Tabii başlığı görüp "Yeni bir diyet modası var, Berna da uyguluyor" diye düşünüp, hem tatlı yiyip hem de bir haftada beş kilo verdiren mucize diyetin hayali ile bu yazıyı okumaya başlayanlar olmuş olabilir. Hemen belirteyim; bahsettiğim teknolojik diyet. Belki de detoks demek daha doğru olabilir. Ben 10 gün süren "telefon detoksu" programımdan sonra bu yazıyı yazmaya karar verdim. Aslında, "Sağlığım ve psikolojim için telefonsuz 10 gün geçirmeye karar vermiştim" demek isterdim! Bu beni çok havalı yapardı ama yalandan nefret ettiğim için bahsettiğim teknolojik detoksu, mecburen yaptığımı itiraf etmeliyim. Telefonsuz ve iletişimsiz geçen 10 günlük sürenin sonunda şunu anladım: İnsan telefonsuz da yaşıyormuş! Elbette şimdi pek çok kişi, "Eskiden telefon mu vardı, gayet güzel yaşıyorduk işte" demiştir. Ama hepimiz içimizde gayet iyi biliyoruz ki, varlığını bilmediğimiz şeylere ihtiyaç hissetmiyor ama bir kere alıştıktan sonra vazgeçemiyoruz. Ve artık telefonsuz bir yaşamı hayal bile edemiyoruz.
Benim bir akılsızlığım sonucu fevkalede akıllı telefonuma su girince, Portekiz'de bir köyde, önümde uzanan bağın üzümü gibi asılı kalakaldım! Telefon: Hiç yok.
İnternet: Nadiren 5 dakika. Beni o 10 gün içinde arayan iş arkadaşlarım nasıl bir sinir harbi içindeydiler onu bilmiyorum ama ben bu sayede gerçek bir tatil yaptım.
Yaşadıklarımı şöyle özetleyebilirim: Bir-iki gün hafif panik hali. Tekno-sosyal hayat silinince sanki kendini yok olmuş sanma hissi. Sonra kabullenme, çözülme ve rahatlama. İşte bu andan sonra tatilin tadını çıkarma seviyesi tavan yapıyor. "Mümkün değil telefonumu kapayamam" demeyin ve bu duyguyu yaşamak için elimize yapışık bu aletin bozulmasını beklemeyin. Olmadı bir kaza süsü verin ama kendi kendinizle geçireceğiniz bir haftayı gerçek tatil ilan edin! 1 hafta telefonsuz kalınca ne olmuyor!
- İşler batmıyor.
- Yokluğunuzda insanlar perişan olmuyor.
- Sosyal medyada hesabınız silinmiyor.
- Yaşam durmuyor.
- İnsan bir an önce yeniden telefona kavuşmak filan istemiyor.
"Ünlüler Alemi" nedir!
Aslında böyle bir "alem" yok! Ünlü diye tabir edilen ve ismi, sureti insanlarca bilinen kişiler var. Basında ya da sosyal medyada tarif edildiği üzere bu kişiler bir topluluk oluşturmuyor. Birlikte hareket edip, toplu demeç vermiyor, aynı düşünüp aynı hissetmiyorlar. Dolayısıyla, sanki "Silahlı Kuvvetler" der gibi "ünlüler" diyerek, hiçbir şekilde bir bütün oluşturmayan insanları tasnif etmek mümkün değil.
Gazetelerde şunu sıkça okuyorsunuzdur: "Ünlüler savaş için ne dedi?" veya "Ünlüler olimpiyatların ülkemizde yapılmasını istiyor mu?" hatta "Ünlüler kürtaja
karşı mı!"
Sanırsınız bu "ünlüler" aleminde, hayvanlar alemi masalındaki aslan kral gibi bir başkan var ve herkesin adına ortak fikir beyan ediyor!
Birbiriyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir sürü insan gün gelir de toptan mahkemeye filan verilirse şaşırmam!
Geçen gün Twitter’da yaşadığım bir olayı anlatmak istiyorum: "Şimdi özür dile bakalım filancadan" diye bir twitt aldım. Genelde twittini sakınmayan bir Twitter kulanıcısı olduğum için herhalde bir eleştiri lafım "zülfüyâre dokundu" diye düşündüm. Sonra, merak edip bana mesajı yazan kişiye sordum. Ve anladım ki olayla benim hiç ilgim yok ama arkadaş birkaç ünlü Twitter kullanıcısının fikrini "ünlüler alemi" şeklinde tasnifleyip, aklına gelen tüm ünlüleri özür dilemeye davet etmeye karar vermiş. Birkaç gün önce de bir başkası "Tabii siz ünlüler geçin PC'nin başına, elinizde neskafe klavye kahramanlığı yapın. Sonra da 4 çarpı 4'lerinize atlar, gecelere akarsınız" diye yazmış. Dayanamadım cevap yazdım: "Hiç PC kullanmadım, asla neskafe içmem, klavyem yok telefondan yazıyorum ve
4 çarpı 4 kullanmıyorum, gece de evde çoluk çocuk takılıyorum. Sence karizmam çizilmiş midir!?" Bitmedi! Cevap geldi: "Aaaa öyle ünlü mü olur yaaaa?" Yaaaaa, işte durum böyle! Magazin programları, gazeteler, "ünlüler alemi" diye diye geldik bu hale! Oysa bu yanılgıya düşmemek için arada bir, hem Şafak Sezer'in hem Mehmet Ali Alabora'nın hem Levent Üzümcü'nün hem Doğuş'un tanınmış kişiler olduğu akla getirilse, buradan bir "alem" ortaya çıkamayacağı kolaylıkla anlaşılır. Herkese de kendinden mesul olmak kalır.
Yeni başlayanlar için fotoğraf makinesi önerileri
Geçen hafta, fotoğrafçılık tarihi üzerine yazımı okuyan ve bu hobiye merak salan pek çok kişiden mesaj geldi. Ortak soru ise başlangıç olarak hangi makineyi seçmeleri gerektiğiydi. Fotoğrafçılıkla haşır neşir olduğum artık bilindiği için bu soruyla o kadar çok karşılaşıyorum ki! Aslında bu sorunun cevabı kişiye göre değişir. Ne yazık ki ülkemizdeki fotoğraf satıcıları çoğunlukla ezberden tavsiyede bulunuyorlar ve alınan makineler dolabın bir köşesinde sıkışıp kalıyor. Başlangıç için önemli olan en iyi makineyi değil, en taşınabilir olanı almak. Özellikle sırf “iyi” diye kadınlara kocaman makineleri satan satıcılar, onları resmen bu hobiden soğutuyorlar. Fotoğraf makinesi, ikinci elde kolay satıldığı için hiç “almışken en iyisini alayım” diye düşünmeyin. Biraz ilerlettikten sonra, kendi çekim tarzınıza göre makinenizi değiştirmek zor değil. Başlangıç için, bütçenize uygun, her an yanınızda taşımak isteyeceğiniz (başka türlü öğrenilmez) çok karışık olmayan bir makine seçin. Ama şu zoom aralığı çok geniş olan kompakt makineleri tecih etmeyin. Son dönemde çıkan “mirrorless-aynasız” makineleri tercih edebilirsiniz. Sony NEX serisi, Olympus, Panasonic ve Fuji'nin modelleri aynasız makinelede başı çekiyor. İlle de SLR
olsun derseniz, Canon'un yeni çıkardığı EOS 100D dünyanın en küçük SLR makinesi olarak oldukça cazip görünüyor. Tüm bu bahsettiğim makinelerin fiyatları 500-1500 dolar arası değişiyor.
Değişebilir lens ya da sabit lens kullanan makineler seçmek size kalmış. Temel fotoğraf kurslarının beş haftalık kurs ücreti de yaklaşık 350-400 lira.
Kursa gitmeniz hayatınızı çok kolaylaştıracak. Bir makine ve bir kurs ise size yepyeni bir dünyanın kapılarını açacak. Fotoğrafçılık ve makine seçimiyle ilgili detaylı ve güncel bilgiler isteyenlerin bu adrese göz atmasını öneririm; kamerakritik.blogspot.com. Şimdiden kolay gelsin...
Tekno-diyet günleri
Haberin Devamı