Nisan ayının yarısını geride bıraktık. Dallarda mor salkımları, bahçelerde laleleri, pazarda erikle karadutu görmesem, baharın tam ortasında olduğumuza inanmam mümkün değil. Diliyorum, Nisan ayının ikinci yarısı, bu en kıymetli ama çabucak elimizden kayıp giden mevsimi yaşamamıza olanak tanır. Ne de olsa en güzel mevsim bahar...
Hep söylüyorum, bahar gelince insanın kapıdan içeri giresi gelmez, bir anda “dışarlıklı” oluverir. Seyahatsiz bir bahar düşünülemez. Ülkemizde tatil planları hep yaz için yapılır. Belki, yazın çalışmak daha zor geldiğinden, belki iş yerleri öyle izin verdiğinden ya da kışa daha kolay katlanabilmek için, izinler hep Temmuz-Ağustos aylarına bırakılır. Oysa hem yurt içinde hem de yurt dışında, seyahat için en kötü dönemdir yaz ayları! Kalabalıktır, fiyatlar uçar, servisler kötüler, trafik alır başını gider. Eğer sadece bir tatil köyüne kapanıp deniz-şezlong planlamıyorsanız, gelin sözüme kulak verin ve bu yıl baharda gezin.
İlkbaharda tercih edin
Ramazan ayından ötürü bu yıl nikahlar, düğünler, Mayıs-Haziran aylarına kayıyor. Bu hafta, biraz da balayı çiftlerini düşünerek bir gezi yazısı yazmayı seçtim. Haftaya, Türkiye’nin en büyülü yerine götürmeyi planladım sizi ama şimdilik bu sürpriz! Dünyanın sanırım en muhafazakar kentine, yolculuğumuz başlıyor! Benim de balayı duraklarımdan biri olan, en romantik, en değişmeyen, en sürprizli, en fotoğrafik, en keşfe açık, en masalsı: Venedik...
Nisan-Mayıs-Haziran ayları, Venedik seyahati için en mükemmel zamanlama diyebilirim. Ağustos ayını aklınıza bile getirmeyin; nem yüzünden karada boğulabilirsiniz. Kışın ise su altında kalma sokaklarda yürüyebilmek için metrelik çizmeler satılıyor. Defalarca, farklı zamanlarda ziyaret ettiğim için rahatlıkla söyleyebilirim ki Venedik,
Baharda gezilmeli. Sokaklarında kaybolun
170 kanal ve 400 köprüyle, pek çok minik adacığın “kırk yama” misali birbirine eklenerek oluşturulmuş olan bu kenti gezmenin en iyi yolu, yürümek. Avrupa’nın, motorlu kara taşıtlarına izin verilmeyen tek büyük kenti olan Venedik’te, korna ve egzossuz bir dünyanın, akışına bırakın kendinizi. Kaybolurum diye hiç korkmayın, çünkü zaten kaybolacaksınız. Venedik, labirent gibi bir yapı ama her köşe başında, “Per San Marco” oku olduğu için, dön dolaş San Marco meydanında bulacaksınız kendinizi. Zaten, bir kentin sokaklarında kaybolmazsanız, o kenti tanıyamazsınız. Siz de benim gibi, sıradan turistik mekan ziyaretlerinden pek hoşlanmıyorsanız, kaybolmanın keyfini çıkarın.
Yıllar sonra bile gitseniz her şey yerli yerinde
Venedik kadar “aynı” kalabilen bir yer görmedim hayatımda. İlk olarak, 15 yaşımda ailemle gitmiştim. 25 yıl boyunca, ne bir dükkan ne de bir pizzacının yerinin değişmediğine şahit olmak, bir yerlerin değişmeden korunabildiğini görmek, hafif kıskançlıkla birlikte umut veriyor bana. San Marco ve İtalya’da sıkça rastlayabileceğiniz ve benim çok sevdiğim bir çarşı-köprü olan Rialto köprüsü, Venedik’in en meşhur iki yeri. San Marco’dan yola çıkıp da Rialto’ya varana kadar keşfedeceğiniz sokaklar ise size kalmış. Doğu Roma değil, Bizans etkisinin hakim olması sebebiyle, İstanbul eserlerini çağrıştıran kubbeler ve yapılar mutlaka dikkatinizi çekecek. San Marco’nun terasında bulunan, 1204 yılında İstanbul’dan getirilen atlar bunun en güzel örneği bence. Her köşesi, sanat için yaşayan
bu kenti, içinize çekin...
Venedik, Ortaçağ sonrası Avrupa’nın en önemli ticaret başkentlerinden biriymiş. Türklerden ve Araplardan öğrendikleri aritmetikle, burada Avrupa’nın en büyük okulunu açmışlar. Nüfusu gün geçtikçe düşen, ender Avrupa kentlerinden... Bir günde 150 bin turiste ev sahipliği yapabildiği için kalabalıklığını, turizme borçlu.
Balçık üzerine evlerini inşaa etmişler
Venedik hakkında az bilinen gerçek: Venedik, daha kurulurken, suların üzerine kurulmuş bir kent. Atilla’nın Hun ordusuyla, “bastığı yerde ot bırakmadığı” günlerde, Venedikliler, kendilerini korumak için önce geçici olarak bu adacıklara gelmişler, sonra deniz yoluyla şimdiki Slovenya’dan taşıdıkları kütükleri, kazık yaparak, bu balçık yapının üzerine evlerini inşaa etmişler. Peki yüzyıllar boyunca bu ahşaplar çürüyüp evler çökmüyor mu? Su altındaki oksijen azlığından ahşap çürümediği gibi, mineral düzeyi yüksek bir suya maruz kaldığı için, kaya gibi sert bir hale dönüşmüş. Saldırılardan korumak için, akarsuların yönünü değiştirerek şehrin etrafının sularla kaplanmasına izin vermişler. 20’nci yüzyılda, artezyen kuyuları açıldığında, Venedik de batmaya başlamış. 1960’tan beri, kuyuların kullanımı yasaklandığı için, batma süreci yavaşlamış. Gezerken göreceğiniz, pek çok evin giriş merdivenlerinin sular altında kalması bu yüzden.
Mutlaka gidin, görün, yapın...
- San Marco Meydanı ve Dükler Sarayı en bilinen yerler.
- Benim gibi fotoğraf aşığıysanız, San Marco Meydanı’ndaki kuleden (Campanile), şehri kuşbakışı fotoğraflayın.
- Avrupa’nın en ünlü Bienali olan Venedik Bienali’nin yapıldığı, canlı bir bölge olan, Castello.
- Dünyanın “getto” adı verilen ilk gettosu: Canneregio... Musevi bölgesi...
- Rialto köprüsü... Pazarı... Çarşı... Nehir kıyısı lezzet durakları...
- Maske almadan dönmeyin...
- Meydanlardaki kafeler... Canlı klasik müzik eşliğinde, kuşlarla birlikte kahve keyfi...
- Napoleon’un kurduğu Galleria dell’Accademia... Tintoretto’nun tablolarındaki Türk bayraklarını gözden kaçırmayın...
- Gondol turu... Muhteşemmmm.
- 1 numaralı, Vaporetto ile tüm kenti, istediğiniz yerinde inip, çepeçevre gezebilirsiniz.
- Kesinlikle adalar... Yarım günde üç adayı dolaştıran ada turlarını, San Marco Meydanı’nda bulabilirsiniz. Murano adasında meşhur camların yapımını göreceksiniz ama asıl güzel olanı Burano adası. Dantelleri ile ünlü ve yemekler de nefis. Rengarenk ve küçücük evleri, rüya gibi... Ev sahipleri de farkındaki dışarıya astıkları çarşaflarını bile, evlerine ve birbirine uyumlu renkte seçmişler. Ömrümde ilk defa, evlerin darlığından dolayı dışarı asılan çarşaf ve şemsiyelerin bu kadar estetik olduğunu gördüm. Bırakın görüntü kirliliği yaratmayı, çevreyi güzelleştirdiğini söyleyebilirim. İtalyan zevki, dokunduğu her şeyi güzelleştiriyor galiba.
- Venedik’e gitmişseniz ve biraz da çevre gezmek istiyorsanız, Slovenya’nın Bled gölünü görmeden dönmeyin. Çektiğimiz fotoğraflar o kadar inanılmaz ki sanki foto montaj yapılmış gibi duruyor. Muhteşem ve bu dünyaya ait değilmiş gibi duran bir güzellik. Turların programında yer alan bu gezi unutulmaz...
En masalsı, en romantik en muhafaza edilmiş kent
Haberin Devamı