattıktan sonra şaka yollu da ekledi:-Valla bunlar yakında karın gurultusunu duyup bize en yakındaki restoranları da listeleyecekler...Bu şimdilik şaka ancak Ar-Ge merkezinde cep telefonu ile yapılanları görünce bunun da yakın gelecekte gerçekleşmemesi için bir sebep göremiyor insan.Akdemir, Ar-Ge’ye bu kadar desteği neden verdiklerini de şöyle özetledi:Gelecek mobil teknolojide-Tüm dünyada çok net bir gerçek var, o da şu ki gelecek mobil teknolojilerde. İşte bu yüzden de büyümenin temel kaynağı bizim için; mobil internet ve mobil internet kullanımını artıran yeni ürün ve servisler... Hepimizin şu elinde tuttuğu küçük cihaz adeta minik bir bilgisayar ve onunla her işimizi görebiliyoruz. Artık herkesin akıllı telefonu tercih ettiği bir ekosistemde tam da bu nedenle, operatörlerin daha fazla değer üretmek zorunda olduğunu düşünüyoruz.Avea da Türkiye’nin yeni nesil GSM operatörü olarak, bu gelecek için çalışıyor. Ar-Ge Merkezi’mizi bunun için var ettik...Kuluçka Merkezi’nde yeni fikirler çıkıyorAvea Ar-Ge Merkezi’nde 2210 mühendis çalışıyor. Bunun dışında Massachusetts Institute of Technology ve Bilkent Üniversitesi ile de işbirliği ile yürütülen projeler üretiliyor. Şehrin müziği ve şehrin resmi M.I.T ile yapılan işbirliğinin iki ürünü olarak yakında lanse edilecek. Ancak bunun dışında ilgimi çeken kısım Kuluçka Merkezi oldu. Avea yaptığı 80 milyon liralık yatırımı Kuluçka Merkezi’nde telekom sektöründeki genç girişimcilerin desteklendiği bir ekosisteme dönüştürmüş. Şu an Kuluçka Merkezi’nde Linxa, Intellica, Havooz, Bayt ve Crenno şirketleri ile toplam 9 proje üzerinde çalışılıyor. Avea bu şirketlere merkezini açmış. Avea’nın GSM Test laboratuvarı sayesinde havada uçuşan fikirlerin hayata geçirilebileceği ve doğrulama fırsatı sunan bir ortam oluşturulmuş. Ortada somut projeler var. Mesela Linxa firmasının geliştirdiği uluslararası telefon ve data trafiğini optimize eden ürün çok başarılı göründü bana. Siz diyelim ki Avea müşterisisiniz ve New York’dasınız. İstanbul ile görüşeceksiniz. Bu ürün görüşme yaptığınız anda rooming hizmeti alınan servis sağlayıcılar arasında en uygun ve en hesaplı olanlarını uç uca getirerek bir köprü kuruyor ve siz o hat üzerinden konuşuyorsunuz. Ürün konuşma maliyetlerinde yüzde 10 oranında indirim sağlıyor.Hiç fena değil...Sipariş alan akıllı masaAr-Ge merkezinin sanal bir rehberi var. Adı Rıfkı.Rıfkı bize diğer yenilikleri de anlattı. Mesela dokunmatik restoran masası geliştirmişler. Masa aslında bir ekran görüntüsünde. Oradan garsona ihtiyaç duymadan menüye bakıp istediğiniz ürünleri sepete atıyorsunuz. Yemekler gelene kadar oyun oynayabiliyorsunuz. Yine aynı masa üzerinden hesap da ödeyebiliyorsunuz. Bir diğer ilgimi çeken uygulama karekodlar oldu. Mesela bir müze ya da tarihi mekan geziyorsunuz. Bir eserin karşısına geçtiniz. Yanda bir karekod var. Onu cep telefonunuza tanıtın, size hiç rehbere ihtiyaç duymadan özet yapabiliyor.
Turkcell İletişim’e SPK’nın 3 üye ataması, bütün sorunların çözüm yoluna girdiğine dair yanlış algı yarattı. Savaş devam ediyor. Kimin ne kadar inatçı olduğu genel kurulda Turkcell Holding’in temsilinde belli olacak.SPK, gecikmeli de olsa Turkcell’de operasyon için düğmeye bastı ve 7 kişilik yönetim kurulunda 3 bağımsız üyeyi değiştirdiği radikal kararı aldı. Bilindiği üzere Hilmi Güler, Atilla Koç ve Ahmet Akça Turkcell İletişim yönetimine girdi.‘Devlet ya da AK Parti Turkcell’e el koydu’ şeklindeki yorumları hayretle izliyorum. Aslında ne olduğunu iyi okumak lazım. Şöyle ki...Turkcell’de yönetime devlet tarafından el konulması diye bir durum yoktur. SPK bir tebliğ yayınlamıştı. Turkcell ortakları SPK’yı bir türlü ciddiye almadı, bugüne kadar tebliğin gereklerini yapmadı sonuç olarak da Turkcell İletişim’e 3 bağımsız üye atandı.4’e 3 kilidi çözülecekTurkcell İletişim’de 7 yönetim kurulu üyesi var. Bunların ikisi Çukurova Grubu’ndan, ikisi TeliaSonera grubundan ikisi Altimo grubundandı. Bir de TeliaSonera ve Altimo’nun Karamehmet’ten yana tavır almakla suçladığı bağımsız üye Colin J. Williams vardı. Yönetim kurulu kilitlenmişti. Zira karar alınabilmesi için 5’e 2 oyçokluğu gerekiyordu. SPK, 3 ortağı temsil eden 2’şer üyeden birini azletti. Yerine kendi isimlerini koydu. Şimdi bağımsız üyelerin sayısı 4’e, hissedarları temsil eden üyelerin sayısı 3’e indi. Yani 5’e 2 karar almanın yolu açıldı.Bu durum belirli alanlarda Turkcell’in önünü açacaktır elbette. Mesela Turkcell İletişim, Bulgaristan’da olduğu gibi bazı kritik ihaleleri ortakların kaprisi yüzünden kaybetmeyecek artık.Ancak temettü gibi ya da ne bileyim BlackBerry’nin üreticisi RIM’in satın alınması (Tamamen uydurma bir örnektir. Ancak olsa ne güzel de olur dediğim bir operasyondur) kararının verilmesi gibi daha kritik konularda yönetim kurulunun bir karar yetkisi bulunmamaktadır.Şimdi odaklanılan konu temettü olduğu için oradan gidelim. Yönetim kurulu temettü dağıtımını Genel Kurul’a teklif eder, genel kurulda hissedarlar bunu oylar. Yine sonuç olarak genel kurulun dediği olur. Yani demem o ki; isterseniz hissedarların temsil edildiği diğer 3 koltuğu da SPK’nın atadığı kişilere terkedin, hatta Colin Williams’ın yerine de birini getirin yine değişen birşey olmaz.Kritik Genel KurulAncak şunun da altını çizmek lazım. SPK, iki eski bakanı üye göstererek bu işe ne kadar önem verdiğini ortaya koymuştur. Adeta ortaklara da ‘Ayağınızı artık denk alın’ demenin bir yoludur bu...20 Mart’ta yönetim kurulu toplantısı var. Yeni üyeler Güler, Koç ve Akça ilk kez Turkcell’de boy gösterecekler. Mayıs ayında genel kurul için bir çağrı kararı çıkacaktır. 3 yıldır ödenmeyen temettünün ödenmesine yönelik bir öneride de bulunacaklardır muhtemelen.İşte burada olay yine dönüyor dolaşıyor ortakların ne tavır takınacağında düğümleniyor. Burada Turkcell Holding’in tavrı ve genel kurulda Holding’i kimin temsil edeceği önem kazanıyor.Daha önce de yazmıştım, hatırlatayım. Turkcell’de matruşka misali çok karmaşık bir hissedarlık yapısı var. Turkcell İletişim’i aslında Turkcell Holding yönetir. Çünkü Turkcell İletişim’de yüzde 51 hisse onundur. Turkcell Holding’te ise Çukurova Telecom Holding’in yüzde 52.9, Sonera Holding’in yüzde 47.1 payı vardır.Çukurova Telecom Holding’te Rus ortağı ile Karamehmet çekişip duruyor. Turkcell Holding yönetim kurulu 7 üyeden oluşur. Bunun 2 üyesi Çukurova’dan, 2 üyesi Altimo’dan, 3 üyesi ise TeliaSonera’dan.TeliaSonera ve Altimo grubu bir süredir ortak hareket ediyorlar ve Turkcell Holding’te karar nisabı için gerekli 5 oya da ulaşmış vaziyetteler.Yani aslında fiilen halka açık şirket olan Turkcell İletişim’i bu iki hissedarın kontrol ettiğini vurgulamıştım.Hatırlayın 2010’daki genel kurulda çekimser kalarak başta temettü olmak üzere kritik konularda şirketi kilitlemişlerdi.Son genel kurulda Turkcell Holding’i TeliaSonera’nın gösterdiği kişi temsil etmişti. Bakalım bu Mayıs’ta kim temsil edecek. Şayet ortaklar devletin verdiği güçlü mesajı alabilirlerse genel kurulu kilitlemeyecek, temettüye yeşil ışık yakacak kişiyi gönderebilirler.Turkcell 2025’te devletin olacakÇoğu kişi “Ankara, SPK’sıyla, BTK’sıyla neden bu işe bu denli taraf oldu?” diye soruyor. Buna “Turkcell’in Türk kalması isteniyor da ondan” diye cevap verenler çoğunlukta ancak aslında yanılıyorlar. Aslında çevremden de duyduğum için bu müdahalelerin gerçek nedeninin ve mantığının pek de bilinmediğini görüyorum. Turkcell bu 3 ortağın değil nihayetinde Türkiye devletinin malıdır.Belli bir üst kullanım hakkı vardır ve zamanın dolmasından sonra Turkcell devlete geçecektir. Tıpkı Türk Telekom’da olduğu gibi... Bu şirketlerin ihaleleri yapıldığında işletme hakkı devri yapılmıştır. Mesela Türk Telekom 2005’te 21 yıllığına ihale edilmişti. Yani 2026’da Türk Telekom tekrar devletin malı olacak. Turkcell’de ise süre 2025’te bitiyor.Nihayetinde kendisine ait olan bir ticari değerin iyi yönetilip yönetilmediği ile ilgilenmek mal sahibinin en doğal hakkıdır. Buna kimsenin itirazı olamaz. Nasıl gaçmişte Çukurova ve Kepez Elektrik’e devlet el koydu, benzer bir uygulama bu tür şirketler için de devreye sokulabilir. Ya da böyle rötuşlar yapılabilir.Temettü neden bu kadar önemli oldu?Turkcell’in kasasında 3 milyar dolar civarında nakit var. Ortaklar 2012’yi de sayarsak 4 yıldır Turkcell gibi verimli bir şirkette temettü gelirinden yoksunlar.Bir yatırımcı bir şirkete neden ortak olur?Ya ‘Kazancından hissem oranında pay alayım’ der ya da ‘Gelecekte prim yapar da aldığım fiyatın üzerine satar para kazanırım’ der değil mi?Peki bir hissedar neden temettü almak istemez, 3 yıldır elinin tersiyle iter?Bunun sebebi çok basit. Rus Altimo, şu an Privy Council’de karar aşamasında olan davada Karamehmet’in elinin güçlenmesine izin vermek istemiyor. Temettü dağıtımına olanak sağlarsa Karamehmet’in cebine para girecek. Şu an finansman için banka banka dolaşan Karamehmet’in eline koz vermek istemiyor. Dolayısıyla olayı böyle değerlendirince Mayıs’ta hakikaten çok kritik bir genel kurul olacağını söylemek zor değil. (Bu arada Karamehmet’in finansman için Denizbank’ı satın alan Rus Sberbank ile masada olduğunu duyuyorum. Eğer Karamehmet’e Rus Altimo karşısında hamle şansı verecek krediyi bir Rus bankası verirse çok ironik olacaktır.)Atamalara Altimo kanadı çok bozulduSPK’nın atadığı 3 üye için ortakların yaptığı açıklamalara dikkatinizi çekmek istiyorum. TeliaSonera Başkanı Per-Arne Blomquist, “Genel kurula odaklanacağız. Şirket uçun zamandır ödenmesi gereken kar payı dağıtımını gerçekleştirebilir. Kararı memnuniyetle karşılıyoruz” dedi. Benzer bir açıklama Çukurova Grubu’ndan da geldi. Ancak Rus cephesi önceki gün gece yarısı başlayan operasyona soğuk duruyor. Altimo Başkan Yardımcısı Evgeny Dumalkin atamaları, “Genel kurulda yönetim kurulunun şirketin sahiplik yapısını adil bir şekilde yansıtmasını bekliyoruz. Sürecin 3 bağımsız üye atanmasıyla sonuçlanması hayal kırıklığı yarattı” diye değerlendirdi.Bu atamaları isterlerse uluslararası hukuki zemine taşıyıp tartışmaya açabilirler. Böyle bir hakları var. Bunu yapacaklar mı yoksa devletin kararlılığını görüp anlaşma zemini mi arayacaklar göreceğiz.
Çukurova Grubu’nun patronu Mehmet Emin Karamehmet, İngiltere’de Privy Council’den çıkacak kararı bekliyor. 4 Mart’taki son oturumda herkes gibi biz de kararın çıkmasını bekliyorduk ancak yüzde 13.81 Turkcell hissesinin alımında kendisine uygulanacak faiz netleştirilemedi. Rus Altimo tarafı Libor artı yüzde 8’de diretti. Karamehmet ‘Libor’un üzerine yüzde 1 temerrüt faizi uygulanmalı. Fazlası insafsızlık olur’ dedi, Mahkeme ek süre istedi.Zira iki tarafın kafasındaki rakamın arasında 1 milyar dolar civarında fark var.Karamehmet bir taraftan Turkcell cephesinde yabancı ortakları ile boğuşurken ve Turkcell’de kontrolü kaybetmemeye çalışırken diğer taraftan Kuzey Irak’tan daha da doğrusu Bağdat’tan gelecek iyi bir haber bekliyordu. Ancak gelişmeler Karamehmet’in kafasındaki plana bir kez daha uymadı.Siyasi dengeler planı bozduDün Bağdat’ta Irak’ın 2013 bütçesi oylandı. Kürt vekilller istedikleri olmayınca oylamayı boykot etti. Buna karşılık Şii ve Sünni 168 oyla yeterli çoğunluk sağlandı ve Irak’ın 2013 bütçesi kabul edildi.Bütçe görüşmeleri sırasında Kürt milletvekilleri Kuzey Irak’ta iş yapan petrol şirketlerinin giderlerinin karşılanması için 4 trilyon dinar yani 3.5 milyar dolarlık bir pay ayrılmasını istiyordu. Zira petrol şirketleri ödeme yapılmadığı için petrol ihracatı da yapamıyor, Irak enerjideki potansiyelini harekete geçiremiyordu.644 milyon dolar ayrıldıAncak bu istek geri çevrildi ve yabancı şirketlere ödenmek üzere ayrılan tahsisat 750 milyar dinar yani 644 milyon dolarda bırakıldı. Exxon Mobil, Chevron, Gazprom ve Genel Energy gibi şirketler bu parayı bekliyordu.Karamehmet, Kuzey Irak’tan ekstra bir gelire kavuşsa hiç fena olmayacaktı. Turkcell operasyonunda elini güçlendirebilirdi. Kuzey Irak petrolünün paylaşımı ile ilgili Erbil ve Bağdat’ın yeniden anlaşması, petrol sevkiyatının başlaması Londra Borsası’nda işlem gören Genel Energy hisselerine de yarayacaktı kuşkusuz. Yani Karamehmet nakit yaratma konusunda iki türlü elini güçlendirebilirdi.Sonuç olarak Karamehmet bıçak sırtı hayatına devam ediyor. Şapkadan tavşan çıkarıp çıkaramayacağını bekleyip göreceğiz.
Yapı Kredi Bankası Genel Müdürü Faik Açıkalın’ın masraf ve ücretlerle ilgili tespitleri okuyanları sinirlendirecektir muhtemelen.Tribünlere oynamak kolaydır ve göze hoş gelir. Okuyuculardan gelecek sinirli yorumları göze alarak tespitlerinin bana da çok mantıksız gelmediğini belirtmek ve biraz Açıkalın’a arka çıkmak istiyorum. Neden böyle düşünüyorum açayım:- ‘Eskiden bu kadar ücret komisyon yoktu, nereden çıktı bunlar’ diyebilirsiniz. Haklısınız. Ancak eskiden Türkiye’de enflasyonist bir ortam vardı ve para da çok değerliydi. Yani sizin X bankada vadesiz mevduat hesabınızda tuttuğunuz 50 TL bile çok kıymetliydi. Gecelik faizden banka güzel paralar kazanıyordu. Dolayısıyla sizin o bankanın müşterisi olmanız ona yetiyordu. Bugün ihtiyaç duyduğu ekstra masraflara tenezzül dahi etmiyordu. Hatırlıyorum da bir banka toplam mevduatı içinde vadesiz mevduat oranının yüzde 16’lara geldiğini ballandıra ballandıra anlatıyor, bu oranın değerine değer kattığını vurguluyordu. Haksız değildi.- Oysa tüm dünyada bankacılık, bugün bizim alışmadığımız şekliyle yapılıyordu. Ortada bir hizmet varsa bedeli de olacaktı. Ancak dediğim gibi enflasyonist ortamda bankalar bizden bunu talep etmeyince biz de normalinin bu olduğunu düşündük.- ’Alışmış kudurmuştan beterdir’ diye bir söz var. Şimdi bankaların talep ettiği ekstra ücretler ağırımıza gidiyor, gözümüze batıyor. Eski köye yeni adet geldiğini düşünüyoruz. Ancak yanılıyoruz.- Bankalar basit anlatımı ile tasarruf edenlerle fon ihtiyacı olan kesimler arasında aracılık yaparlar. Tasarruf edenin parasını toplar, maliyetinin üzerine bir kâr koyarak fon ihtiyacı olana borç verir.- Ancak bizim net göremediğimiz ciddi maliyetleri vardır. Tasarruf edenden toplanan paranın belli bir bölümü Merkez Bankası’na zorunlu karşılık olarak yatırılır. Belli oranda likidite tutarlar. Yani topladıkları her kuruşu kredi olarak veremezler. - POS cihazları, ATM’ler, hatta şubeler ciddi gider kalemleridir. Personelin maaşı, her şube başına devlete ödenen harçlar... Biz görmeyiz ama ciddi yekün tutar.- Tüm bunlar bir kenara dediğim gibi esas konu enflasyonist ortamın bitmesi, vadesiz mevduatta para tutmanın esprisinin kaybolmasıdır.- Ancak sakın yanlış da anlaşılmasın. Bankaların istediği her ücretin de insaflı ve adil olduğunu söylemek istemiyorum. Mesela kredi kullandırırken istenen dosya masrafı ve kredilerin yeniden yapılandırılmasında istenen ücret... Bunlara mutlaka bir çekidüzen verilmeli.- Fakat hiçbir kurumdan da bedelsiz hizmet sunmasını beklememeliyiz. Madem enflasyon geriliyor. Buna da alışmalıyız. Ancak hizmetlerin karşılığının adil olması şartıyla...
Başbakan Yardımcısı Babacan, nüfusun hızla yaşlandığını belirterek “Çocuğun nasıl teşvik edileceğine dair çalışmalar var. Ancak bu bireysel emeklilikteki gibi % 25 devlet desteği şeklinde olmaz” dedi.Başbakan Yardımcısı, ekonominin koordinasyonundan sorumlu Bakan Ali Babacan ile Dolmabahçe’deki Başbakanlık Çalışma Ofisi’nde bir grup gazeteci arkadaşımla beraber buluştuk. Babacan önce 85 ayrı slayt’tan oluşan çok geniş bir sunum yaptı. Dünya ekonomisi ve Türkiye’nin alacağı pozisyona dair öngörülerini paylaştı. Ardından da bizim için en keyifli olan bölüme yani ‘Soru-cevap’ kısmına geçtik.Cezalar ölçülü olacaktır 3 çocuk yapanların devlet eliyle teşvik edileceğine dair haberler yapıldı. Teşviğin yöntemi ile ilgili bir gelişme olup olmadığı soruldu:- Bu konuyla ilgili bakanlıklar ve kurumlar çalışıyor. Çeşitli öneriler değerlendiriliyor. Nasıl olabileceğine dair çeşitli alternatifler üzerinde duruluyor. Ancak şu an kesinleşen bir durum yok. Ancak burada bireysel emeklilik sistemindeki gibi bir teşviğin beklenmemesi gerekir. Biliyorsunuz orada 100 lira yatırana devlet de 25 lira ile takviye yapıyor. Çocuğun teşviki BES gibi olmaz. Niyetlendiyseniz de ayrıca teşvik gelecek diye beklemeyin.Ardından sorular biraz daha güncele kaydı. Rekabet Kurumu’nun 12 banka nezdinde yaptığı soruşturma gündeme geldi. Bu soruşturmanın sonucunda bankalara 3.5 milyar TL hatta 5 milyar TL gibi cezaların kesilebileceğine dair spekülasyonlar soruldu:- Rekabet Kurumu mevzuatı bankacılık sektörü düşünülerek hazırlanmış bir mevzuat değil. Mesela bankacılıkta ciro nedir, ciro neye göre hesaplanır bu bile tartışmalı bir konu. Nihayetinde Rekabet Kurumu cezaları ciro üzerinden veriyor ancak rakamlar net değil. Bu yüzden Rekabet Kurumu’nun BDDK ile daha fazla bilgi paylaşımında bulunmasında fayda görüyoruz. Ben çıkacak kararın adil ve ölçülü olacağına inanıyorum. Zaten kısa bir süre kaldı. (Kararın 12 Mart’ta açıklanması bekleniyor) Bekleyip göreceğiz.Serbest ticaret anlaşmasını biz yokmuşuz gibi yapamazlarAli Babacan, ABD Başkanı Barack Obama’nın AB ile önerdiği serbest ticaret anlaşmasına dikkat çekti ve bu anlaşmanın Türkiye açısından negatif sonuçları olabileceğine işaret etti:İlişkilerimiz geriler“Daha önce benzer anlaşmayı AB, Meksika ile yaptı. Kanada ile imzalanmak üzere. Kanada ile sırf bu yüzden Davos’ta oturdum konuştum. Çünkü bizi çok etkiliyor. Şimdi Amerika yapacak. Amerika Ticaret Bakanı ile de görüştüm. Kuzey Amerika ile AB, iki dev ekonomik blok tek pazar haline geliyor. Hem Hollanda, hem İtalya hem de Belçika başbakanları ile yaptığım görüşmelerde baktım çok arzulular ve hızlı gideceğiz diyorlar 12 ile 24 ay arasında tamamlayacağız diyorlar. Eğer bunu doğru yönetirsek AB ve ABD ile siyasi ilişkilerimize de çok katkıda bulunabilir ama öyle bir noktaya gelebilir ki ilişkiler hem AB hem ABD ile ilişkilerde siyasi ilişkilerde de mevcut durumdan da geriye düşebiliriz. Çok aktif çalışılması gereken bir konu. Kimse şunun farkında değil. Biz Gümrük Birliği’ndeyiz. Yarın öbür gün AB-ABD serbest ticaret anlaşması yaptığı zaman biz Amerikan mallarına bütün kapılarımıza açacağız hiçbir gümrük vergisi uygulayamayacağız. Ama bizim Amerika’ya olan ihracatımızda gümrük vergileri devam edecek. Eğer biz de Amerika ile bir serbest ticaret anlaşması yapmazsak. Bunu iç kamuoyuna anlatmak bir dert. Çok dikkatli yönetilmesi gereken bir durum. Şimdiden hazırlık yapmamız, kongre üzerinde çalışma yapmamız lazım.”İmza bizi bağlıyorBabacan, şöyle devam etti: “AB ile 18 yıllık bir gümrük birliği anlaşmamız var. Onlar el sıkışacak biz etkileneceğiz. Ancak bu anlaşmanın bir parçası olmayacağız. Bu çok tehlikeli. AB sıkı dursa biz yapıyoruz ama Türkiye’de bizim gümrük birliği ülkemiz onunla da bitirin diye yönlendirme yapsa çok daha kolay çözülecek. AB biz yokmuşuz gibi davranıyor. Atıyor imzayı, attığı imza bizi bağlıyor karşı tarafı bağlamıyor. Güney Kore’ydi Meksika’ydı bunlar sorun değil ancak Amerika başka bir şeye benzemez. Çok büyük bir pazar. Yönetimle sorun yok. Ancak Kongre’ye geldiğinde rüzgarın Türkiye’den yana esmesini sağlamamız ya da öyle bir dönem yakalamamız gerek.”ABD’nin belirsizlik lüksü olamazAli Babacan’ın sunumunda ortaya koyduğu slaytlar dünyada ülkelerin borç sorununu çözmede başarısız olduğunu hatta kamu borç stoku milli gelir oranının İkinci Dünya Savaşı dönemine eriştiğini ortaya koydu. Babacan, şunları anlattı:“Yunanistan yüzdürülüyor. Ülkeler kurtarılıyor. Köklü çareler bulunmuyor. Bunun nerede duracağı nasıl çözüleceği belirsiz. ABD’de mali uçurum ne olacak belirsiz. En büyük ekonominin öngörülemezlik lüksü yok olmamalı. Bu durumu Moskova’daki G20’de gündeme taşıdım.”Ticari kredilerde yüzda 12’lik faiz yüksekAli Babacan, Merkez Bankası’nın politika faizini düşürmeye başladığı dönemde tüketici kredilerinde de düşüşler olduğunu, ancak ticari kredilerdeki gerilemenin daha düşük kaldığını söyledi. Babacan’ın faizle ilgili yorumu şöyle oldu:“Ticari kredi faizleri yüzde 12 seviyesinde. 4 haftalık hareketli ortalama ticari kredi faizi yüzde 11.68. Konut kredisinde faiz yüzde 10 seviyesinde. Ticari kredilerde bana göre faizler daha düşebilir. Bu yüzde 12 bugün hâlâ yüksek bu faiz. Bunu biraz da piyasa belirliyor. Merkez Bankası, BDDK bir şey yapıyor piyasanın tepki verme süresi değişebiliyor. Ama bana göre bugün itibariyle ortalama yüzde 12 yüksek. Ticari kredilerde teminatsız ticari kredi azdır. Ya bir gayrimenkul vardır bir şey vardır. Konuta yüzde 10 ile kredi verirken ticaride yüzde 12. Biraz dengeleme için vakit var gibi görünüyor.”Köprü ve otoyolda kafalarda şüpheler kalsın istemedikAli Babacan’a 5.7 milyar dolar ile en yüksek teklifi Koç-Ülker ortaklığının verdiği ancak iptal edilen köprü otoyol özelleştirmesi de soruldu. Babacan, Karayolları Genel Müdürlüğü ile Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın yaptığı getiri projeksiyonlarında önemli farklar bulunduğunu belirtti ve şöyle devam etti:“Küçük bir getiri farkı bile süre 25 yıl gibi uzun bir süre olduğu için güncellemesinde önemli farklar yaratabiliyor. Daha yüksek olmalıydı diyen hesaplar da çıktı.Biz bu konuda kimsenin kafasında bir soru işareti oluşsun istemedik. Ayrıca bu tip büyük ihalelerde katılımcı sayısı da düşük oluyor.Herkesin gücü yetmiyor. Dolayısıyla tam rekabet oluştu mu o konuda da tereddütler oluyor. Şimdi belki de model değişecek. Halka açılma olacak. “
Temmuz 2013’ten itibaren önce mobil yazarkasalar değişiyor. Yeni nesil yazarkasa üretiminde kimin kazançlı çıkacağı işin bir boyutu. Sistem değişince güç bankalardan perakendeciye geçecek. Banka kartlarında pazar payı dağılımları da silbaştan olacak. Bu da diğer cümbüşlü boyutu...Kayıtdışılığı önleme amaçlı olarak yazarkasalarla POS cihazlarını tek bir ürüne dönüştürmeyi öngören plan devrede. Maliye Bakanlığı tebliğine göre 1 Temmuz 2013’ten itibaren kapımıza gelen hamburgerci, pizzacı ya da restoranda masamıza getirilen seyyar cihazlar yeni nesil cihazlarla değişmiş olacak. Sonrasında bakkalda, mağazada, hipermarkette bulunan sabit yazarkasalar da yeni nesil kasalarla değişecek. Onun tarihi de 2016 başı.Yazarkasaları kimin üreteceği, burada olan biten işin bir boyutuydu. Bir hafta kadar önceki yazımda “2 milyon yazarkasa hurdaya çıkarken kimin cebi dolacak?” diye sormuştum. O konuya ayrı bir kutu açtım. Ancak olayın bir başka boyutu daha var.Piyasadaki mevcut POS cihazları çöpe gidecek. Bu POS’lar çöpe gidince bankaların en büyük gelir kalemleri içinde yer alan kartlarda da oyun yeniden kurulacak.Bugün için piyasanın en büyükleri Garanti Bankası’nın Bonus’u ile Yapı Kredi Bankası’nın World Card’ı yani Vada’sı. Onu Maximum, Card Finans, Axess, Advantage gibi diğer kartlar izliyor. Ancak Halkbank’ın Paraf’ı gibi piyasaya yeni giren ve agresif tavır sergilemeye hazır bankalar var. Bu pastadan daha büyük pay istiyorlar. Şimdi gelin yeni dönemde neler olabileceğine dair bir pencere açalım. Böylece nasıl büyük bir kavga gürültü kopacak daha iyi anlayalım.- POS’ların sahibi bankalardı. Oysa yeni nesil yazarkasaların sahibi esnaf olacak. Yani güç bankadan esnafa geçiyor.- Müşterinin uzattığı kartın hangi banka üzerinden geçeceğine esnaf karar verecek. Dolayısıyla bankaların bu işten aldıkları komisyon oranlarında indirim yapması gerekecek. Yüzde 0.75 alan yüzde 0.50’ye, 0.50 alan yüzde 0.25’e belki daha azına razı olacak.- Yeni nesil yazarkasaları bankalar kendileri alıp esnafa hediye etmek isteyecek. Bu da öncelikle ilk etapta bankalara 150 milyon euro üzeri bir fatura çıkaracak. Muhtemelen bankalar bu yolu deneyecek. Bu plan da yine mevcut düzenin bozulması anlamına geliyor.- Belki yazarkasayı üreten ve esnafa satan firma bankalarla pazarlığa girişecek. ‘Ben esnafa 100 bin yeni nesil cihaz sattım. Gel benimle masaya otur’ diyebilecek.Görünen o ki şenlikli bir dönem başlıyor. Kart pazarında dengelerin nasıl değişeceğini hep birlikte göreceğiz... Uyanamadılar, geçmiş olsun‘2 milyon yazarkasa hurdaya çıkarken kimin cebi dolacak?’ diye sorduğum yazıya o gün MT Grup’tan tepki geldi. Ben gerçi isim vermemiştim ancak cebi dolacak olan firmanın kendileri olduğuna inanmış olacaklar ki üzerlerine alınmışlar. Şirketin büyük ortağı Murat Sancak ile buluştuk. Ben sordum, o yanıtladı:- Başta Beko olmak üzere yazarkasa pazarının büyük oyuncuları, Maliye Bakanlığı’nın tebliğine ayak uydurup tarif edilen yeni cihazı tasarlayamazken siz 1 Temmuz 2013’e yetişecek şekilde bunu nasıl başardınız?Maliye stratejik eylem planında satış ve ödemenin bir arada yapılacağı işlemin yazarkasada başlayıp orada biteceği bir sisteme geçeceğini 2008’de duyurdu. 2011 başında da iş tarif edilmeye başlandı. POS ve yazarkasanın birbiri ile konuşması bütünleşik olması lazımdı. Bu alanda bizden çok ileride olan oyuncular işin ruhunu anlayamadı. Bankacılar da onları yanlış yönlendirdi. ‘Başka formül bulunur mevcut büyük yatırım çöpe atılmaz’ dediler, üreticileri inandırdılar. Tasarımda geç kaldılar. Yani uyanamadılar. Bu saatten sonra geçmiş olsun demek lazım.- Siz nasıl uyandınız? AR-GE çalışmalarına 3 yıl önce başladık diyorsunuz. Oysa yeni nesil cihazı tarif eden teknik şartname 2011 Mart ayında çıktı. Üstelik elde taşınan küçük bir mobil cihaz olmasına rağmen, iki taraflı ekranı, barkod okuyucusu olacak diye tarif edildi. Bu özellikler piyasada sürpriz olarak kabul edilirken tarif sizin cihaza tıpatıp uyuyordu. Siz aylar öncesinden nasıl ‘Böyle birşey istenir’ diyerek tasarlamaya başladınız?TÜBİTAK’ta bir toplantı yapıldı. O toplantıda istenen cihazın üç aşağı beş yukarı çerçevesi çizilmişti. 16 ay süreleri vardı. Bu kadar sürede yapamadılarsa bu benim suçum değil. Üstelik süre gelen talep üzerine 6 ay da uzatıldı.- Şimdi sizin elinizde PCI sertifikasyonları da alınmış, Maliye Bakanlığı onaylı bir cihaz var. Diğerlerinin bu cihazı tasarlaması, onaylarını tamamlaması 1 Temmuz’a yetiştirmesi mümkün değil. Pazarın boyutu ne kadar ve bütün pazara siz mi hakim olmuş olacaksınız?Biz bu cihazı tasarlamak için 40 milyon dolara yakın para harcadık. Biz şirketi yarım saat içinde kurduk. Bu küçük cihazın arkasında 250 kişilik bir ekip var. Bir risk aldık ve şimdi bu ürünü tabii ki satacağız. Piyasada 350 bine yakın mobil cihaz olduğu belirtiliyor. Bu cihazın perakende fiyatı 590 euro. 200 milyon euro’nun üzerinde bir pazar olacak demektir. Evet diğerlerinin 1 Temmuz’a yetişmesi mümkün değildir. Doğru yolda olan, cihaz geliştirme konusunda önemli aşama kaydeden firmalar olduğunu duyuyoruz. Ancak 1 Temmuz’a sanıyorum bir tek biz hazır olacağız. Diğer oyunculara ‘Gelin ben size kendi markanızla üretim yapayım’ dedim. Ancak kabul eden olmadı.- Gelir İdaresi Başkanlığı sitesinde “Yeni nesil ödeme kaydedici cihaz satıyorum diyenlere kanmayın. Bu konuda tek onaylı ürün MT’nin Vera Delta markalı ürünüdür” diye bir duyuru çıktı. Sizce bu duyuru olağan bir duyuru mudur?Bildiğim kadarı ile Gelir İdaresi Başkanlığı’nın buna benzer kamuoyunu aydınlatıcı duyuruları hep oluyor. Bir tuhaflık göremiyorum.
Esenyurt’ta mağduriyetin sebepleri tartışılıp herkes birbirini suçlarken Esenyurt Belediyesi’nin yaptığı akıl almaz usulsüzlük ve sonrasında bunun üstünün kapatılma şekli, ‘Vay be’ dedirtiyor.İstanbul Esenyurt’ta fırtınalar kopuyor kimse kılını kıpırdatmıyor. Esenyurt Belediye Başkanı konutzedelerin mağduriyetini bir iki firmanın hesap kitap bilmezliğine bağlayıp sorumluluğu üzerinden atmaya çalışıyor.İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ‘çözüm üreteceğiz’ demişti, Meclis toplantısında bir adım atamadılar.Benzer bir açıklamayı önceki gün Çevre Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar da yaptı. Binlerce mağdur umudunu korumak istiyor. Bekleyip göreceğiz...Devlet malı deniz mi?Ancak bu arada biz Esenyurt’ta aslında neler olmuş onlara bir bakalım. Belgeli gerçekler sorunun asıl kaynağı ve hedefte olması gereken kişiyi de az buçuk gösteriyor. Ancak yapılan keyfi uygulamanın çözüm şeklini görünce de akla başka sorular geliyor.Yıl 2009. Hazine toplamda 33 bin metrekare olan araziyi Esenyurt Belediyesi’ne terkediyor. Terketme sebebi burada kamu yararına tesisler yapılmasının istenmesi. İmar planında Belediye’ye terkedilen alanlardan biri sağlık tesis alanı, diğeri devlet hastanesi bir diğeri de rehabilitasyon merkezi alanı olarak görünüyor.Peki Esenyurt Belediyesi ne yapıyor?Bir indiragandi taktiği ile Hazine’nin kamu yararına terkettiği alanı önce kendi adına tapuya tescil ettiriyor, ardından da kat karşılığı ihaleye çıkıyor.Devlet malı deniz mi?...Elbette değil.Hazine tüyü bitmemiş yetim hakkı adına Belediye’ye terkettiği ancak amacına uygun kullanılmayan arazinin peşine düşüyor. İmar uygulaması ile ilgili olarak 7 Ocak 2011’de dava açılıyor. İstanbul 2.İdare Mahkemesi’nin kararı ile de 19 Eylül 2011’de imar uygulaması iptal ediliyor. Esenyurt Belediye Başkanı’nın fütursuzluğu ile yeni imar uygulaması yapılan 427 ada 3 parsel olarak tescil edilen taşınmaza İstanbul Defterdarlığı tarafından tedbir konuyor.Buraya kadar herşey normal. Ancak ok yaydan çıkmış. Burayı ihaleden alan firma inşaata başlamış. Hadi bir Esenyurt mağduriyeti daha.Esenyurt Belediye Başkanlığı vatandaşın mağduriyetinin giderilmesi amacıyla Maliye’ye sulh teklif ediyor.Konu o kadar basit değil. Sulh yapalım demekle sulh olmuyor.Bakanlar Kurulu kararı gerekiyor.Ve o sulh talebi 26 Kasım 2012’de 3990 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile uygun görülüyor.İhtiyati tedbir kararı istenen davalardan Maliye feragat ediyor.Projedeki bağımsız bölümler üzerine konan şerh de kaldırılıyor.Esenyurt Belediye Başkanı’na bir soruHikayeyi aktardım. Şimdi soruyorum: Sayın Necmi Kadıoğlu; Acaba siz başka bir partiyi temsil eden bir belediye başkanı olsaydınız sadece bu anlattığım usulsüzlük yüzünden dahi başınız belaya girer miydi girmez miydi?İzmir başta olmak üzere iktidar partisinin dışındaki partilere mensup Belediye’lere karşı ihaleye fesat karıştırmak, yolsuzluk yapmakla ilgili türlü soruşturmalar açılmışken, polis baskınları yapılmışken, Esenyurt’ta Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu’nun hala çıkıp ellerinde Belediye’den alınmış kapı gibi yapı ruhsatları olan firmaları suçlaması ne kadar inandırıcı görülmelidir?Devlet hastanesi yerine Star TowersHazine’nin devlet hastanesi, rehabilitasyon merkezi yapılsın diye Belediye’ye terkettiği ancak Belediye’nin kendi malıymış gibi ihaleyle sattığı arazide RDS Enerji ve İnş. San. Tic. A.Ş, Reform İnş. Nak. Gıda Tur. San. Tic. Ltd. şirketinin Star Towers Rezidans projesi yükseliyor.Şayet Hazine, Belediye’ye terkettiği malının peşini bırakmasa, arazi üzerindeki tedbiri kaldırmasa Esenyurt’ta binlerce mağdura yeni bir mağdur grubu daha eklenecekti.Star Towers projesinin Hazine arazisinde kaçak olarak yükselmesi, Bakanlar Kurulu kararı ile önlenmiş oldu.Bakalım Esenyurt’ta diğer projelerden ev alan binlerce kişinin mağduriyeti nasıl giderilecek?