Ben tam bir Egeliyim... Nereye gidersem gideyim, en “mavi” Ege sularıdır, en güzel evler bembeyaz boyalı, mavi pencereli olanlardır.
En keyifli yemekler, Ege akşamında yenir. Güneş Ege denizinde uykuya dalar da o yüzden günbatımı başkadır. Çiçekler Ege’de coşar. İzmir’de doğmamdan mıdır, Ege’nin maviliğinde yüzmeyi öğrendiğim için mi, yoksa annemin zeytin ağaçlarının gölgesini bana yatak yapmasından mıdır bilmem, kendimi bildim bileli, aşığım bu coğrafyaya. Karış karış gezmeyi severim dünyayı ama Ege’nin yerine sevemem hiçbir yeri. Dört gözle beklerim baharı... Ege’ye kavuşturur beni... Zeytinyağı tenekesinde sardunya, buram buram hanımeli, camlarda begonvil... İklimi gibi sıcaktır Egeli... Her zaman yerindedir keyfi... Dillerde hep aynı nakarat: Gülmeli ve sevmeli...
Egelilik bir ruhtur, ülkesi olmaz. Ege, Egelilerin diyarıdır ve sınırlara bölseler de suları, bölemezler Egelinin birbirine karışmış ruhlarını.
Bu yüzden, Ege’ye ait nereye giderseniz gidin, bu coğrafyanın bir aile gibi olduğunu, dili, dini, bayrağı değişse de Egeli olmanın benzerliklerini özgürce taşıdığını görürsünüz. Hem huyu, hem görünüşü birbirine benzeyen kardeşler gibi, bu kıyılar da benzer özellikleriyle ortak bir his yaratırlar gezginler üzerinde ve o histir ki bir kez yolu Ege’den geçeni, kendine müptelâ eder.
İşte size tam bir Egeli: Santorini.
Havalar biraz düzeldiği vakit, Ege’ye kaçan ruhum, bedenimi de sürükler beraberinde... Daha çok Bodrum’u mesken tutarım ama bu yıl suyun öte tarafı çekiyor beni nedense... Mikonos’u birkaç hafta önce anlatmıştım bu sayfada... “İnsan nereye bakarsa onu görür” demiştim ve benim gördüğüm Mikonos’un ne kadar sakin, çocuklu ailelere uygun ve Bodrum’a göre ne kadar ekonomik olduğundan bahsetmiştim. Tadı damağımda kalmış olacak ki bu defa bir başka “Egeliye” konuk oldum. “Mavi-Beyaz-Ege” tarifine en yakışan yer: Santorini. Romantik, turistik, şık, cazibeli ve buram buram Egeli...
İtina ile kurgulanmış büyülü bir dünya
Santorini’ye feribotla gelen biri, eğer bilmese, “Gidip de şu adayı gezeyim” demez! Hatta bu adada doğru düzgün bir yerleşim olduğunu bile kestiremez. Sarp bir kayalık ve tepesinde şapka gibi duran küçük bir yerleşim alanından başka bir şey görmüyor çünkü insan! Ada’nın diğer yanı, feribotun yanaştığı kadar dik bir kayalık değil ve yerleşim bu yamaçta kurulmuş çünkü. Herkesin aklında olduğu gibi benim de fotoğraf hafızamda bir Santorini resmi vardı doğal olarak: kendi beyaz ama kubbesi mavi küçük kiliselerin ardında uzanan deniz ve volkanik adalar... Ama limana ayak bastığımda tüm görebildiğim, dimdik bir kayalıktı! Yukarı çıkmak için seçeneklerimiz şunlardı: Teleferik, katır ya da beşyüzü aşkın basamaktan oluşan merdivenler... Hiçbiri bavullarla pratik görünmüyordu! O sırada yarım yamalak, otelimizin adını söyleyen birini fark ettim!
Aressana... Aressana... Peşinden gidince bizi ve başka turistleri bir servise bindirdiler. Sonradan anladım ki yan yana birkaç otele, servis yapan bir minübüse binmiştik. Çok çabuk ve ucuz bir şekilde kendimizi otelde bulduk böylece. Yol boyunca farklı renkteki evler, özelliği olmayan yollardan geçtikçe “Acaba yanlış yere mi geldim” diye düşünüp durdum! Otelimi, Mikonos için tecrübe ettiğim Jabiroo’dan (www.jabiroo.com) almıştım yine. Bu yüzden, kötü bir sürprizle karşılaşmayacağıma emindim. Sadece butik otelleri bünyesinde barındırdığı ve özel otelleri indirimli fiyatlarla servis eden bir internet sitesi olduğu için hem küçük hem de şık bir otelle karşılaşmak beni şaşırtmadı. Ada’ya yakışır bir tasarımla yerleri volkanik taş kaplı, duvarları turkuaz renk boyalı küçük ve şık bir otel... Ama en cazip yanı, Santorini’nin kalbi olan Fira’nın (Thira) tam merkezinde olması. Öyle ki; buranın sembolü olmuş kilisenin kapı komşusu. Otelimiz Aressana’nın kapısından çıkar çıkmaz, gün batımında en popüler olan nokta karşınıza çıkıyor. Her akşam güneşe, muhteşem manzara eşliğinde veda etmek için turistler bu noktada toplanıyor. Ve işte o zaman doğru yerde olduğuna inanıyor insan.
Amoudi Koyu ve Oia’yı mutlaka keşfedin
Otelden çabucak çıkıp, Fira’nın denize bakan dar yolundan ilerlemeye başladım. Manzara, yamaca kurulu otel ve lokantalar harika görünüyordu ama yine de hafızamdaki Santorini fotoğrafı tam olarak bu değildi. Daha sakin, bembeyaz merdivenler, yan yana mavi kubbeler, çiçekler, denize imrenir gibi bakan havuzlar arıyordu gözüm. Hayal kırıklığı olmasa da bir şaşkınlık yaşadım. Taa ki ertesi gün Oia’ya (iya) gidene kadar. Zaten, sonradan öğrendiğime göre, gördüğümüz Santorini fotoğrafları çoğunlukla buraya aitmiş. Asıl hareketli bölge Fira olmakla birlikte benim kalbim kesinlikle Oia’ya tutuldu. Hele bizim aile gibi fotoğraf çekme hevesindeyseniz, Oia ile aşk yaşayacağınızı garanti ederim. Oia’ya gelmişken, dik yamaç boyunca aşağıya inip Amoudi Koyu’nu da keşfedin derim. Sola dönüp balıkçıları geçin ve dar toprak patika boyunca yürüyün. Önünüze çıkan engebelere aldırmadan devam edin. 15 dakika kadar sonra, küçücük volkanik bir adaya bakan minik bir koy göreceksiniz. İşte buradan atın kendinizi buz gibi suya ve hemen yanıbaşınızdaki adaya yüzüp, Oia’ya bir de aşağıdan bakın. Amoide koyunun, salaş balıkçıları şahane; kocaman mangallar üzerinde balıklar pişiyor ve kızarmış patates-salata ile birlikte gün batımı eşliğinde servis ediliyor. Tam bir Ege ritüeli... Ne yazık ki biz gün batımı ve sonrasında fotoğrafçıların çok sevdiği “mavi saatler”i yakalamak uğruna, bu keyiften mahrum kaldık. Eşime o sırada için için kızsam da sonradan bu fotoğrafları görünce, fedakârlığımıza değdiğini anladım. Yine de mangalın cızırtısı kulaklarımda, balık-patatesin kokusu burnumda, bir gün batımında yeniden Amoudi koyuna gitmek için kendime söz verdim.
Santorini; doğanın muhteşem hediyesinin üzerine zevkle dokunmuş bir mimariyle, turistik olarak kurgulanmış rüya alemi... Simsiyah kum plajları çok çekici. Turkuazın, siyah bir zeminle buluştuğu denizde yüzmek, gizemli bir yolculuğun parçası yapıyor insanı.
Birbirine bağlı kurulmuş, gerçek üstü hissi veren köyleriyle, kapağının kaldırılmasını bekleyen büyülü bir masal kitabı gibi, ziyaretçilerini içine çekmek için bekliyor, Ege’nin sihirli elleri...
Hilal şeklindeki adanın tarihi
Adanın ilk adı Theraymiş. Santorini ismini Saint İrine’ye (Aziz İrene) atfen 13’üncü yüzyılda almış. 1956 yılında büyük bir deprem geçiren ada yerle bir olup sonra yeniden kurulmuş. Turizm ise 1970’lerin sonuna doğru gelişmeye başlamış. Bu yüzden, Mikonos gibi doğal bir köy havasında değil itina ile kurgulanmış büyülü bir dünya, Santorini. Yine aynı sebeple, bu muhteşem güzellikte inşa edilmiş bölgeleri dışındaki yerlerin cazip bir tarafı yok. Mikonos gibi doğal bir köy yaşamının günümüze uzantısı değil. Burada doğal güzelliği olan, volkanik bir patlamaya sahip geçmişiyle, coğrafyanın ta kendisi! Binlerce yıl önce, daire şeklinde volkanik ada olan Santorini, M.Ö. 1450’de büyük bir patlama yaşamış ve içi deniz ile dolan dev bir krater oluşmuş. Patlamanın büyüklüğünden oluşan
tsunami nedeniyle, Ege Denizi’nin en güneyindeki Girit’te yaşayan büyük bir uygarlık (Minos) sona ermiş. Adanın merkezi hilal şeklini alırken iç kısmında yaklaşık 300 metre yüksekliğinde bir kayalık oluşmuş. Kayalıkların bu haline; Kaldera deniliyor. İşte bugün üzerinde yerleşim olan hilal şeklindeki ada bu yüksekliğin üzerine kurulu olarak arz-ı endam ediyor.
Mavi beyaz bir aşk Santorini
Haberin Devamı