Karneydi, mezuniyetlerdi, lise-üniversite giriş sınavlarıydı, bir türlü bitmeyen yağmurlardı derken dokuz günlük bayram tatili ile birlikte, yaz resmen başladı. Ülkede bitip tükenmek bilmeyen faciaların etkisiyle bir türlü gelmeyen tatil havası sanki hafiften de olsa esmeye başladı. Okullar kapanır kapanmaz soluğu Bodrum’daki evimde almaya alışık olduğum halde, bir aydır hoşnutsuzluğumun ilk baharında kalakaldım. En sevdiğim şeylere karşı iştahsızlığım hala sürüyor. Biliyorum, benim gibi pek çok insan var. Devlet büyüklerimizin “hayat devam ediyor, hiçbir şey olmamış gibi yapın” öğüdüne uyamayan, kaldığı yerden devam edemeyen, kısaca yaşamla arasına elinde olmadan mesafe koyan benim gibi çokları var... Bizim de kaderimiz, tıpkı çaresiz hastalığını bir uzvu gibi taşıyan insanlar misali, vicdanımızda dinmeyen sızıyla yaşamaya alışmak. Hepinize selam olsun... Geçmiş Ramazan Bayram’ınız kutlu, yazınız hayırlı olsun...
Köpekleri evlat gibi büyütmek için çok ama çok sevmek gerekir.
EYLÜL AYINDA TABLO KASVETLEŞİYOR...
Yaz geldi ya, küçücük çocuklar, ellerinde dünya güzeli yavru hayvanlarla sokaklarda koşturmaya başladı. İlk bakışta manzara çok tatlı ama aynanın bir de karanlık yüzü var. Eylül ayı geldi mi, tablo gayet kasvetli görünüyor. Yaz boyu terbiyesiyle kimse ilgilenmediği için oraya buraya çişini-kakasını yapmaya devam eden yavru köpekler, sonbaharla beraber tüy dökmeye başlayan kediler ve evin içinde istediği düzeni yakalayamadığı için deliren anneler, iki ay boyunca hevesini alıp tıpkı eski oyuncağı gibi evdeki hayvana ilgisini kaybetmiş çocuklar, çocuğu ilgisini kaybedince, karısı da sürekli şikayet edince “gene memnun edemedim” duygusuyla sıtkı sıyrılıp, erkek çözüm metodu olan “kestirip atma” yolunu seçen babalar ve sonunda ağızda şeker tadı bitmiş ciklet misali sokağa atılan hayvanlar! İşte, sonbaharda hem büyükşehirlerde ama en çok Bodrum, Çeşme, Ayvalık gibi yazlık beldelerde, binlerce lira değerinde cins köpeklerin sokakta başı boş arzı endam etmelerinin sebebi... Hele ki kışın, yaz başı pırıl pırıl tüyleri ve tombik bedenleriyle tüm ilgileri üzerinde toplayan hayvanların, ölmeye yüz tutacak kadar zayıfladığını, yara bere içinde yaşam mücadelesi verdiklerini görürsünüz! Nesiller boyu evde, aile içinde yaşamaya alışmış türleri alıp, sonra da sanki sokağa attıkları hayvanların önceden fikrini almış gibi, “Köpek yahu, bir şey olmaz, daha iyi ya özgür artık” diyerek vicdanına su serpen anne-babalara sesleniyorum! Yapmayın! Bisiklet alır gibi, karne hediyesi olarak çocuğunuza kedi-köpek almayın! Kendi yavrunuza kıyamayıp, her isteğini yerine getirmeye çalışırken başka yavrulara kıymayın! Evcil hayvan çocuk gibidir, sahip olmaya karar verildiğinde bilinmesi gereken gerçekleri göz ardı etmemek gerekir. Köpekler bebeklikleri kadar tatlı kalmaz, öğretmezseniz ortalığa işer, ilgi ister, yaramazlık yapar, kediler tüy döker, koltukları tırmalar, evcil hayvan sorumluluk ister, sizi evde yanında ister, hastalanır bakım ister, seyahate çıkarken ayak bağıdır, kardeş misali “Çok istiyorum ben bakarım anne” diyen çocuklara kanmamak gerekir çünkü sorumluluğu eninde sonunda sizdedir. Yükü çoktur, bakması zordur, kısaca tıpkı evlat gibi büyütmek için çok ama çok sevmek gerekir, ancak o zaman tüm bu saydıklarım insana hafif gelir. O yüzden söylüyorum, yazdıklarımı tekrar tekrar okuyun; uğraşmayı göze alacaksanız, ömür boyu ailenize can yoldaşı yapacaksanız hayvan alın. Sırf çocuğunuz istedi diye, söz verdiniz diye, karne hediyesi diye bisiklet alır gibi hayvan almayın! (Bu konuya dikkat çekmek için internette dönen çarpıcı kısa filmi de mutlaka izleyin, sonra bana hak vereceksiniz.)