İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş‘nin, “İstanbul’un 100’leri” başlıklı bir serisini keşfettim. Tavsiye ederim...
Deyimlere bayılıyorum. Peki ama, deyimleri doğru kullanıyor muyuz? Ya da doğru kullandığımızda bile nerden geldiğini biliyor muyuz? Deyimler yalnız dilin değil, toplum kültürünün de can damarı, en büyük mirası. Yok olmasını ya da anlam kaymasına uğramasını önlemek için, deyimlerin tarihindeki anıları canlı tutmak gerektiğine inanıyorum. CNR Kitap Fuarı‘nda İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş‘nin, “İstanbul’un 100’leri” başlıklı bir serisini keşfettim. Bir sayı da deyimlere ayrılmış. Herkese tavsiye ediyor ve seçtiğim birkaç deyimin hikayesini büyük zevkle paylaşıyorum.
Gözden sürmeyi çekmek: Eskiden tersanelerde “göz” adı verilen bölmelerde “sürme” denilen keresteler istiflenirmiş. İşte o keresteleri çalmak ise gözden sürmeyi çekmek demekmiş. Yani mevzunun gözümüz ve göze çektiğimiz sürme ile ilgisi yokmuş efendim.
Dolap çevirmek: Gizli saklı iş çevirildiğini hissettiğimizde “Sen ne dolaplar çeviriyorsun bakalım” diye çıkışırız. Peki ama hangi dolabı kimler nasıl çevirmiş ki dilimize böyle yerleşmiş. Efendim, eski konaklarda haremlik ve selamlık vardır. Bu iki kısım arasında yemek, eşya vs. götür getir yapılabilmesi için ahşaptan silindir şeklinde, çevrilerek kullanılan dolap benzeri bir araç varmış. Haremlikteki cariyelerle, selamlıktaki erkek hizmetliler, kendi aralarında bu dolabı çevirerek birbirlerine mektup, hediye filan gönderirlermiş gizlice. Aman işte efendim, flörtün alaturkası; anladınız siz onu!
Eşref saati: Uygun, hoşa giden zaman. Şimdilerde kimi muhafazakarlar astrolojiden hoşlanmasa da, Osmanlı‘da önemli bir işe girişecek kimseler, yıldızların dizilimine göre yani astrolojik haritaya göre en uygun zamanı bulur, ona göre hareket edermiş. İşte, özellikle huysuz kişilerden bir şey isteneceği zaman, “yıldızının en uygun olduğu” zaman dilimini saptamak ayrıca önem arzettiğinden, “Eşref saati”ne göre hareket edilirmiş.
Ateş pahası: Yanına yanaşılmayacak kadar ve ederinden çok daha pahalı olan şeyler için kullanırız ama “ateş neden o kadar pahalıymış“ diye sormayız. Efendim hikâyeye göre, Kanuni ava çıkar fakat çok şiddetli yağmura yakalanır. Maiyeti ile birlikte karşılarına çıkan ilk eve sığınırlar, ev sahibinin yaktığı ateşle kuruyup ısınan padişah, “şu ateş 1000 altın değerinde” der. Sabah olduğunda sultan borcunu sorar. Ev sahibi, karşısındakinin Kanuni Sultan Süleyman olduğunu bilmese de zengin biri olduğunu anlar. Binbir altın ister. “Bir altın gecelik konaklama için, bin altını ise ateşe siz biçtiniz” diye de açıklama getirir.