İstanbul’un müthiş bir tarihi ve kültürel mirasa sahip olduğu hepimizin mâlumu. Son yıllarda tarihi yarımadada nihayet yapılan düzenleme çalışmaları sayesinde, yabancı turistler için en arzu edilen kentlerden biri oldu İstanbul. Her ay en az iki hafta sonunu Sultanahmet-Eminönü-Karaköy-Balat dolaylarında geçiren biri olarak, İstanbul’da yaşayan ya da bu kente gelen kişilerin nasıl olup da tarihi yarımadayı keşfetmediklerine şaşıyorum. Tatillerde ülkesinden kalkıp dünyanın öteki ucuna seyahat eden dostlarımın, yanı başlarındaki bu muhteşem güzelliği yok saymalarına akıl erdiremiyorum doğrusu. Şehrin tam göbeğinde olan tarihi yarımada için “uzak” diyenleri ise şaşkınlıkla karşılıyorum. Eminönü-Karaköy ve hemen yanıbaşındaki Sultanahmet, elbette bu şehrin tam göbeğinde yer alır, uzak olan olsa olsa insanın kendi tarihine uzaklığıdır! Buralarda vakit geçirenlerin çok iyi bildiği gibi, yaşamın kalbi tarihi bölgelerde gümbür gümbür atar. İronik olan; burnunun dibindeki güzelliğe sırtını dönenlere inat, Japonya’dan Amerika’dan Avrupa’dan turistlerin bu kültürü görebilmek için binlerce kilometre yolu, binlerce doları ve zamanlarını harcamayı göze alarak akın akın tarihi yarımadanın sokaklarını dolduruyor olması. Acı olan ise; kendi sahip olduğu kültürü hiçe sayanların binlerce kilometre ve doları, örneğin Amerika’ya gitmek için rahatlıkla göze alıyor olması. Daha önce de söyledim, yine söylüyorum; bir kez tadını aldınız mı vazgeçemeyeceksiniz. Önümüzdeki bayram İstanbul’da olanlar, İstanbul’un tarihi mirasını keşfetmeyi bir fırsat olarak görürlerse eminim pişman olmayacaklar.
Daha önceki yazılarımda, İstanbul’un keşfedilmesi gereken yerlerini tanıtmaya çalıştım. Balat gibi, pek çok insan için “korkulacak” yerler listesinde olan bölgelerin hiç de böyle olmadığını, kızım ve eşimle ailece buralara fotoğraf çekmeye gittiğimizi defalarca yazdım. Fotoğraflarımızla birlikte buraları tanıtmaya çalıştığım yazılarımı internet sayfamızdan veya Vatan Gazetesi’nin çok daha başarılı olan Ipad uygulamasından okuyabilirsiniz.
İçinde barındırdığı mozaik ve freskler eşsiz
Mâlum okullar açıldı ama çocukların kışa intibakları henüz mümkün olmadı. Geçen hafta sonu, “ne yapacağız” diyen gözlerle bize bakan kızımızı alıp, onun favori mekânı olan Karaköy’de aldık yine soluğu. Ama bu sefer ben, eşimi ve kızımı onların daha önce gitmediği bir yere götürmek istedim. Bizim gibi Karaköy aşıkları için o civarda yeni yer bulmak gerçekten güç. Nasıl olduysa, Kariye Müzesi’ne kızımı götürmeyi unuttuğumu farkettim. Üstelik eşim de daha önce hiç gitmediğini söyledi. Oysa Kariye Müzesi, Dünya mirası için neredeyse Ayasofya kadar önemli bir dini merkezdir. Hele içinde barındırdığı mozaik ve freskler bakımında, eşsiz örneklerle dolu olduğundan, Dünya sıralamasındadır. Elbette Kariye Müzesi’nin bulunduğu Edirnekapı tarafına gidince yemesiyle, içmesiyle, çay bahçesinde soluklanmasıyla keşiflerle dolu nefis bir gün geçirdik.
İşte Kariye ve çevresinde geçirdiğimiz bir günümüz ve tavsiyelerim:
Kariye (Khora) Müzesi: Tarihi yarımadanın baştacı Ayasofya, Sultanahmet Camii ve Topkapı Sarayı üçgeni, benim için Dünya’da eşi benzeri olmayan bir alandır. Kurban Bayramı’nda İstanbul’daysanız eminim buraları gezeceksiniz. Daha önce gezdiyseniz bile tekrar gezmelisiniz. Çünkü restorasyon çalışmaları sonucu buralar Avrupa standardına geldi. Pek çok sokak tarihi evleriyle yeniden yaşatıldı ve buralar lokantalarla ya da kafelerle keyifli ve yaşanılır hâle getirildi. Tüm günlük tur yapan üstü açık otobüslerle bir gün geçirmek hem tüm bölgeyi kolay keşfetmek hem de keyif açısından şahane (Bu otobüslerle kenti keşfetmekle ilgili bir yazımı da yine internet sayfasında bulabilirsiniz.) Buralar İstanbul’a gelen herkesçe kolaylıkla keşfedilebilir. Kariye Müzesi ise gerek çevresi, gerek kendi yapısıyla eşsiz olmakla birlikte yabancılar tarafından çok bilinen ama yerli turistin daha yeni keşfetmeye başladığı yerlerdendir.
Sizi bakışlarıyla takip eden tablo
Tıpkı Ayasofya gibi, tarihi Doğu Roma yani Bizans İmparatorluğu’na uzanan bu yapı, yine tıpkı Ayasofya gibi Hristiyan aleminin gözbebeği kiliselerdendir. Adını, eski Yunancada “kent dışı”, “kırsal alan” anlamına gelen “Khora”dan alır. İstanbul surları içinde, Edirnekepı’da yer alır. Sultan 2’nci Beyazıt’ın Sadrazamı Hadım Ali Paşa tarafından 1511 yılında camiye çevrilmiştir. Bu tarihten sonra, İslâm Âlemi için de ibadethâne olması itibariyle ayrı bir önem kazanmıştır. 1945 yılında müzeye dönüştürülerek, kültürleri ve dinleri buluşturan, Dünya’nın sayılı çekim merkezlerinden biri olmuştur. 1948-1958 yılları arasında yapılan restorasyon çalışmaları sonucu, tüm mozaik ve freskler açığa çıkarılmış, anıt-müze olarak hizmete açılmıştır. Son Bizans döneminde, imoparatorluğun gücü azalır ama sanat alanında müthiş bir canlanma yaşanır. Bizans’ın son altın çağının en güzel mozaik ve fresk örnekleri ise Kariye’de yer almaktadır. Resim sanatının şahaserleri ile dolu Kariye adeta bir galeri gibi... Hele, nereye giderseniz gidin bakışlarıyla sizi takip eden “İsa” resmi, Leonardo’nun şahaseri Mona Lisa tablosu ve Gaziantep’teki Zeugma Müzesi’nde bulunan “Çingene Kız” mozaiğinden sonra, “üç çeyrek bakış” tekniğinin en iyi örneği olarak gösteriliyor.
Alışveriş için tavsiyem
İstanbul resimleriyle süslü çay bardakları
Alışveriş: Kariye’nin içindeki müze-dükkanda çok zevkli ürünler bulabilirsiniz. İstanbul resimleri ile süslü çay bardaklarını özellikle tavsiye ederim. bkg.com.tr’den İstanbul kültür miraslarıyla süslü pek çok ürün bulabilirsiniz.
Yeme-İçme
Asitane: Kariye Müzesi’nin kapı komşusu olan, nefis bir Osmanlı Saray Mutfağı lokantası. Gerçekten muhteşem. Hele hava güzelse bahçesi ömre bedel. Vişneli yaprak sarma, mantarlı isli peynir, kavun dolması mutlaka denenmeli.
Çay bahçesi: Müzenin tam karşısında... Akşamüstü kuşlar cıvıldarken, etraf tarihi yarımadanın rengi olan kızıla çalarken, Kariye’nin kâdim yapısı karşısında bir çay içmek paha biçilmez saadet.
Karaköy’e gitmişken: Kariye Müzesi, Edirnekapı tarafında, Balat’a çok yakın ama elbette Karaköy’de yanıbaşında. Burası yeme-içme açısından İstanbul’un en zengin yeri. Arabalardan balık-ekmek yiyebilir ya da köprü üzerinde bir balık lokantasına girebilirsiniz. Ayrıca Karaköy’deki “Antep Mutfağı”nın methini de çok işittim. Kahvaltı için “Polonez” çok güzeldir. Nereye giderseniz gidin, kapanışı “Güllüoğlu”nda baklava yiyerek yapmalısınız. Çayı da tatlıları kadar lezzetli, unutmayın. Eğer daha farklı bir yer keşfetmek isterseniz, Karaköy’ün son yıllarda gerek lokanta gerekse gece hayatı için alternatif mekânlar açısından ciddi bir yükselişte olduğunu belirtmeliyim. Ben bu defa bir şef mutfağı olan Maya Lokantası’nı denedim. Şef Didem Şenol’un sahibi olduğu mekânda gerçekten rafine lezzetler bulacaksınız. “Kızınız Defne’yi, Oğlumuz İskorpit’e” adlı çok başarılı bir de yemek kitabı bulunan Didem Şenol’un yemeklerinin tadına kendi mekânında bakmak gerçekten keyifli. Yemek kitabını da mutfak meraklılarına tavsiye ederim.
Kariye Müzesi ve çevresinde bir gün
Haberin Devamı