Eylül’ün ilk haftası ailece bir Portekiz seyahati yaptık. Şu anda tam mevsimi olduğu için sizinle hemen paylaşmak istedim. Biz ordayken gölgede 36 dereceyi bulan sıcaklık güneşin altında gerçekten kavurucuydu. Bu yüzden Ekim ayında (bayram tatili mesela) Portekiz’in bahar havasında olacağından eminim. Portekiz’i, Lizbon’a indirgememek gerek. Birbirine çok yakın ama dokusu birbirinden farklı pek çok görülecek yeri var.
4,5 saat süren uçuş süresi ile Avrupa için gidilebilecek en uzak nokta Portekiz. Bu yüzden ülkenin geneline yayılacak bir gezi planlamak, hem bu coğrafyayı tanımak, hem de birbirine yakın ama lezzeti birbirinden farklı yerleşimleri keşfetmek açısından önemli. Çoğu, tarihi olan pek çok köy ve kasaba yan yana dizilmiş olduğu için, arabayla en fazla bir saat yol yaparak farklı değişik yerler keşfetmek çok keyifli Portekiz’de. 9 günlük tatil sonrasında, başta Porto, göremediğim pek çok şehir, köy, kasaba kaldı aklımda.
Ama doğası bu kadar yeşil, her bir köyü mücevher gibi bu ülkeyi “koş-koş” gezmek istemedik. Portekizliler gibi, ağır ve tadını çıkara çıkara yol almayı tercih ettik.
İşte gezdiğimiz yerler ve seyahat notlarım
- Lizbon Havaalanı zaten kente çok yakın. Önce, havaalanı yakınında, fotoğrafçıların girince kolay çıkamayacağı “Fotocolor” adında bir mağazada bulduk kendimizi. Yoksa “kaybettik” mi demeliyim. Portekiz seyahatimiz boyunca tek alışveriş noktamız burası oldu. Fotoğraf meraklıları mutlaka ziyaret etmeli.
- İlk gün, havaalanına yarım saat mesafedeki Cascais’e gittik. İnanılmaz güzellikte bir tatil beldesi ve Portekiz’in en zengin ve gösterişli yeri. Gösteriş derken yanlış anlaşılmasın, görgüsüzlükten bahsetmiyorum. Kocaman bahçelerin içine gizlenmiş, klasik Akdeniz evleri gerçekten büyüleyiciydi. Portekiz’in her köy ve kasabasında sürekli festival ve etkinlikler oluyor. Biz de Cascais’de klasik araba yarışına şahit olduk. Tam bir görsel şölendi. Aynı zamanda burası bir golf merkezi. Cascais’in küçük ve şirin çarşısını gezerken dondurmacı “Santini”ye uğramayı ihmal etmeyin. Deniz mahsülü sevenlerdenseniz Portekiz’in geleneksel tuzda karidesi için Boco do Inferno bölgesindeki “Mat do Inferno” şahane.
- İkinci gün, Lizbon. Tam merkezde, büyüleyici güzellikteki Estrala semtinde park ve katedralin yanında, eskiden okul olan bir otelde kaldık. Semtin adını taşıyan ilginç otelimizde, halılar bile matematik problemi desenliydi. Lizbon, çok karakteristik bir kent. Şuursuzca betonlaşan İstanbul gibi sınıf atlama hevesinde olan görgüsüz bir kadın gibi değil, tecrübeyle yaşını almış ama asla tarzından ödün vermeyen, geleneklerine sahip bir kadın gibi... Öyle lüks ve sosyetik havalı bir kent hiç değil. Ağırbaşlı ve muhafazakar daha çok... Çoğunlukla dış yüzeyi, bir çeşit renkli seramik kaplı evleriyle, adım başı parklarıyla, doğal, sıcak ve sakin insanlarıyla, Lizbon 1900’lerin başında donmuş gibi. Otelimize çok yakın olan “Tasca da Esquina” da yerel lezzetlerle tanıştık ve bayıldık. Tavsiye ederim.
- Üç gün Lizbon’da kaldıktan sonra bu seyahatime sebep olan otelin bulunduğu, Montemor-o-Novo’ya geçtik. Bir saat uzaklıktaki Portekiz’in ünlü şaraplarının üzümlerinin yetiştiği bağlar bölgesi... Açıkçası, Portekiz yolculuğumun iki sebebi vardı. Birincisi Avrupa’yı didik didik gezmiş olmama rağmen bu ülkeyi görmemiş olmam, ikincisi ise Jabiroo.com’da seyahat yazılarını okurken “L’and Vineyards” oteline aşık olmam. Jabirro’da indirimli fiyata satışta olduğunu görür görmez konaklama satın aldım. Yani kulağımı tersten tuttum. Önce oteli bulup üzerine tatil inşaa ettim. İnsan bir otel için bir ülkeye gider mi demeyin, ben gittim! İyi ki de gitmişim. Bağların arasında, toprağa karışan üzüm kokusunda, rüzgarın fısıltısında üç muhteşem gün... Oda demek gerçekten haksızlık olur. Bir oda bir
salon, bir oda büyüklüğünde banyo alanı, önde veranda ve arkada küçük bir keyif havuzuyla su bitkilerinin bulunduğu minik bir bahçeden oluşan ev desem daha doğru galiba. Yatak odasının tavanı tıpkı üstü açılan bir araba gibi açıldığı için gecenin serinliği üzerime yağarken yıldızların içinde uyudum. Üstelik, Bodrum’da pansiyondan bozma apart oteller fiyatına!
Her bölgesinde lezzetli yemekler
En etkileyici
Oceanario ya da Oceanarium. Yani akvaryum. Avrupa’nın en büyüğü Lizbon’da. Büyük küçük herkes için muhteşem. Barselona’daki yanında solda sıfır kalır, o kadar söyleyeyim. Üstü açık gezi otobüsleri (sightseeing) iki günlük bilet veriyor ve fiyatı uygun. Hem kentin en güzel yerlerini gezip hem de akvaryuma bu otobüslerle gidebilirsiniz.
Evora
Montemor-o-Novo’da kalırken, Portekiz’in bağlar bölgesinin bu muhteşem tarihi kale kentine geldik sıklıkla. Yarım saatlik ağaçlar arasında ilerleyen son derece düzgün bir yolu var. Gerçi Portekiz’de yolların kendi, vardığınız yerleşimler kadar cezbedici. Geleneksel Portekiz mutfağının en güzel yemeklerini de burada yedim. Bir karı-kocanın işlettiği, 5-6 masalık mekanın adı “Tasquinha D’Oliveira.” Hanım yemekleri, bey servisi yapıyor. Bizim ağız tadımıza çok uygun. Çeşit çeşit otlar, organik sebzeler... Nohut, mercimek de çok kullanılıyor ama bizdeki gibi etle değil balıkla. Kuzu eti ve patatesten oluşan bol otlarla pişirilmiş tandır inanılmaz. Rezervasyon şart.
Alentejo
Portekiz’in 700 yıllık bağlar ve şarapçılık bölgesinin genel adı. Şarap tadım merkezleri adım başı. Şarap fabrikaları da burada. Bu bölgenin, İspanya sınırında Monsaraz adında küçücük bir kale kent var ki sahiden görülmeye değer. Kente girmeden evvel, köy evlerinin başladığı yerde yaşlı kadınların yerel yemekler yaptıkları bir lokanta var. Nefis.
Santa Cruz
Son gün kalmak için Santa Cruz’a geçtik. Lizbon havaalanına 45 dakika mesafedeki bu okyanus kenarı yerleşimi, dalga sörfünün cenneti. Civarda pek bir şey yok ama yarım saat mesafedeki Ericria şirin bir sahil beldesi. Geceleri çok canlı olan Ericria’da bir aile işletmesi olan balık lokantasına gittik. Masalarda kağıt örtü, karides, midye, kalamar kilo ile servis ediliyor. Hep beraber Portekiz-İrlanda maçını izledik, Portekizlilerle “Ronaldooooo” diye bağırdık birlikte. Açıkçası, turistik olmayan böyle yerel bir gece yaşamanın zevki bambaşkaydı. Yemeklerse olağanüstüydü. Kapanışı sütlaçla yaptıktan sonra, sokak konserine katıldık. Santa Cruz’da gezilecek bir yer yok ama muhteşem bir okyanus ve hayatımda gördüğüm en şık tasarım otellerden biri var. Cam bir fanus gibi tasarlanmış otelde baktığınız her obje tasarım harikası. “Areias do seixo charm” otel, okyanusla başbaşa sakin bir-iki gün geçirmek için muhteşem. Ada ile yüreyerek okyanusa indik ve azgın dalgalarla köpek balıklarından korktuğumuz için denize giremesek de sırılsıklam olana kadar koşup eğlendik.
Portekiz’de bizde olmayan ne var derseniz?
- Yeşil. Her yer yemyeşil. Büyük kentleri bile bir vaha adeta.
- Park. 50 haneli köyün bile kocaman parkı var. Lizbon’un park alanı, yerleşim alanı kadar nerdeyse. Hem de ne parklar. O çiçekler, havuzlar, yürüme alanları... Zenginliği arabayla, markalarla değil parklarla ifade eden bir ülke Portekiz.
- Sakinlik. İnsanların siniri alınmış gibi. Önce, insanın bu rahatlık karşısında içi şişse de bir süre sonra bu rehavet mutluluk veriyor. Komşu ülke İspanya halkının agresif hatta kimi zaman kaba olabilen hallerinden eser yok. Portekizliler, nazik, sakin, yardımsever ve güler yüzlü.
- Eğlence. Bizde gittikçe azalan festival kültürüne inat, Portekiz’in köylerinde bile üç günde bir festival var. Öyle büyük organizasyonlar değil ama çok keyifli etkinlikler. Üstelik ücretsiz. Anlayacağınız: Festival bahane, eğlence şahane.
- Bizim tatil beldelerinden çok daha ucuz ve yeme içme on kat daha kaliteli.
- Tiyatro-sinema salonu. Hem de tarihi... Hem de her köyde... Şaka gibi...
- Fazlası olmayan ama ihtiyacı karşılanan mutlu insanlar. Her yerde belediye hizmeti konser, tiyatro ve gösteriler. Gazozuna eğlence imkanı...
Kim mutlu olmaz?
İnsanı da havası da her daim sıcak Portekiz
Haberin Devamı