Vaaah başıma gelenler...

Vaaaaah başıma gelenler a dostlar!

Haberin Devamı

Panik ataklar içinde, kâh ağlayarak kâh sinirden gülerek bir hafta geçirdim. Sabahlara kadar uyuyamadım. Öldüm öldüm de dirildim. Kâlp çarpıntıları içinde kaldım da ayıldım ayıldım gene bayıldım. Kâbuslarla uyandım, sıkıntıdan sivilce çıkardım. Neden mi! Hepsi, kızım olacak “Ada” adındaki çocuk yüzünden!

Anladığınız üz’re, kızıma acayip sinirliyim! Kendimi yatıştırmak için tek çarem sizsiniz. Çünkü biliyorum ki, anlattıklarımı okuyunca bana hak verecek, destek olacak, yanımda yer alacak bir çok “anne”, belki bir kaç baba bile çıkacak, benim de yüreğime su serpilecek.

Tamam tamam! Biliyorum, “E hadi artık anlat bakalım hak verecek miyiz” diyorsunuz! Hemen anlatıyorum: Her şey 29 Ekim günü başladı. Ailece kalktık, kahvaltı saatlerini uzattıkça uzattık. Eşimin teyzesi de bizde, bayram ya hepimizde bir neşe... Derkeeeen, telefonum çaldı. Ada’nın okulundan müdür yardımcısının sesini duyunca önce bir şaşırdım. “Eyvah” dedim. Mâlum, bizim neslimizin çocukları, okuldan gelen aramaları hâyra yormaz. İlla bir azar bekleriz, günün sonunda. “Önce, çocukla ilgili bir sorun olmadığını görüp rahatladım sonra asıl darbeyi yedim!

Öğretmenimiz gayet sakin bir sesle anlatmaya başladı: Mâlum, bu yıl Çin’de Türk yılı. Bizim okulumuzun da orkestrası çok iyidir, biliyorsunuz.(Ada da bu yıl orkestraya girdi ama henüz 6’ıncı sınıf olduğu için çömezlerden). Çin’in orkestrasıyla çok ünlü bir okulundan, Türk yılı olması sebebi ile konser daveti aldık. Tabii 200 kişilik orkestranın tamamını götüremiyoruz. Sadece iyi çalan ve bir ayda konsere hazırlanabilecek 35 çocuk seçildi. Ada da “Asil” listede. Kızınızı Türkiye’yi temsilen, orkestramızla birlikte Çin’e götürmek için izninizi istiyoruz. (Bende ani çarpıntı, terleme, ateş basması, kem-küm ve derin bir sessizlik).

İLK ONAY BABADAN!

Konuşmalarımı yarım yamalak duyan eşim, “Ada-okul-Çin” üçgenini duyunca, daha ben telefonu kapamadan iki elini yukarı kaldırarak “hayır” işaretini bastı.

Bunu görünce derin bir rahatlama hissetmekle birlikte, öğretmenimize ayıp olmasın diye “ben bir babasıyla konuşup size haber vereyim” dedim ve telefonu kapattım. Tolga ,”Okul gezisi yapacaklarsa, Anıtkabir’e gitsinler, Çin’i mi bulmuşlar” filan gibi bir şeyler söyledi. Tam emin değilim çünkü o sırada kulaklarım çınlıyordu. “Yok gezi değilmiş” diye başlayıp, müdür yardımcımızın telefonda anlattıklarını eşime anlattım. Birden yüzü değişti ve “Aaaaa ama bu çok büyük bir şey gitsin o zaman” dedi. O âna kadar sessizce kenarda olanı biteni tâkip eden Ada birden “olleeeey” diye havaya fırladı. İşte benim kâbusum da böylece başladı.

Önce, Ada’ya sinirlendim. Ben onu anneannesinde bile bırakmamak için bin takla atayım, onsuz bir dakika kalmayı göze alamadığım için küçük hanım olmadan seyahate bile çıkmayayım, o bir ân tereddüt etmeden taaa Çin’e gitmeye kalksın! “Büyük terbiyesizlik”, “Affedilir şey değil”, “hiç sevilmemişim demek ki”.... Ve daha da fazla bir sürü lâfı Ada’nın şaşkın bakışları altında çocuğa saydırmaya başladım. Evet itiraf ediyorum bunu yaptım! Bir yandan da iki göz iki çeşme ağladım. Ada, “Anneciğim olur mu ben seni çok seviyorum. Asil listeye seçilmek çok büyük bir şey bak 1000 kişiye konser verecekmişiz, çok heyecanlı değil mi” filan demeye çalışsa da her seferinde çocuğun ağzına lâfı tıkayıp, tarih boyunca annelerin kullandığı en etkili cümleleri genetik hânemden çıkarıp sıraladım. Bir tek, başıma eşarp çatıp, bileklerimi kolonyayla ovdurtmadığım kaldı ki, hâla bunu da yapabilirim! Arada, lâf bulamayınca da “taaaa Çin” diye inleyip durdum. Ha bu arada eşim ne yapıyordu diye hiç sormayın! Çünkü, sanki bende bir acayiplik varmış gibi arada şaşırarak arada gülerek beni izlemesi inanılmaz sinir bozucuydu. Teyzesi ise “annem de böyle yapardı, aşağı mahalledeki arkadaşlarıma beni yollamazdı” dedikçe ben hepten delirip “aşağı mahalle değil, taaa Çin” diye bağırıp durdum.

Vaaah başıma gelenler...


Son çare en güçlü silahım annemi aradım

Peki sonra... Önce yakın arkadaşlardan medet aradım. “Neee Çin mi” diye tepki gösteren herkes, “Türk yılı”, “Konser” lâflarını duyunca

“Aaaa bir öğrencinin başına bu şans bir daha gelir mi mutlaka yolla” diye yan çizdiler. Çocuğu konusunda en muhafazakâr veli arkadaşımı aradım, o bile “bak bu durum başka, düşünmek lâzım” deyince iyice yalnız kaldım. Son çare ve en güçlü silâhım annemi aradım.

Annem ve ben

Ben: Anne...

Annem: Efendiiim (Annemi uyku sersemi yakalamıştım, tam zamanıydı)

Ben: Anne Ada’yı okul Çin’e götürmek istiyor.

Annem: Aaaaa sakıııııınnnnn. Bir tanecik torunumuuuuu....(Yaşasınnnn. İşte benim annemmmm. Beni lisedeyken yokuşun aşağısındaki askeri lojmanlara bile salmayan annem...)

Ben: Annem sen anlarsın beni... 11 yaşında çocuk, 10 saat yola mı gönderilirmiş! Gideyim desen ha deyince gidemezsin. Ama Tolga yollamak istiyor.(Damadı şikâyet en etkili yol)

Vaaah başıma gelenler...


Annem: -Yollanmaz. Sakın! Niye gideceklermiş?

Ben: (Nedenini aynen anlatıyorum)

Annem: Aaaaa ay bu çok güzel bir şey mutlaka gitsin. Hem bak bir ömür nefret eder çocuk senden böyle bir şeye yollamazsan.

Ben: Sen beni hiç bir yere yollamadın da ben senden nefret mi ettim!

Annem: Eh kafama kaktın bir ömür bak şimdi gene kaktın!

Ben: Ya anne yaaa bir kere de yanımda ol yaaaa uf yaaaaa...

“Kalk hayırsız, bir Çin’in kusur kalmıştı”

İşin özü; ben kimseden destek bulamadım. Twitter’a yazdım. Oradaki psikologlar “mutlaka yolla” diye yazdılar. Onlara da gıcık oldum. Herkes, “tabii haklısın, çok uzak ama bu da çocuğun hayatında çok özel bir anı olacak, bak yollamazsan hep içinde kalır” deyip durdular. Öyle fena bir his ki kendimi suçlu hissetmeye başladım. Sanki çocuğumun hayallerini yıkıyormuşum gibi... Sonunda psikolog çok yakın bir arkadaşımdan uzman görüşü almaya karar verdim.

Psikolog arkadaşım ve ben

Ben: 11 yaşında bir çocuğun, annesinden bu kadar rahat ayrılıp taa Çin’e gitmek istemesi normal mi?

Esra: Nasıl yani, sorunu anlamadım?

Ben: Ne bileyim işte! insan “Annemi bırakamam” der, “annemsiz ben n’aparım” der. Bizimki hiiiç! Hayırsız çıktı!

Esra: (Gülüyor)

Ben: Gülme canım! 11 yaşında Çin’e giden 18 yaşında bizimle de oturmaz!

Esra: (Gülüyor)

Ben: Yok bağlı değil demek ki bana! O kadar çok sevmiyor ya da! Normal mi bu?

Esra: Sen ciddi misin? Espri yaapıyorsun sanıyorum, gülüyorum.

Ben: Çok ciddiyim.

Esra: Bunları çocuğa da söyledin mi?

Ben: Oooo daha neler söyledim ona! Hatta gece yanımda yatırdım (Çünkü sürekli rûyamda Çin’e gittiğini gördüm), sabah okul için uyandırırken (rûyaların da etkisiyle), “kalk hayırsız, bir Çin’in kusur kalmıştı.Hiç annemi nasıl bırakırım diye düşünüyor mu bak” diye silkerek uyandırdım onu. Okul müdürüne bile şikâyet edip “utanmadan bizimki katılmak istiyor konsere” dedim. Babasına “biz nerede hata yaptık” diye sordum!

Esra: Yaaa sen aklı başında kadınsındır. N’oldu sana! Çocuk kendini suçlu hisseder böyle konuşursan. Ada ne dedi?

Ben: “Anne gezmeye gitmiyorum, ülkemdeki çocukları temsil etmeye gidiyorum. İş gibi düşün” dedi. Bir de beni çok sevdiğini falan söyledi ama artık inanmıyorum tabii.

Esra: Çok şükür kendine rağmen çocuğu düzgün yetiştirmişsin. Böyle yapan annelerin çocukları, kaç yaşına gelirse gelsin annelerine yapışık kalabiliyorlar. Master için burs kazanıp, annesini bırakamadığı için Amerika’ya gidemeyen o kadar çok öğrenci var ki! Kızın öyle mi olsun isterdin?

Ben: Hayır ama benden bu kadar rahat ayrılması normal mi?

Esra: Asıl senin ayrılamamanı değerlendirmek lâzım. Sen ondan ayrılamıyorsun. Onun kendi kanatlarıyla uçmasına hazır değilsin. Sen onsuz yapamıyorsun. Konu çocuğunu yollamak değil, geride kalabilmek.

Ben: Evet! Kabul! Ben kalamıyorum. N’olacak?

Esra: Çocuğunun iyiliği için kendini alıştıracaksın.

Ben: Yahu böyle mi alışılır. Önce bir-iki gün yakın bir yere gitseydi. Daha ilk seferde Pekin!

Esra: Bak orada haklısın.

Ben: Ay çok şükür biri haklısın dedi. Peki son sözün nedir?

Esra: Psikolog olarak kesinlikle gitmesini öneririm. Ama itiraf edeyim anne olara ben de kolay karar veremezdim.

Ben: Sağol! İçim rahatlamadı ama hiç değilse dürüstsün!

Şimdi size soruyorum!

Uzun sözün kısası: Bizim kız 5-6 günlüğüne ilk kez evden uzağa gidiyor. Pekin’e. Elbette küçük yaşta yapabildikleriyle gurur duyuyorum. Ama ben anneyim ve korkuyorum. Karnı ağrırsa yanına koşamamaktan korkuyorum meselâ. İtiraf ediyorum, burada onu beklerken ne yapacağımı bilememekten de, artık bana ihtiyaç hissetmezse diye de korkuyorum. En çok 10 saatlik uçuşu beklemekten korkuyorum. Ama onun hayallerinin önünde durmamak için gayret ediyorum. Sağ salim gidip, bir ân önce yanıma dönmesini iple çekiyorum. Sizden de bana hak vermenizi bekliyorum. Bir gezgin olarak Dünya’yı dolaşmanın keyfini biliyorum ama bir ebeveyn olarak bundan emin değilim. Bir baba olan Demir Abi’min sözü kulaklarımda şimdi: Eskiden köy çitinin bittiği yer sınırdı ve yaşam daha bir güzeldi! Kim bilir, belki de öyleydi! Biz yolluyoruz ama soruyorum size: 11 yaşındaki çocuk yollanır mı? Hem de taaaaaa Çin’e!

DİĞER YENİ YAZILAR