Twitter’la tanışmam arkadaş vesilesi ile oldu. Nefretten doğan bir aşktı bizimki. İşimle ilgili mail alışverişi dışında, her türlü sanal alışverişe karşı olan ben, bugün, alışverişin en değerlisini sanal alemde yapıyorum: Bilgi, duygu ve fikir alışverişi...
1,5 yıl önce ben sanal alem konusunda gayet muhafazakar bir tutum sergilerken, yaramaz arkadaşım Esra, insanı yoldan çıkaran her arkadaşın yaptığı gibi beni yolumdan çıkardı ve twittera girmem konusunda ikna etti. “Tam sana göre” diye tavsiye alınca, “Bir bakıp çıkarım” diye içimden geçirerek kendime bir hesap açtım. Yaz aylarıydı... Gece kızımı uyuttuktan sonra benim için yeni olan bu dünyanın kapısından giriyor, gecenin sessizliğinde kalabalıklara karışıyordum. Önce birkaç arkadaşımı buldum, sonra onların takip ettikleri kişilerden diğer arkadaşlarımı, sonra hiç tanışmamış olduğum ama uzaktan tanıdığım isimleri ekledim. Hiç tanımadığım bir sürü zeki kullanıcı keşfettim. Onları takip etmenin çok daha keyifli olduğunu farkettim. Kendi fenomenlerini yaratan bir mecraydı bu! Doğal olarak, ünlüleri de başkaydı. Chat yeri, mesaj hattı ya da facebook gibi ağır kanlı bir paylaşım alanı değildi. Hızlıydı, o ana aitti ve ateşliydi. Başka bir şeydi kısaca. Anlamak gerekti. Anlamak için de denemek.
O yaz, twitterın ne olduğunu ve niye var olduğunu anlamaya çalışmakla geçti. Birçok “ilk” yaşadım. Örneğin, ilk “dayağımı” yediğimde çok şaşırmıştım. Klavyeleriyle bana meydan dayağı çeken “binler” vardı karşımda. Ama yılmadım. Çok saçma sapan kullandım önceleri. Yavaş yavaş kabul ettim, kabul edildim. Hâlâ da öğrenmeye devam ettiğimi belirtmeliyim.
GÜCÜNÜ VAN İLE ÖĞRENDİM
Twitterın gücünü tam olarak kavramam, acı bir gerçekle oldu: Van depremi! Oturduğum yerden bu kadar faydalı işler yapabileceğimi söyleselerdi inanmazdım. Binlerce insan birleştik ve onlarca tırı doldurup, Van’a ulaştırmayı başardık. Sonunda şunu anladım ki: Twitter da hayattaki her şey gibiydi. İyileri de vardı kötüleri de... İyiliği de vardı kötülüğü de... Kazanımın ya da çıkarımın, “Senin kim olduğunla” ilgiliydi. İyilik de kötülük de senin içindeydi ve bu mecra ancak bunu ortaya koyduğun bir araçtı.
Ve bugün geldiğimiz noktada, Başbakan’ın birkaç gün önce yaptığı ve twitterı bir başbelası olarak ilan ettiği açıklama sonrası gözler iyice bu mecraya çevrildi. Bu açıklama bir yandan, twitterı kötülerken bir yandan da gücünü kabul etmek anlamı taşıyordu. Üstelik, Başbakanın konuşması esnasında söylediklerinin “twitt” olarak atılması da kendi ironisini içinde barındırıyordu. Elbette, başbakanın twittlerini yazan kişi tarafından “Twitter baş belasıdır” cümlesi sansürlenmiş ve twitt olarak atılmamıştı. Bu hareket de, kural koyucuların bile twitterın kendi kurallarını kabul ettiğinin bir göstergesiydi. Gelin o halde gücü, güç sahiplerince bile kabul edilmiş ve tehdit unsuru olarak görülen bu “baş belası” mecraya bir göz atalım...
Twitter ne değildir?
- Bir mesajlaşma yeri değildir. Arkadaşlarla aranızda konuşmak için, lütfen mesajlaşın, sayfaları doldurmayın.
- Sürekli bir motto üretme ya da ders verme yeri değildir. “Baş öğretmencilik“ oynama yeri değildir. “Egomu dindireyim” derken, “egonu indireverirler” bilesin. Herkes “Gezi”den konuşurken, buzullardan konuşma ama sakin zamanlarda da kasma. Kuştan, böcekten, yeni açan gülden haber ver. İnsanların ruhuna iyi gel.
- Bizim kuşak, buraların (twitter) yerlisi değildir, kabul etmek gerekir. Biz göçebeyiz, bu mecraya doğan ve bununla yoğrulan gençler gerçek yerlileri. Ev sahipleri. Gençlerden öğrenilecek çok şey olduğu yadsınmamalı, büyüklük havasına kapılmamalı.
- Anarşi üreten bir ortam değildir. Twitter yapısı gereği bir örgütlenme yeri olmaya çok uzaktır.
O kadar ortada ve açıktır ki, eski kafa alışkanlıklarla “derin twitter“ aramak büyük hatadır.
- Torba değildir. Ağzını büzemezsin.
- Mevlana türbesi değildir. Herkesi buyur edemezsin. Takipçi kaybetmemek uğruna “ortaya karışık” kalırsan, kendini kaybedersin. Temiz ve seviyeli bir ilişki için, tıpkı hayattaki gibi, bazı kişileri hayatından çıkarmak gerekir. “Bahar temizliği“ için “engelle” ve “spam” idealdir. Elini korkak alıştırmamak gerekir.
- Masum değildir. Medya susturuldukça, baskı arttıkça, güçlenir. Tek başına iktidar olduğunda, tüm iktidarlar gibi sarhoşluğa kapılır, yalan, provakasyon ve iftira üretmeye başlar. O yüzden, twitterın, medyatik arkadaşları uyumamalı, uydurmamalı, kör göze parmak sokmamalıdır. Bunun yolu da doğru, tarafsız ve dürüst yayıncılıktan geçtiği unutulmamalıdır.
Yeni başlayanlar için başa bela Gezi Park twittleri
- Fenerli’yim ama yükselenim Çarşı.
- Kadıköy’den, “Gezi” eylemlerine bir arkadaşımı çağırdım, “ben karşının çapulcusuyum” dedi.
- Ne sağcıyım ne solcu, çapulcuyum çapulcu...
- Yüzde 50’yi serbest bırak, dönerse senindir, dönmezse direnişe katılmıştır.
- Sinirlenince çok güzel oluyorsun, Türkiye’m. (Metin Üstündağ)
- “Aşkım söyle, o kız mı daha iyi direniyor, ben mi?”
- Orama Toma, burama To.
- Anlayana toma, biber, gaz... Anlamayana Tunus, Cezayir, Fas...
- Gözünü seveyim Toma, bizi susuz koma.
- Üzerine tazyikli su atılmamış kalabalık: Kuru kalabalık.
- Bizim gibi 3 çocuk daha ister misin, Başbakan.
- Ankara’nın semtleri: TomalıHilmi, DövenPark, Gazılay.
- Ben seninle Tomalı Hikmi’de biber gazı soluma ihtimalini sevdim. (Erdal Beşikçioğlu)
- Toma ile 10 gündür beraberiz, “ciddi“ düşünüyoruz.
- Arada kendi gazımızı kendimiz sıkalım, üstümüze hortum tutalım, her şeyi devletten beklemeyelim.
- Sizinki AVM değil, kaldırım çalışması; bizimki de eylem değil arkadaş buluşması.
- Çirkin kadın yoktur, “direnmeyen” kadın vardır.
- Benimle aynı düşünmek zorunda değilsin, sadece düşün.
- Başbakan yüzde 50 jokerini kullanacağına, keşke seyirciye sorma hakkını kullansaydı.
- Bazı illerimiz için biber gazı vakitleri: İstanbul: 19.30, İzmir: 20.15, Ankara: 21.45
- Yeni doğan çocuklara isimler: Çapulcan, Çapulnaz, Çapulgül, Çapulay, Çapultay, Çapulettin.
- Uykumun yüzde 50’si kaçtı, yüzde 50’yi zor tutuyorum.
- Biz de babaannemizi zor tutuyoruz.
Başa bela, akıllara seza twitter
Haberin Devamı