Tabii o gidene kadar geçen bir aylık zaman zarfı içinde neler yaşadığımı ne siz sorun ne ben söyliyeyim. Tarih yaklaştıkça, anksiyetem arttı ve beni bırakıp gittiği için çocuğa etmediğimi bırakmadım. Allah’tan benim bu delirmiş hâlimi -biraz da Çin’e gidebilmek uğruna- olgunlukta karşıladı. Sonunda kendim söyledim kendim dinledim ve Ada, benim gözümün yaşına bakmadan taa Pekin’e gitti. O bir hafta bana “yıl” gibi geçti. Uykusuz geçen hafta boyunca, sakinleştirici etkisi olan ne kadar çay varsa denedim. Ada’yı yollar yollamaz, en yakın arkadaşlarımla Konya’ya gittim, Mevlana’nın evinde bir kaç gün geçirdim. İstanbul’a döndüm. Ne çekime gidebildim, ne sokağa çıktım. “Yarım akıl” bir hâlde evde koltuktan kalkmamacasına karları seyrettim. Arkadaşlarım, durumumu pek beğenmemiş olacak ki beni yalnız bırakmadılar. Şükür ki sonunda kızım sağ salim yanıma döndü. Ben de normal halime döndüm.
Peki Ada için durum nasıl? Eve gelip bavulunu açtığımız an ilk şokumu yaşadım. Sanki ben toplamışım eşyalarını; kirliler bir tarafta, temizler bir tarafta, hediyelikler kağıt peçetelere sarılmış, şampuanlar torbalanmış. Ben yanındayken pijamasını bile toplamayan kızımda meğer ne maharetler varmış! Bensizken kendine bir güzel bakmış, benim sandığım gibi aç-açık kalmamış, üşütmemiş, telef olmamış. Çin gibi yemeği bize ters bi yerde bile azıcık zayıflasa da kendini kurtarmış. Bir haftada büyünür mü büyümüş. Yanına verdiğimiz harçlıkla bize çok güzel hediyeler almış. Benimle gezerken istediği saçma sapan şeylerin hiçbirine para harcamamış. Bir de konser başarılı geçince, ülkesini temsil etmenin mutluluğuyla, Çin’i fethetmiş havasında döndü yuvaya. Eh anne-babasının henüz görmediği bir ülkeyi görmüş olmak da havasına hava kattı. “Çin çayı şöyle”, “Çin ipeği böyle”, “Çin Seddi’ne gelince” diye altı günlük geziyi altı ay dinleriz artık evde. Anladım ki, Ada büyümüş ve tıpkı Woody Allen’ın filmlerinde kafasında konuştuğu annesi gibi, kızım da aklının ve kalbinin bir yerlerinde beni yanında götürmüş. Bu deneyimin sonunda kızımla da, ona bazı şeyleri öğretebildiğim için kendimle de gurur duydum. Ertesi sabah gazetelere göz atarken, Ada’nın flüt çalan fotoğrafını ve “Bilfen Okulları Orkestrası Pekin’de, Türk yılı sebebiyle ülkemizi temsil etti” haberini görünce gururum bir kez daha arttı. Tamamen kendi emeğiyle ve benim kızım olduğu bilinmeden ilk kez çıkmıştı gazeteye. Aynı yaşta, şehir birincisi olup “altın çocuk” seçildiğim için gazeteye çıkışım geldi aklıma. Bu gün bile benim için en değerli gezete haberim odur.” İyi ki izin vermişim” dedim elbette döndükten sonra, ama bugün soruyorsanız, bir daha bu kadar uzak bir coğrafyaya yollar mıyım diye; bunu şimdi düşünmek bile istemiyorum.
ERGENLİK İLE İMTİHAN...
Eh söz çocuklardan açılmışken bu yaş çocuk ailelerini ilgilendirecek bir paylaşımda bulunmak istiyorum: Ergenlik. Benimki şu anda 11,5 yaşında. Buçuklu söylüyorum çünkü Ada ile böyle bir uzlaşma bulduk aramızda. Ben 12’yi, o 11’i kabul etmiyor. Biz de küsuratıyla tam olarak söylüyoruz yaşını. Ergenlik, bizim de evin kapısında yani. Okulunda sürekli seminerler filan... Bizimkinde henüz pek bir belirti yok, ama ben hazırlıklara şimdiden başladım. Annemin, “başlatma ergenliğine” diye başlayan bilimsel (!) yaklaşımı sayesinde henüz giremeden alelacele ergenlikten çıkmış biri olarak bu konuda kişisel tecrübem pek yok. Tek bildiğim; ergenlik problemleri oluşması için biraz da buna müsaade eden lüks aile ortamı gerektiği. Bu yüzden, bu konuda annem gibi katı durmamakla birlikte, çevremde gördüğüm “modern” aileler kadar da “ergenliktesin, kafama çıkabilirsin” serbestliğinde olma niyetinde değilim. Elbette yaşayarak öğrenmek zorundayım ben de. Yine de gözlemlerime dayanarak, müzik, spor ya da başka herhangi bir alanda uğraş veren küçük-büyük herkesin depresyona daha az girdiklerini, hobilerin insan beynini sakinleştirdiğini söyleyebilirim.
Bu konuda ahkam kesmek niyetinde değilim, bu yüzden ben de bir bilene danışayım dedim. “Hekimden sorma çekenden sor” demişler. Çok şanslıyım ki çok yakın bir arkadaşım olan Esra Tuncer, klinik psikolog ve aynı zamanda bir ergen kız annesi. Yine “ergenliği kapıda” bir de oğlu var. İlginç olan; bu arkadaşımın kızının ergenlikle birlikte, beklenenin tam tersi bir gelişme göstermiş olması. Kızımız lise öğrencisi gayet uyumlu, sakin ve annesiyle neredeyse eskisinden daha iyi anlaşan bir genç kız olup çıktı. Ben de bunu nasıl başardıklarını sordum ve anlattıkları içime çok yattı. Belki size de ışık tutar diye aynen paylaşıyorum. Hepimize kolay gelsin: “Açıkçası şimdi anlatacaklarım konusunda, İsviçreli bilim insanlarına da danışmadım; makale, kitap da karıştırmadım. Okuduklarım aklımda kalmıştır şüphesiz, vardır kırıntılar; ama, aslolan deneyimlerimdir, hissettiklerimdir. Bir ergen kız annesi olarak “çok zor, eyvah” denilen bir dönemi pek fena atlatmadığımızı söyleyebilirim. Bundan sonra işler nasıl gider bilemem, ama duruma bakış açım değişmeyecek gibi görünüyor. Ece 12 yaşlarına gelince ve işler sarpa sarmaya, ben ne yapacağımı bilememeye başlayınca bu işin içinden çıkmanın tek yolunun uzmanına gitmek olduğuna karar verdim. İhtiyacını ve ne istediğini en iyi bilenin, kişinin kendisi olacağı düşüncesinden yola çıkarak tek uzmanın Ece olacağına karar verdim ve oturdum yanına. “Mükemmel anne” tavrı yerine -ki her açıdan çok komik duruyor- samimiliği seçtim ve ona şöyle dedim: “Bak güzel kızım. Ben seni kırınca pişman oluyorum, sen beni kırınca toparlanamıyorum. Endişeleniyorum, öfkeleniyorum ve bu duyguları sevmiyorum. Senin de kırgın, kızgın olduğunu görüyorum. Buna da çok, ama çok üzülüyorum. Böyle olmasını istemiyorum. Ancak sana itiraf etmem gereken bir şey var. Ben daha önce hiç 13 yaşındaki Ece’nin annesi olmadım. 8 yaşındakinin oldum mesela! O zamana dönsek daha iyi biliyorum ne yapacağımı, ama şimdi her gün bana da yeni. Biliyormuşum havalarıma bakma. Senin ışığın olmadan ben sana annelik etmenin yolunu bulamıyorum. Dünyanı senin gördüğün gibi görmeye ihtiyacım var. Öğret bana dünyanı. Ben de bu yaşta oldum, ama ben sen değildim. Hiç kimse sen değil. Bu yüzden artık eminim; hiç kimsenin formülü sana uymaz. Anlıyorum ki bir çocuğa iyi annelik sadece o çocuğun parmak izi ile açılan kapıdan geçerek mümkün. Ben o kapıdan geçmek istiyorum. Bana yardım et.” Beni çok iyi anladı, dahası anlayışla karşıladı. O gün bugündür de annelik konusunda en büyük yardımcım oldu.
Zor bir yol bu ama, itiraf etmeliyim. Kendinizle mücadele ediyorsunuz, kusurlarınızla yüzleşiyorsunuz, bazı şeyleri yerinden fırlamak isteyen kalbinizi bastırarak yapıyorsunuz. Kendinize, başlarda sık sık, onu kayıtsız, şartsız sadece “o” olduğu için sevdiğinizi tekrarlıyorsunuz. “Ben de öğrenci oldum. Hiç ödevsiz okula gitmedim. Hiç okul kırmadım” diye koca laflar etmek yerine, “Bir kez kopya çekerken yakalandım, çok utandım. Ayrıca ödevlerimi hep son güne bırakır zar zor yetiştirirdim” adlı küçük sırlarınızı onunla paylaşarak öncelikle kendinize sıradan bir insan olduğunuzu hatırlatıyorsunuz. Gözünde sizi en kolay büyütebilecek küçüğünüz, karşısında ego patlamaları yaşamak yerine incinebilir ve kusurlu oluveriyorsunuz. Bazen buna dayanamayıp direksiyonu kendi yolunuza kırıveriyorsunuz, daha güvenli hissediyorsunuz; kolay değil bilmediğiniz yollardan gitmek. Sonra o yolun yolcunuz için olmadığını hatırlıyor, onun yoluna geri dönüyorsunuz.
ÇOCUĞUNUZU ANLAYIN
Ben derim ki, güven veren elinizi hiç çekmeyin ergenlerinizden. Ama gölge gibi üstünde tutarak değil, yanında omzuna dokunarak yapın bunu. Sizle paylaştığı ilk hatasında, kusurunda “bak işte ben demiştim sana zaten” diye celallenmeyin. Konu siz değilsiniz, o. Kendinizi bırakın, ona odaklanın. Onunla birlikte üzülün, kızın, şaşırın. Asla “-mış gibi” yapmayın. Empati kuramıyorsanız bunu söyleyin, bu olayı onun gözlerinden görebilmeniz için biraz daha anlatmasını isteyin. ‘Gerçek siz’e ait anılardan uygun gördüğünüz küçük sırlarınızı paylaşın. Bırakın o hatayı yaptıktan sonra nasıl ilerlediğinizi, bugünlere ne öğrenerek geldiğinizi anlasın. Hata yapmadığınız için değil, onlara kucak açıp daha doğrularını yapmak için çaba sarfettiğiniz için “siz” olduğunuzu görsün. Hatalar yapan, başarısızlıklar yaşayan yanlarınızı da sevdiğinizi bilsin; bilsin ki o da her şeyi ile kendini sevmeyi öğrensin. “Normal”, konuşulabilir, ilişki kurulabilir olun. Ona sahibi gibi davranmayın. Çektiğiniz zorlukları ona yükleyip, ondan size bir borç ödemesini beklemeyin. Yapamadıklarınızı, olamadıklarınızı onda gerçekleştirmeye çalışmayın. Çocuğunuzun yaptıklarından gurur duyun, hayattaki her adımını, ilk adımı gibi kutlayın. Senaryoyu o yazsın; siz destek vermekten, eşlik etmekten heyecan duyun. Bu yepyeni serüvenden alabildiğiniz kadar keyif alın. Unutmayın, daha önce hiç “O”nun annesi olmadınız!
Bizim çocuklar Çin’i müzikle fethetti
Haberin Devamı