Kadın olmak dünyanın her yerinde zordur ama bizim yaşadığımız coğrafyada daha zordur. “Kadın” konusunda kafalar karışıktır bu sularda. Hem cennet anaların ayakları altındadır, hem kadının hayatını cehenneme çevirmek haktır. Tarih boyunca, kadının etkisi altında en çok kalan erkekler de bu topraktandır, kadını etkisiz hale getirmeye çalışan erkekler de... Hep kadınlar üzerine konuşulur, hükümler verilir, sınırlar çizilir, yasaklar konulur, savaşlar açılır, kan akıtılır... “Toprak Ana“ denmemiş boşuna! Kadına, toprak gibi davranılır aslında. Alınır, satılır, ne mahsül vereceğine karar verilir, sınırları belirlenir, sahibi bellidir. Nadasa mı bırakacak, sapan mı vurulacak, sahibi bilir. Bu coğrafyada kadın, toprak gibidir. Toprak gibi değerli, toprak gibi
ölü, toprak gibi sahipli, toprak gibi doğurgan, toprak gibi dayanıklı, toprak gibi teslim olması beklenir.
Kadın, en küçük toplumsal birim olan aileden, en geniş tanımıyla ülke yönetimine kadar sürekli kurallar ve kanunlarla yönetilmek istenir. Önce baba karışır kızına, asla oğluna karışmadığı konularda. Sonra abi ya da erkek kardeş karışır, giydiğinden konuştuğu arkadaşına... Okuyup okumayacağına, eteğinin boyuna, saçına, başını kapayıp kapamayacağına, evlenme yaşına... Sonra tıpkı toprak gibi tapudaki isim el değiştirir gibi, koca karar verir ömrünün kalanında kadının nasıl yaşayacağına. Eve giriş
saati, komşularla görüş vakti hep kocaya tabii... Allah ömür verir de yaşı ilerlerse hele bir de oğlu varsa, bu defa oğlunun kuralları eklenir, yaşamına. Payitaht misali, babadan oğula geçer kadına müdehale hakları.
Kılık kıyafete karışma geleneği değişmiyor
“Ayaklarım üzerinde dururum, özgür olurum” demek de kurtarmaz kadını. Koca koca adamlar, dünyada başka mesele yokmuş gibi hep kadınları konuşurlar bu coğrafyada. Ülkeyi yönetenlerin üç sözünden ikisi kadın üzerinedir. Ne işsizlik, ne açlık, ne savaş, ne trafik ne de yolsuzluk bu kadar meşgul etmez kimseyi. Varsa yoksa kadınları kalıba dökme çabası. Kaç çocuk doğuracağından, kılık kıyafetine, soyadını kullanma kurallarından çalışma iznine... Erkekler için tek bir örneği
bulunmayan onlarca kural-kanun vardır kadınlar üzerinde.
Kadının saçının teli, savaştan da aç çocuklardan da önemlidir bu memlekette. Kadınlar bir başka kadının elbisesini çekiştirirse bu “dedikodu” olur ama bunu politikacılar yaptığında “vazife” olur. Bu yüzden bu ülkede iktidarlar ve ona bağlı olarak kadınların kılık kıyafet yasakları değişir ama memleket sorunları olduğu gibi kalır. Kadının da bir insan, erkekle eşit hak ve özgürliklere sahip, kendi insiyatifini elinde tutabilecek bir birey olduğunu anlamak ne kadar zaman alacak bu topraklarda bilinmez.
Egemen erkekler ve kadına bakışları iktidardan iktidara farklılık gösterse de, iktidara gelenin kendi anlayışında kadınlar yaratmak isteme zihniyeti değişmiyor ne yazık ki. Kadın üzerinden politika yaratma geleneğinde, kılık kıyafet yönetmelikleri değişiyor ama kılık kıyafete karışma geleneği değişmiyor. İşte tam da bu sebepten demokrasinin “D” sinden bile söz etmek mümkün olmuyor, bugün olduğu gibi hevesimiz hep kursağımızda kalıyor. Kendi kurallarını yürürlüğe sokmanın sarhoşluğunda olan yeni egemen erkekler zafer çığlıkları atarken, kaybeden her daim ve her dönem kadınlar oluyor.
Televizyonun iktidar sahibi seyircidir
Tüm bunları bana bugün bir kez daha düşündürten elbette bu hafta Gözde Kansu’nun yaşadıkları. Üstelik de tam “demokratikleşme”den, kadınlara uygulanan türban yasaklarının ortadan kalkmasından konuştuğumuz gün, “yasak” kavramının kalkmadığı sadece şekil değiştirdiği bir tokat gibi yüzümüze çarptı. Kadınlar için demokratikleşmenin, her kesimden kadına uygulanan yasakların kaldırılması olduğunu sanıp yanılmışız meğer. Sadece bir dönemki yasaklar kaldırılıp, yerine yenileri eklenecekmiş, bunu anladık. Erkek egemenin, sıradan bir sözü ile bir kadının işinden olabildiğine şahit olduk. Üzülen yine biz kadınlar olduk!
Peki bir sunucunun kılık kıyafeti hakkında fikir yürütülemez mi? Elbette yürütülür. Hatta en çok ünlüler ve televizyona çıkan kişilerin kıyafetleri hakkında fikir yürütülür. İşi daha da ileri götüreyim, gerek erkek gerek kadın olsun, milyonların önüne çıkan insanların saçının modelinden makyajına, ayakkabısından konuşmasına kadar müdahale ve benimsenmeyeni değiştirmek için baskı kurmak bir haktır.
Ama bu hak halkındır. Seyircinin hakkıdır. Seyirci istemezse, beğenmezse bir programı bitirebilir ya da bir sunucuyu değiştirebilir. Sevdiği bir sanatçının saçına itiraz edebilir, baskı yapabilir, değiştirtebilir. Canının istediğini tahta çıkarıp yarın vazgeçip indirebilir. Televizyonun iktidar sahibi seyircidir. Bu yüzden politikacıların, hele hele bizim ülkemizdeki gibi bir sözüyle kanalların elini ayağına dolayabilen iktidar sahiplerinin demokratikleşme adımlarını sarsacak türden talim terbiye vermesi tehlikelidir. Eğer hoşa gitmeyen bir durum varsa bunun ayarını seyirci verecektir. Kıyafetini beğenmedi diye bir kadının işine son verilmesine sebep olan politikacılar ise dünyanın hiçbir yerinde “hoş karşılanmaz!” Dilerim demokratikleşmeye inancı kökten sarsacak bu olay, bir yanlış anlamadan ibarettir ve Gözde Kansu’nun görevinin iadesi, beğeninin ve kararın, iktidarın asıl sahibi olan halka bırakılmasıyla son bulur. Yayın kuruluşuna da, politikaya da ülkenin demokratikleşmede attığı adımlara da yakışan budur.
Bu coğrafyada kadın olmak
Haberin Devamı