Hayatın baharı ne vakittir?

İnsan hayatının mevsimleri olduğu doğru galiba ama mevsimlerin sıralı olduğundan emin değilim ben artık.

Haberin Devamı

Yani illâki hayata ilkbaharla başlayıp, ömrün kışla son bulacağını düşünmüyorum. Bilhassa bu hafta tanık olduğum bir aşk hikâyesinden sonra... Aslında gözümün önünde yaşanmış bu hikâyeyi size anlatırken şöyle başlamam gerek: Uzuuun uzuuun yıllar önceee...

u hafta, çocukluk arkadaşım Şebnem'in düğününe gittim. 20'li yaşlarımda, hani tüm arkadaşların çorap söküğü gibi peşi sıra evlendiği zamanlarda düğünlerde göbek atıp, gerdan kırma fevkalâde bayağı gelirdi bana. O yıllarda hemen her ay hatta yaz aylarıysa haftada bir arkadaş düğününe gittiğimizden, eve davetiye geldiği vakit benim de içime fenalık gelirdi. Ama bu defa başkaydı. Çocukluk arkadaşlarım, bambaşka bir "Berna "görmenin şaşkınlığı içinde, bense coşmuş bir halde... Göbek atmak bende, gerdan kırmak bende, şarkı söylemek bende... "Sen hiç sevmezdin böyle düğün dernek" diyenlere, cevabım basitti: Bir daha ne zaman arkadaş düğünü buluruz kim bilir! Aklı olan kıymetini bilir! Öyle ya, artık evlenen evlenmiş, çoluğa çocuğa karışmış hatta. İlk evliliğini yapanlar da oluyor elbette ama kırk yılın bir başında.

Evlilik faslında ikinci tura dönenler ise daha ziyade bir "hayat arkadaşlığı" seçimi yapmış olmalarından sebep olsa gerek, sessiz sedâsız bir nikâhı tercih ediyorlar. Davul-zurna, eşi dostu ayağa kaldırmıyorlar. Ama gelin görün ki bu hikâyede eş dost ayağa kalkmakla kalmadı, bir daha yerine oturan olmadı.

Gelelim hikâyeye; 26 yıl önce, Şebnem ve Göksel tanışırlar. Daha lise çağındalar. Göksel ilk anda aşık olur Şebnem'e ama Şebnem'in bir ikiz kardeşi vardır. İkiz kardeş Kerem de Göksel'in arkadaşıdır. Kerem ise erkek sinekleri yanaştırmayan abilerden! Göksel bir türlü açılamaz bu yüzden. Arkadaşına yanlış yapmak yakışık almaz. Sadece, dostu Murat'a anlatır. Duyguların tek şahidi Murat'dır.

Bir de hikâyenin kız tarafı var elbette. Şebnem'de arkadaşı Aslı'yla paylaşır o zamanlar heyecanını. Ama cesaret veremez Göksel'e. Zaman gelip geçer, araya yıllar girer...

Şebnem ailesinin sözünü dinler ve arkadaşları Aslı ile Berna'nın tüm itirazlarına rağmen genç yaşta münasip kısmetiyle evlenir.

Daha 20'li yaşları bitmeden de ayrılır. 3 yaşındaki oğlu, bu evlilikten yanına kâr kalır. Öğretim görevlisi Şebnem, aslanlar gibi bir delikanlı yetiştirir. Oğlundan başka erkekle aynıçatı altında olmayı ise hiçbir zaman düşünmez. Ama oğlu da üniversiteyi kazanınca evden ayrılır. Şebnem yalnız başına kalır. Derkeeeeen...

Sosyal medya girer herkesin hayatına. Sevgili Aslı pek meraklıdır facebook'a. Göksel'i bulur "face" te ve ekleyiverir Şebnem'e... Göksel de evlenip ayrılmış, bir de oğlu varmış. Bundan sonrası mâlum! Gökten üç elma düşmüş, biri yeni evlilerin başına, biri şahit olanların başına , en hızlı ve sert düşeni de aşıkları korkulu rûyası, kızın ikizi, yani bizim maço Kerem'in başına...

Düğünde tüm arkadaşlar bir araya geldik. Tıpkı 26 yıl önce bu aşka ilk şahit olan Aslı ve Murat, nikahın şahitleriydi. Kerem ortalarda "benim yüzümden biraz beklediniz" diye dolaşıp durdu ama en mutlu da oydu. 26 yıl öncesine dönmüştük hepimiz.

Yeniden "play" tuşuna basılmıştı da film kaldığı yerden oynamaya başlamıştı sanki. Aşk ordaydı. Sıcacık, buram buram... Hepimiz 20'lerimizdeydik yeniden. "İkinci bahar" değildi bu yaşanan. Bahar, şimdi gelmişti sadece Şebnem ve Göksel'in hayatına.

Kendi tanık olduğum bu hikâyeden sonra diyorum ki; baharla başlamayabilir herkesin yaşamı ve insan kışı yaşarken "baharı kaçırdım" sanmamalı. Kim bilir belki başka başkadır her insanda mevsimlerin dizimi. Tam için ürperirken, fırtınalara göğüs germişken, ilk cemre düşüverir yüreğine hiç beklemezken. Bir bakmışsın kaçırdım sandığın baharın vakti gelmiş... Başınızda kavak yelleri esmiş.

Sizin mevsiminizi bilmem ama Şebnem ve Göksel için şimdi bahar vakti. İyi ki de şimdi... Yoksa en kıymetlileri, oğulları bu mutlu günlerinin ortağı olamazdı.

Bahar tadında, yüreği ısıtan günler dilerim hepimize. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine...

Kimde, ne hazine saklı belli olmaz

Bilmiyordum öğrendim: "Bilmemek değil öğrenmemek ayıp" demişler. Ben de bu hafta, yeni tanıştığım birinden iki bilmediğim şey öğrendim. Tanıştığım herkesle muhabbeti pek severim. İnsanoğlu sürprizlerle doludur. Kimde ne hazine saklı olduğu belli olmaz. Önemli olan herkese bir fırsat vermektir. En azından ben buna inanıyorum. Sanırım bu yüzden de ödüllendiriliyorum. Beyni bomboş bir sürü insan hızla çoğalıyorken, ben yeni şeyler öğrenebileceğim kişileri bu kalabalıkta bulabiliyorum. İşte, yakın zamanda iş sebebi ile tanıdığım Zeynep beyninde de yüreğinde de hazinesi olan özel insanlardan. Yarım saatlik bir çalışma molasında belki de pek çoğunuzun zaten bildiği iki şeyi yine de benim gibi bilmeyenler de vardır diye paylaşmak istiyorum. Hep güzel insanlarla karşılaşmanız dileğimle...

Timüs bezi: "Hoppala n'apalım şimdi bu tıbbı bilgileri" demeyin! Hayatımızın ne kadar içinde olduğunu ve bilmeden ne kadar etkileşim içinde olduğumuza inanamayacaksınız!

Timüs bezi, tam göğüs boşluğumuzun ortasında, soluk borusunun önünde yer alıyor. Bağışıklık sistemini yönettiği için çok kıymetli. Bu bez ne kadar çok titreşirse, ürettiği hormon sayesinde o kadar güçlü ve hastalıklardan uzak duruyoruz. Özellikle kanser ve aids gibi bağışıklık sistemine doğrudan bağlı hastalıklardan korunmak için çok önemli. Yaş ilerledikçe ya da kişi korku ve acı çektikçe bu bez küçülüyor ve bünye zayıflıyor. Bu bezin titreşip hormon ürettiği anlar ayrıca insana rahatlık hissi ve dolayısıyla mutluluk duygusu geliyor.

Peki bu bez nasıl uyarılıyor? Cevap geleneklerde gizli: Göğsümüzün ortasına vurarak, dişlerimizin arkasında kalan damağı iterek ve kahkaha atarak. Pek çok doğu geleneğinde ağıt yakan kadınların göğüslerine vurması ya da korktuğumuzda baş parmağımızla damağımızı ittirmemiz şimdi anlam kazanıyor değil mi! Eh atalarımız da bir kahkaha bir kilo pirzolaya eşit diye boşuna dememiş. Kahkaha atan insanların genç kalmasında timüs bezinin de payı varmış meğer. Yoga ve reiki gibi pek çok meditatif uygulamada da timus bezinin çakra bölgesi olduğunu hatırlatmak isterim. Timus bezini ne kadar çok titreştirirseniz o kadar genç kalırsınız. Göğüs kafesini titreştirmenin formülü basit! Bol kahkaha atmak. Eh, herkese bol kahkahalı günler o zaman...

Eninde sonunda: Evet, bu sözümüzün doğrusunu nihayet öğrendim. Eğer, "Aaaa Berna 'önünde sonunda' denmesi gerektiğini yeni mi öğrendin" diyorsanız fena hâlde yanılıyorsunuz. "Eninde sonunda" sözünün doğrusu "eninde sonunda" imiş. Yani zaten doğruymuş. Bunca yıldır niye birileri doğrusu "önünde sonunda" dır diyerek aklımızı karıştırmış bilmiyorum ama çocukluğumdan beri ailesinden "eninde sonunda" olarak öğrenmiş olduğum hâlde doğru Türkçe konuşmak uğruna ben de dilimi "eninde sonunda" demeye alıştırmıştım.

Önü-sonu ikilisini birbirine pek yakıştıramasamda neden "başı-sonu" ya da "önü-arkası" denmemiş diye aklımdan geçirip dursam da "Türkçeme zeval gelmesin" diye kullanıyordum bu münasebetsiz ikiliyi. Gelelim anlamına: Benim gibi anneannesiyle sürekli kumaşçıları gezen çocukların gayet iyi bileceği gibi, kumaş toplarında marka, ölçü, malzeme gibi bilgiler kumaşın eninde yazar. Eğer yazı okunamıyorsa, kumaş topu sonuna kadar açılır çünkü marka adı bir de kumaşın sonunda yazılıdır. Yani eninde ve sonunda kumaşla ilgili bilgiler öğrenilir. Eh, biz de eninde sonunda Türkçe'nin doğrusunu öğreniriz elbet.

Not: Yeri gelmişken sıkça duyduğum bir yanlışı da ben düzeltmek isterim. "Defaten" kelimesi, yanlış bir şekilde "defalarca" anlamında kullanılıyor. Oysa tam tersi "tek seferde" demektir. "Tekrar tekrar, defalarca" anlamına gelen ise "defaatle" kelimesidir. Olur da belki karıştıranlar vardır diye yazdım. Saygılarımla...

DİĞER YENİ YAZILAR