Kapalıçarşı deyip de geçmeyin, “Kapalıçarşı kapalı kutu” demiş Orhan Veli. Çok sık ziyarete gittiğim, en sevdiğim yerlerin başında gelen dünyanın en büyük tarihi çarşısı olan bu büyüleyici mekân, sahiden de her seferinde yeniden keşfedilmeyi bekleyen sihirli bir diyarı barındırıyor içinde. Ne kadar çok gezseniz de ne kadar iyi bildiğinizi sansanız da asla her yerini bitiremeyeceğiniz bu masalsı mekânı keşfe bu kez, Saffet Emre Tonguç’un rehberliğinde çıktım. Ve çok iyi bildiğimi sandığım Kapalıçarşı’yı, bin kez daha dolaşsam yine de kuytularında her zaman keşfedilmemiş sürprizlerin beni bekleyeceğini bir kez daha anladım. Şairin dediği gibi, Kapalıçarşı sahiden de kapalı kutu. Saffet Emre Tonguç ile yaptığımız Kapalıçarşı gezimizi ve öğrendiklerimi elimden geldiğince sizinle paylaşmak istiyorum. Ama tavsiyeme kulak verin ve bir gün mutlaka, adeta sihirli bir halıyla uçururcasına insanı sürükleyen Saffet Emre’nin peşine takılıp İstanbul’u ve tarihini, onun anlattığı hikâyeleriyle keşfedin.
Keşfimize önce Nur-u Osmaniye Camii ile başladık. Açıkçası önünden bin kere geçmiş olmama rağmen içine ilk kez girdim. Meğer en güzel camiilerimizden birini keşfetmemişim bunca yıldır. Sade, ferah ve huzurlu. Osmanlı Camii mimarisin ve iç süslemelerinin en güzel örneklerinden biri olduğunu düşünüyorum. İstanbul’da yapılan ilk “barok” üsluptaki camii olduğunu da belirtmeliyim. Belki bu yüzden, Arap etkisi altındaki pek çok süslü yapının tam tersine, olabildiğince sade ve sakin. Kubbe kemerlerinin duvar üzerindeki bitiminde bir kuşak halinde hat sanatı ile içten camiiyi çerçeveleyerek yazılan Fetih Suresi çok etkileyici. Kubbede ise, En-Nur suresinden bir ayet yazılı: Allah, göklerin ve yerin nurudur. Camiinin içinde çok sayıda büyük cam kullanılan 32 pencere bulunduğu için ışığı bolca içine alıyor. Zaten adını da bu ışıktan, Osmanlı’dan ve 3’üncü Osman’dan alıyor: Osmanlı’nın nuru.
Kapalıçarşı’nın Nur-u Osmaniye kapısından, dünyanın en büyük tarihi çarşısına giriyoruz. Kapının üzerinde Osmanlı’nın amblemi duruyor. Üzerindeki sembollerden bazıları ise şöyle imiş: Asa Hazreti Musa’nın sihirli bastonu; terazide yer alan iki kitaptan biri Fatih’in Kanunname’si, ikincisi Kanun-i Esasi; Bereket Boynuzu, pagan döneminden başlayarak, Roma döneminde de kullanılan meyve ve başaklarla dolu kıvrılmış bir keçiboynuzu; çift taraflı Teber veya iki taraflı balta, Osmanlı’da da bir üstünlük sembolüydü; ağızdan dolma top, İstanbul’un fethinde kullanılmış. Kılıç ise Türk mitolojisinde beş kutsal öğeden biri.
Bir dönem, yabancı markaların istilasını uğrayarak özelliğini kaybeden Kapalıçarşı, günümüzde temizlenerek eski otantikliğine kavuşmuş durumda. O kadar büyük ve labirent gibi ki sahiden ne kadar gezerseniz gezin bitiremezsiniz. Adım attığınız anda bambaşka bir tarihe hatta farklı bir gezegene yolculuk etmişsiniz hissi veren bu büyüleyici çarşıda, ah keşke bir de tabela kirliliği olmasa! Komşumuz Yunanistan’ın, en küçük adasında bile, tarihe saygıdan yasaklanan tabelalar sayesinde önlenen bu kirlilik, ne yazık ki bizim muhteşem tarihimizi kemiriyor. Kablo, klima, anten kirliliğini saymıyorum bile. Avrupa’nın hiç bir tarihi bölgesinde, dünya markası olmuş firmaların tabelasına bile izin verilmezken, ne yazık ki bizim tarihi yarımadamızdan, Bodrum’a kadar tüm turistik bölgelerimiz çirkin, ışıldaklı tabelaların altında eriyip gidiyor. Bu durum acilen önlenmezse, tarihi coğrafyalar bu kirliliğe kurban gidecek.
İç bedesteni hanlar izlemiş ve çarşı kapanmış
Evliya Çelebi’ye göre 17’inci yüzyılın ortalarında Kapalıçarşı’da 4 bin 399 dükkan, 2 bin 195 oda, 497 tane dolap denilen küçük dükkan (bu gün kullanılmasa da Saffet Emre sayesinde bir örneğini gördüm), iki lokanta, on iki hazine dairesi, bir cami, on mescit, bir hamam, 19 çeşme, sekiz tulumbalı kuyu, 24 han, bir mektep ve bir türbe varmış. Tarih içinde yangın, deprem gibi çok sayıda felaketle karşılaşan Kapalıçarşı, 1894 depreminden sonra yenilenerek bugünkü halini almış. Önceleri, tahminen Bizans yapısı olan Eski Bedesten, şimdiki adıyla Cevahir Bedesteni ve daha sonra “Fatih” zamanında inşaa edilen İç bedesteni varmış yalnızca. Daha sonra, bu bedestenleri birbirine bağlayarak, hanlar, sokaklar, dükkanlar eklenerek, üzeri de kapatılarak büyük ve kapalı bir çarşı haline getirilmiş. Çarşının inşaatını, Fatih Sultan Mehmet başlattığı için, kuruluş tarihi olarak 1461 yılı kabul edilmiş. Bugün 4 bin civarında dükkanı içinde barındıran bu çarşı, turizmimizin ve ekonomimizin en önemli yerlerinden biri.
Kapalıçarşı’da 7 kapı ve o kadar çok sayıda sokak, han, esnaf lokantası var ki, keşfetmenin en güzel yolu her zaman olduğu gibi kaybolmaktan geçiyor. Korkmayın; ne kadar kuytulara dalarsanız dalın muhakkak ana cadde sayılan Kalpakçılar caddesine yeniden çıkabiliyorsunuz. Eskiden, her sokak bir meslek grubuna verildiği için, bu gün bu özellik kalmasa da sokak adları neyse ki kendini korumuş. Kalpakçılar caddesi, Nur-u Osmaniye kapısından girdiğinizde karşınızda uzanan geniş ve dükkan kiralarının en yüksek olduğu cadde. Adından anlaşılabileceği gibi, eskiden sadece kalpak satılan dükkanların olduğu bu caddede bu gün tek bir kalpakçı yok. Keşke, her caddeye adını temsilen, sembolik bir dükkan yapılsa... Böylece gezginler, hem kaybolmuş meslekleri öğrenir hem de nostalji yapmış olurlar. Turistler için ne kadar ilgi çekici olacağını varın siz hesap edin. İşte bazı cadde adları; Serpuşçular, Feraceciler, Terziler, Perdahçılar(gümüş parlatıcıları), Tacirler, Kuyumcular, Halıcılar... Bugün, adını hakkını veren bir tek Kuyumcular Çarşısı kalmış. Halıcılar Çarşısı da, kafelerle paylaşsa da yine de sokağını temsil ediyor. Fes kafe, bu caddedeki en sevdiğim duraktır. Tost ve çayını tavsiye ederim. Halı bakmak için ise “Dhoku”ya uğrayın derim.
Kalpakçılar Caddesi’nin hemen yanı, Sandal Bedesteni. Bir yolu ipek,bir yolu pamuk dokunan “Sandal” adı verilen bir tür kumaştan almış adını. İçinde kumaşçılar, eşarpçılar bulabilirsiniz.
Esnaf lokantalarındaki leziz yemeklerin tadına bakın
Kapalıçarşı’da pek çok han var. Eskiden bunlar kervansaray olarak, tüccarların konaklaması için kullanılıyormuş. Genellikle, dik ve dar merdivenlerle konaklamanın yapıldığı üst kata çıkış bulunuyor. Saffet Emre’den öğrendiğime göre, “ipini koparan gelmiş” deyimi, bu hanlardaki hayvanların ipini koparıp üst kata çıkması anlamını taşıyormuş. İşte; “ipini koparan gelemesin” diye, merdivenler hayvanların çıkamayacağı şekilde dar ve dik yapılırmış. Bugün, daha çok gümüşçü ya da kuyumcu atölyeleri bulunuyor. Ermeni ustalar bu konuda muhteşem ve hanlarda, en çok onların atölyeleri bulunuyor. Çuhacı Han, Kalcılar Han ve özellikle Zincirli Han çok güzel. Zincirli Han’ın zincirlerinin bu gün plastik olması ironik olsa da küçük avlusunda çay içmek çok keyifli. Bir anlamda yağmur oluğu olarak kullanılan zincirlerden dolayı bu ismi almış. Mutlaka ziyaret etmelisiniz.
Sıra odalar, sağlı sollu çok küçük odalardan oluşuyor. Hele iki amcanın işlettiği bir esnaf lokantası var ki, irmik helvası için kuyruğa girmek gerekiyor. Burada kapalıçarşının en dar sokağı var. Bir kişi ancak içinden geçebiliyor. Muhakkak görülmesi gereken ilginç sokaklardan birisi olduğunun altını çizmeliyim.
Her yerde esnaf lokantalarına rastlayacaksınız, hiç çekinmeden dalın, pişman olmayacaksınız. Ben yolda giderken Kurufasulyeci Osman’ın kazanına bir kaşık attım. Tadı damağımda kaldı, en kısa zamanda yeniden gitmek niyetindeyim. Kilis Kebapçısıçok ünlü. Ali Usta’nın, Sakıp Sabancı, Sezen Aksu gibi tanıdığınız kişilerle çekilmiş fotoğraflarını dükkanın duvarında görebilirsiniz. Kuytulardaki dönercilerden, yol üstündeki lahmacunculara kadar nefis lezzet durakları sizi bekliyor. Benim en ilgimi çekeni yaklaşık 1,5 metrekarelik, sanırım çarşının en küçük esnaf lokantası oldu. İstanbul Kapalıçarşı Esnaf Derneği’ne çıkan merdivenin üzerine konuşlanmış, masa kadar dükkanda mis gibi kokan ev yemekleri vardı. Bir gün mantı yedirmek üzere Ada’ya söz verdim. Merdivenin karşı duvarına ise gömülü buzdolabı çok şirin duruyor.
Saffet Emre, özel izinle bana hayatım boyunca unutmayacağın bir deneyim yaşattı ve beni Kapalıçarşı’nın çatısına yani James Bond filminin çekildiği yere çıkarttı. Hem de tam öğle vaktinde. İstanbul’un 3 bin 250 camisinden gelen ezan sesini dinledim tepede. Yine şairin dediği gibi; “İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı” dedim kendi kendime.
Çarşı içindeki bu adreslere uğrayın...
Kapalıçarşı’da en sevdiğim ve tavsiye ettiğim adresler: n Koç Deri (Kalpakçılar caddesi üzerinde ve çarşının hemen dışındaki Kürkçü Han’da dünyanın en ünlü firmalarına üretim yapan birinci sınıf deri ceketler burda)
- Dhoku (Cevahir Bedesten’in çevresinde Takkeciker sokak-Nefis Halılar)
- Fes Cafe (Cevahir Bedesten’i çevresi Halıcılar sokak) n Dönerci Şahin Usta (Sandal Bedesteni yakını, kilitçiler sokak)n İznik Art (Cevahir Bedesteni çevresi,
- Şerifağa Sokak n Aslan Rest.(Saffet Emre ile burada yedik muhteşemdi- Nur-u Osmaniye Camii yakını) n Ottoamano (eşarp, kaftan, örtü v.s- Sandal Bedesteni)
Keşfetmenin en güzel yolu kaybolmak: KAPALIÇARŞI
Haberin Devamı