Zevk ne güzel, ne derin anlamlar içeren kelimedir. Zevkin farklı durumları için pek çok kelime öngören İngilizcede, bizim tek kelime ile bir insanı çok güzel tarif edebileceğimiz “zevkli” sıfatını bulmak mümkün değil mesalâ. Neler yoktur ki o kelimede; görgü vardır, bilgi, zarafet, kalite, estetik vardır, güzellikten zevk alma ve başkalarıyla paylaşmaktan haz almak vardır, yaşam enerjisi ve yaratıcılık vardır. Kuşkusuz zevki hayata geçirmekte paraya ihtiyaç vardır, ama para ile zevk satın alınamayacağı da muhakkaktır. Pazar günü katıldığım bir öğle yemeği daveti, zevk ve lüks üzerine yeniden düşünmeme sebep oldu. Geçtiğimiz haftalarda, değişen lüks kavramı üzerine yazdığım bir yazıda belirttiğim gibi uzmanlar artık lüksü, “en pahalı olan değil, en kişiselleştirilmiş olan” diye tanımlıyorlar. Elbette, kişiye özel ürünler genellikle en pahalı olanlar oluyor, bu bir gerçek. Ama, kişinin kendi yaratıcılığıyla lüksü yakalaması da mümkün. Bu noktada zevk sahibi olmak devreye giriyor.
Ev sahibimiz Demet Sabancı
Gelelim, benim son derece ilham verici bulduğum öğle yemeğinin detaylarına: Tam olarak saymadım, ama sanırım 26 kişiydik çünkü büyük yemek masasını tam olarak doldurmuştuk. Saffet Emre Tonguç ve Oylum Tâlu vesile olmuşlardı bu buluşmaya. Demet Sabancı Çetindoğan’ın kültür mirası değerindeki yalısında verdiği davete böylece icâbet ettik eşimle birlikte. Aslında ben kalabalık yemeklerden biraz sıkılırım. Kimin karşına çıkacağını bilemezsin çünkü... Ancak evden içeri girer girmez Demet Hanım, sanki her pazar buluşurmuşçasına sıcak karşıladı bizi. Salondaki hemen herkesi tanıyor olmam bir yana, epeydir isteyip de görüşemediğim eski dostlarla karşılaşmak çok hoş bir sürpriz olmuştu benim için. Yemeğe geçmeden önce hepimizin merak edip de dile getiremediği şeyi Saffet Emre rica etti ve böylece Demet Hanım, evini, özelini bize büyük bir samimiyetle açarak gezdirdi. Yalıya, yazımın başında da belirttiğim gibi gerçekten “kültür mirası” muamelesi yapılmış ve mimarisine, tarihine, karakterine uygun olarak korunmuş. Hem yalıyı hem ev sahibesini tek bir kelime yeterli sanırım tarif etmek için: zevkli.
Yerleri karikatürler sayesinde bulduk
Yalıyı gezdikten sonra, sofraya geçtik. Hani derler ya “yediğin içtiğin senin olsun bize gördüklerini anlat”, işte ben de size öyle yapmak istiyorum şimdi. Şimdi eminim pek çok okuyucu “Aman Berna, biz nasıl bu kadar zengin bir sofradan kopya çekeriz saçmalama” diyordur. Çok yanılıyorsunuz! Bu sofrada, zenginlik değil, düşünce ve zevk başroldeydi. Demet Hanım, yeni lüks kavramını Osmanlı adetleriyle öyle bir sentezlemiş ki, ortaya hem geleneksel hem de gelen her konuğa göre kişiselleştirilmiş, hayranlık verici bir sunum çıkmış. Örneğin; masalardaki yerimizi bulabilmemiz için klasik isim yazılı kartlar yerine, bilmece gibi kurulmuş sofra. Herkesin karikatürü yerleştirilmiş, tabağının başucuna. Belki karikatür yeterince anlaşılmayabilir diye ikinci bir ipucu olarak, herkesin adının başharfinden ekmek yapılmış küçük sepetlere. Benim karikatürüm, o kadar şahane yapılmıştı ki yerimi hemen bulup oturdum. Osmanlı’da eve gelen misafirlere “diş kirası” adı altında hediye verilirmiş. Şimdinin tersine, o zaman misafirler değil, ev sahibi alırmış gelenlere hediye. Biz de peçetelerimizi kaldırdığımızda, diş kiramızla karşılaştık.
Fotoğraflarımız kahve içerken dağıtıldı
Hediye seçimi de tam bir “zevk” örneğiydi: Hanımlar, ilerde yakın gözlüğüne ihtiyaç duyduklarında, o sevimsiz gözlükleri takmak zorunda kalmasın diye ucunda şık bir büyüteç olan kolye. Açıkçası hepimiz bu sürprize bayıldık. Erkek misafirler için şık kutularda parfüm ve yanında cepte taşımak için doldurulabilir küçük şişe hediye edildi. Yemek boyunca çekildiğimiz fotoğraflar ise, kahvemizi içerken, bastırılmış olarak günün anısına dağıtılmıştı bile. Sonra birden müzikler ve maytaplarla birlikte sevimli bir pasta geldi. Ev sahibemiz o gün doğum günü olan konuklarını da unutmamıştı. Saffet Emre ve yakın arkadaşı Ayferi, böylece unutulmaz bir doğum günü yaşamış oldular. Pasta yanında, espri olsun diye ikram edilen, kendi fotoğraflarımızın iliştirildiği poşet çayları ise hiç birimiz kıyıp içemedik. Ama zaten bu da düşünülmüş ve ayrıca çay demlenmişti. Sözün kısası, misafir olarak o kadar şımartıldık ki gün boyu, çocuklar gibi, yüzümüzden heyecanlı bir gülümseme eksik olmadı. Demet Hanım’ı hem zarafeti için tebrik ediyor, hem de göstermiş olduğu özen için teşekkür ediyorum. Herkese “zevkli” bir hafta sonu dilerim.