St. Petersburg için rahatlıkla kuzeyin kültür başkenti demek mümkün. Ben de sanatla buluşmaya, sanata doymaya, gözümü, kulağımı ve ruhumu beslemeye gittim.
Masallardaki büyüler gerçek mi yoksa... Kurbağayı öpünce prense, kuğuyu sevince prensese döndüren o büyü, bataklığı muhteşem bir şehre dönüştürmüş olmalı. St. Petersburg çamurdan sihirle doğmuş olmalı. “Nisan” benim için seyahat ayı. Dünyanın çoğu yeri Nisan’da büyüleyici olur. Doğa uyanır, güneş puslu havayı dağıtır ve her şehre münhasır esrik bir koku yayılır. Tam da bu sebeplerden dolayı, yeni bir şehri tanımanın Nisan-Mayıs ayı, tam zamanıdır.
Bu hafta dört günümü St. Petersburg’da geçirdim. Siz bu satırları okurken, ben çoktan bambaşka bir coğrafyada başka başka diyarları keşfe çıkmış olacağım. Nisan ayı hüküm sürerken, gücüm yettiği kadar tadını çıkaracağım. Aslına bakarsanız, St. Petersburg seyahati için en çok tercih edilen tarih, havanın hemen hiç kararmadığı “Beyaz Geceler” zamanıdır ki o da Haziran- Temmuz aylarıdır. Açılır kapanır köprüler faaliyete geçer, havai fişek gösterileri, festivaller tüm şehri süsler. Bir dahaki sefere o dönem gitmek niyetindeyim ama eminim ki Nisan büyüsü olmayacak havada. Her şeyden evvel turist istilasının karmaşası bu şehrin müziğini bastıracak. Hiç gece olmadan yaşamayı deneyimlenmek adına ilginç olacak mutlaka ama biraz da sinir bozucu bir durum galiba. Bu arada İstanbul’a dönünce üşüdüğümü, orada şahane bir ilkbahar yaşadığımı da belirtmeliyim. Neyse döneyim St. Petersburg ile sanat dolu randevuma.
St. Petersburg için rahatlıkla kuzeyin kültür başkenti demek mümkün. Ben de sanatla buluşmaya, sanata doymaya, gözümü, kulağımı, ruhumu beslemeye gittim. İçinden Dostoyevski, Puşkin, Çaykovski, da Vinci, Picasso gibi yüzlerce sanatçının izi bulunan bu şehirde, baleden resme, operadan edebiyata sanatla dolup geldim. Sanat ve seyahat severlere bir de müjde vereyim artık sanatla randevu gezileri düzenleniyor. Sacred 7’ın Yonca Ebüzziya gibi Serra Yılmaz gibi sanatla yoğrulmuş insanların önderliğiyle düzenlediği bu gezilerde şehirler, o şehre yön veren sanatın izinden keşfediliyor. Benim de katıldığım St. Petersburg gezisi sevgili Yonca Ebüzziya’nın seçtiği Mikhailovski Tiyatrosu’nda Kuğu Gölü Balesi, Mariinski Tiyatrosu’nda Verdi’nin Maskeli Balo Operası, Hermitage Müzesi gibi sanat mabedi gezileri eşliğinde böyle bir sanatla randevu idi işte. O muhteşem opera-bale binalarında bulunmak bile bir keyifti. Ülkemizde günden güne soluklaşan pek çok sanat dalının güçlü sesini duymak ise güzel umutlar yeşertti içimde.
Tarihin tüyler ürpertici hikayeleri
Gelelim büyülü St. Petersburg şehrine. Gözlerinizi kapayın, Kuzey’in donmuş Baltık Denizi’nin çerçevelediği Venedik’in içine bolca Fransa ve İtalya katıp, bolca altın varak ve renkli boyalarla süsleyin zihninizde. Dünyanın dört bir yanından en önemli tabloları toplayıp, yerleştirin içine. Yuvarlak kocaman soğan kubbeli dev boyutta katedraller serpiştirin aralara, bol bol park ekleyin sonra ve elbette heykeller koyun parklara ama hepsinin tarihi tüyler ürpertici hikayelerle dolu olsun.
Pencerelerden Çaykovski melodileri süzülsün. Ve tüm bu anlattıklarımı, şehrin suretini yansıtan ışıl ışıl güneş altında içinde buzullar yüzen nehirler bölsün.
İşte karşınızda masal gibi St. Petersburg büyüsü...
Vize 5 günde çıkıyor
Şu anda St. Petersburg’a vize var, almak 5 gün civarı sürüyor ama bayram gibi kalabalık dönemlerde süre uzayabilir. Eskiden yoktu ve yakında da kaldırılacağı söylentisi var. Çok iyi olur çünkü kısa süreli vize veriyorlar ve 190 dolar gibi yüksek bir vize ücreti alıyorlar.
42 ada üzerine kurulu büyülü şehir
42 ada üzerine kurulu. Tıpkı Venedik gibi bataklıktan insan eliyle yaratılmış bir vaha.
l Kutuplara 6 derece uzaklıktaki şehire Ladoga Gölü’ne bağlı Neva nehri Fontana, Moika kollarıyla ışıl ışıl akıyor.
600 Avrupa mimarisi köprü adaları birbirine bağlıyor. Kutsal Üçleme Köprüsü’nü Eyfel Kulesi’nin mimarı Gustave Eiffel yapmış.
Şehirde 1250 kütüphane ve 250 milyon kitap bulunuyor. 5 milyon nüfusun yüzde 30’u üniversite mezunu.
Coğrafi olarak bir bataklık olan bölgeye 1723 Mayısı’nda Büyük Petro ilk taşı koyuyor. Kısaca bataklığı öpünce, bir kraliçe uyanıyor ve St. Petersburg çamurdan doğuyor.
Büyük Petro dediğimiz, bizim ülkemizdeki adı ile Deli Petro. Dahilik ile delilik sınırında git-gellerle yaşayan bu çılgın adam 10 yaşında Çar oluyor ve 40 bin İsveçli savaş esirine şehri inşaa ettiriyor.
2.04 boyuna rağmen küçücük kafalı ve 38 numara ayaklı Çar Petro, çift çizme giyerek ayaklarını büyük göstermeye çalışırmış.
Petro’ya “deli” lakabı sadece bizim kullandığımız bir lakap ama haksız da sayılmayız. Peterhof Sarayı bahçesinde, Çar Petro’nun eğlence olarak, misafirliğe gelen süslü kadın misafirleri ıslatmak için kurduğu düzenekler pek de akıllı uslu işi değil. Peterhof sarayı bir yazlık saray ve içiyle, eşyalarıyla, tablolarıyla ama en çok bahçesiyle beni büyüledi. Fransız ve İtalyan mimarisini birleştirin bolca altın yaldızlayıp kristalleyin, işte size Peterhof yazlık sarayı.
Büyük Petro’nun iki büyük düşmanı var. Biri İsveç İmparatorluğu biri de Osmanlı... Osmanlı’yı tüm savaşlarda yendikleri için her yana galibiyetlerini anlatan anıtlar dikmişler.
200 yıl boyunca Çarlık Rusyası’nın başkenti.
900 gün aralıksız Nazi bombardımanına maruz kalıyor. Şehrin üçte biri ölüyor ama yine de teslim olmayarak tarihin en büyük kahramanlık destanlarından biri bu şehirde yazılıyor.
Euro geçer akçe
Havalanlarında para bozdurmayın. Yanınıza Euro alıp, şehir içinde Ruble ile değiştirmenizi öneririm. 1000 Ruble 40 Euro.