Dünya üzerinde bütün insanlığı ilgilendiren en kıymetli yer bana sorarsanız bizim topraklarımızda. Göbeklitepe’den bahsediyorum bugünkü yazımda, yoksa siz hala yanı başımızdaki, 13 bin yıllık, insanlık tarihinin bilinen en eski mabedini görmediniz mi? O halde size hemen söyleyeyim, mevsim itibari ile Göbeklitepe’yi ziyaret etmenin tam zamanı şimdi...
İlk olarak 4 sene evvel, henüz pek adı duyulmamışken gitmiştim Göbeklitepe’ye... O vakitler, Göbeklitepe’yi keşfeden, bugüne getiren Alman Arkeolog Klaus Schmidt hayattaydı, evinde çayımızı içerken, kendi ağzından dinlemenin lütfunu yaşamıştım bu muhteşem keşfin hikayesini... Ne yazık ki, gönül borcumuzu ödeyemeden, bu güzel günden 3-4 ay sonra kaybettik Göbeklitepe’ye 20 yılını veren profesör Schmidt’i... Geçen 4 yıl içinde, Schmidt’in zamansız ölümünden sonra epey sekteye uğradı kazılar, derken Doğuş Grubu’nun sponsorluğunda yeniden çalışmalara başlandı.
Geçtiğimiz hafta yeniden ziyaret ettim Göbeklitepe’yi, son durumunu görmek için. Kazı alanı tam da olması gerektiği gibi muhteşem bir şekilde korunmaya alınmış, müze ve enstelasyon ile ziyaretçileri karşılayan giriş bölümü, yürüyüş parkurları eklenerek tarihi değerine yakışır bir şekilde ortaya çıkarılmış. Elbette koskoca bir uygarlığın çok küçük bir parçası henüz toprağın üzerine çıkarıldı. En az 100 yıl daha kazılması ve tüm çevresinin günyüzüne çıkarılması gerek. Tarihin ilk inanç merkezi ve ilk mabedi olan Göbeklitepe, bir zamanlar Schmidt’in tarifiyle “Tarihin sıfır noktası”... Dileğim o ki, kıymeti katlanarak bilinsin ve bu muhteşem hazinenin şu an toprak altındaki çoğunluğu da aynı şekilde ortaya çıkarılarak, ülkemiz coğrafyasının değerine değer katılabilsin...
İngilizlerin büyük övünç kaynağı Stonehenge’den 7 bin, Mısır piramitlerinden 7 bin 500 yıl daha eski... Buğday’ın atası bile Göbeklitepe’ye dayanıyor.
İlk olarak Mahmut Kılıç isimli köylünün, tarlasını sürerken bir oymalı taş bulup müzeye götürmesiyle ortaya çıkıyor.
Göbeklitepe ortaya çıkana kadar insanoğlunun bilinen en eski tapınağı Malta’da sanılıyordu. Göbeklitepe ise yaklaşık 8 bin yıl daha önce insanların kendine bir inanç merkezi kurduğunu kanıtlıyor.
Sütunlardaki hayvan figürleri, kabartmalar, ilkel resimden çok uzak adeta post-modern resmin atası niteliğinde. Turna, tilki, yılan ve aslan figürleri, büyülüyor.
- Tüm dinlerde olan 12 sayısı, 12-13 bin yıl önce Göbeklitepe’de karşımıza çıkıyor. Tapınak sütunları 12 tane olarak bir daireyi oluşturuyor.
Schmidt’in kazı tahminlerine göre Bira’nın atası da Göbeklitepe. Bulgular ve topraktan çıkarılan variller, Taş devri insanının bira içtiğini ortaya koyuyor. Hatta ekmek için değil bira için insanoğlunun tarıma başladığı tahmin ediliyor.
Göbeklitepe’nin keşfi, arkeolojinin temel dinamiğini tersine çeviriyor. Bugüne kadar önce tarım için yerleşik hayata geçildiği sonra tapınaklar inşa edildiği tezi Göbeklitepe ile yıkılıyor. Göbeklitepe’nin önce inanç merkezi için yapılıp sonra burda yerel hayata geçildiği, sonra tarımın başladığı ispat edilince, tarihe dair bilinen tezler de ters yüz olmuş oluyor.
Kazı alanının tam tepesinde bulunan dilek ağacı muhteşem enerjisiyle insanı kendinden geçiriyor. Göbeklitepe’nin keşfinden önce, toprağın altında ne saklı olduğunu bilmeden, civar köylülerin burayı türbe ve dilek yeri olarak seçmesi, insanoğlunun inanç içgüdüsü ile enerji noktalarını nasıl hisleriyle seçtiğini bize bir kez daha kanıtlıyor. Göbeklitepe, insanların kendinden önceki inanç ve gelenekleri sürdürme eğiliminde olduğunu, inançların da birbirine karışan bir ebru sanatı gibi hayatın içinde iç içe aktığını anlatıyor bize...