Bana seyircini göster sana şehrini anlatayım

Tiyatro öyle ilginç bir sanat dalı ki, sadece izleyene değil sahne sorumlulularından oyuncularına, oynanmasında emeği geçen herkese çok şey gösteriyor, tanık ediyor, öğretiyor. Hayatım boyu defalarca turne yaptım ama olgunluk çağımdan mıdır bilmem, bu defa bambaşka bir gözle gidiyorum farklı illere ve bambaşka gözlemlerle dönüyorum evime. Sizinle de seyircisiyle buluştuğum şehirler ve orda yaşayan insanların organik bağları hakkındaki izlenimlerimi paylaşmak istiyorum.

Erdal Özyağcılar ve Gözde Çetiner’le birlikte rol aldığımız yeni oyunumuz “Hoşgeldin Boyacı” -tahtaya önce üç kere vurarak söylü yorum ki- seyirci tarafından çok beğenildi. “Tiyatro seyircisi kalmadı” gibi hurafelere inat, 700 kişilik salonların gişesinde “Bu akşamki oyuna yerimiz kalmamıştır” yazısını görmek kadar mutluluk verici bir mesleki ân yok hepimiz için. Keyfimiz yerinde. Hâl böyle olunca da pek çok ilden tâlep geliyor ve biz de ordaki seyircilerimizle buluşmak için turneye çıkıyoruz. Elbette ilk önce üç büyük kentte “Hoşgeldin Boyacı”yı seyirciyle buluşturduk. Sırada, 27-28 Şubat’ta yeniden bir İzmir turnesi, sonrasında Batı ve Doğu Karadeniz turneleri var. Tabii benim gibi gezgin ruhlu biri için aynı zamanda seyahat ve yeni yerler görmek anlamını taşıyor bu turneler. Hâliyle de keyfim katmerli oluyor.

Haberin Devamı

Bana seyircini göster sana şehrini anlatayım

Tüm oyuncular bilir ki her yerin seyircisi farklıdır. Bırakın başka illeri, İstanbul artık o kadar büyük ki aynı şehrin içinde turneye çıkıyor ve farklı semtlerde bambaşka seyirci profiliyle karşılaşıyoruz. Zaten artık eskiden olduğu gibi; “sabit bir sahnede oynayalım seyirci de gelsin izlesin” mantığından vazgeçtik. Biz seyircinin ayağına gidiyoruz. Kozyatağı’nda da oynuyoruz, İkitelli’de de... Ataköy’de de Kadıköyde’de... Aradaki mesafeler yaklaşık 50 km ve İstanbul trafiğinde, şanslıysanız 2,5 saat demek bu! Anlayacağınız, tiyatocuların hayatı, tıpkı çok eski yıllardaki kumpanyalarda olduğu gibi yine yollarda geçiyor. Ama işin iyi tarafı, yeni insanlarla karşılaşmak oyunculara yepyeni gözlem malzemeleri sağlıyor.

Haberin Devamı

Turnelere gittikçe, farklı illerle ilgili gözlemlerimi paylaşıcam ama bu hafta üç büyük ilin karşılaştırmasını yaparak konuya giriyor ve “bana seyircini göster sana yaşadığın ili anlatayım” diyorum:

İzmirliler oldukça rahat ve gülmeye hazır

Vallahi memleketim diye söylemiyorum; fıkır fıkır ve eğlenmeyi seven bir seyirci. Son derece sıcak ve samimi. Eleştirel bir bakıştan çok oyunun içine kendini kasmadan koyuveren ve ânın keyfini çıkarmaya gelen bir izleyici profili. Rahat mı rahat! Eğlenceye yatkın, doya doya gülmeye aşina... “Çok sesli gülersem ayıp mı olur” filân gibi takıntıları da yok. Daha çok “dünya umrumda değil” havası hâkim. Perde açılır açılmaz, vakit kaybetmeden eğlenceyi yakalıyorlar ve sonuna kadar izledikleri oyunun keyfini çıkarıyorlar. Oyunun başlamasını beklerken bile sohbetten geri durmuyorlar. Sahne arkasına kadar gelen, arı kovanını andıran uğultuyla salonu doldurduklarını belli ediyorlar. 15 dakika aradan sonra bile salona aheste aheste giriyorlar. “Durun yahu keyif yapıyoruz şurda ne aceleniz var” havası hâkim. Elbette seyirciye bakarak İzmir’i hemen anlamak mümkün. Bir kere, oyuna gelmeden önce seyircide “yetişebilecek miyim” stresi yok. Fuar’da oynuyorsan zaten Alsancak sâkinleri dolduruveriyor salonu ve Fuar alanının ağaçlık yolundan yürüyerek aheste aheste geliyorlar salona. Çocuklarını, çoğunlukla en fazla iki blok ötede oturan annelerine bıraktıkları için de ayrıca rahatlar, Eh oyundan önce karı-koca buluşup illa ki bi salata-balık yiyip yanında karşılıklı bi kadeh tokuşturmuş oluyorlar. Keyifleri yıkırdatıyorlar. Stres bu şehre hiç uğramıyor. Akdeniz insanına özgü şen şakrak, sıcak ve eğlenmeyi seven ruh yapısı da eklenince, gülmeyi seven insanların kentinde sahne almak ayrı bir keyif oluyor.

Haberin Devamı

Ankaralı izleyici çok bürokratik

“Son 5 dakika” anonsu verildiğinde çıt çıkarmadan salondaki yerini alan seyirci, yılların bürokrasi kentinde yaşamış olmanın tüm özelliklerini taşıyor. Her zaman dikkatli, saygılı, mesafeli ama yine de fevkâlade katılımcı, yeri geldiğinde gülen ama aşırıya kaçmaktan çekinen ve her şeyden önce “en çok oyun izleme” alışkanlığına sahip olan ve belki de tiyatro sanatını en çok seven seyirci...

Haberin Devamı

Her ne kadar kent son yıllarda, Arap şehirlerini andırır bir yanar-döner süslemeyle, bürokratik kimliğinden ödün vermiş olsa da tiyatro seyircisi hâla aynı güzellikte ve kalitede. En ince ayrıntıyı bile yakalayan, biraz eleştirel gözle bakmayı seven ama her zaman sanat ve sanatçının hakkını veren... Bir yabancı bile, seyirciye bakıp bu kentin bürokratik yönetimin başkenti olduğunu söyleyebilir.

İstanbul’un tiyatro seyircisi zor ve yorucu

Ahhhhh tabii İstanbul’u aslında semt semt incelemek gerek. Ataşehir ve Bahçeşehir arası bildiğiniz şehirlerarası... Mesafeler, insanların ortak şehir bilincine de mesafe koymuş bu kentte. Kadıköy, dikkatli; Bakırköy, neşeli... En zor ve yorucu seyirci bu şehirde. Kabaca şöyle: Oyunun ilk yarım saati biz oyuncular seyirciyi ısıtmak için canımızı dişimize takar, nefesimizden ateş saçarız ama yine de salonu ısıtamayız. Sahne alev alev yansa da buz gibi bir hava hâkimdir salonda. Tabii 10 dakikalık yolu büyük ihtimalle 1,5 saatte kateden, “yetişebilecek miyim” endişesiyle trafikle cebelleşen, tüm gün işten vaktinde çıkmak, çocuklara gece bakacak birini ayarlamak derdiyle gerilen, bir de yolda “sağdan dönseydin park yeri bulurduk, beni dinleseydin çoktan varmış olurduk” münâkaşasına giren insanların, oyuna kendilerini kaptırıp rahatlamaları zaman alıyor. Sonra, tiyatronun sihirli değneği değiyor ve ikinci perde seyirci coşuyor. Eeee İstanbul, stresi ve yorgunluğu başka hiçbir kente benzemiyor. Seyircisi de buram buram “İstanbul” kokuyor.

DİĞER YENİ YAZILAR