Sabahın erken saatleri, Milano uçağındayım... Ülkeme, uzaktan bakıyorum şu an... İrtifa, sanki daha berraklaştırıyor zihnimi. Toprağıma basarken artık olağan gelen pek çok şey, bu yersiz yurtsuz ortamda beni daha çok rahatsız ediyor. Tıpkı gözünüze aşırı yaklaştırdığınız bir nesneyi daha net görebilmek için araya biraz mesafe koymak gerektiği gibi, yaşadığım yerle arama mesafe girince düşüncelerim netleşiyor gibi hissediyorum. Sadece sonuna geldiğimiz haftayı düşünmek yetiyor:
İTİRAZ EDİYORUM...
3 En başta biber gazına... Bu yeni moda şiddete ilk gün itibariyle karşıyım. Memlekette biber gazından göz gözü görmüyor da n’oluyor? Sanırsınız, tek eksiğimiz biber gazıydı, artık asayiş berkemâl! Üstelik bir de halk, polise antipati duymaya başlıyor. Her ne kadar “Emir kulu” oldukları bilinse de, 6 aylık bebeği gazdan hastanelik olan bir anneye bunu anlatamazsınız!
Hem insanların, istemedikleri bir yaptırımı protesto hakkı yok mu? Her protestonun, anarşik bir eylem olarak algılanmasına da İTİRAZIM VAR! Üstelik gaz bu! Tüpteki gibi durmuyor, yayılıyor ve olayla ilgisi olmayan çoluk çocuğu hastanelik ediyor. Halkın vergisiyle halkı korumaya yemin etmiş polis de zor durumda kalıyor. Dumanaltı olduk vesselâm! İTİRAZIM VAR!
3Ben ki sosyal medyayı pek severim... Ama bu Twitter katillerine İTİRAZIM VAR! Her gün birilerinin yalan ölüm haberiyle yüreğimiz yerinden oynuyor. Sadece bu haftakileri sayıyorum: Murat Boz ve Kıvanç Tatlıtuğ.
Hadi geçtim sevenlerini, bu insanların anneleri var! Murat Boz’un annesi bu haberi görmüş ve fenalaşmış diye duydum. Kalp krizi geçirip ölmediğine şükür! Sanal dünyada da kadına şiddet var anlayacağınız.
Bu nasıl bir vicdansızlıktır! Amaç da merak edip haber linkini tıklayanların takipçilerini çalmak. “Hack”lemek yani. Pes!
Ayrıca “hacklenmek” de evine hırsız girmesi gibi bir şey. Benim başıma geldi, ordan biliyorum. Altı haneyle ifade edilen takipçi sayın, bir bakıyorsun sıfırlanmış. Takip ettiğin yüzlerce kişi de öyle... Aylarca sohbet ettiğin insanlar bir anda uçup gitmiş. Kalmışsın bir başına... Eğer Twitter kullanıcısı değilseniz dediklerimi anlamanız zor ama kullanıcılar şu an hislerimi paylaşıyorlar, eminim. Sosyal medya suçlularının cezasız kalmasına, İTİRAZIM VAR!
3Futbol zevkimi alanlara İTİRAZIM VAR! Lig zaten, saçma sapan bir hâle geldi. Üç kuruşluk zevkimiz vardı o da bitti. Ama Avrupa maçlarında bari rahat bırakın. Memlekette herkes kendine bile düşman... Galatasaray, Fenerbahçe Avrupa’da ülkeyi temsil ediyor, içerde millet beddua ediyor! Her iki takıma da başarılar dilediğimde işitmediğim kalmıyor. Hadi isteyen Lazio’yu tutsun, anlamam ama itiraz etmem. Ben Lazio’ya karşı Fener’i tutunca niye hakarete uğruyorum? Taraftarlığın böylesine, İTİRAZIM VAR!
3Ötekileştirmeye, reddetmeye, safları belirlemeye İTİRAZIM VAR! O kadar parçalara bölünmüşüz ki bir “yap-boz”un parçaları gibi doğru yerden eklenmezsek birbirimize, haritamızı bulamayız yerli yerinde! Affetmek, unutmak hatta barış bile çözmez karmaşamızı. Affetmek, mağrurdur. Haklı-haksız arar, büyüklük taslar. Unutmak, imkânsızdır. Unutmuş gibi yapa yapa kin toplar. Barış; kırılgandır ve bir halkası koptu mu sonu savaştır. Kabulleniştir yeni bir başlangıç için, insanın tek çıkar yolu. Çare; yok saymak değil yaşananları ya da “affediyorum” diyerek, ezmek bir başkasını... Barış dediğinde de çağrıştırır savaşı ve taraf olmayı.
Kabul etmek kolay değil belki ama ancak böyle çevirebiliriz sayfayı...
Diziler bitiyor mu?
“Diziler bitti“ diyor bu ara herkes. Benim gibi nerdeyse çocukluktan beri bu sektördeyseniz ve çeyrek yüzyıldır dizilerle yatıp kalkmışsanız, bu lâfları daha önce de defalarca duymuşsunuzdur. Özel televizyonculuğun başladığı 90’lı yıllarda, dengeli bir yayın anlayışı vardı. Her akşam bir dizi, bir program, bir de gece “show”u olurdu. Sonra, kantarın topuzu dizilere kaydı. Dizi üstü dizi izler olduk. Reklâm verenlerle bir kriz yaşandı, diziler pahalı geldi. Yarışmalar moda oldu. Sonra tekrar dizilere dönüldü ama bu sefer ekonomik kriz patladı, yapım masrafı daha az olduğu için tekrar programlara dönüldü. Bu aralar yine programlar revaçta. Yakında yine değişir denge. Ama dizilerin de kendi içinde bir dengeye gelmesi gerek. Şunu biliyoruz ki en büyük dizi izleyicisi kadınlar. Oysa, dizilerde kadınları fena halde iten bir durum var. Yapımcıların genellikle erkek olmasından mıdır bilinmez, dizilerimizde rahatsız edici bir “yaş fetişi” var.
Kadınlar hep pür-ü taze, rol arkadaşları erkekler ise gayet olgun. Çocuklar ise zaten hemen hemen anne ile aynı yaşta. Hiçbir hesaba uymayan bir rol dağılımı. Zaten memlekette kızlar çocuk yaşta evlendiriliyor, diziler de bu durumu onaylamış oluyor.
O yüzden kadın seyirci kendini izlediği karakterin yerine koymak istemiyor artık. Diziler de günden güne eski çekiciliğini kaybediyor. Tek istisnai durumun, Aşk-ı Memnu olduğunu belirtmeliyim. Çünkü o, hikaye gereği genç bir kadın ile ondan yaşça büyük bir adamın çatışması üzerine kuruluydu. Benim, benzer yaşları oynadıkları halde kadın oyuncuların genç, erkeklerin hep yaşça büyük olmasına İTİRAZIM VAR! Bugünkü tabloya bakınca, bir zamanların en çok izlenen dizisinin
“Şehnaz Tango” olduğunun hatırlanması gerekiyor. Perran Kutman’ın muhteşem performansıyla canlandırdığı sıradan bir kadın olan “Şehnaz”, her kadın için yeniden sevip sevilmenin, umut ışığıydı.
Bir de bugüne göz atalım:
- Beren Saat ve Nejat İşler, İntikam dizisinde, çocukluk arkadaşını oynuyor. Hesapta, arada birkaç yaştan fazlası olmaması gerekiyor. Elbette nüfus kağıdı değil, gösterdiği yaş önemli bir oyuncu için. Ama herhalde kimse, pırıl pırıl bir yüze sahip olan Beren’in yaşından büyük gösterdiğini söyleyemez.Yorum sizin!
- Karadayı dizisinde Kenan İmirzalioğlu hâlâ asistan! Bergüzar Korel de savcı hanım! Halbuki, hikâyedeki küçük bir değişiklikle, çok daha inandırıcı olmaz mı?
- Muhteşem Yüzyıl, mecburen kadınları her daim genç kalan bir dizi oldu. Oğullar, annelerinden nerdeyse on yaş büyük bu dizide. Kızlar ve anneler de yaşıt. Kırk yıllık bir hikâye anlatılınca bu sonuç kaçınılmaz oluyor tabii. Bu çelişki, makyajla giderilebilirdi belki ama nasılsa bütün dizilerde kadınlar genç, eh Osmanlı kadınları da hep aynı kalsın n’apalım!
- Umutsuz Ev Kadınları. Hemen her oyuncu, Amerika’daki orijinal versiyondaki oyunculardan, on yaş kadar daha genç. Songül Öden de dizi icabı kızını 14-15 yaşında doğurmuş oluyor mecburen. O kadar tatlı oynuyor ki elbette seyrediyoruz ama boyu kadar kız çocuğu reva mı gencecik kadınlara!
- Asıl bomba, geçen sezonun iki dizisindeydi. Birinde Metin Akpınar
ve İpek Tuzcuoğlu karı-kocaydı (Aşkın Halleri). Üstelik hikaye, genç bir kadınla evlenmiş bir adam filan değil! Otuz yıl öncesinden bahsedip birlikte yaşadıkları gençlik anılarından dem vuruyorlardı. Diğer dizi de Haluk Bilginer ve Ebru Bilgin’in oynadığı bir boşanmış karı-koca hikâyesiydi (Hayatımın Rolü). Onlar da birlikte geçirdikleri okul yıllarından filan söz ediyorlardı. Yapımcılar, kendi hayâllerini yansıtmak istemişlerdi herhalde. Arada 25-30 yaş farkı olan
insanlar, aynı zamanlarda genç olmazlar değil mi! Bizim dizilerde oluyor işte!
- 35 yaşındayken Öyle Bir
Geçer Zaman Ki dizisine başlayan ve iki sezon sonra bu dizide anneanne olan Ayça Bingöl, saç-makyaj ve oyunculuğuyla yaşlı görünmeyi göze alarak bu işin üstesinden geldi. Avantajı ise karşısındaki erkek oyuncuların da yaşça çok farklı olmamasıydı.
Bu liste uzar gider. Kısaca dizilerimizde kadınların büyük, erkeklerin hep genç gösterilmeye çalışılmasına ve akran anlayışının olmayışına İTİRAZIM VAR!
3Bir de THY’nin koltuk aralıklarını iyice daraltıp ,”Uçuş güvenliğiniz için koltuklarınız dik pozisyonda oturun” demesine İTİRAZIM VAR! Birbirinin bacağına koltuk yatıran yolcular kavga etmesin diye, bu formulü bulduğunuzu çocuklar bile anladı. Yapmayın!
3Son olarak: Sabah ,bu kadar erken uçuşa İTİRAZIM VAR! Yazdıklarımdan gördüm ki, sabah biraz huysuz oluyorum. En iyisi yazıları, öğleden sonraya bırakmak! Şimdi, Milano için inişe geçiyoruz. Yarın size, “Milano Tasarım Haftası” izlenimlerimi aktarmak dileği ile... Hoşçakalın...
İtirazım var!..
Haberin Devamı