Bu devirde "yazmak" zor zanaat dostlar! Yasakların arasından sıyrılıp ama gündemden de kopmadan, öte yandan eğlence ile yaşadığımız büyük acıya da saygısızlık yapmadan, sayfayı da boş lafla harcamadan fikir üretmeye çalışmak gerek. Elimden geldiğince, kalem döndüğünce... Bu ara çok oluyor bana; bir söz işitiyorum haberlerde ya da bir açıklama okuyorum Twitter'da ve "Herhalde yanlış anladım" diyerek tekrar tekrar göz atıyorum.Gözüme kulağıma sürekli sürekli yalancı muamelesi yapıyorum hayretten. Eminim size de oluyor böyle. İşte bu haftanın "Doğru mu duydum" dedirten sözleri:
1 - Başbakan Davutoğlu
NTV’nin canlı yayınında soruları yanıtlayan Davutoğlu, “Türkiye’de bulunan canlı bombaların isim listesi elimizde, ancak eylem yapılmadıkça tutuklayamıyoruz.” (Yorum yapamıyorum çünkü canlı bomba olmak serbest ama eleştirmek yasak!)
2- Başbakan Davutoğlu
“Bu örgütlerin hepsinin, her birinin bir hesabı var. DEAŞ’ın en büyük hesabı ise şu: Onların kafasındaki İslam ile Türkiye’de yaşanan ve bizim savunduğumuz İslam arasında 180 derece değil 360 derece fark var” ("Paralel" ile başlayan geometrik siyasetimiz "teğet"ten sonra "açı"larla devam ediyor, sırada hangi ünite var merakla bekliyoruz)
3- Tuba Ekinci
"İmza sistemiyle Doğu’nun temiz insanları başka bölgelerde TOKİ evlerine yerleştirilsin artık doğuyu baştan yaratmak için bütün bölgelerin bombalanması insan girilemez bölge ilan edilmesi gerekiyor o zaman hangi toprak için ne yapacaklar nerede barınacaklar görelim. Çözüm yolu yolunda en mantıklısı. (Distopik bir film yapılabilir pekala bu fikirden yola çıkarak.)
4- Tuğçe Kazaz:
CHP yüzünden Hristiyan oldum. (Çok entelektüel bir yorum yapmak istiyorum: "Oldu gözlerim doldu!"
5- "Soma Faciası" davasında ifadesini değiştiren maden işçisi:
Davacı değilim! (Acı ama gerçek. İşsizlik tehtidi öyle zor ki ölmüş arkadaşlarının ailelerini yarı yolda bırakanlara bile kızamıyorum.)
6-Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Ali Rıza Alaboyun:
"İğneada'da 3’üncü Nükleer Santral kurmak niyetindeyiz." El insaf! El vicdan! Geçtiğimiz 31 Mayıs'ta, İğneada'yı anlatan bir yazı yazmıştım. Dünya üzerinde Amazon ve Kongo Havzası olmak üzere sadece iki yerde bulunan bu doğal yaşam hazinesi, ekolojik sistem mucizesi olan Avrupa'nın en büyük longoz ormanı olan İğneada Longoz'unun tehdit altında olduğunu da yerel halktan dinlemiştim. Duyduğuma göre; Japon Nükleer Santrali'nden bir yetkili, bir Amerikalı ve bir Türk mühendis araştırmaya gitmiş. Halk duruma uyanmış ama 4 ay önce "yok öyle bir şey" diyerek üstü kapatılmış. Santrallerin soğutulması için en düşük maliyetli çözüm deniz suyu ile soğutma yapmak. İğneada'nın da denizi buz gibi. Bu yüzden santral yapılmak isteniyor. Oraya termik, hele nükleer santral kurmak dünyanın üç longozundan biri ve eşi benzeri olmayan canlılara ev sahipliği yapan İğneada Longozu'nun ölüm fermenını imzalamak demek.
Levent Usta'ya veda...
Bir zamanlar mizah ve siyaset ayrılmaz ikiliydi. Hatta çocukluğumun en yasaklı dönemi, ihtilal günlerinde bile... Devekuşu Kabare'de, Zeki Alasya- Metin Akpınar- Nevra Serezli'den "Yasaklar"ı önce sahnede sonra en az 10 kere de video kasetten izleyip, ezberlemeyenimiz yoktur. Henüz iPad'in icat edilmediği günlerde biz sokakta "Yasaklar" oynardık. (Bu arada DVD'si satılıyor, alıp çoluk çocuk izleyin, aynen geçerli olduğunu ve bugün böyle mizahın eksikliğini ne kadar hissettiğinizi göreceksiniz). Sonra 90'lar ile televizyon dönemi başladı. Levent Kırca, plastik makyajla her hafta bir politikacı olarak evlere misafir olurdu. Hem gündemi evlere taşır, hem de halkın derdine tercüman olurdu. En öfkeli zamanlarda meseleleri şakaya vurarak insanların biraz da gazını alırdı. Siyasetin en uzağındaki vatandaşı bile olan bitenden haberdar eder bir yandan da siyasilere sempatisini katarak halkla arasında köprü kurardı. Dönemin politikacıları da mizahın faydasını bildiklerinden ve sempati kazanmak istediklerinden Levent Kırca'nın en ağır eleştiri içeren parodilerine bile hoşgörü ile yaklaşırlardı. İnsanlar misyonlarını tamamladıktan sonra göçermiş ya bu dünyadan, Levent Kırca da öyle galiba...