Dan Brown’ın son kitabı “Cehennem” salı günü piyasaya çıkar çıkmaz gündemimize bomba gibi düştü. Dünyanın en çok satan yazarlarından biri olduğu için, aslında kitabın çıkması, tüm ülkelerde sansasyonel bir etki yarattı ama doğrusu, kitabın Türkiye için bu kadar büyük bir sürpriz barındırdığı kimsenin aklına gelemezdi. Bir kişi dışında... Sadece bir kişi, Dan Brown’ın macerasına İstanbul’u katmasını hayal etmiş, bunu istemiş ve çaba göstermişti... Dan Brown’ı 3 yıl önceki İstanbul ziyareti sırasında gezdiren, gezdirmekten öte, yazarın bir sonraki romanını, İstanbul’un tarihi yarımadasında geçirmesinin hayâlini kuran, onu etkilemek için, tüm bilgi ve birikimini en çarpıcı şekilde ortaya koyan ve görünen o ki bunda da başarılı olan, Serhan Güngör...
81 milyon satan “Da Vinci Şifresi”nin yazarı Dan Brown, kitaplarındaki hikâyelerini, tarihi kentler ve efsaneleri olan, önemli yapılar merkezinde kuruyor. Kelimeleriyle dokunduğu bu kentlere ilgi de bir anda bin katına çıkıyor. Kitaplarındaki maceraların izini süren turlar düzenleniyor. Dünya, bu coğrafyalara akın ediyor. Bizim için sürpriz bu noktada devreye giriyor. Popüler kültürün bu denli etkili yazarının, salı günü çıkan son kitabı “Cehennem” bu kez şifresini İstanbul’da çözüyor...
Heyecandan zaten en fazla üç günde okuduğum Dan Brown’ın son kitabını bu sefer bir solukta okuyorum.
Dan Brown, bir sürpriz de Göksel Gülensoy’a yapmış. Yönetmenin eylül ayında tamamlanacak, benim de merakla beklediğim, “Ayasofya’nın Derinliklerinde” belgeselinden kitapta epey söz ediyor ve böylece tanıtımını yapıyor.
Kitabın sürükleyiciliği bir yana, okuyucularının çok iyi bildiği gibi, heyecanın doruk yaptığı, şifrenin çözüm bölümünde görsel olarak da Ayasofya’dan Mısır Çarşısı’na, Galata Köprüsü’nden Yerebatan Sarayı’na sürüklüyor. Üstelik, James Bond filmindeki gibi İstanbul’u kısacık süren bir maceraya oryantalist bir fon olarak kullanmayı değil, tarihiyle, gizemiyle, tüm çekiciliği ile anlatmayı tercih ediyor. Diğer kitapları gibi, bu kitabının da bir an evvel filminin yapılmasını ve Tarihi Yarımada’mızın yapacağı süksenin hayalini kuruyorum. İtiraf edeyim, o günü iple çekiyorum.
Elbette Dan Brown, Ayasofya’ya uzanan yeni kitabıyla gündemimize düşerken yalnız değil.
Kitapta, kahramanımız Robert Langdon’un Mirsad adında bir rehberi var. Yazarın bu karakteri yaratırken, rehberi Serhan Güngör’den esinlendiğini anlamak zor değil. Dan Brown’ın şifresini İstanbul’a taşıyan adam; Serhan Güngör ile Seven Hills Otel’in terasında buluşuyoruz. Bir yanımız Ayasofya, bir yanımız Sultanahmet, önümüz deniz, maceranın başladığı bu güzel coğrafyanın ve bir bardak demli çayın eşliğinde, hikâyenin aslını öğreniyoruz.
İlk götürdüğüm yer gizem taşısın istedim ve Çemberlitaş’a gittik
Kariyeriyle kendi alanında tanınan çok değerli bir rehber olduğunuzu biliyoruz ama birkaç saat içinde haftanın en çok konuşulan kişisi oldunuz.
Sabah uyandım ve telefonlarım çalmaya başladı. Güzel bir sürpriz oldu
Kitapta izinizi görmek nasıl bir his?
Mirsad adında bir karakter var. İstanbul’da tur yapıyor ve benim üç yıl önce yazara anlattığım cümlelerle konuşuyor. Elbette çok hoşuma gitti. Yazara ilham verebilmenin mutluluğunu yaşadım.
Nasıl oldu buluşmanız?
2009 yılının Aralık ayında, Altın Kitaplar Yayınevi’nin davetiyle gelmişti ve kültür turlarıyla bilinen Fest Travel aracılığıyla bana ulaştılar. İlk gelişiymiş. Seyahatini 3 güne uzatmış ve kenti tanımak istemiş. İlk aklıma gelen, “Ne yaparım da bu şehri Dan Brown’a çok sevdiririm, eşsiz hissettiririm ve bir gün kitabına konu edecek kadar etkilenmesini sağlayabilirim” oldu. Ve üç gün boyunca aklımda hep bu vardı.
Siz, bu kitabı aslında yazarının bile haberi yokken hayâl etmişsiniz.
Gerçekten hayalimdi bu. Çevremdekilere de o zaman, “Yeni çıkaracağı kitap İstanbul’da geçerse, çorbada benim de tuzum var demektir” dedim.
Kitap son güne kadar gizli tutulduğu için tabii ki siz de yeni öğrendiniz, hayâlinizin gerçekleştiğini. Bekliyor muydunuz peki?
Açıkçası bekliyordum. Burası eşsiz bir şehir ve Dan Brown’ın beslendiği konuların hepsi var burada. Sanat tarihi, mistik doku, semboller... Gezdirirken, “Robert Langdon’un gözünden nasıl baktırırım” diye düşünerek gezdirdim.
Nasıl bir gezi yaptınız?
“Altın Kitaplar”ın, Bosphorus Four Seasons Otel’deki balosunda tanıştık. “Dilerseniz otelin rıhtımından biraz kenti tanıtayım” dedim. Çok güzel bir geceydi ve İstanbul’un topoğrafyasını anlattım biraz. Çok ilgiliydi. Ben bir rehber olarak ilgi beklerim. Bana değil elbette gezdiği coğrafyaya. Dan Brown çok meraklı, ilgili ve ilgisinde samimiydi. Turist olmak ve gezgin olmak farklıdır.
Dan Brown çok iyi bir gezgin. “Çok yorgun değilseniz size, İstanbul’un birkaç yerini, insanlardan arındırmışken göstermek isterim” dedim. “Hadi yapalım” dedi. Oysa ben sekreterine soracağını, programına bakacağını falan sanmıştım.
İlk izlenim çok önemli bence, insanın bir yerden etkilenmesinde. İlk nereye götürdünüz, gece gece çok merak ettim.
Kesinlikle ilk etkilenme çok önemli. Bir de doğru zamanda gezmek. Rehberlikte en önemli şey budur. Işığı bile hesap etmeniz gerekir, program yaparken. Çünkü, günün farklı zaman dilimlerinde, yapıların, sokakların da görünümü değişir. Örneğin, sabah 10.00’da Beyoğlu’na giderseniz hiçbir şey anlamazsınız. Bomboş sokaklar ve çöp arabaları vardır yalnızca.
Ama akşamüstü giderseniz, bambaşkadır. Tarihi yapılarında gece ışıklandırması çok güzeldir. Üstelik kalabalıktan arınmışken görmenin ayrı bir hazzı vardır. Rehberin, planlamasını yaparken tüm bunları göz önünde bulundurması gerekir. Bir de götürdüğüm yer gizem taşısın istedim.
Veeee...
Veee Çemberlitaş’a götürdüm. Brown’ın kitapları hep Roma ile bağlantılı. Bizim de kentimiz, “Yeni Roma” olarak kurulmuş. O yüzden, en eski Roma bağlantısına sahip ve hakkında pek çok efsane olan Çemberlitaş’ı seçtim. 330 yıllık bir sütun. Konstantin’in Hıristiyan olup olmadığı tartışmalıdır ama annesi Hıristiyan. Kutsal objeleri Kudüs’ten toplattığı ve bu parçalardan bazılarının Çemberlitaş’ın altında saklandığı rivayet edilir. Gittiğimizde restorasyon vardı. Ben de biraz merak uyandırmak ve gizemli bir hava katmak için, “Buranın restorasyonu da iki yıldır devam ediyor, bir sütun bu kadar sürer mi? Acaba, efsaneler doğru da altında bir şeyler mi buldular” diye bir lâf attım ortaya.
Eh epey gıdıklamışsınız adamın gizeme olan merakını. Siz de bir “Robert Langdon”culuk oynamışsınız
Eh bizim işimizi yapanların böyle bir fantazisi vardır. Yeraltı şehrinde gezerken, önümüzde bir gizli geçit açılsın isteriz tabii (Çok gülüyoruz buna).
Oldukça etkileyici bir başlangıç olmuş.
Rehberlik, sinema yönetmenliği gibidir. Eldeki tüm unsurları kurgulamak ve mutluluk vermek. Gün batımında güzelleşen bir yeri o vakitte gezdirmelisiniz. Bir hayâl anlatıyoruz ve o hayâl, o saatte güzel çıkıyor ortaya. Mekân ve öyküyü bir bütün olarak kurgulamak da çok önemli.
Koruma filan var mıydı?
Aslında gerek olmadığını söyledim ama iki kişi eşlik etti. Örneğin; Merryl Streep’i de gezdirdim ailesiyle, karı-koca iki çocuk... Koruma filan da yoktu.
Çok fena kıskanıyorum ama...
O zaman biraz daha kıskandırayım. Meryl Streep, Üsküdar civarında kahve içmek istedi. Sakin bir yer olsun dedi ve bizim evin balkonunda, tiyatro konuşarak içtik. Benim öğrencilik yıllarımdaki oyunculuk deneyimlerimi büyük bir ilgiyle dinledi. Çok zarif, ailesine düşkün ve sıcak bir kadın. Kuzguncuk İsmet Baba’da yemek yedik sonra.
Sanırım biraz sonra kıskançlıktan çatlayabilirim. Lütfen, Dan Brown’a dönelim. Başka nereleri gezdiniz?
Sultanahmet Camii, Ayasofya Müzesi, Türk-İslam Sanat Eserleri Müzesi, Yerebatan Sarnıcı, Arkeoloji Müzesi, Galata ve Kariye Müzesi.
En çok Ayasaofya’dan etkilendi
En çok nereden etkilendi?
Ayasofya... Dünya üzerinde böyle bir yapı yok gerçekten. Şu anda müze olması da çok önemli. Tüm dinleri ve uygarlıkları kucaklayan, kadim bir mekân. Ve turistler, hoşgörü ve saygıyı hissediyorlar. Atatürk’ün, Ayasofya’yı müze hâline getirmesi, Dünya’ya bir barış ve hoşgörü sembolü olarak armağan etmesi, bugün Ayasofya’nın “Dünya Mirası“ duruşuyla tüm insanlığı yanına çekmesinde önemli bir unsur olmuştur. Tüm ülkelerle aramızdaki kültürel ve siyasi ilişkiler açısından da müze olarak kalması önemlidir. Ayrıca pek bilinmeyen bir konuyu da eklemek isterim; Ayasofya’nın Sultan Abdülmecit’in yaptırdığı bölümü ibadete açıktır. Ayrıca minaresinden de ezan okunmaktadır.
Kitapta, oryantalist bir bakış açısıyla James Bond filminde olduğu gibi, bizi bir Arap ülkesi gibi değil, olduğu şekliyle anlatmış Dan Brown. Bir rehber gibi, tüm kültür katmanları ve tüm renkliliğimizi gözler önüne sermiş, buna bayıldım. Böyle bir bakış açısı yaratabildiğiniz için sizi tebrik ederim.
Buna ben de sevindim. Kitapta, benim cümlelerimle, detaylı bir şekilde tarihi eserlerimizi tanıtmış olması beni de gururlandırdı. Çorbada tuzum olduysa ne mutlu bana.
İlk kitap Fransa, ikinci İtalya, bu kitap ise İstanbul şifrelerini anlatıyor. Fransa ve İtalya’da “Dan Brown’ın şifresinin izinden” diye turlar yapılmıştı. Kitapta geçen şifreler rehber eşliğinde gezginlerle keşfediliyordu. İstanbul’da böyle bir tur
yapılacak mı? Özellikle sizin rehberlik yapmanız çok etkileyici olurdu.
(Gülümsüyor) Evet. Yakında Fest Tur ile birlikte, Tarihi Yarımada’da “Dan Brown’ın Şifreleri” turumuz olacak.
İlk tura adımı yazın şimdiden.
Sizin gibi bir gezgini unutur muyuz hiç.
Açıkçası bu tur beni şimdiden heyecanlandırıyor. Her hafta sonunu, ailemle Sultanahmet-Eminönü-Karaköy üçgeninde geçiriyorum ve bu coğrafyaya sahip olduğum için kendimi şanslı hissediyorum.
Serhan Güngör, ”derya” gibi tabir ettiğimiz insanlardan biri. Araştırmaları, bilgisi, entelektüel birikimi ile onunla bir yeri gezmek, tarihte yolculuğa çıkmak gibi. “Matbâh” isimli bir mekâna geçiyoruz yemek için. Fatih Sultan Mehmet’in sevdiği yemeklerden oluşan “saray mutfağı” tek kelime ile muhteşem. Her şeyiyle turizmin gurur noktası olmuş bir mekân. Bir yanda Serhan Güngör’ün derin sohbeti diğer yanda insana gerçekten sarayda yemek yediği hissini veren lezzetler, saatlerin nasıl geçtiğini anlamıyorum. Bu güzel sohbet için teşekkürler Serhan...
Dan Brown’ın şifresini İstanbul’a taşıyan adam
Haberin Devamı