Kabalık, hassasiyetsizlik, umarsızlık, edepsizlik, empati yoksunluğu günden güne ruhlarımızı zedeliyor...
İstanbul’un yeni suretinde en çok izi olan ünlü müteahhit, teröre nasıl da meydan okuyup İstiklâl Caddesi’ne gittiğini anlatıp, kahramanlığıyla övünürken “Benim ortanca hanım ile beraber...” diye söze başlayarak ortamı daha beter “terörize” etti! Sadece bu kadar değildi elbette infialin sebebi. Teröre kurban gidenleri anmak için, sıradan halk gibi karanfil değil de gül attığını çünkü zengin olduğunu söyledikten sonra bir de kahkaha ile acımasızlığını taçlandırınca, bardaktaki su da taşıverdi. Çok sevdiğimiz Cem Yılmaz’dan çalıp da yerli yersiz kullanmaya çalıştığı “ben zenginim” esprisinin, müteahittin ağzında birden nasıl da sevimsizleşiverdiğinden mi dem vuralım, memleketin göbeğinde patlayan bombalara umarsızlığından mı yoksa daha 7’si çıkmamış ruhların ardından attığı kahkahadan mı... Hepsi birbirinden vicdan yoksunu hal ve ahvali geçtim de ben şu “ortanca hanım” lafına takıldım! İnsanda vicdan yoksa zorla öğretemezsiniz ama hitabet bir “edep” meselesidir ve sonradan öğrenilebilir. İyiden iyiye kaybettiğimiz “nezaket” ve “edep” artık metelik etmese de,” kabalık” bir servet karşılığı maruz görülse de, günden güne daha iyi anlıyoruz ki “nezaket” ve “edep” iyi ve güzel yaşamın paha biçilmez değerleri aslında. Eskiye dönük yaşayan biri değilim ama “Eski İstanbul beyefendisi” diye tarif edilen insanlarla bir arada yaşamak için neler vermezdim. Kabalık, hassasiyetsizlik, umarsızlık, edepsizlik empati yoksunluğu günden güne ruhlarımızı zedeliyor. Sokağa adım attığımız andan itibaren bağırış, küfür, korna sesi, çirkin bakış, taciz eden beden dili, hak ihlali, anlayış yoksunu insan ahvali içinde boğuluyoruz. Tüm bunların günden günü bizi hasta ettiğini ya da bir parçası haline getirmekle tehdit ettiğini hissediyoruz. Çaresiziz ne yazık ki! Ne o İstanbul’un birbirinden güzel evleriyle bezeli yeşil silüetini geri getirebiliriz, ne de betona kesmiş yeni suretinin müteahhittini “Eski İstanbul Beyefendisi” kıvamına getirebiliriz. Var gücümüzle bir “edep ya hu!” çekebiliriz...
"Ortanca hanım" muhabbeti ortamı terörize etti!
Bırakın küfürü, kabalığı, hakareti... Bakın, eski İstanbul’da neler edebe mugayır sayılır, ayıplanırmış. Zerafetten ne kadar uzak düştüğümüze gelin bir de yakından bakalım. İşte İBB Kültür A.Ş’nin İstanbul’un 100 Adeti kitabından derlediklerim:
¦ Sokakakta elleri arkada bağlı yürümek.
¦ Tanıdıklarını sol elle selamlamak.
¦ Tanıdık birine arkasından bağırarak seslenmek.
¦ Misafirliğe gidilince yer göstermeden oturmak.
¦ Misafirliğe gidilince odaya şal,atkı veya eldivenle girmek.
¦ Misafirleri gecelikle karşılamak.
¦ Esnemek.
¦ Parmak çıtlatmak.
¦ İki elini koltuk altına sokmak.
¦ Bir hikaye ve olayı, farklı ortamlarda tekrar tekrar anlatmak.
¦ Kendini överek konuşmak.
¦ Özel hayatından ulu orta bahsetmek.
¦ Birisi konuşurken başka tarafa bakmak.
¦ Yemeğe ev sahibinden önce oturmak ya da kalkmak ve yemeğe önce el uzatmak.
¦ Yuvarlak masada ev sahibi ya da aile büyüğünün oturması gereken sandalyeye, kapının karşısına gelen yere oturmak.
¦ Ellerini yıkadıktan sonra suları yere silkelemek.
¦ Elle diş karıştırmak.
¦ Sofrada küçük çocuğu kucağa almak...
Adetlerden bahsediyorken, Nisan ayına girmekte olduğumuz için bir de bu aya özel “Nisan tası” geleneğinden söz etmek istiyorum: Eskiden, nisan ayında ilk yağan yağmurun bereket ve sağlık getirdiğine inanıldığı için taslarda ilk yağmur suları toplanır, özellikle hastalara, yaşlılara çocuklara içirilirmiş.Hatta, özel yapılmış, üzeri dualarla bezeli “nisan tasları” ile yağmur sularını toplamak daha da makbulmüş. Bu hava kirliliğinde yağmur duları da eskisi gibi saf ve temiz değil elbette hatta ıslanınca insanın saçına, şehrin bütün is ve pisini taşıyacak kadar da kirli olduğunu söyleyebilirim. Ama yine de bereket için Nisan ayının ilk yağmur suyunu toplayıp, ele ve evdeki çiçeklere dökerek bu adeti yerine getirmek de keyifli olabilir. Ayrıca yeri gelmişken eğlenceli bir bahar adetini tarif etmek istiyorum. Efendim , evdeki kırık saksı, güveç , kullanılmayan sürahi, vazo, tek kalmış bardak, gibi gedik eşyaları evden dışarı atacak ve “Mart içeri pire dışarı” diye bağıracaksınız. Bahar’a gereken yenilenecek ve uğursuzlukları dışarı atacaksınız. Tabii eski İstanbul’da bu öyle festival havasında olurmuş ki, cumbalardan pencerelerden , evde eski püskü cam ve topraktan yapılma ne varsa sokağa fırlatılır, her yer kırıklarla kaplanırmış. Bugün de şöyle bir evdeki eski püskü eşyaları sokağa değil de çöpe atmanın eğlenceli bir yolu olarak, konu komşu bu adet uygulanabilir.