“Farklı yaşam tarzlarına müdahale” ve kişilik hakları konusunda, hükümet nihai neticede nasıl bir yola dümen kıracak merak konusu. Ama bu arada, polis baskınları başladı. Tophane’de yaşayan Özge Altın, yüksek lisans öğrencisi olduğunu, “İki kadın bir arada yaşıyor” diye evinin ihbar edildiğini, 30 kadar polisin çevre sakinlerine kendisiyle ilgili sorular sorduğunu açıkladı. Buradan, iki kadın birlikte yaşamanın da uygun! görülmediği anlaşıldı...
Peki nedir bu gençliğin çektiği! Adeta bir suç, günah hâline geldi öğrencilik. Öğrenciysen; potansiyel terörist, potansiyel devrimci ya da potansiyel tacizci olabilirsin. 60 yaşındaki amcaların başlık parasıyla aldığı 15 yaşındaki kumalarıyla evde ne yaptığı ile değil, öğrencilerin bir araya gelince ne yaptığıyla ilgileniriz biz. Kocasının tehditinden korkup polise sığınan ve sonunda üçüncü sayfada cinayet haberini okuduğumuz kadınları katil kocalarından değil, üniversiteli kızları erkek öğrencilerden korumaya çalışan bir ülkeyiz. Çocuk tecavüzcülerinden değil, öğrencilerin aşık olma ihtimalinden korkarız meselâ. Okula gitmeyip evlendirilen çocuk gelinler için değil, okumaya çalışan kızlar için yasal düzenlemelere gideriz.
Bu saatten sonra, öğrenciyle mücadele birimleri kurulsa şaşırmayız. Aslında, yurtların yetersizliği, şartların kötülüğü, öğrencilerin ekonomik sıkıntıları, devlet burslarının yetersizliği filan tartışılması gerekirken, ihâle yine öğrencilere kaldı... Madem yasalar olmadan baskın yapılabiliyor, bir baskın da ben yapayım dedim.
İşte karşınızda hem “kız-kıza”, hem “kızlı-erkekli” öğrenci evleri...
Kalabalık, “kızlı-erkekli” bir öğrenci evi
Ülkemiz gelişme kaydedecekse böyle gençler sayesinde olacak
İlk adresimiz Mecidiyeköy’de... Erkam’la (Erkam Adıyaman 19 yaşında/ Boğaziçi Üni. Uluslararası Ticaret Bölümü’nde okuyor) yazıştık twitterda. İnanmamış geleceğime. Öyle ki tam 1 saat beni kapıda bekletti. Cuma namazına gitmiş arkadaşlarıyla. Sonra da alışverişe takılmış. Benim geldiğimi öğrenince koştura koştura geldi eve... 4 erkek öğrenci kiralamışlar evi. Hepsi Denizlili, hepsi Anadolu lisesinden arkadaş. Öyle baba parasıyla yurt dışında okumaktan başka çaresi olmayan gençlerden değil, aslanlar gibi Boğaziçi Üniversitesi’ni kazanmış çocuklar. Bir tek Kemâl (Kemal Tefenlili 19 yaşında/ GS Üni. Sosyoloji Bölümü’nde okuyor) Galatasaray Üniversitesi öğrencisi. “Seni baban okutuyor galiba” diyecek oluyorum; “Galatasaray, Devlet Üniversitesi” diyor. Çok utanıyorum. Pırıl pırıl çocuklar hepsi. Hani ilerde ülkemiz eğer gelişme kaydedecekse “işte böyle gençler sayesinde olacak” dedirten türden...
“Ailem erkek arkadaşlarımda kaldığımı biliyor”
Arkadaşı Necati, utangaç biraz. “Derse yetişmem lâzım “ diyerek kaçıyor. Yunus ( Yunus Altın 19 yaşında/ Boğaziçi Üni. Turizm İşletme Bölümü’nde okuyor) ise gazoz, çay, kurabiye hazırlamış. Evde ikram işleriyle o ilgileniyor. Yemekleri de o yapıyormuş. Annesi memleketten pişirip pişirip yolluyor, Yunus’a ısıtmak kalıyormuş çoğu zaman. Diğerleri sofra toplama ve bulaşık görevlerini almışlar. “Alışveriş için bakkala yolluyorum onları, yemeği ben yapıyorum ya mecbur sözümü dinliyorlar” diye neşeyle anlatıyor Yunus. Ev temizliğini hak geçmesin diye beraber yapıyorlarmış. Ben, kapıda dizilmiş ayakkabıları görünce hemen çıkarıyorum ayakkabılarımı. “Gözümüzü rahatsız edene kadar bekliyoruz, sonra baktık olmuyor, temizliğe girişiyoruz” diyor Erkam. Eskiden üniversitenin kızlı-erkekli yurdunda kalmışlar. Ama şartların kötülüğüne dayanamadıkları için birleşip eve çıkmışlar. “Önceleri kız arkadaşlarımıza acındırıyorduk kendimizi, onlar da biz eve çıkınca yardım için gelip temizlik, yemek filan yaptılar bir süre. Ama sonra, onlar mutfaktayken bizim bilgisayar oyunu oynadığımızı görünce kestiler yardımı.” Bu arada evde bir de kız arkadaşları var. Adı Yağmur (Yağmur Gül 18 yaşında/ ODTÜ’de Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü’nde okuyor). Fotoğraf çekiliyoruz birlikte. “Bak gazeteye basacağız biz bunu, annenler kızmasın sonra” diye uyarıyorum gayri ihtiyari. “Ailem biliyor burada olduğumu. Ben de Denizliliyim. Sık olmasa da arada geliyorum İstanbul’a ve tabii ki arkadaşlarımla kalıyorum. Bunda ne kötülük var ki, hiç bilmediğim yerde kalsam daha mı iyi? “ diyor. “Peki 4 erkekle bir evde kalmaktan çekinmedin mi” diyorum. “Başlarda biraz çekindim ama erkeklerle daha rahat anlaşıyorum zaten. Onlar, kızlar gibi her söylediğin lâfa takılıp kafalarında kurmuyorlar” diyor.
‘Komşularımız bizden şikayetçi değil’
Kız arkadaşlarınız hep geliyor mu böyle” diyorum. “Tabii” diye yanıtlıyor Erkam. Biz, Denizli Anadolu Lisesi’nden 30 kadar arkadaşız burada. Birbirimizi bırakmıyoruz. Yurttan arkadaşlar da var. Gündüz 30-40 kişi olduğumuz da oluyor. Özellikle maç zamanları. Gece de 9 kişi kaldığımızı biliyorum. Aralarında kızlar da var. Zaten, saat geç olmuşsa asıl kız arkadaşlarımız sokaklarda yalnız dönmesin istiyoruz”.
“Konu komşu şikâyetçi olmuyor mu” diye nerak ediyorum.
“Valla biz gürültü yapmayız” diyor Yunus bütün saflığıyla.
O çocuk masumluğunu kaybetmemiş mavi gözleri ışıl ışıl bana bakıyor. Anlamıyor bile benim şikâyetten ne kasdettiğimi. “Ya kızlar girmesin eve derse birileri” diye açıklamaya çalışıyorum. “Yok artık. Çevreye rahatsızlık vermedikten sonra kime ne” diyor Erkam ve “Arkadaşın kızı erkeği mi olur” diye, devam ediyor Yunus.
‘Erkek arkadaşlarımızla beraber yemek hazırladık; ders çalıştık’
Altunizade’deki sitenin kapısını çaldığımda, kızlar beni çığlık çığlığa karşılıyor. Twitterdan yazışmıştık ama onlar da geleceğime inanmamışlar işte. Yine de çayı demlemişler, ne olur ne olmaz diye. İkisi de Marmara Üniversitesi öğrencisiymiş. Tuğçe Silifkeli, Elif Balıkesirli... Önce, babalarının çalıştığı kurumun kız-erkek karışık yurdunda kalmışlar. Oradan da memnunlarmış ama deprem riski sebebiyle çıkmışlar. Zaten, Elif’in babası, kızı daha iyi ders çalışsın diye yurttan eve çıkmasını çok istemiş. İkisinin de ailesi, ayakları üzerinde durabilsinler ve kariyer yapabilsinler diye kızlarının büyük kentte okumasını ve çalışmasını istemiş.
Yurtta kaldıkları 4 yılda hiç tatsızlık yaşamamışlar
Tuğçe ve Elif , daha yeni yurttan çıkıp ev hayatına geçmişler. Yurt hayatları da çok güzel geçmiş. “Kızlı-erkekli” piknikler organize ederlermiş. “Erkek arkadaşlarımız olmasa, o mangalları taşımak da yakmak da zor olurdu” deyip devam ediyorlar; “En zevklisi Ramazan ayıydı.” Erkek arkadaşlarına alışveriş sonrası torbaları taşıtıp, iftardan sonra bulaşıkları yıkatmışlar. Sahura kadar kimi zaman eğlenmiş, kimi zaman ders çalışmışlar. Bütün ayı “kızlı-erkekli” yemekler hazırlayıp geçirmişler. Yurtta, sadece koridor yönleri ayrıymış, kız ve erkek öğrencilerin. 4 yıl boyunca, hiç tatsız olay yaşamamışlar. “Herkes öğrenci olmalı ve her genç mutlaka İstanbul’da yaşamalı. İnsan büyüyor, hayatı tanıyor” diyorlar. Kız-erkek birlikte yurtta kalmış olmaktan ise çok mutlular. Bugüne kadar, hiçbir olumsuz ya da haddini aşan haraketiyle karşılaşmamışlar karşı cinsin. “Kız-kıza olunca sohbet kadınlar gününe, erkek erkeğe olunca da kıraathâne muhabbetine dönüyor, birlikte herkes daha özenli” diyorlar. Keyifleri yerinde. Gencecik, pırıl pırıl, hanım hanımcık, tertemiz gençler onlar. Ayakları üzerinde duran kadınlar olmak için çok çalışıyorlar. Ailelerinin de desteğiyle başarıyorlar.
‘Biz sapık değiliz, öğrenciyiz’
“Biz sapık değiliz ya öğrenciyiz, arkadaşlarla bir arada olmak için devamlı dışarıda yemek yiyecek, ders çalışmak , proje yapmak için kafelere gidecek hâlimiz yok. Ben pişiriyorum o sırada kim gelirse yiyoruz ne güzel. Bazen tam pişmiyor yemeklerim ama karın doyuruyor işte” diyen Yunus kahve yapamadığına fırsat kalmadı diye hayıflanıyor biz kalkarken.
İnsanın öğrenci olası, gelip de Yunus’un yemeklerini yiyesi geliyor. Ama tabii hemen vazgeçiyorum bu düşüncemden. Bu ülkede öğrenci olmak demek suçlanmak, hakarete uğramak, şiddet görmek demek. Belki de gençliğinden ötürü kıskanılmak demek. Allah gençlerimizi korusun ve yardımcısı olsun.
Babam kız arkadaşlarımla iki adım öteye göndermezdi
Bu “kızlı-erkekli” lâfının neyi kasdettiğini tam olarak algılayamıyorum bir türlü. Aslında kendi çocukluk ve gençliğime baktığımda bu gün bu lâfı anlamamamın tek nedeni olarak babamı suçluyorum. Hatta suçlamakla kalmıyor ihbar ediyorum!
Kız arkadaşlarımla birlikte iki adım öteye gitmemize râzı gelmezdi babam. İlla ki yanımızda erkek arkadaşlarımız da olacak. Neymiş efendim, yanımızda erkek arkadaşlarımız olunca, sokaktaki olası “it kopuk” peşimize takılmazmış. Kalabalık olunca, lâf atan olmazmış meselâ. Bir de kızlar erkekler bir arada olunca, sohbet daha güzel olur muhabbet dedikodulu olamazmış. Babamla en çok bu konuda tartışırdık. Aslı ile Günsenin yalvarır ama sinema için izin koparamazdı babamdan. İllâ ki Yaman, Enis, Serhat filân da gelecek. “Ne öyle sap gibi” diye bir de zılgıt yerdik. “Toplu sinemaya gidin ki yabancılarla muhabbete girmeyin. Bizim çocuklar yanınızda olsun ki benim gözüm arkamda kalmasın” derdi. Bu da benim babamın muhafazakârlık anlayışıydı. Arkadaşlarımı kız-erkek değil, tanıdıkları ve tanımadıkları diye ayırırdı. Tanımadıklarıyla kız da olsa bakkala yollamazdı. Asker adam olduğu için de nuh der peygamber demezdi. Kızlı-erkekli büyümek, bizim evin kuralıydı. Kendi ayaklarımın üzerinde durabildiğime inandığı gün, beni tanıdığı mahallesinde, kendi evinde yalnız bıraktı. Başka bir şehire yerleşti. Herkes şaşırdı ailemin beni bırakıp gitmesine. Babam şöyle cevap verdi merak edenlere: “Benim kızım kendini bilir, bundan sonrasını da artık kendi bilir”.
Yalnız yaşadım, sonra babamın evinde. Kendimi hep bildim, kendini bilmeyenlere de haddini bildirdim. İnsanları, cinsiyetlerine göre tasnif etmedim. Erkek diye kimseyi kendimden üstün görmedim. Kimsenin kanatlarının altına girip, kurallarını benimsemedim. Kızlı-erkekli çalıştım, kızlı-erkekli eğlendim. Çorabımın kaçtığını fark etmedikleri ve ne giydiğime aldırmadıkları için çoğu zaman erkek arkadaşlarımın yanında kendimi daha rahat hissettim. Babam özgür bıraktığı için, istediğim ve sevdiğim adamla evlendim, istediğim ve sevdiğim işi yapabildim.
Bu ülkede kız çocuklarının çok az olabildiği bir şey oldum: mutlu, özgür ve erkeklerin gölgesinde kalmayan bir kadın oldum.
Bunları, benim babamın yaptığı doğruydu diye anlatmadım. Babamın doğrusu buydu, diye anlattım. Her babanın doğrusu farklıdır. Her baba, farklı yetiştirir çocuklarını ve o yüzden tıpkı insanlar gibi birbirine benzemez hiçbir evin kuralı. Ailelerin ahlak anlayışlarını da ayırır evlerin duvarı. Kiminin içine sindiremediğini, mutlulukla sindirebilir bir başkası. Bu yüzden kimse kimseyi yargılamamalı. Kurallarımız, yasalarla değil, kendi babamızla aramızda olmalı. Yasaları koyanlar ise; çocuk gelinler, okutulmayan kızlar, koca tehditi altındaki kadınlar için çalışmalı.