Uzun süren, ızdırap verici gündemlerde savrulurken, bu hafta Cannes’dan gelen haberle bir anda içimde çiçek açtı. Nuri Bilge Ceylan’ın, “Kış Uykusu” filmiyle, “Altın Palmiye”yi aldığını duyunca, bir anda benim de duygu iklimim değişti ve ruhuma bahar geldi. Aynı gece, Şampiyonlar Ligi finali vardı ve halkımız bu maça kilitlenmişti. Hatta maçtan çok, Arda’nın sahaya çıkıp çıkmayacağına... Adeta, ülkemiz için onur meselesi olmuştu! Arda ile ülkemize hiç uğramamış o kupada pay aranıyordu sanki. Arda maça çıkamadı, Real Madrid ise kupayı müzesine götürdü. Bizim için sıradan hatıralar arasında yerini alacak iki İspanya takımının mücadelesi sırasında, çocuklarımızın ülkelerini anlatırken hayatları boyu kıvançla söz edecekleri bir şey oldu... Ülke insanımızın İspanyollar için nefesini tuttuğu dakikalarda, Nuri Bilge Ceylan, bu toprağın hikayesiyle Cannes’da, dünyanın en büyük ödüllerinden birini aldı. İşte bu yüzden, Nuri Bilge’nin kazandığı “Altın Palmiye” sadece büyük bir ödül değildir. Şampiyonlar Ligi’ni baş tacı yapıp, “Cannes”ı es geçen bir ülkenin evladı, “Altın Palmiye” aldıysa, işte bu bir mucizedir! Belki herkes için kış uykusundan uyanmanın artık vaktidir. Sinemamızın 100’ncü yılında, Yılmaz Güney ve Şerif Gören sayesinde tanıştığımız ilk Altın Palmiye’den 32 yıl sonra, yine o kadar karanlık günlerden geçerken yeniden aynı mutluluğu yaşamak... Belki bu küçük bir işarettir, kim bilir!
Bana tweet’ini söyle sana kim olduğunu söyliyeyim
Elbette, kimse o sırada Altın Palmiye ile ilgilenmiyordu demiyorum. Bu büyük mutluluğu tüm kalbiyle yaşayan sinemasever ve iyi niyetli bir kesim vardı kuşkusuz. Ama sosyal medyada bu gururun keyfini paylaşmak için bize tanınan süre 5 dakikayı geçmedi. Bu kadar büyük bir başarı karşısında bile karalama kampanyasına girişmekte gecikmeyen kalabalık, bir anda tozu dumana kattı. İnfiale sebep ise Nuri Bilge Ceylan’ın, ödülünü, ülkesinin gençlerine ve son bir yıl içinde hayatını kaybedenlere adaması oldu. Bu kadar insani ve iyi yürekli bir söz için bile, infaz mangası kurulabiliyorsa, vay halimize! Bir söyleşisinde, Twitter’daki saldırgan yaklaşımlar için şöyle bir yorum yaptığını hatırlıyorum Ceylan’ın: “Twitter başkalarını suçlamanın bir arenası haline geldi gitti. Başkalarının hatalarını, yanlışlarını yakalayıp deşifre ettikleri bir yer. Bu meziyet değil. Kimse bir şey üstlenmiyor. Asıl ihtiyacımız olan sorumluluğu üstlenecek birileri.” Tam da dediğini doğruladı Twitter. Üstelik ortada deşifre edilecek bir hata bile yoktu. Ülkemizi gururlandıran bir andı yaşadığımız. Ama, saldırmak istedikten sonra bir kaza süsü vermek, kelimeleri keyfe göre yorumlayıp, kastedilmeyen anlamlar çıkarmak mümkündü elbette pek çokları için ve öyle de oldu. Burdan psikolojik ve sosyolojik pek çok yorum çıkar elbette, bunu akadamisyenlere bırakıyorum. Ama bizim de bir silkelenip, sosyal medya paylaşımlarımıza ve bu mecrayı hangi amaçla kullandığımıza dönüp bakmamız, ruh halimizi görmemiz lazım. Her söze karşı laf sokmaya çalışan Twitter saldırganlarına da “bana tweet’ini söyle, sana kim olduğunu söyliyeyim” demek lâzım.
Kısa notlarla NBC
- 1959 İstanbul doğumlu. Çanakkale-Yenice’de büyümüş.
-Şahane bir fotoğrafçı. Özellikle, “siyah-beyaz”... 16 yaşından itibaren fotoğrafla uğraşmış, sonra sinemaya geçmiş.
-Kendi gibi fotoğrafçı ve sinemacı olan Ebru Ceylan ile evli.” İklimler” filminde birlikte başrol oynadılar. Senaryoları birlikte yazıyorlar. Ebru Ceylan, Uzak filminin sanat yönetmeni, Kış Uykusu filminin ise ortak yapımcısı olarak çalıştı.
-İlk filmlerinde profesyonel oyuncularla çalışmadı. Önce, anne-babası, hatta kendi başrolünü oynadığı filmler yaptı.
-2002 yapımı “Uzak” filmiyle, Cannes’da Altın Palmiye’den sonraki en büyük ödülü aldı.
-2008 yılında “Üç Maymun” filmiyle, yine Cannes’da “En İyi Yönetmen” ödülünün sahibi oldu.
-İklimler ve Kış Uykusu filmleriyle “FIPRESCI” ödülüne layık görüldü.
Kış Uykusu...
Haberin Devamı