Fasulye bulamazsanız nohut yiyin!

Vallahi, ben demiyorum, Orta Anadolu Hububat Bakliyat Yağlı Tohumlar İhracatçılar Birliği Başkanı Turgay Ünlü söylüyor!

Haberin Devamı

Geçen gün Twitter hesabımdan beni de isyan ettiren kuru fasulye fiyatıyla ilgili bu yorum. Fransızların Marie Antoinette’ine nazire yapar türden! Kuru fasulye olmuş 13 lira, patates 5 lira kapısında...

Fasulye bulamazsanız nohut yiyin



Gelen yorum ise, “Fasulye bulamayan nohut yesin, onun fiyatında sorun yok” şeklinde. Eski Türk filmlerinde, fakir halkın fasulye yanına soğan kırdığı yemek, günümüz dizilerinde “zengin mutfağı” olarak karşımıza çıksa yeridir yani. En garibime giden ise, şu anda ithal fasulyenin satışta olması ve yüzde 20 vergi uygulandığı için de fiyatın iyice şişmiş olması. Gerçi, vergi kaldırılsa da sanırım 1 lira gibi bir gerileme olabilecek en fazla. İyi de sayın vesaire vesaire birliği başkanları, garibana “fasulye yerine nohut yiyin” diye yol tarifi yapacağınıza, yerli fasulyemize n’oldu, niye bin yıldır yediklerimizi bu gün yiyemez olduk, bi zahmet onu anlatıverin bari!

Yasssaaah Hemşerimmm!

Fasulye bulamazsanız nohut yiyin


Hemen her gün aynı haberleri izliyoruz: Memleketin çeşitli yerlerinde çeşitli konularla ilgili protesto yürüyüşü ve sonunda polis müdahalesi... Mesela mı? Burada saymakla bitmez ama hemen birkaç örnek vereyim: Gezi Parkı, alışveriş merkezi olmasın -polis müdahalesi; Gezi, üçüncü köprü, barajlar ve yeşile dair her konuda protesto -polis müdahalesi; Demokratik hak talebi protestoları -polis müdahalesi, polis müdehalesi sonucu ölen vatandaşlar için protesto -daha şiddetli polis müdahalesi, bakkala giderken polis müdahalesi sonucu komaya giren Berkin Elvan için hak arayan protesto -polis müdahalesi, protesto yaparken polis tarafından vurulan vatandaşın cenazesinde yapılan protestoya yapılan polis müdahalesinde ölen vatandaş için yapılan protesto (böyle yazınca çok saçma gibi geliyor ama aynen böyle yaşandı olay) -yine polis müdahalesi! Öğretmenler gününde haklarını alabilmek için yürüyüş yapan öğretmenlere, ağız burun kıran polis müdahalesi. Ülkemizde, artık dayanılmaz boyuttaki, “kadına şiddet” için yapılan yürüyüşte, kadınlara şidetli polis müdahalesi... Ve en son ve daha da acayip olanı, ülkesinde yaşanan yolsuzluklara karşı çıkan, kendi cebinden çalınan paraların hesabını soran halka, rüşvet olayına adı karışanların emriyle yine polis müdahalesi... Aklımda, çocukken defalarca izlediğim Zeki Alasya-Metin Akpınar’ın “Yasaklar” kaberesi... Bu ülkede özgürlük ve demokrasi adına taş üstüne taş koyamadığımızın en eğlenceli belgesi. Unuttuysanız izleyin, DVD’si var, çocuklarınıza izletin. Ağlanacak halimize, ailecek gülerek, bugünümüzle bir yüzleşin. Sonra bu sözümü hatırlayın: Bu ülkede itiraz etmek, hakkını aramak hele ki protesto etmek, yassahhh hemşerim!

Madem iş başa düştü, gelin Türkçe’yi birlikte koruyalım

Yahu kızmaya gelince mangalda kül bırakmıyoruz, ama biz de bir şeyler yapmıyoruz. Türkçe’nin gittikçe bozulmasına ve birazı Fransızca çoğu İngilizce hatta kimi zaman Almanca kelimelerin gençler tarafından ana dil gibi kullanılmasına itiraz ediyoruz. İyi-güzel de teknolojiyi ülke olarak üretemiyoruz ve dolayısıyla gelişen teknolojinin dilini de olduğu gibi kabul etmek zorunda kalıyoruz. Türkçe konusunda can sıkacak kadar hassas olan ben bile konuşurken tıkanıp kalıyor, çoğu zaman sosyal medyanın geliştirdiği İngilizce kökenli kelimelere esir düşüyorum. Fasulye bulamazsanız nohut yiyinBu konuda Türk Dil Kurumu’nun acilen önlem alması ve dilin dinamiklerini koruyarak, özellikle gençliğin benimseyeceği yeni kelimeler üretmek konusunda çalışmalar başlatması gerek. Hatta sadece yabancı kelimelerin kullanımını Türkçeleştirmek için değil, ihitiyaç duyulan tüm boşluklar için yeni kelimeler üretmek gerek. Bunun için mutlaka gençlerle işbirliği yapılıp onların kabulüne de sunulmalı. Unutmayalım ki bu dili, sonraki nesillere taşıyacak olanlar onlar. Ama ne yazık ki çok işlevsiz ve etkisiz TDK. Bu yüzden belki de hepimiz, artık kullanmaya mecbur olduğumuz çoğu İngilizce terimin yerine Türkçelerini üretmek konusunda çalışma yapmalıyız. En azından, “halk dili” olarak ağızlara yeni kelimeler yerleşirse, eskilerin çok sevdiğim deyişiyle “Galat-ı meşhur, lugat-ı fasihten evladır” (yani bulduğumuz kelimeler çok doğru olmasa da, halk arasında yaygın kullanıldığı için doğru kabul edilebilir ve bu da hiç yoktan iyidir) diyerek TDK’da bu kelimeleri onaylayabilir. İngiltere (işte size yeri gelmişken bir galat-ı meşhur örneği; aslında Büyük Britanya demem gerekir, ama halk arasında yıllarca İngiltere doğru kabul edildiği için, aslen yanlış da olsa bu gün doğru kabul ediyor ve kullanıyoruz), İngilizce için çok hassas olduğundan sürekli yeni kelime üretip, Oxford Sözlüğü’ne sokuyor ki kontrolsüz dil gelişiminin önüne geçilebilsin. Özellikle, gençlerin ve onların teknolojik terminolojiyle ilgili ihtiyaçları için kelime üretiyorlar ki, zaman içinde İngilizce kirlenip bozulmasın. İşte, Oxford Sözlüğü’ne giren son kelime; “selfie.” Anlamı; sosyal medyada paylaşmak için, kolunu ileri uzatıp, cep telefonuyla kendi fotoğrafını çekmek. İşin fenası, ben dahil tüm sosyal medya kullanıcıları bunu yaptığımız için kestirmeden hepimiz “selfie” demeye başladık. Çünkü, tek kelimeyle bu eylemi anlatacak bir kelimemiz yok. Bu yüzden dostlar, “acil” diyorum! Başta şu “selfie” olmak üzere, aklınıza gelen, İngilizce kullandığımız kelimelere Türkçe karşılık bulalım. Fikr-i takipte olacağım için, bana fikirlerinizi yazarsanız, ben de sayfamda paylaşmak isterim. İş başa düştü madem fikirlerinizi beklerim. İşte adreslerim:

- blacin@ttmail.com ve
- twitter/bernalacin35

Ne olacak bu Kıvanç Tatlıtuğ’un hali

Fasulye bulamazsanız nohut yiyin


Malum, Kıvanç Tatlıtuğ’un çekimlerine başladığı yeni dizisi “Kurt Seyit ve Shura”, şimdiden merak ediliyor. Dizinin tanıtımları, yeni yılla birlikte dönmeye başlayınca dedikodular da kaynamaya başladı. Nermin Bezmen’in aynı adlı romanından senaryolaştırılan dizide Tatlıtuğ, Rus İmparatorluğu ordusunda subay ve Kırım Türkleri’nden bir ailenin oğlunu canlandırıyor. Rusya’daki devrim sonrası, İstanbul’a gelen ailenin yaşadıklarını, 1920’ler İstanbul’unun Pera (Beyoğlu) fonunda anlatan hikayede elbette aşk da var. Kurt Seyit’in aşık olduğu, Rus kızı Shura’yı Farah Zeynep Abdullah oynuyor. İşte bizim seyircinin merakı da burada başlıyor. Kıvanç Tatlıtuğ’un yanına kimseleri yakıştıramayan kadın seyircimiz karşısında, Farah Zeynep Abdullah’ın işi gerçekten zor. Şu anda, televizyon sektöründen kuaför salonlarına kadar, Farah Zeynep’in Kıvanç’la nasıl bir ikili oldukları merak konusu. Nice Türkiye hatta dünya güzelleriyle kamera karşısına geçen Kıvanç, bugüne kadar elinde olmadan hep yanındaki partnerinin güzelliğini gölgeledi. Kadın seyirci, Kıvanç’ın yanındaki rol arkadaşlarını bir türlü Tatlıtuğ’a denk görmedi. Eh, bunda çok da haksız sayılmazlar. Yakışıklı olmanın ötesinde o kadar güzel bir yüze sahip ki, kadının yüzünün daha güzel olmasına alışkın seyircinin beklentisini karşılayacak bir rol arkadaşını Kıvanç için bulmak nerdeyse imkansız. Bu yüzden yapımcıların işi gerçekten zor. Bence, Kıvanç ile sevgili oynayacak kişiyi seçerken, güzellikten öte farklı bir karizma, sıcaklık ve sempatiye sahip kadın oyuncular değerlendirilmeli. Ben, hem fizik hem oyuncu olarak Farah Zeynep Abdullah’ı çok beğeniyorum, ama açıkçası kadın seyircinin, Kıvanç Tatlıtuğ’un yanına yakıştırıp yakıştırmayacağını da merak ediyorum. Kurt Seyit ve Shura, Mart ayında Star TV’de başlıyor. Bu kez de “sevgili” partneri, Kıvanç’ın yanına yakıştırılmazsa, bundan sonra “vay haline” diyorum!

DİĞER YENİ YAZILAR