İstanbul’un en kozmopolit semti Karaköy!

Eski ile yeniyi kucaklayan Karaköy’ü tarihçi ve seyahat yazarı Saffet Emre Tonguç ile keşfe çıktık...

İstanbul’un en eski, en işlek ve en kalabalık semtlerinin başında gelen Karaköy’e götürmek istiyorum sizi bugün. Bizim ailece Karaköy hastalığımız mâlum. Bağdat Caddesi ya da İstinye Park yerine her daim Karaköy’ü tercih eden 12 yaşında bir kızım olduğunu söylemem, sanırım bizim Karaköy takıntımızın büyüklüğünü anlatmak için yeterli olur. O kadar ki, Karaköy İskelesi’ne adımımızı atar atmaz, balık, egzoz, insan ve deniz karışımı kokusunu derince içine çekerek “Toprağıma geldik” diyor Ada her seferinde. Oysa bırakın Karaköy’ü, İstanbul’un Avrupa yakasında hiç oturmadık biz. Üstüne üstlük bir de İzmirliyiz. Hemen her hafta, ya tarihi yarımadaya, ya Eminönü’ne, ya Galata’ya, ya da Balat’a ailece aramızda küçük fotoğraf ve yeme-içme turları düzenlediğimizden sıkça bahsediyorum. Bu defa işi ehline bıraktık ve “İstanbul Hakkında Her Şey” kitabının yazarı Saffet Emre Tonguç’un peşine takılarak, Karaköy’ü derinlemesine bir keşfe koyulduk.



Size önce biraz rehberimiz, Saffet Emre Tonguç’tan bahsetmeliyim. “Ağzından bal damlıyor” derler ya işte öyle bir anlatıcı. Tarihçilerin genellikle monoton ve hatta bazen insana sıkıcı gelebilen üsluplarının tersine Saffet Emre, dünyanın en canlı ve eğlenceli tarihçilerinden biri herhalde. Üstelik öyle bir merak iç güdüsü var ki, gördüğü her taşın nerden geldiğini, üzerine kimlerin ayak bastığını ve hatta sonra o insanlara neler olduğunu bilmek istiyor ve biliyor da. Hangi deyim nerden gelmiş, kelimelerin oluşumuna hangi hikayeler eşlik etmiş, tarih şekillenirken hangi entrikalar bugünü belirlemiş, hepsini “az sonra” diyerek, hafif ve magazinel bir hava vererek, insanın merak iştahını kabarta kabarta anlatıyor yol boyunca. Lâfın kısası, eğer İstanbul’u eğlenerek ve pek çok şeyi aynı anda öğrenerek heyecanla keşfetmek istiyorsanız, muhakkak Saffet Emre Tonguç’un turlarına katılın. Yalnız bir uyarı, rezervasyonunuzu çok önceden yapmalısınız. Size garanti ederim nereye gittiğinizin bir önemi yok, rehberiniz Saffet Emre ise size her yer güzel...

Tur programı için: www.saffetemretonguc.com



Tarih boyunca İstanbul’un çekim merkezi

Evet gelelim eskilerin “şehre” anlamına gelen “Stan Polis” yani İstanbul’un belki de en “çok kültürlü”, en işlek ve en renkli semti Karaköy’e... Karaköy, bildiğiniz gibi Beyoğlu’na bağlı ve eski “Antik Galata” semtinin bugünkü adı. Galata Köprüsü sayesinde Eminönü’ne bağlanır. Azapkapı’ya, Şişhane’ye, Beyoğlu’na ve Tophane’ye açılan bir kapı gibidir. Haliç’in ağzında yer alır ve Bizans’tan beri limanı vardır. Bu yüzden de tarih boyunca hep çekim merkezi olmuştur. Osmanlı Devleti’nin finans merkezidir. Ceneviz, Venedik, Katalan tüccarlardan tutun, Rum, Ermeni ve Gürcü’lere, İngiliz, Fransız, İtalyan’lardan bölgeye çok iz bırakmış Sefarad Yahudileri’ne kadar pek çok misafiri olmuş Karaköy’ün. Osmanlı döneminde bankacılık ve sigortacılığın merkezi olmuş. Bugün hâla “Bankalar Caddesi” dememiz de kuşkusuz bu sebeple. Bugün yine ticaret ve ulaşım merkezi olması özelliklerini koruyor bölge. Bu yüzden de her daim çok kalabalık ve hep çok canlı. Tarihteki görkemli yıllarını adeta üzerine çektiği maalesef biraz pespaye bir örtünün ardında bırakan Karaköy, son yıllarda tozunu silkeleyip bambaşka bir çehreye bürünmeye başladı. Yalnız ticaret değil, günden güne eğlence, sanat ve yeme-içme kültürünün cazibe merkezine dönüşüyor. Birbiri ardına açılan sanat galerileri, tasarım atölyeleri, şık ama bir o kadar kimlikli kafeleriyle İstanbul’un tarihi ile modern yüzünü ustalıkla kaynaştırıyor bugün. İstanbul’un belki en eski ama bir yandan da hızla gelişmeye devam eden, yani tarihteki yolculuğuna devam eden bu semti, ziyaretçilerine çok şey vaadediyor.



Her sokağında bir gizem saklı

Karaköy’ün sokaklarını gezerken insan sanki ülkeler arası geziyor gibi hissediyor. Kılıç Ali Paşa Camii’nin yanında Osmanlı soluğunu alırken, hemen yanındaki sokakta bugün ne yazık ki otopark olmaya reva görülmüş Bizans kalıntılarını görüyorsunuz. Hemen az ilerde, benim en sevdiğim mekân olan ve bana kalsa her semtte ihtiyaç duyulan “Dem” çay evinde, çayınızı yudumlarken ise Madrid’de bir sokakta olduğunuza yemin edebilirsiniz pekâla. Gözlerinizi dört açıp, başınızı biraz yukarı kaldırarak yürümelisiniz yollarında. Üstü tarihi binaların ne yazık ki altları demir kepenklerle ve çirkin tabelalarla dükkan sahiplerinin umursamazlığına yenik düşmüş çünkü maalesef. Ama yeni yapılmakta olan galeri ve kafeler, çoğunlukla buranın tarihsel güzelliğinin izini sürme gayretinde. Binaların arasında sıklıkla küçücük kiliseler göreceksiniz. Kendileri gibi küçük etnik grupların ibadethanesi olan bu kiliseler bambaşka bir gizem katıyor sokaklar. Hepsinde bir hikaye, bir hüzün gizli.



Çatı kiliseleri ‘gizli hazine’ gibi

Saffet Emre ile Karaköy’de yaptığım en büyük keşif “Çatı kiliseleri” oldu. İtiraf edeyim, ömrümde ilk kez böyle bir yapılanmanın varlığından haberim oldu. Rus Ortodoks Kiliseleri, gizli bir hazine gibi unutulmuş apartmanların çatılarında. Rehberimizin anlattığına göre bu dört çatı kilisesi, Rus hacıların Yunanistan’daki Aynaroz Dağı’na veya Kudüs’e giderken mola verdikleri dinlenme evlerinin üstüne şapel olarak yapılmış. Bunlara, “Podvoriyes” ismi verilmiş. Rahip, şapelin hemen altındaki katta, misafirlerde onun altındaki katlarda kalırmış. Saffet Emre önde biz arkada, bu dinlenme evi olarak kullanılan apartmanın merdivenlerinden yukarı çıkarken daha, mermer basamakların aşınarak aldığı şekil insana buranın eskiliği ve ne kadar yoğun bir yaşanmışlığı olduğu konusunda bir fikir veriyor hemen.

En üst kata çıktığımızda, dört çatı kilisesinin en eskisi yani ilk yapılanı “Aya Andrea” karşıladı bizi. Bir salon büyüklüğünde, renkli ikonalarla bezeli bu sevimli yer sanki masal kitabının bir sayfası gibiydi. Yeteri kadar iyi anlatamayacağımı düşündüğümden bir fikriniz olsun diye eşimin izin alarak çektiği fotoğraflardan paylaşıyorum sizinle. Aslında 85 yaşındaki papazla da sizi tanıştırmak isterdim, ama fotoğraf çektirmeyi sevmediğini söyledikleri için cesaret edip soramadım. Bir başka gün burayı yine ziyaret etmek istediğinde ne yazık ki kapalıydı. Anladığım kadarıyla, Saffet Emre olmadan her kapıyı açmak kolay olmuyor İstanbul’da.

“Bilmemek değil öğrenmemek ayıp” demiş atalarımız. İşte ben de, Ermeni Katolik Kilisesi olduğunu bilmiyordum bu kentte! Şimdi pek çok kişi “Ermeni Ortodoks demek istedi herhalde” diye geçirmiştir içinden. Hayır efendim, “Ermeni Katolik Surp Hisus Pirgiç Kilisesi” diyorum. Ermeni mimarisi ile Katolik uslüp harmanlanmış gibi çok farklı bir yapı olduğunu söyleyebilirim.

Haberin Devamı



Her şey nev-i şahsına münhasır

Karaköy’de çok fazla sayıda sinagog da bulunuyor. Semtin adını, 19’uncu Yüzyıl Karaim Yahudileri’nden almış olduğunu düşündüğümüzde elbette buna şaşırmıyor insan. Neve Şalom Sinagogu ve bu gün sanat merkezi olarak kullanılan Tofre Bigadim Sinagogu bir kaç örnek sadece. Karaköy’de her şey nev-i şahsına münhasır... Örneğin; Yeraltı Camii. Bir zamanlar caminin yerinde, Haliç’e izinsiz girişi engellemek için konulan zincirin bulunduğu bir kule varmış. Ayrıca Kılıç Ali Paşa Camii’nin muhteşem güzellikte olduğunu belirtmeliyim. Hamamı ise bu gün İstanbul’un en iyi hamam işletmelerinden olarak gösteriliyor. Arap Camii de bir başka güzel. Ama son yıllarda eklenen abdest çeşmeleri keşke bu kadar çirkin yapılmasaymış. Ortada caminin orjinal çeşmesi ne kadar güzelse, kenardaki umumi tuvaletleri andıran çeşmeler o kadar rezalet! T.C Ziraat Bankası, Deniz Yolları ve Denizcilik İşletmeleri, Karaköy Palas, Nordstern Han ve Kemankeş Caddesi’ndeki Süslü Karakol binaları bu bölgenin mimarisinin en güzel yapı örnekleri.

Karaköy’de rejim yapmayı unutun

Karaköy’e gidince, rejimi filan unutun! Sabahtan akşama durmadan canınızın çekeceği bir şeyler olacak. İşte benim müdavimi olduklarım: Namlı’da kahvaltı, limandan sokakta satılan irmik helvası, meydandan el arabasından balık-ekmek, Nev’de çay, kahve isterseniz Nev’in hemen yanında Press Karaköy (çoğu kafe Kemankeş mahallesinde bilginize), Güllüoğlu’ndan kadayıf-baklava ama çayı da çok güzel, Karaköy Lokantası, Mahmut Usta Osmanlı Mutfağı... Bej, Nar, Karabatak, Ma’Nâ, Ops, Lokanta Maya, Naif İstanbul ve Ferah Feza ise en kısa zamanda gitmek istediklerim listemde bulunuyor. Özetle, ne gezerek ne yazarak bitirilecek gibi değil Karaköy. Her zaman en güzel, her zaman en gözde olmaya da devam edecek belli ki. Bunlar benim öğrendiklerim. Son yıllarda bir yeraltı yolu da bulundu. Yakında Karaköy’ü bir de yer altından gezmek niyetindeyim. Kim bilir daha ne hazineler saklıyor bu muhteşem semt ve ne sürprizler barındırıyor ziyaretçileri için. Herkese iyi keşifler dilerim...

DİĞER YENİ YAZILAR